11 ARALIK-HÜSEYİN NİHAL ATSIZ'IN ÖLÜM GÜNÜ-Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya

11 ARALIK 2017. HÜSEYİN NİHAL ATSIZ’IN ÖLÜM GÜNÜ


Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya



Hüseyin Nihal Atsız’ın 70. doğum yıldönümü için bir Armağan Kitabı çıkartılması düşünülmüş ve Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Kafalı ve Osman Fikri Sertkaya’nın editörlüğünde bir Armağan Kitabı hazırlanmış ve 1976 yılında Ötüken Yayınevi tarafından yayımlanmıştı.

İlk 144 sahifede yer alan üç yazı Osman Fikri Sertkaya’nın “Hüseyin Nihal Atsız. Hayatı ve Eserleri”, Sadık Kemal Tural’ın “Tarihi roman ve Atsız’ın tarihi romanları üzerine düşünceler” ve Ahmet Bican Ercilasun’un “Atsız’ın şiirlerine ülkü” başlığını taşıyordu. Armağan kitabında Atsız’a ithaf edilen 18 yazı yer almıştı. Sırasıyla: İsmail Aka, Ömer Faruk Akün, Tuncer Baykara, Ahmet Caferoğlu, Mehmed Çavuşoğlu, Şükrü Elçin, Bilge Ercilasun, Emel Esin, Orhan Şaik Gökyay, Tuncer Gülensoy, Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Kafalı, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Altay Köymen, Muammer Kemal Özergin, Osman Fikri Sertkaya ve Faruk Kadri Timurtaş tarafından yazılan Armağan Kitabı yazıları 445 sahife tutuyordu Böylece 589 sahifede 21 yazı ile ATSIZ ARMAĞANI tamamlanmış oluyordu.

Hüseyin Nihal ATSIZ’ın ölümünden 40 yıl sonra ATSIZ ARMAĞANI’nın yeni baskısının yapılması ayrıca Armağan’ın ikinci cildinin yayımlanması plânlandı. Altınordu Yayınları’nın sahibi Murat İpekoğlu’nun teşebbüsü ile mevcudu 1976 yılında biten ATSIZ ARMAĞANI’nın ikinci baskısı yapıldı. Yeniden dizilerek yapılan bu ikinci baskı toplam 455 sahife tutmuştur. Bu cilde ATSIZ ARMAĞANI-I adı verilmiştir. Baskıdaki bir büyük eksik nâşirlerden Necmettin Hacıeminoğlu’nun adının yer almamasıdır.

ATSIZ ARMAĞANI’nın yeni hazırlanan ikinci cildi ise Sadettin Yağmur Gömeç tarafından yayıma hazırlanmıştır. Yayıma hazırlayanın Önsöz’ünden sonra 398 sahifelik eserde şu 24 yazarın yazıları yer almaktadır. Erk Yurtsever, Fethi Tevetoğlu, Altan Deliorman, Dursun Yıldırım, Yakan Cumalıoğlu, Sadettin Yağmur Gömeç, Murat Yılmaz, Fatih Kirişçioğlu, İsmet Çetin, Niyazi Emri Kum, Hasan Bahar, Sebahattin Şemşir, Sevgi Kafalı, Konuralp Ercilasun, Kürşat Yıldırım, Mustafa Gökçe-Tuba Kalkan, Müslüme Melis Çeliktaş, Bilgehan Atsız Gökdağ, Cemile Kınacı, İbrahim Tellioğlu, Ahmet Toksoy, Veysel Gökberk Manga, Yaşar Kalafat, Nahide Şimşir. Bu yazılardan F. Tevetoğlu, A. Deliorman, N. E. Kum ve S. Kafalı’nın yazıları daha önce yayımlanmış olup, iktibastır. 20 yazı ise ilk kez yayımlanmaktadır. Eserin sonunda 14 resim yer almaktadır.

Altınordu Yayınlarının sahibi Murat İpekoğlu Hüseyin Nihal Atsız’ın ölümünün 50. yıl dönümü olan 2025 yılında ATSIZ ARMAĞANI-III’ü yayımlamalıdır. Böylece her 10 yılda bir yayımlanacak armağan kitapları ile hem Hüseyin Nihal ATSIZ’ın fikirleri ve hatıraları canlı tutulacak hem de genç kalemler yeni yorumlar ve değerlendirmeler yaparak Türkçülük fikrini canlı tutacaklardır.

Atsız ve 22 arkadaşı Mayıs 1944’te tevkif edilerek Askeri Mahkeme’de yargılanıp beraat ettiler. Ancak bu olaydan 43 yıl sonra Türk Devleti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 847 yayını ve Türk Büyükleri Dizisi’nin 69 kitabı olarak “Nihal Atsız” Kitabını yayımlamış ve onu Türk Büyükleri arasına almıştır.

Benim bu kitabım “Genişletilmiş 2. Basım” olarak Mayıs 2014’te Ötüken Yayınevi tarafından yeniden yayımlandı.

TOPRAK ATSIZ OLMUŞTU

(Hüseyin Nihal ATSIZ’ın doğumunun 97. yıldönümü dolayısıyla 12 Ocak 2002 tarihinde yapılan anma toplantısının açılışında yapılan konuşma).

Altı yüzlü yılların ilk yarısıydı. Türk bodunu Çin ülkesinde tutsaktı. Yıllar süren tutsaklık Türklerin ağırına gidiyordu.

Kürşad ve 40 ülküdaşı Türk bodununun hürriyeti ve istiklâli için Çin Hükümdarının sarayı Siganfu'yu basıp, onu tutsak edecek, olmazsa öldürüp, bodunu tutsaklıktan kurtaracaklardı.

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, tarihin kırk meçhul kahramanı karanlıkta saraya yürüyorlardı.

Biraz sonra savaş başlamıştı. Sarayın içinde Çinli çerilerin başları ile gövdeleri ayrı ayrı dolaşıyordu.

Kırk yiğit vuruşa vuruşa uçmağa vardı. En son ölüm kızı Kürşadın eline bir sağrak sundu. Kürşad bu acı sağrağı gözünü kırpmadan içti. Atının yelesine kapandı.

Sağ elindeki kılıç hala sımsıkı duruyordu. Ettiği yemin aklına geldi. “Gök girsin, Kızıl çıksın. Tanrı Türk’ü korusun” İşte bu bozkurtların ölümü idi. Binlerce Bozkurdun dirilişi için.
*
Yüzyıllar sonra, ikinci bin yılına 25 yıl kala yine yağmur yağıyordu. Mabedin avlusunda binlerce Bozkurt sessiz bekliyor, ama Gökler ağlıyordu. Mabedin kapısında “Osman Ağa Camii” yazıyordu.

O da ne! Avluda koca bir taş ve üzerinde bir tabut. Birdenbire beyaz sarıklı, siyah cübbeli bir adam tabutun başına geldi. Bozkurtlar sâfa geçti ve adam bağırdı, “Er kişi niyyetine” içimizden biri “Bu taş taş olalı böyle er kişi gördü mü?” derken, ellerimizi “Tanrı en yücedir” deyip, başımıza götürdük. “Allahu Ekber”. Sonra bir daha, bir daha.

Beyaz sarıklı, siyah cübbeli adam yine bağırdı. Bu sefer “Nasıl bilirdiniz?” diye soruyordu. İçimizden bu da sorulur mu, diye düşünürken, “İyi bilirdik” diyebildik.

Sonra beyaz sarıklı, siyah cübbeli adam yüksek sesle “Hakkınızı helâl ediniz” dedi. Şaşırmıştık. Birbirimize öylece baka kaldık. Ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Çünkü, bizim onda hakkımız yoktu ki, ama onun bizde hakkı çoktu. “Helâl olsun” dedik. Bir daha, bir daha.

Kalabalık tabutu eller üzerine aldı. Osmanağa Camii arkamızda küçüldü, gitti. Rıhtımdan geçtik. Kendimizi Karaca Ahmet Veli’nin orada bulduk. Bir çukur kazılmıştı, onu çukura yerleştirdiler. Yağmur yağıyordu.

Beyaz sarıklı, siyah cübbeli adam, hiç eksik olmuyordu, bu sefer çukurun başındaydı, yine oradaydı ve Tanrının buyruklarını okuyordu. Bu Kur’ân'dı.

Sonra çukurun başına biri geldi. Nereden geldi, nasıl geldi, farkına varamamıştık. İnce sarkık bıyıkları, hafif çekik gözleri ve bütün ihtişamı ve heybeti ile onun elinden tuttu ve ona seslendi “Hoş geldin oğlum Atsız” dedi. Bu adam 24 torunun ulu dedesi Oğuz Han idi. Gören oldu, görmeyen oldu, görenler görmeyenlere anlatsın dedik.

Sonra çukura toprak atmaya başladılar. Sanki aceleleri varmış gibi. Atsız Beğ toprak mı olmuştu ne? Bizim bildiğimiz Atsız toprak olamazdı. Olsa olsa toprak “Atsız” olurdu.

Asyanın bir ucunda Kadıköy'de toprak sallanırken, emindik Asyanın öbür ucundaki Siganfu sarayının toprağı da titriyordu. Sonra bir yemin daha ettik. “Gök girsin, kızıl çıksın. Tanrı Türkü Korusun.”

Yorumlar (0)