Çağatayca: Klâsik devrin devamı (XVI. yüzyıl)

Çağatayca: Klâsik devrin devamı (XVI. yüzyıl)


Çağatayca: Klâsik devrin devamı (XVI. yüzyıl)

Klâsik Çağatay edebiyatı Şeybânîler tarafından Orta Asya’da ve Babur ile de Hindistan’da olmak üzere iki sahada devam etmiştir.

Babur’un kardeşlerinden Şeybân’a mensup prenslerin idaresindeki göçebe Özbekler XVI. yüzyılın başında Hârezm ve Mâverâünnehr’i, Hüseyn-i Baykara’nın ölümünden (m.1507) sonra da Horasan’ı ele geçirerek Timurlular hâkimiyetine son verdiler. 1510 yılında Safevî hükümdarı Şeybânî Han’ı bozguna uğratıp öldürmesinden istifade etmek isteyen Babur, Mâverâünnehr ve Hârezm’i Özbeklerden geri almağa çalıştıysa da başaramadı. Babur’un Hindistan’a göçüp burada Türk-Hint imparatorluğu kurmasıyla Timurlular sülâlesi varlığını koruyabildi. Herat’ın önemini yavaş yavaş kaybetmesiyle Şeybânîler idaresinde Semerkand, Buhara gibi şehirler yeniden önem kazandı. Devrin ilim adamları ve şairleri bu merkezlerde toplandıkları için bu merkezler devrin önemli ilim ve kültür merkezleri haline geldi. Şeybânîler devrinde Çağatay yazı dili ve edebiyatı devam ettirildi.

Hindistan’da Babur’la devam ettirilen Çağatay edebî dili ve edebiyatı Babur’dan sonra Kâmrân, Mîrzâ, Bayram Han gibi önemli şairlerle XVIII. yüzyıla kadar devam ettirildi.

Klâsik Çağatay şiirini devam ettiren başlıca şairler şunlardır:
Şeybânî Han

Mâverâünnehr fâtihi olarak anılan Şeybânî Han’ın lâkabı Ebu’l-feth, adı Muhammed, nisbesi ise Şeybân’a nisbetle Şeybânî (Şehibik, Şeybek)’dir. Özbek hanı olan Şeybânî, Cengiz soyundan ve Cuci ulusundandır ve bununla övünür. Bazı kaynaklarda Şâh Big Han Özbek diye de anılır. 1451 yılında dünyaya geldi. Babası Şâh Budak’ın, Moğol Han Yûnus tarafından yenilip idam edilmesi üzerine yetim kaldı ve Özbek emirlerinden biri tarafından büyütüldü. Babasının yerine geçen Şeybânî, uzun mücadelelerden sonra 1501 yılında Mâverâünnehr’i zapt ederek iktidarını güçlendirdi. Bundan sonra Horasan’ı ele geçiren Şeybânî, Babur’la yaptığı savaşta galip gelince Semerkand, Belh ve Endican’ı zapt ederek idaresi altına aldı. 1505 yılında Hârezm’i, 1507 yılında da Herat’ı ele geçirdi. Herat’ın zaptı ile Çağatay devleti yıkılmış oldu. 1510 yılında Şiî Safevî hükümdarı Şâh İsmâil’i Sünnîliğe davet ettiyse de, Şâh İsmâil’in reddetmesi üzerine İran’a yürüdü. Yapılan savaşta Şeybânî’nin ordusu dağıldı, kendisi de yaralandı ve kısa bir müddet sonra vefat etti.

Şeybânî, zalim tabiatlı, devletinin hudutlarını genişletmek ve iktidarını güçlendirmek için her çareye başvuran bir kimseydi. Bununla beraber, Babur’un da hâtırâtında belirttiği gibi Arapça ve Farsçayı iyi bilen, âlim ve sanatkâr bir kişiydi. Musiki, nakış ve hattan anlardı. Sert yaradılışlı olmasına rağmen âlim ve sanatkârları korur, taassuba asla müsamaha göstermezdi. İdaresi altındaki şehirlerde pek çok medreseler yaptırmış ilmi teşvik etmişti. Özbek geleneklerine ve Cengiz yasasına sıkı sıkıya bağlı idi. Onun zamanında Özbek hakimiyet ve kudreti zirvesine ulaşmıştı.

Şiirlerinde Şibânî mahlasını kullanır. Divan tarzı şiirlerinin yanında Ahmed-i Yesevî’ye büyük bir saygı ve bağlılığı sebebiyle hikmet tarzında hece vezniyle dörtlükler halinde şiirler de yazmıştır. Klâsik tarzdaki şiirlerinde dili sade, mecazları basittir. Bilhassa ses taklidi mahiyetindeki kelimelere fazlasıyla yer verir. Şeriate, Sünnî akideye sıkıca bağlı olmasına rağmen hayatında şarap ve musiki âlemlerine bolca yer verir ve bu yaşayışı, Buhara, Türkistan, Semerkand’ın güzelliklerini şiirlerine yansıtırdı.

Şeybânî’nin şiirlerini içine alan bir divanı, dinî-ahlâkî bir manzume olan Bahru’l-Hüdâ adlı bir mesnevîsi, fıkha ait bir risalesi bulunmaktadır.

Divanı Özay Akbıyık tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanmıştır.
Ubeydu’llâh Han

Şeybânîler hânedanının dördüncü hükümdarıdır. Şeybânî Han’ın küçük kardeşi Mahmûd Han’ın oğludur. Gençliği amcası Şeybânî Han’ın yanında geçti ve onunla seferlere katıldı. Şeybânî prensleri içinde geniş bilgisi ve üstün askerî kabiliyeti ile kısa zamanda temayüz etti. 1532 yılında Ebû Sa’îd’in vefatı ile Buhara’da hükümdar olup tahta oturdu.

Mâverâünnehr’e yaptığı bir seferle Sultan Babur’un bu topraklar üzerindeki hâkimiyetine son verdi. Amansız bir Şiî düşmanı olan Ubeydu’llâh Han, Horasan üzerine altı sefer yaptı ise de Safevîlerin buradaki hâkimiyetine son veremedi, ancak Şiîliğin Herat ve Belh’e girmesini önledi. 1535 yılında yaptığı seferde ağır bir yenilgiye uğradı ve 1539 yılında da kederinden vefat etti.

Gayretleri ile devleti üstün bir seviyeye getiren Ubeydu’llâh Han, ülkesinin imarına da çaba göstermiş, Mâverâünnehr’de su tesisleri yaptırmış, Savran’da yaptırdığı büyük bir medrese ile ilme hizmet etmişti.

Ubeydu’llâh Han, Arapça ve Farsçayı, bu dillerde şiir yazacak kadar iyi bilir, tefsir, hadis, kıraat ve fıkıh gibi islâmî ilimlerden anlardı. Hattat, nakkaş ve musikişinastı. Buhara sarayını bir ilim ve kültür merkezi haline getirmiş olup âlim ve sanatkârları himaye ederdi. Nakşibendî tarikatına mensup olan Ubeydu’llâh Han, bilhassa din âlimlerine büyük bir önem verir, onları gözetirdi. Orta Asya Türk dünyasının büyük sûfisi Ahmed-i Yesevî’ye derin bir bağlılığı olan hükümdar, Yesevî tarzındaki şiirleriyle hikmet geleneğini canlandırmıştı. Hece vezni ile ve dörtlükler halinde yazılmış bu şiirlerde Ubeydu’llâh Han’ın başarılı olduğu göze çarpmaktadır. Bu sebeple divanındaki şiirlerin bir kısmı dinî-tasavvufî, bir kısmı ise din dışıdır. Din dışı şiirlerinde büyük bir başarı göstermediği görülmektedir. Kul Ubeydî mahlasını kullandığı sûfiyâne şiirleri sade ve samimîdir. Divan tarzındaki şiirlerinde de Ubeydî mahlasını kullanmıştır.

Divanında Arapça, Farsça şiirleri ile Gayret-nâme, Sabr-nâme, Şevk-nâme adlı mesnevîleri ve Salavât-nâme adlı bir müseddesi yer almaktadır. Onun Çağatayca bir tefsiri ile fıkha ait bazı risaleleri ve Nâm-i Hak adlı bir de tercümesi bulunmaktadır.

Divanının tenkitli metni Neşe Alparslan tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanmıştır.
Muhammed Sâlih

Timur devri emirlerinden Şâh Melik’in torunu Hârezm valisi olan Nûr Sa’îd Beg’in oğludur. Başlangıçta Hüseyn-i Baykara’nın hizmetinde iken, sonradan ayrılıp Özbeklere katılır. Şeybânî Han’ın maiyetine girer ve onun “Emirü’l-ulemâ ve melikü’ş-şuarâ”sı olur. 1538-9 (h.941) yılında ileri bir yaşta Buhara’da vefat eder.

Muhammed Sâlih, manzum bir tarih olan Şeybânî-nâme adlı eseri ile tanınmıştır. Eser Şeybânî Han’ın zaferlerini anlatan bir kroniktir. Aruzun remel (fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün) bahriyle yazılan eser kuru ve taraflı bir ifadeyle kaleme alınmıştır. Fakat Şeybânî Han’ın devrine ve faaliyetlerine ışık tutması bakımından önemlidir. Şeybânî-nâme, Melioranskiy tarafından yayımlanmıştır. Babur hâtıratında, Muhammed Sâlih’in başka şiirleri olduğunu söylerse de, şimdiye kadar ele geçmemiştir.
Babur

Gâzi Zahîrü’d-dîn Muhammed Babur b. Ömer Şeyh Mîrzâ, Türk-Hint imparatorluğunun kurucusudur. Timur’un torunlarından Ömer Şeyh Mîrzâ’nın büyük oğludur. 1483 (h.888) yılında Fergana’da dünyaya geldi. Anası, Çağatay’ın torunlarından Yûnus Han’ın kızı Kutluğ Nigâr Hatun’dur.

1494 yılında babasının yerine tahta geçti. Tahta geçer geçmez, o devrin geleneği gereği taht üzerinde hak iddia eden amcası Sultân Ahmed ve dayısı Mahmûd Han ile mücadeleye mecbur kaldı. Bu taht kavgaları yanında Özbek hükümdarı Şeybânî Han ile de uğraşmağa mecbur oldu. Şeybânî Han’la Ser-i Pül’de yaptığı savaşta yenilince Taşkent’e dayısının yanına sığındı. Bu olaydan sonra etrafında toplanan Türk ve Moğol maiyetiyle Hindikuş dağlarını aşarak 1504 yılında kansız bir şekilde Kâbil’i ele geçirip buraya yerleşti. Emri altında bulunan sayıca az, fakat âdil hareket eden ordusu sayesinde kısa zamanda Kâbil ile Gazne arasındaki toprakları idaresi altına aldı. 1505 yılında Sind nehri kıyılarına kadar ulaştı. Bundan sonra “pâdişah”^ünvanını alan Babur, Şeybânî Han’ın Şâh İsmâil’e mağlup olması ve ölmesi üzerine Mâveraünnehr üzerine yürüyüp ele geçirdiyse de, buralarda tutunması mümkün olmadı. 1519’da Sind’i geçerek Pencâb havalisini fethetti. 1526’da da Delhi ve Agra’yı ele geçirdi. 1528 yılında da Luknov bölgesini idaresi altına aldı.

Babur 1530 (h.937) yılında vefat etti. Vasiyeti üzerine na’şı Kâbil’e nakledilip defnedildi. Ölmeden önce yerine oğlu Hümâyûn’u vâris olarak bırakmıştı.

Babur XVI. yüzyıl Türk tarihinin önemli bir sîmasıdır. Zekâ, irade ve cesareti sayesinde Afganistan ve Hindistan’ın büyük bir bölümünü de içine alan büyük bir imparatorluk kurmağa muvaffak olmuştu. İnsanları idare etmesini bilen, uzağı görebilen, dirayetli, cesur bir kumandandı. Sabırlı, soğuk kanlı, kan dökmekten kaçınan, merhametli bir kişiliğe sahipti. Keskin zekâlı, diplomat bir kimseydi. Spor, av ve içkiye düşkündü. Güzel sanatları sever, sanatkârları himaye ederdi. Değerli bir şair ve hattat idi. Hatt-ı Baburî denilen bir yazı çeşidi icat etmişti.

Babur’un eserleri şunlardır:

Babur’un hiç şüphesiz en önemli eseri Vekâyi adını verdiği hatıratıdır. Babur-nâme adıyla da anılan eser, devrine ait önemli bir tarihî kaynaktır. Babur, eserinde hâtıralarını samimî ve açık bir ifadeyle kaleme almıştır. Eser tarihî değeri yanında edebî bakımdan da büyük bir önem taşır. Babur-nâme, tereddütsüz Çağatay nesrinin bir şaheseri kabul edilebilir. Batı dillerine de tercüme edilen eserin İlminskiy tarafından Kazan nüshası, Annette S. Beveridge tarafından da Haydar-âbâd nüshası faksimile olarak yayımlanmıştır. Eser günümüz Türkçesine notlarla birlikte Reşit Rahmeti Arat tarafından çevrilerek yayımlanmıştır.

Dîvân: Alî Şîr Nevâyî’den sonra Çağatay şiirinin en kuvvetli şairi sayılan Babur’un dîvânının birçok nüshaları bulunmaktadır. Rampur nüshası Denison Ross tarafından, Paris, Bibliotheque Nationale nüshası ise A. Samoyloviç tarafından yayımlanmıştır. Halis Efendi kütüphanesindeki nüsha ise eski harflerle Fuad Köprülü tarafından yayımlanmıştır.

Arûz risâlesi : Bu risalede Türkler tarafından aruzla yazılan bazı nazım şekilleri hakkında bilgi verilmiştir. Bu risalenin bir nüshası Paris’te bulunmaktadır.

Mübeyyen : Aruzun hafif (fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün) bahriyle yazılan ve Hanefî mezhebi fıkhına ait bir risaledir.

Risâle-i vâlidiyye : Timurlular devri sûfilerinden Hâce Ubeydu’llâh Ahrâr’ın tasavvuf ahlâkına dair yazıldığı bir risalenin Babur tarafından aruzun remel (fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün) bahriyle mesnevî tarzında yazılmış bir telifidir.
Kâmrân Mirzâ

Hindistan’da Türk-Hint imparatorluğunun kurucusu Babur’un ikinci oğlu ve Hümâyûn Şâh’ın üvey kardeşi olan Kâmrân Mîrzâ, 1509 yılında Kâbil’de dünyaya geldi. Büyük kardeşi Hümâyûn’dan daha zeki ve sanatkâr olan Kâmrân, aynı zamanda zalim ve ihtiraslı bir kimseydi.

Babur, geniş ülkesinin idaresini dört oğlundan ikisi Hümâyun ve Kâmrân arasında taksim etmiş, bu arada Kâmrân Kandehâr’ın idaresiyle görevlendirilmiştir. Babur’un vefatından sonra tahta Hümâyûn geçti, Kâmrân ise Pencâb valisi oldu.

Kısa zamanda iki kardeşin arası açıldı, Kâmrân kardeşine baş kaldırdı. Hümâyûn 1542’de Kâbil’i ele geçirince, Kâmrân Bedehşân’a çekildi, 1550’de Kâbil emirliğini tekrar ele geçirmeğe muvaffak oldu. Ancak burada fazla tutunamadı, Hümâyûn’un kuvvetlerine mağlûp oldu. Bu olay üzerine emirliği bırakıp dağlara çekildi. Avare bir şekilde orada burada dolaşmağa, hatta zaman zaman yağmacılığa başladı.

1553’te Gohar kabilesinin reisi Sultân Âdem Han tarafından sıkıştırılınca kaçabilmek için kadın kılığına girdi ise de, yakalanıp Hümâyûn’a gönderildi. Devlet ileri gelenleri öldürülmesini istedilerse de, Hümâyûn öldürtmeyip gözlerini oydurmakla yetindi. Bazı şiirlerinde çektiği ıstıraplı hayatı dokunaklı bir şekilde anlatır.

Emirlik dâvasından vazgeçen Kâmrân, 1554’te karısı ile Mekke’ye gidip yerleşti. 1557’de Mekke’de vefat etti.

Kâmrân Mîrzâ, son derece cesur, ihtiraslı ve entrikacı bir kimseydi. Şiirlerinde ekseriyetle Kâmrân, bazen de Gâzi mahlasını kullanmıştır. Şiirlerine büyük ölçüde âşıkane unsurlar hâkimdir. Bununla beraber bazı şiirlerinde de dinî-tasavvufî ve hikemî unsurların yer aldığı görülür. Klâsik edebiyatın teknik ve inceliklerine vâkıf olmakla beraber, şiirleri büyük bir değer taşımaz, fakat yer yer güzel söyleyişlere ve orijinal benzetmelere rastlamak mümkündür. Zamanın anlayışına uyarak divanında Türkçe şiirler yanında Farsça şiirlere de yer vermiştir.

Kâmrân’ın biri Türkçe ve Farsça şiirlerini ihtiva eden, diğeri de yalnızca Farsça şiirlerini ihtiva eden iki divanı mevcuttur. Birinci divanının bilinen iki nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan bir tanesi Banki-pur nüshası olup, Banki-pur Şarkiyat Kütüphanesi’nde 105 numara ile kayıtlıdır. İkinci nüsha ise Banki-pur nüshasından kopya edilen Kalkuta nüshasıdır.
Bayram Han

Bayram Han, Karakoyunlu Türkmenlerinden Baharlu kabilesinin meşhur reisi Alî Şeker (Şükr) Beg’in torunlarındandır. Babası Seyf Alî Beg’dir. Hemedan ve civarında yerleşen Karakoyunlular, Akkoyunlular zamanında buradan hicret ettirilmiş ve Kandehâr bölgesine yerleşmişlerdi. Kesin olmamakla beraber Bayram Han, 1504 yılında Bedehşân’da dünyaya gelmiştir. Öğrenimini Bedehşân ve Belh’de yapmıştır. On altı yaşında Babur’un hizmetine girdiği söylenirse de, doğru olmasa gerektir.

Babur’un vefatından sonra yerine geçen Hümâyûn Şâh’ın silah arkadaşlığını yapmış, onunla birlikte birçok seferlere katılmıştır. Hümâyûn Şâh’ın ânî vefatı üzerine oğlu Ekber’i Pencâb’da sultan ilan etti. Ekber Şâh’ın saltanatı yıllarında nüfuzlu bir şahsiyet olarak önemli görevler yüklendi. 1559 yılında Ekber Şâh’ın babası yerinde addettiği için Han Baba ünvanını takındı. Bir müddet sonra bazı olaylardan dolayı Ekber Şâh ile arasa açıldı. Ancak Ekber Şâh bu eski dostunu affetti, fazla bir eziyette bulunmadı. Bayram Han hacca gitmek için izin isteyince, kendisine izin verildi. Bu yolculuk esnasında 1561 yılında Gucerat’ta kendisine kin besleyen bir Afganlı tarafından öldürüldü. Cesedi Meşhed’e nakledilip defnedildi.

Moğol yasalarına sıkı sıkıya bağlı olan ve değiştirmeden uygulayan Bayram Han, ailesi itibarıyla Şiî idi. İyi bir öğrenim gören Bayram Han, Farsçayı şiir yazacak derecede iyi bilirdi. Bu sebeple divanında Çağatayca şiirlerinin yanında Farsça şiirler de yer almaktadır. Bu şiirlerde büyük ölçüde aşk ve şarap konularını işlemiştir. Nazım tekniğine ve inceliklerine vâkıf olan Bayram Han kuvvetli bir şair sayılabilir.

Divanın çeşitli yazma nüshaları bulunmaktadır ve ilk defa düzenlenerek Denison Ross tarafından yayımlanmıştır. Daha sonra da mevcut nüshalar ve D. Ross yayını dikkate alınarak, nüsha farkları ile S.Hussamuddin ve Muhammed Sabir tarafından yeniden yayımlanmıştır.

Yorumlar (0)