AĞLAYALIM ATATÜRK'E-İLDENİZ TURAN YAZDI
AĞLAYALIM ATATÜRK’E

ERK GALASI
“Türk’ün dili ölen değül!
Fars diline dönen değül!”

IRAMAK

GÔZLERİM DE NEY-İMİŞ!
GÔZLERİM!.. TÜRKÜLERİMİN YANINDA, GÔZLERİM DE NEY-İMİŞ!

On ay boyunca aralıksız Kazakistan’da kaldım. 2001 eylül başından 2002 temmuzunun ilk günlerine değin. İrili - ufaklı altmış sekiz Türk topluluğundan on altı bin öğrenci. Bu toplulukların çoğundan öğretim görevlileri ile birlikte geçti.
Gece gündüz.. dil, ezgi, el bilgisi çalışmaları..
Temmuz 2002’de sekiz günlük Güney Azerbaycan gezisi. ERK GALASI yığılışı. İki yüz bin kişi, hep birden, bir ezgi topluluğunun uyumu içerisinde uran (slogan) atıyorlar, aralıksız.
Uzun süre öğrencelik (prova) yapmış olsalar gerek.

TÜRK’ÜN DİLİ ÖLEN DEĞÜL!
FARS DİLİNE DÖNEN DEĞÜL!

Önce sevinçten, yüreğim patlayayazdı, sonra, kulağım sağır olayazdı!
Uran bağırtıları kesildi. İlteriş ayamasını verdiğim konukçularımdan biri üç arkadaşıyla birlikte yaklaşarak:
--- Burada beş bin pasdar var, ağa!-dedi.
Ben: “Bunca pasdarın içinde menim çıxış eylememi istiyirsiiz!? [Bunca polisin içinde benim konuşma yapmamı mı, istiyorsunuz!?]” der gibi yüzüne bakınca:
--- Pasdarların hamısı tertip gengeşinin başçılarıdı, hamısı Türkçüdü, arxayın olunuz!
[Polislerin hepsi tertip komitesinin yöneticileridir, hepsi Türkçüdür, kaygılanmayınız!]..
Yine de korkulu bir durum. Hadi, ben adlım (meşhur) bir deliyim, bu iki yüz bin kişi de mi deli?!..
Konuşma yaptıktan sonra öğle yemeği için yer tergicine oturduk. Sürekli soru soruyorlar. --- Bu sözün Türkçesi nedi, ağa? Bu sözün Türkçesi nedi?.. “bir tek soruyu yanıtsız bırakmıyorum.”
Bayaktan ben konuşma yaparken bir kayanın üstüne çıkıp ellerini yukarıya kaldırarak var güçleriyle el çırpan dört erkek aşçı yaklaşıp hep birden:
--- Xoş gelipsiz, efendi, xoş gelipsiiz! – dedikten sonra ayakta duran bir gence bir baş imiyle “Getirin” der gibi yaptılar. Genç biraz geride duran 13 – 14 yaşındaki çocukları beriye getirdi.
--- De, görüm, ay bala, ağa bilsün. Senin adın nedii?
--- Toğrul.
--- Senin adın nedii?
--- Eldeniz’di.
--- Senin nedii?
…. …..
--- Gubrat; --- Senin? : Ardıcıl sorular, ardıcıl yanıtlar.. --- Tervel, Dengizek. Umor, Bayan, Gotrag, Bezmer, Ernek…
Bu son adlar çok ilgimi çekmişti. Bu son adlar Tuna Bulgarlarının adları idi. Soru yüklü gözlerle konukçularıma baktım. İlteriş gülerek yaklaştı:
--- Ağa, bu adları siz özünüz goyupsuz, unutupsuu-uz?
.Birden aydım! Altan Deliorman’ın Cağaloğlu’ndaki işyerinde!.. Bir bölümü fıstık, üzüm aldığım İran Türk’ü alışverişçiler, bir bölümü Gökşen dershanesindeki bu ülkeden öğrencilerim.. 1986 yılından başlayarak buraya götürürdüm.
Burada, Altan Deliorman, Muzaffer Eriş, Refet Körüklü, Mustafa Kayabek, Erk Yurtsever.. Erk Amca, “Türkçe kişi adları” konusunda uzman idi. Yine bu alanda uzman olan Aydil Erol ile sık sık söyleşerek yüz dolayında Türkçe Kişi adını yazmıştım. Binlerce ad listesi ile İran’daki Türklerin okumalarında yarar olan bilgileri teksir aygıtında sürekli çoğaltıp gönderiyorduk.
Arada bir bu işler için çok akça gerekiyordu. Türkmen kadifenin eyesi Niyazi Adıgüzel, Yakan Cumalıoğlu akça vererek dayanç olmuşlardı. Şuayip Bozfakıoğlu bir ton kağıt almıştı.
Yine bir ara çok giderimiz oldu. O günlerde de Gızılalma Hanım yardım etti. Bayağı kağıt ile kitap aldık. Yine İstanbul’daki İran Türkleriyle, Türkmenlerle, Horasan Türkleriyle, Elseverlerle (Şahseverlerle), Kaşgaylarla, G. Azerbaycan Türkleriyle İran’ın değişik yerlerine teksir edilmiş kağıtları tomar tomar gönderiyorduk.
Evet, bu Türkçe adları yazarken Gızılalma Hanım da bu işe katılmış, özellikle Tuna Bulgarlarının kullanmış olduğu Türkçe adları bu listelere yazmamızı istemişti. “Gubrat (Kubrat), Tervel, Dengizek. Umor, Bayan, Gotrag (Kotrag), Bezmer, Ernek, Asparuh…”
Gızılalma, öteki adı Helen. İlk tanıştığımızda bana “Adım Gızılalma’dur” demişti. Sevinmiştim, Hıristiyan Karaman Türklerinde ulusluk ülkümüzün adı yaşıyor! Demek, sürgün edilmelerine karşılık Türklüğe bağlılık duygusu ölmemişti. Ancak.. beş gün sonra üç öğrencim, ana babaları, Gızılalma, ben.. O’na daha çok “Gızılalma” deseler de birkaç kez de “Helen” dediler. Başımdan aşağı bir bakraç dolusu buzlu su döküldü!
Gızılalma ile Helen!.. Türk ülküsü ile Yunan ülküsü!.. Od ile buz!.. Ak ile kara!.. Birden bire kalksam, koşa koşa kaçsam, ırayıp gitsem mi?!
ERK GALASI, TÜRKE MEHELLELERİNDE “EVDE TÜRKÇE, KİMLİKTE, DIŞARIDA FARSÇA” ADLARI OLAN TÜRK BALALARI..
GIZILALMA, ÖTEKİ ADIYLA HELENN..
Yemekten sonra:
--- Emirgan’ı eyüce bir gezelim mi?-dedi.
İkimiz kalktık. Dilim tutulmuş, beynim bir kıskacın içinde karıncalanıp duruyor.
Sonunda kendimi toparladım, sordum:
--- Bir kimsenin adı nasıl olur da.. Gızılalma da olur, Helen de olur!?
Acı dolu bir gülümseme ile:
--- Soyun sopun, dilin, örfün Türk olduğunda, Gızılalma olursun! Seni, sana “Türk piçi” deyen Yonan’ın yurduna sürgün ederlerse!.. Senin yerine bir tek söz bile me Türkçe bilmeyen yabancıları getirip goyarlarsa, Helen olursun! Olmağ istersin!..
çok uzun! Koskoca, upuzun günlerin anısını özetleyemem..

kalıcı, iz bırakıcı sözler, duygulanmalar, yırlar (şiirler), böyle durumlarda yazılıyor.

BİR TATLI TİTREŞİM, BİR TATLI TINI VAR Kİ SESİNDE..
NE BAŞKASINDAN BİR İZ, NE İRADE BIRAKIR BENDE.

O güçlü bir erkek görünümündeki kız birden narin, kırılgan bir çiçeğe dönüştü. Emirgan’ın bütün çiçekleri toplanıp bir yere yığılsa, O, bir başka yere koyulsa.. O’nun görkü, yürek titreten çekiciliği, birden bebekleşen sevimliliği başka bir yere koyulsaydı, o benzersiz görkemiyle bütün gözleri salt, yalnız kendisine çekerdi..

ARAYIŞINDA BAŞKA, IRAK DURMANDA BAŞKA BİR İNCELİK..
İLK KEZ GÖRÜYORUM, BÖYLE BİR SEVGİ, BÖYLE BİR SEVECENLİK!..

****** ******* ******
Hayâl mıydın, gözlerimden ıradın?
****** ******* ******

1980’lerden 1992’ye değin yaptığımız çalışmaların yemişlerini şimdi, 2002’de İran’ın değişik şehirlerindeki “TÜRKE MEHELLELERDE”, “ERK GALA”sında devşiriyorduk. Gızılalma Hanım’ın da yardımlarıyla.
Sekiz günlük Güney Azerbaycan’daki ERK GALASI gezisi büyük şaşırtılarla geçti..
Türk budununu ilk önce, ilkin, başlangıçta – sonlangıçta koruyan bir tek korunak, korgan var: GÜÇLÜ, ANCAK BİRLEŞİK, OLABİLDİĞİNCE TÜRKÇE SÖZLERLE İŞLENMİŞ BİR SÖZ VARLIĞI, BU GERÇEKLİKLE İLİŞKİLİ TÜRKÇE KİŞİ ADLARI.

.. 2002 yılı, ON KASIM GÜNÜ. Binlerce söz, hepsini birer bilimsel dil yazısı biçiminde yazmalıyım. Şu “IRAMAK EYLEMİ İLE TÜREMELERİ”..
Uzun, ağır, çok yorucu bir iş. Olsun, işin kolayına kaçmak için bu işlere girişmedik.
2001 yılının Eylül başında, Ahmet Yesevi Üniversitesinin Dil Öğretim Merkezi’nde göreve başlarken burada çalışmakta olan arkadaşım ne demişti?
--- HOCAM, SENİN HAYAL ETTİĞİN GÖKTÜRKLER ATLARINA BİNİP BURALARDAN GİTTİLER!
Ben:
--- Olsun, BİZ BURAYA HAZIRA KONMAYA GELMEDİK!-demiştim.
(Umarım, o arkadaş bu satırları okuyunca gönüllenmez, gücenmez!)

IRAMAK (durum eyl.) = Iramak, uzaklaşmak.

-Burada bu dil yazısının bir bölümünü paylaşıyorum. -

ESKİ TÜRKİYE TÜRKÇESİ (XIII - XV. yy):

Iramak, yıramak = Uzaklaşmak. Gözden yitmek.

Bu devrandan ötegör, kervan yıradı (ﻴﻴﺮﺩﻴ), yetegör
Korku var sagda solda kayıkmadın giderler.
[Bu dönemden geçiver, kervan ıradı (uzaklaştı), yetişiver
Korku var, sağda solda, aldırmadan giderler]
(Yunus Emre Divanı -XIII.-XIV. y.y.)
[YUNUS EMRE DİVANI (ﯿﻮﻦﺲ ﺍﻤﺮﻩ ﺪﻴﻮﺍﻦﻯ): İçli duygularında, lirizminde, tasavvufi, kılık (ahlak) yorumlarında öz Türkçe sözlerle çok arı duru, içten bir dil kullanmış olan bu heyecanlı derviş şairin divanı ile “Risaletü’n-Nushiyye”sini Abdülbaki Gölpınarlı birçok yazmalardan yararlanarak oluşturup taramıştır.
Tarayan: Abdülbaki Gölpınarlı’dır.] (Yunus. XIII - XIV.)

Sana irmeyeyim senden ırarsam (ﺍﻴﺮﺮﺼﻢ)
Başunçün bu bana ulu bir antdur.
[Sana erişmeyeyim, senden ırarsam, uzaklaşırsam
Başın için, bu bana büyük bir anttır.] - (Kadı Burhaneddin Divanı - XIV. y.y. -199.s.)

[KAḌI BÜRHANETTİN DİVANI (ﺪﻴﻭﺍﻥﻯ ﺒﺮﻫﺍﻦﺍﺩﻴﻦ ﻕﺍﺽ): Bilgin bir hakan olan Kadı Bürhanettin’in bu divanı dil bakımından çok bay, varlı, ayrıca özelliklerle dolu bir kaynaktır.
1394 (796)te Halil bin Ahmet’in yazdığı bir tek basma İngiltere’de, Britiş müzesinde bulunmaktadır.
Türk Dil Kurumu 608 yaprak olan bu kaynağın fotokopisini aldırıp kitap biçiminde yayımlamıştır. Tarama bu fotokopi üzerinden yapılmıştır.
Tarayan: İstanbul Üniversitesi metin şerhi profesörü Doktor Ali Nihat Tarlan’dır.] (Kadı. XIV.)

TÜRKİYE TÜRKÇESİ

Sarı turnam tel tel olmuş kanadın
Veysel’in dilinde tesbihtir adın
Hayâl mıydın, gözlerimden ıradın?
Âhu gözlü, sümbül saçlı maralım. -Aşık Veysel (Ölümü: 1972.)

İstanbul’daki Sivaslı yerdeşlerimiz kopuzun torunu bağlama ile yoğrulmuş, Türkçeyi, Türk dilinin güzelliklerini, Türk erdem anlayışını EZGİ üzerinden yaşatan “erdem toplumu”dur. Bütün türkülerimiz birer erdem duygusu aşılar. Türkçeyi söz ile, duygu ile, ezgi ile geçmişten bugüne taşır, durur.
İstanbul’daki Sivas derneklerinin her hafta düzenlice yaptıkları “bağlama şölenleri” Türkçenin yenilmez korganlarından olan Sivas ağzından da beslenmemi sağlayıp durur.
İstanbul’un hangi semtine gitmiş de, orada bir yöre derneği, özellikle Sivas yöresinden bir dernek: Divriğililer Birleşme - Dayanışma Derneği, Gürünlüler Birleşme - Dayanışma Derneği, Zaralılar Birleşme - Dayanışma Derneği,.. köylerin, ilçelerin derneklerini görmüşsem, hepsine uğrar, söyleşir, çay içerim. Konuksever yurttaşlarımız bütün derneklerde beni sevinçle karşılarlar. Ben de, bir yandan söyleşirken, bir yandan da gizlice “SÖZ DERLEMECİLİĞİ” yaparım.
Şu işe bakın, gerçekten de inanılır gibi değil! Özbek Türkçesinden “BABUR - YILDIZLI GECELER” aktarmamı: “TÜRKBİLİM IŞIĞINDA ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİNDEN AKTARMA KILAVUZU” adlı üniversiteler için bir ders kitabı biçiminde yeniden düzenleyerek yazıyordum.
Sayfaların altında birer “TÜRKÇELEŞTİRME KILAVUZU” bölümü var. Bu sayfada geçen “Iradı” eylemi ile ilgili bilgileri yazdıktan sonra eylemin geçtiği kaynak olarak Aşık Veysel’in bir dörtlüğünü yazıyorum:

Hayâl mıydın, gözlerimden ıradın?
Âhu gözlü, sümbül saçlı maralım.”, mısrasını yazıp bitirir bitirmez, bir telefon!
Evet, çalışmamın bu yerinde Sivaslı Mali müşavir BAHATTİN DİNÇER ınağım (dostum) telefon ederek bürosuna gelirsem bana çok sevineceğim bir kaset, Aşık Veysel’in kasetini dinleteceğini, söylüyor.
“Gitsem!? İş yarım! Gitmesem, gönül yarım! (Aytsam, tilim küyedi, aytmasam könglim!) -“Özbek atasözü” gibi.. Gönlünü Türk ezgilerine vermiş bir ınağımı mı, kıracağım? Varıp gittim.
Bütün kasetçilerde satılan, ancak bizim gözümüze çalınmamış bir kaset dinletti.. Dinlediğim her söz altın! Burada birkaçını yazayım:
Aşık Veysel ölmeden birkaç ay önce, 1972 yılında Sivas radyosundan birkaç kişi Sivrialan köyüne gider. Düşünce-erdem ışıltıları içerisinde geçen dört - beş saatten sonra Aşık Veysel bağlamasından böyle uzun süre ayrı kalmaya dayanamaz:
--- Ee, biz yedük içdük, emme.. bizim bağlama açluhdan çığırıyo:! Ölüyo:, açluhdan bizim bağlama! -dedikten sonra konukların da dileği üzerine alıyor bağlamasını eline, beş-altı türküyü söyleyip çalıyor.
Sonra, yine yiyip içerek söyleşirlerken konu dönüp dolaşıp Aşık Veysel’in gözlerini nasıl yitirdiğine geliyor. Veysel, o efsanevî sesiyle, Dede Korkutlardan beslenen dili ile anlatıyor.. Sonra, kendisini bağlamasına verdiğini, gözlerine karşılık yüzlerce türküye eriştiğini, anlatıyor. Arada bir kendisini tutamıyor, alıyor bağlamayı yine eline..

AĞLAYALIM ATATÜRK’E

Ağlayalım Atatürk’e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel, can ağladı.

Doğu batı cenup şimal
Aman Tanrı, bu nasıl hâl?
Atatürk’e erdi zevâl
Memur mebusan ağladı.

İskenderi zûlkarneyn
Çalışmadı buncalayın
Her millet Atatürk déyin
Cemiyeti Akvam ağladı.

Atatürk’ün eserleri
Söylenecek bundan géri
Bütün dünyanın her yéri
Ah çekti, yurdum ağladı.

Fabrikalar icâd etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türk’e terk etti
Döndü çark, devran ağladı.

Tiren hattı, tayyareler
Türkler giydi hep karalar
Semerkantlar, Buharalar
İşitti, her yan ağladı.

Bu ne kuvvet, bu ne kudret
Var ıdı, bunda bir hikmet
Bütün Türkler, İnönü İsmet
Gözlerinden kan ağladı.

Siz sağ olun, Türk gençliği
Çalışanlar kalmaz géri
Mareşal’in askerleri
Ordular, teğmen ağladı.

Zannetme, ağlayan gülmez
Arslan yatağı boş kalmaz
Yalnız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı.

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil, düşman ağladı.

* * *

Veysel Ozan, Atatürk için yaktığı on kıtalık ağıtı bir yandan çalıp bir yandan o büğülü sesiyle söyleyip bitiriyor.. Söyleşi yeniden kızışıyor..
Konuklar gideceklerine yakın, ezile büzüle, çekinerek bir soru sormak istediklerini söylüyorlar. Sezgin (arif) Veysel ne diyeceklerini anlıyor.
--- Buyurun, sorun, bunda ayıb yok!- diyor.
--- Seçme gücünüz, seçeneğiniz olsa idi.. Gözleriniz mi, türküleriniz mi?!

Aşık Veysel ikirciksiz yanıt veriyor:

--- GÔZLERİM!.. TÜRKÜLERİMİN YANINDA, GÔZLERİM DE NEY-İMİŞ!

Yorumlar (0)