Harezm Türkçesi, Harezm Türkçesi Özellikleri, Harezm Türkçesi eserleri

Harezm TürkçesiHarezm Türkçesi Özellikleri

Harezm Türkçesi, Harezm Türkçesi Özellikleri

HAREZM VE TARİHİ

Harezm, bugün Özbekistan ve Türkmenistan sınırları içinde kalan, Arap tarihçileri tarafından Ceyhun (Amu Derya) ırmağının döküldüğü Aral gölünün güneyinde ve bu nehrin her iki tarafında uzanan bölgeye, aynı zamanda bölge halkına verilen addır. Arap istilasından sonrabu ad sadece ülke adı olarak kalmış, burada yaşayan halka da Harezmî denilmiştir. (Ata, 2002, 9) Bu topraklara hâkim olan ya da idare eden kimselere ise Harezmşâh unvânı verilmiştir. (Özaydın, 2002, 1400)

Ceyhun nehri ve verimli deltası eskiden beri bölgenin hayat kaynağı olmuş ve kültür ve medeniyetin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. “Doğudan ve güneyden gelip Karadeniz‟in kuzeyine, İdil boyuna, Rusya içlerine ve İskandinav ülkelerine giden ticaret kervanlarının bu bölgeden geçmeleri Harezm’in önemini daha da arttırmıştır.” (Yüce, 2002, 1514; Ata, 2002, 9)

Harezm kelimesi aslında bir doğu İran kavminin adı olup, sonradan bu kavmin yaşadığı bölge için Arap tarihçileri tarafından yer ismi olarak kullanılmıştır. (Yüce, 2002, 1514) Buna göre Harezmce de bir doğu İran dilidir. Ancak Türk nüfusunun artışıyla bölge Türkleşmiş ve bu dil, zamanla unutulmuştur.

Harezm bölgesi, gerek verimli torakları ve gerekse coğrafi özelliği bakımından önemli bir ticaret merkezi konumunda olduğu için pek çok kez fethedilmiştir. İslamiyet öncesinden 995 yılına kadar bölgenin hakimiyeti, Afrigî veya Afriğoğulları’nın elindedir. (Özaydın, 2002, 1400; Ata, 2002, 10) 717 yılında Emeviler bölgeye hakim olmuşlar ve Afriğoğulları hükümdarının yetkisi kısıtlanmıştır. 995 yılında Samanoğulları, Gürgenç’i ele geçirmiş ve buraya vali atamışlardır. Daha bu vali zamanında devletin sınırları genişlemiş ve ilk Harezmşahlar döneminin başkenti olan Kat şehri zaptedilmiştir. (Ata, 2002, 10) 1017 yılında ise bölgeye Gazneliler hakim olmuşlardır. Gazneli Mahmut bölgenin yönetimi için komutanlarından Altuntaş’ı görevlendirmiş ve onu vali olarak atamıştır. “Harezm bölgesi Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan (1063-1072) zamanında Selçuklular’ın hâkimiyeti altına girmiştir. Sultan Alp Arslan 1065’te çıktığı Mankışlak seferinde Harezm’i zapt ederek buranın idaresini oğlu Ayaz’a bırakmıştı.

Ancak bu bölge Alp Arslan ve Melikşah (1072-1092) dönemlerinde muhtemelen mahallî reisler arasından seçilen valiler tarafından idare edilmiştir.” (Özaydın, 2002, 1400) Selçuklular döneminde de bölgenin idaresi valiler tarafından yürütülmüştür. Selçuklu sultanı Melikşah döneminde bölgeye vali olarak Anuştigin tayin edilmiştir. Fakat Anuştigin, vali olarak atandığı halde Harezm’in idaresini fiilen Kıpçak Türkleri’nden Ekinci (veya Ekinçi) Koçkar yönetmiştir. 1097 yılında Anuştigin’in oğlu Kutbeddin Muhammed (1097-1127), Sultan Sencer tarafından “Harezmşah” olarak Harezm valiliği görevine atanmıştır. Böylece Harezm bölgesinde Harezmşahlar sülalesinin başladığı kabul edilir. (Yüce, 2002, 1514; Ercilasun, 2011, 369) Bölgede “Harezmşah” olarak görev alan valiler sırasıyla şöyledir: Atsız (1127-1156), İl Arslan (1156-1172), Alâaddin Tekiş (1172-1200), Alâaddin Muhammed (1200-1220), Celâleddîn Muhammed1 (1220-1231). (Özaydın, 2002; Ata, 2002, 12) Harezm, Atsız döneminde yarı müstakil bir devlet hâline gelmiş, İl Arslan ve Alâaddin Tekiş zamanlarında gelişmiş ve Alâaddin Muhammed zamanında imparatorluk düzeyine ulaşmıştır. (Yüce, 2002, 1514; Ata, 2002, 12) Celâleddîn Muhammed döneminde ise Cengiz Han yönetimindeki Moğollar tarafından yıkılmıştır.

Cengiz Han öldükten sonra, ülke dört oğlu arasında paylaştırılmıştır. Buna göre Harezm bölgesi, büyük oğlu Cuci’ye2 bırakılmıştır. Cuci’den sonra ise, bu topraklar oğlu Batu Han’a kalmıştır. “Cengiz Han ve çocuklarının harekâtı Türk siyasi, etnik ve kültürel tarihini derinden etkilemiş ve bu olayların dil tarihimiz açısından üç önemli sonucu olmuştur: Cengiz’den sonra bölgede kurulan Çağatay Hanlığı döneminde, Yağma, Karluk, Çiğil ve Tohsı boyları etnik olarak birbirine karıştı. Bazı Oğuz ve Kıpçak unsurlarının da katılmasıyla Türkistan’da Çağatay ulusu adıyla yeni bir boylar birliği ortaya çıktı… Artık Yağma, Tohsı, Çiğil gibi isimlerden eser kalmamıştı; hepsi birbiriyle yoğrulmuş ve Çağatay ulusu oluşmuştu. (Ercilasun, 2011, 366) Bu boylar birliği, Türk dilini de etkilemiş ve Karahanlı Türkçesi dalgalanmaya başlamıştır. 13-14. yüzyıllarda ise yerini bir geçiş dönemi olan Harezm Türkçesine bırakmıştır.

Cuci’nin oğlu Batu Han, 13. yüzyılda büyük bir ordu ile sefere çıkmıştır. Bu seferin önemli bir siyasi sonuçlarından biri, 1241’de Altın Ordu Hanlığı’nın kurulmasıdır. Altın Ordu Hanlığı’ndaki Türkler yazı dili olarak, Harezm Türkçesini kullanmışlardır. (Ercilasun, 2011, 367)

Batu Han’ın seferinin bir diğer sonucu da, Mısır’da bir Türk devletinin kurulmasıdır. Moğolların önünden kaçan Kıpçaklar, Karadeniz’den Mısır’a geçmişler ve Eyyubilerin kölemenleri olmuşlardır. Aynı zamanda ücretli askerlik de yapan Kıpçaklar 1250’de Eyyubileri yıkmış ve Mısır’da Memluk Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devlet, Yavuz Sultan Selim’in 1518’de yaptığı Mısır seferine kadar devam etmiştir.

1873 yılında Ruslar Harezm bölgesini tamamen ele geçirmiş, Batı Harezm Hanlığı Ruslara tabi olarak yönetilmiştir. Bolşevik ihtilalinden sonra hanlığa son verilerek 1920’de Harezm Halk Cumhuriyeti, 1921’de Harezm Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. 1924’te ise Hive Hanlığı’nın doğu tarafı Özbekistan, batı tarafı ise Türkmenistan Cumhuriyeti’ne bırakılmıştır. (Ata, 2002, 12)

 HAREZM’İN TÜRKLEŞMESİ

Türk boylarının Harezm’e yerleşmeleri 10. yüzyıldan önce başlamıştır. “Arapça coğrafi kayıtlarında daha 10 yüzyılda Harezm’de Bagırkan, Barkan, Çakıroğuz, Karasu, Kılavuz, Temirtaş, Gürlen, Gürledi, Suburnı, Karatigin gibi Türkçe sözcüklerin varlığı, Türk boylarının bölgeye bu yüzyıldan önce yerleşmeye başladığını göstermektedir. (Togan, 1977, 251-252) Ayrıca Ceyhun nehrinin doğusunda yaşayan göçebe Oğuzlarla yapılan ticarette önemli bir merkez olan Baratigin, İslamiyet’in bu bölgeye yayılmasından itibaren Türkler tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. (Togan, 1928, 341-342) Bu isimlerin yanı sıra DLT’de “Harezm’de oturan bir Türk boyu” (DLT, C. I, 357) kaydının bulunması, henüz Karanlı Türkçesi döneminde bölgede Türklerin bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Gazneliler zamanında, çeşitli Türk grupları Harezm’e göç etti, zamanla buradaki nüfus İran asıllı yerli halk aleyhine ve Türkler lehine değişti. Selçuklular zamanında Oğuzların yanı sıra, Kıpçak, Kanglı ve öteki Türk boylarının da Harezm’e gelip yerleşmeleri bölgenin Türkleşmesini hızlandırdı ve Harezm bir Türk ülkesi oldu.

Türk ailelerin gelişi Moğol istilası sırasında ve sonrasında da devam etti. Nüfûsunun çoğu Türk olan Harezm’de, konuşulan dil nüfûsa uygun olarak Türkçe olmakla birlikte, karma bir şekil aldı. Karahanlı Türkçesinin yazı, imla geleneği ve özelliklerine bağlı olan Harizm Türkçesi, bu bölgeye yerleşen çeşitli Türk boylarının lehçe ve ağızlarından bir çok lügat ve gramer unsurlarıyla kendisine has bir hüviyet kazanıp yeni ve karma bir yazı dili oldu. Böylece Harezm’de yaşayan Türk gruplarının ağızlarındaki söyleyiş özelliklerinden önemli bir kısmı yazıya yansıdı. (Yüce, 2002, 1515)

XI. yüzyılda başlayan Harezm’in Türkleşmesi hadisesi, XIII. yüzyıla kadar devam etmiş ve Harezm ile ona bağlı bölgelerde yeni bir yazı dilinin kuruluşu, bu bölgenin Türkleşmesinden sonra gerçekleşebilmiştir. Harezm’in Türkleşmesinde özellikle Oğuzlar ve Kıpçaklar çok önemli bir rol oynamışlardır. Ayrıca Kalaçlar, Kimekler, Bayavutlar, Kanglılar ve birtakım göçebe Türk aşiretleri de bu hususta etkili olmuşlardır. Bölgenin Türkleşmesinde rol oynayan bu unsurlar, bölgenin kendine has lehçesini de oluşturmuşlardır. (Sağol, 2002, 1537)

Harezm’in Türkleşmesi, özellikle Selçuklu sultanlarından Melikşah döneminde gerçekleşmiştir. Selçuklu sultanlarının bölgenin idaresi için özellikle Türk valileri görevlendirmesinin bu anlamda önemli olduğu söylenebilir.

Bölgeye hakim olan Gazneliler ve Selçuklular döneminde halkın dili Türkçe olmasına rağmen, edebiyat dili olarak Farsça ve devlet işlerinde ise Arapça kullanılmıştır. Türkçenin yazı ve edebiyat dili olarak kullanılması ve Türkçe eserler verilmeye başlanması, bölgeye Harezmşah olarak atanan Kutbeddin Muhammed döneminde gerçekleşmiştir.

XIII. yüzyılda Karahanlı Türkçesinden gelişen ve XV. yüzyılda yerini Çağatay Türkçesine bırakan bu lehçe, Karahanlıcadan teşekkül etmesinin yanı sıra, çeşitli boyların lehçelerini de yansıtması bakımından ilginç bir yazı dili olmuştur. Bu lehçe, Karahanlı yazı dili ile bağlantılı ve Oğuz, Kıpçak, Kanglı ve diğer boyların lehçelerinin karışımı ile oluşmuş Harezm Türkçesidir. (Sağol, 2002, 1537) Nüfûsunun çoğu Türk olan Harezm’de, konuşulan dil nüfûsa uygun olarak Türkçe olmakla birlikte, karma bir şekil aldı. Karahanlı Türkçesinin yazı, imla geleneği ve özelliklerine bağlı olan Harezm Türkçesi, bu bölgeye yerleşen çeşitli Türk boylarının lehçe ve ağızlarından birçok lügat ve gramer unsurlarıyla kendisine has bir hüviyet kazanıp yeni ve karma bir yazı dili oldu.

Böylece Harezm’de yaşayan Türk gruplarının ağızlarındaki söyleyiş özelliklerinden önemli bir kısmı yazıya yansıdı. (Yüce, 2002, 1515)

Harezm Türkçesi sadece Harezm bölgesinde kullanılmamış, Altın Ordu Devleti’nde özellikle başkenti Saray’da, Kırım’da konuşma ve yazı dili olarak kullanılmıştır.

 HAREZM TÜRKÇESİ VE HAREZM TÜRKÇESİNİN TÜRK DİLİ TARİHİNDEKİ YERİ

Harezm Türkçesi, 11. yüzyıldan sonra hem etnik hem siyasi açıdan Türkleşen Harezm bölgesinde özellikle Oğuz ve Kıpçak ve Kanglı boylarının yerleşik hayata geçmeleriyle Karahanlı Türkçesi temelinde gelişen ancak Türkçenin Güney (veya Güneybatı) kolunu temsil eden Oğuz ve kuzey kolunu temsil eden Kıpçak Türkçesinin sözü edilen bölgede bir araya gelmesiyle oluşan karma dile verilen isimdir.

Harezm Türkçesinin en önemli özelliklerinden biri, farklı Türk boylarının bir araya gelerek gerek dilbilgisel ve gerekse sözvarlığı bakımından karma bir dil oluşturmasıdır. Aynı eserde hem Doğu hem Oğuz hem de Kıpçak unsurlarını görmek mümkündür.

Türkçenin Doğu kolunda Karahanlı (veya Hakaniye) Türkçesi ile Çağatay Türkçesi arasındaki geçiş devresi olan bu döneme Harezm Türkçesi denilmesi, Ali Şir Nevâyî’nin Mecâlisü’n-Nefâyis adlı tezkiresinde Hüseyin Hârezmî için verdiği bilgilerden dolayıdır. Tezkirede Nevâyî şu bilgiyi vermektedir: “Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî kuddise sırruhu Mesnevîsiga şerh bitipdür ve Kaside-i Bürdega dagı Hârezmîçe Türkî tili bile şerh bitipdür.” (Eraslan, 2001)

13. yüzyıl sonlarında Harezm’de gelişen kültür faaliyetine, 14. yüzyılda Altın Ordu’nun başkenti Saray ve Kırım da katılmış, Harezm’den birçok bilgin, şair ve yazar Altın Ordu’ya göç ederek bu bölgede konuşulan Türk yazı dilinin Altın Ordu sınırları içinde yayılmasını sağlamıştır. (Ata, 2002, 13) Altın Ordu’da Türkçenin edebiyat dili hâline gelmesinde Harezm’in önemli bir etkisi olduğu görülmektedir.

Yani Harezm, Altın Ordu sahasına, Türkçenin kullanılmasında teşvik edici bir örnek olmuştur.

Harezm Türkçesi, Orta Türkçe döneminin ikinci basamağını teşkil etmektedir. Karahanlı Türkçesinden sonra farklı coğrafyalarda gelişen Türkçenin 14. yüzyılda şu tarihi lehçeleri bulunmaktadır: Eski Anadolu Türkçesi (13-15. yüzyıllar), Harezm Türkçesi (14. yüzyıl), Memluk Kıpçakçası (14-16. yüzyıllar), Altın Ordu Türkçesi (13-16. yüzyıllar), Volga Bulgarcası (13-14. yüzyıllar).

Etnik yapısındaki çeşitliliklere bağlı olarak ortaya çıkan farklı dilbilgisel kullanımlar, bu dönemin Türk dili tarihindeki yerinin belirlenmesinde araştırmacıları farklı terimlerle tasnif etmeye yöneltmiştir. Ancak yapılan tasniflerde çoğunlukla Harezm Türkçesi, ayrı bir dönem olarak kabul görmüştür.

Fuat Köprülü, Türkistan, Harezm ve Altın Ordu sahalarında yazılan bütün eserleri, Çağatay Türkçesi dönemi eserleri olarak kabul etmiştir. Köprülü’ye göre dil ve edebiyat tarihlerini tasnif ederken birinci şartın birleştirici tarihi ve edebi özellikleri dikkate almak gerekmektedir. Köprülü, 15. yüzyıl Çağatay edebiyatının teşekkülünde geçiş dönemini teşkil eden 13 ve 14. yüzyıl eserlerini Çağatay dönemi içerisinde değerlendirmiştir. Ancak bu dönemleri de kendi içinde “Timur devrinde edebi inkişaf”, “Altın Ordu’da edebi inkişaf” ve “Harizm’de edebi inkişaf” olmak üzere üç alt bölüme ayırmıştır. (Köprülü, 1988, 275-285)

Samoyloviç, Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i ve Hârezmî’nin Muhabbet-nâme’sinin dil özelliklerine dayanarak Orta Asya edebi dilini üç döneme ayırmıştır: 1. faaliyet merkezi Kaşgar olmak üzere Karanlı veya Hakaniye Türkçesi dönemi (11-12. yy.), 2. Seyhun’un aşağı kıyıları ve Harezm merkez olmak üzere Oğuz-Kıpçak dönemi (13-14. yy.), 3. Timur’un çocuklarının idaresi ile başlayan Çağatay bölgesinde Çağatayca dönemi (15-20. yy.) (Ata, 2002, 15).

Ahmet Caferoğlu, “Müşterek Orta Asya Türkçesi” olarak nitelendirdiği dönemi, kültür merkezleri ve barındırdığı Türk boylarındaki etnik özelliklere göre üç döneme ayırmıştır: 1. Karahanlılardan itibaren Kaşgar şivesinde inkişaf eden Türkçe, buna hem Hakaniye hem de Doğu Türkçesi adı verilmektedir. 2. Batı Türkistan’da Seyhun ırmağının aşağı mecrası ile Harezm’in muhtelif merkezlerinde gelişen Harezm (Altın Ordu) Türkçesi, 3. Orta Asya Türkçesinin en parlak devrini teşkil eden Çağatay Türkçesi. (Caferoğlu, 1984, 74).

J. Benzing tarihi ve çağdaş Türk lehçelerini birlikte değerlendirmiş ve 13. yüzyıl eserlerini Doğu Türkçesi (Uygurca Gurubu) içerisinde ele almıştır. Bu grup içinde çağdaş lehçelerden Özbekçe ve Yeni Uygurca yer almaktadır. Benzing tarihi dönemler için şu bilgiyi vermektedir: “Bu gurup için de elimizde 8. ve 9. yüzyıllardan (Eski Uygurca) kesiksiz olarak gelen ve 13. yüzyıl Çağataycası ile modern devirde (Özbekçe ve Yeni Uygurca) oldukça zengin tarihi malzeme vardır: Buraya Karahanlı ve Harezm Türkçesi de girer.” (Benzing, 1979, 5-6)

Menges, “Merkezi ve Güneydoğu Asya dilleri veya Türküt dilleri” başlıklı bölümde Orta Türkçe için şu bilgileri vermektedir: “Orta-Türkçe döneminin dilleri: Kaşgarlı Mahmud’un lügati ve Karahanlı İmparatorluğu metinleri tarafından temsil edilen Uygurcadan Çağatayca’ya geçiş dönemindeki bir doğu lehçesi ve Harezm (XI. ve XII. yüzyıllar)daki bir kuzeydoğu lehçesi.” (Menges, 1979, 9)

Yapılan tasniflerde de görüldüğü gibi Harezm Türkçesi, çoğunlukla ayrı bir dönem ve Karahanlı Türkçesi ile Çağatay Türkçesi arasındaki geçiş dönemi olarak kabul edilmiştir. Karahanlı-Harezm doğrultusunda ilerleyen Harezm Türkçesi, bölgedeki farklı Türk boylarının kaynaşmasıyla Harezm-Oğuz ve Harezm-Kıpçak unsurlarını da barındıran ve boyların ağız özelliklerini yansıtan karma bir dil özelliğindedir.

HAREZM TÜRKÇESİ ESERLERİ

 MUKADDİMETÜ’L-EDEB

Mukaddimetü’l-Edeb (=Edebi öğrenime giriş}, Mahmud b. Omar ez-Zamahşarî tarafmdan yazılmış ve Harizmşah Atsız b. Muhammed b. Anuş Tigin’e ithaf edilmiştir . Yazılış tarihi tam olarak belli değilse de, Atsız’ın hükümdarlığının 1127-1156 yıllarında, ve Zamahsarî’nin ölümünün de 1144 yılında olduğu dikkate alınarak, eserin 1128-1144 yılları arasında yazılmış olduğu tahmin edilebilir.

Eser, Arapça öğrenmek isteyenlerin kolaylıkla kullanabilecekleri şekilde hazırlanmış, Arapça kelime ve kısa cümlelerden ibaret olan pratik bir sözlüktür. Bu bakımdan bir önceki kelime veya cümle ile bir somaki arasında bir bağ yoktur.

Mukaddimetü’l-Edeb başlıca 5 bölüme ayrılmıştır:

1. İsimler: Konularına göre sıralanmış ve çokluk şekilleri gösterilmiştir.

2. Fiiller: Arapça fiil kalıpları olan bablara göre, her bab kendi içinde fiilin yapısına göre, ve fiiller yine kendi içinde Arapçada uygulanan alfabetik sıraya göre dizilmiş, ve ayrıca mastarları da verilmiştir.

3. Harfler: (İsim ve fiil dışında kalan gramer unsurları)

4. İsim çekimi.

5. Fiil çekimi.

Bu bölümler içinde en uzun olanı, eserin 3/4’ünü teşkil eden, fiiller bölümüdür. İsimler bölümü eserin ancak 1/4’i kadardır. 3., 4., 5. bölümler ise birkaç sayfadan ibarettir. (Yüce, 1993, 7)

Metinde Arapça metin kalın uçlu bir kalemle istinsah edilmiş, satır altına da ince uçlu bir kalemle ilgili Arapça kelimenin anlamları farklı dillerde yazılmıştır. Bu satır altı tercümeler Harezm Türkçesi, Farsça, Harezmce (Harezm bölgesinde yaşayan İran halkının dili), Moğolca, Çağatayca, Osmanlıca gibi çeşitli dillerde yapılmıştır. (Yüce, 1993, 8)

Nuri Yüce’nin hazırladığı Mukaddimetü’l-Edeb’de, madde başı olarak 3506 sözcük bulunmaktadır. Bunlardan 2908’i Türkçe, 598’i yabancı kökenlidir. (450’i Arapça, 133’ü Farsça, 5’i Moğolca, 4’ü Harezmce, 2’si Soğdça, 2’si Rusça, 1’i Tibetçe ve 1’i Yunanca). Divanü Lügati’t Türk’te madde başı sözcük sayısının 8000, Kutadgu Bilig’de 2860, Kuran Tercümesinde 2943, Gülistan Tercümesinde 3000 olduğu düşünülürse Mukaddimetü’l-Edeb’in 3506 sözcük ile, Orta Türkçede, Divanü Lügati’t Türk’ten sonra, en zengin ve en önemli lügat hazinesine sahip olduğu anlaşılır. (Yüce, 1993, 24-25)

 KISASÜ’L ENBİYÂ

Kısasü’l Enbiyâ, peygamber kıssalarını konu alan siyer-i nebi türünde bir eserdir. Tanrı’ya hamd ü sena ile başlar, başta Hz. Muhammed ve İslam dininin kabul ettiği peygamberleri, mucizelerini, hayat hikayelerini, sahabeleri ve dört halifenin menkıbelerini anlatır ve yaratılıştan başlayarak Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e dek gelir. (Ata, 1997, XVI)

Rabguzî eserinde kendisi için şu bilgileri vermiştir: Bu kitâbnı tüzgen, tâ’at yolında tizgen, ma’siyet yâbânın kezgen, az azuklug köp yazuklug, Ribat Oguzlug, Burhân oglı kâzî Nâsır… (Ata, 1997, XI) Ayrıca yazar, eserini okuyanın çabuk bulması, işitenin ise çabucak bilmesi için eserine Kasas-ı Rabguzî adını da vermiştir.

Harezm Türkçesi devresinin ilk eseri olan Kısasü’l Enbiyâ, Nâsıreddin b. Burhaneddin er-Rabgûzî yahut kısaca Nâsır Rabgûzî tarafından H. 710 (M. 1310) yılında Ribat-ı Oguz’da Moğol prensi Nâsıreddin Tok Buga adına, Farsça bir tercümeden Türkçeye adapte edilen bir siyer-i nebi derlemesidir (Eckmann, 1996, 3) Rabgûzî’nin Oğuz oluşu, Türkistan bölgesinde yaşayan bir Türk’ün hangi boydan olursa olsun eserini döneminin ortak yazı dili ile yazdığını göstermesi bakımından önemlidir (Ercilasun, 2011, 317).

Kısasü’l Enbiyâ’da yazar, söz ustalığını göstermek için kıssalarla ilgili bölümlerde verdiği Arapça ve Türkçe şiirlerle pekiştirmektedir. Eserde toplam 484 mısra tutan 43 Türkçe şiir bulunmaktadır (Ata, 1997, XVI).

Kitapta konuya uygun biçimde serpiştirdiği şiirlerden anlaşıldığına göre Rabguzî hem o zamanki İslamî edebiyat içindeki Arap, Fars kültür ve edebiyatını hem Türk edebiyatını çok iyi biliyordu. Şiirlerinde gazel ve kasideye uygun olarak aruz veznini kullanmış olmasına rağmen, bazı dörtlüklerdeki vezin hem aruza hem Türk halk şiirindeki hece veznine de uygun düşmekte ve bu biçimiyle Divanü Lügati’t-Türk’teki dörtlükleri hatırlatmaktadır (Yüce, 2002, 1517).

 NEHCÜ’L FERÂDİS

Eserin Türkçe adı “Cennetlerin Açık Yolu” anlamına gelen “Uştmahların Açuk Yolı”dır. Bu ad, insanların mutlu olmaları ve cennete ulaşmaları için nelerin yapılması ve yapılmaması gerektiğini göstermektedir. Nehcü’l-Feradis’in en temiz nüshası Yeni Cami nüshasıdır. Müstensih, eseri müellifin ölümünden dört gün sonra bitirmiştir: H. 761 (M. 1360) (Eckmann, 1996, 40). Bu durum, eserin müellifin sağlığında yazıldığını ve müstensih ile müellifin görüştüğünü göstermektedir. Bu nüshanın müellifi, Mahmud bin Ali’dir ve Kerderli olduğu bilinmektedir.

Nehcü’l Feradis dünya ve ahirette mutlu olmayı arzulayan Müslümanlar için yapılması gereken bilgileri içeren el kitabıdır. Halka dinî bilgiler ve faydalı öğütler vermek için yazılan eserin üslubu sade ve açıktır.

Buna rağmen eser, kuru veya can sıkıcı değildir. Çünkü müellif, mücerret dersler vereceğine ortaya attığı konuyu ilgi çekici ve akıcı hikayelerle süsleyerek ilgiyi daima uyanık tutmuştur. (Eckmann, 1996, 44) Harezm Türkçesinin dil özelliklerini belirlemek için en önemli kaynaklardan biri olan Nehcü’l-Feradis, tamamen harekeli bir metindir ve 444 sahifelik bir eserdir. Her sahifede 17 satır bulunmaktadır. Eserin en önemli dilsel özelliklerinden biri kapalı e (é) sesini hem üstün hem de y (ﻯ) ile göstermesidir.

Mensur bir eser olan Nehcü’l-Feradîs Müslüman halka dünya ve ahiret için gerekli bilgilerin verildiği, bab denen dört ana bölümden ve her bir babın alt bölümü olan onar (toplam 40) fasıldan oluşur. 1. Bab: Peygamber‟in (Hz. Muhammed) faziletleri; 2. Bab: Hülefa-i Raşidîn denen dört halîfenin, ehl-i beyt ve dört imamın hayatları; 3. Bab: insanları Allah’a yaklaştıran iyi ameller; 4. Bab: Allah‟tan uzaklaştıran kötü ameller hakkındadır. (Yüce, 2002, 1519)

Nehcü’l-Feradîs’te her fasıl, konusuyla ilgili bir Arapça hadis ile başlar ve o hadisin Türkçe açıklaması verilir. Bu açıklamadan sonra bilinen din adamlarının eselerinden hikayeler anlatılır. “Nehcü’l-Feradîs’in onar fasıllık dört babtan oluşması, bablardaki fasıl sayısının toplamının 40 olması ve her faslın bir hadis ile başlayarak eserde toplam 40 hadis bulunması, onun, İslamî edebiyatta başlı başına bir tür olan “Kırk Hadis” kitaplarından olduğu kanaatini uyandırmıştır.” (Yüce, 2002, 1519)

 MUÎNÜ’L-MÜRÎD

H. 713’te (M. 1313) yazılmış olan Muînü’l-Mürîd konusu itibariyle dini-tasavvufi şiirlerdir ve göçebe Türkmenleri alakadar edecek malumattan ibarettir. Toplam 51 sahife olan eserin her sahifesinde 16-17 satır bulunmaktadır. Ayrıca bazı sahifelerinde kenarlara yazılmış şiirler de yer almakta ve eser yaklaşık olarak 900 beyit kadardır (Togan, 1928, 317). Eserin kime ait olduğu tartışmalıdır. Ebulgazi Bahadır Han Şecere-i Terâkime’de bu eser için şu bilgileri vermektedir: “Ol zamânda Ürgençde bir azîz kişi bar érdi, Şeref atlı. Şeyhlık mesnedinde olturgan ve hem mollâ érdi. Ersârı Bay barıp şeyh-i mezkûrge kırk tive niyâz bérip inâbet kılıp iltimâs yüzindin arz kıldı kim biz Türk halkı turur biz. Arabî kitâblarını okup ma’nâsıge yetişip amel kılmaklık besî müşkil bola turur.

Eger Arabî meselelerni Türkî terceme kılıp inâyet kılsanız érdi sevâbga şerîk bolur érdiniz tédi erse Şeyh Şeref Hâce takı barça mesele-i dinîni terceme kılıp bir kitâb aytıp Muînü’l-Mürîd at koyup Ersârı Bayga berdi.” (Ata, 2002, 36; Ölmez, 1996, 220) Bu kayda göre Muînü’l-Mürîd’in müellifi, Şeyh Şeref adlı bir molladır. Ancak eserin tek nüshası olan Bursa Orhan kütüphanesindeki yazmada müellif, kendi adını İslam olarak kaydetmektedir. Bu nedenle Köprülü, eserin yazarını İslam olarak kabul etmiştir. (Köprülü, 1928, 341) Eckmann da eserin yazarını İslam olarak belirtmiştir. (Eckmann, 1979, 186)

Muînü’l-Mürîd bir mukaddime ile başlar, sonra sırasıyla îman, Allah ve resulünü bilmek, vaaz ve nasihat; temizlik ve yıkanmak, teyemmüm, namaz ve namazla ilgili konular; zekat, özellikle hayvan besleyen göçebelerin ne kadar zekat vereceği; avcılık, kurban; faizin haramlığı; alım-satım konuları yer alır. Daha sonra tasavvuf konuları anlatılır. (Yüce, 2002, 1518)

 HÜSREV Ü ŞÎRÎN

Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi ilk olarak Nizâmî tarafından Farsça olarak yazılmıştır. Bu Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi Türk edebiyatında Kutb mahlaslı bir Türk şairi tarafından 1341-1342 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir. Kutb eserini Altın Ordu hanlarından Tını Beg Han ile Melek Hatun için yazmıştır. Eserin tek nüshası 1383’te İskenderiye’de Berke Fakih tarafından Altın Boga adına istinsah edilmiştir.

Türk edebiyatında konusu itibariyle romantik bir aşk hikayesinin anlatıldığı ilk mesnevi olma özelliğini taşımaktadır. Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn 5700 beyit iken, Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i 4370 beyittir. Buna göre Kutb, eserini yazarken Nizâmî’nin bazı uzun tasvirlerini kısaltmış olabilir veya müstensihin ihmalinden kaynaklanabilir. (Hacıeminoğlu, 2000, VII)

 MUHABBETNÂME

Mesnevi tarzında yazılmış olan Muhabbetnâme, “nâme” adı verilen 11 küçük bölümden oluşur; içinde seyrek olarak “kıta” adı verilen gazeller de bulunur. Aruzun mefâîlün / mefâîlün / feûlün kalıbıyla yazılmıştır (Ercilasun, 2011, 375).

Eserin müellifi Harezmî’dir. Bu mahlastan müellifin Harezmli olduğu sonucu çıkarılabilir. H. 754 (M. 1353) yılında yazılmış ve Mahmud Hoca Beg’e sunulmuştur. Muhabbetnâme sözin sizge aydım / Kamugın Sir yakasında bitidim beytinden eserin Seyhun dolaylarında yazıldığı anlaşılmaktadır.

 SATIR ALTI KUR’AN TERCÜMESİ

Türkler 8. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlar ve İslamiyet, Karahanlı döneminde devlet dini olarak kabul edilmiştir. Türkler, kabul ettikleri dinlere ait eserlerin dil malzemelerini işlemişler ve bu eserleri çeviri yoluyla öğrenmeye ve öğretmeye çalışmışlardır. Özellikle Uygur döneminde görülen bu çeviri etkinliği, İslamiyet’in kabulüyle birlikte dinin kutsal kitabı olan Kuran çerçevesinde olmuştur.

Bugün bilinen ilk Kuran tercümesi, Karahanlı döneminde gerçekleştirilmiş ve bu çeviri etkinliği Harezm döneminde de devam etmiştir. “Harezm Türkçesi ile yapılmış olan tercüme dil incelemeleri bakımından son derece önemlidir. Çünkü tercümeye konu olan metnin kutsallığı tercümeyi yapanın daha titiz davranmasına sebep olacağından metin hususunda karşılaşılan yanlışlar bu gibi eserlerde yer almamaktadır. Ayrıca dini terminolojinin halkın anlayacağı tarzda olmasına dikkat edilmiş ve bu nedenle Türkçe kelimelere ağırlık verilmiştir.” (Ata, 2002, 37)

 MİRÂCNÂME

Hz. Muhammed’in miracını anlatan mensur bir eserdir. Eserin tek nüshası 1436 tarihlidir ve Uygur harflidir. Herat’ta Malik Bahşı tarafından istinsah edilmiş olan eser, Nehcü’l Feradis adlı bir eserden Türkçeye çevrilmiştir (Ercilasun, 2001, 379). Eckmann, “Miracnâme’nin tercümesi yapıldığı “Nehecü’l-feradis” Farsça yazılmış, belki de Arapçadan tercüme edilmiştir. Eserde tanık olarak gösterilen hadis ve ayetler Arapçadır. Nitekim miraç faslının başında yine Bagavî’den nakledilen hadis de böyledir.” (Eckmann, 1996, 47) diyerek Miracnâme’nin tercüme edildiği eserin Arapçadan Farsçaya ve Farsçadan da Türkçeye aktarılmış olabileceğini belirtmektedir.

HAREZM TÜRKÇESİNİN ÖZELLİKLERİ

 SES ÖZELLİKLERİ

1. Eski Türkçede /i/ sesini barındıran sözcüklerdeki ilk hece ünlüsü, Harezm Türkçesinde kapalı e (é) ünlüsüne dönüşmüştür: bir- > bér-, biş > béş gibi. Bu ses değişikliği özellikle Nehcü’l Feradis’te ilk hecede /e/yi gösteren üstün işaretiyle ve /i/yi gösteren /y/ (ﻯ) harfinin kullanılmasıyla gösterilmiştir. Hacıeminoğlu “kelime köklerindeki bütün i sesleri eski asli durumlarını muhafaza ettikleri gibi, e sesleri de büyük bir çoğunlukla i hâlinde inkişaf etmiş bulunmaktadır. Hatta bu yöndeki inkişaf o derece ileri gitmiştir ki, aslında e ile telaffuz edilen Arapça ve Farsça sözlerin bile bir kısmı metinde i yazılmıştır.” (Hacıeminoğlu, 2000, 9) diyerek ses değişikliğini belirtmekte, ancak kapalı e (é) sesini dile getirmemektedir.

2.a. Harezm Türkçesinde önses /b/leri korunmuştur: bar-, bér-, bol- vb.

b. b- > m- değişikliği: /b/ ile başlayan sözcüklerde, sözcük içerisinde /n/, /ŋ/ geniz ünsüzlerinin bulunmasıyla benzeşme sonucunda önses /b/, /m/ye dönüşür: bengü > mengü, ben > men, buŋ > muŋ, beŋiz > meŋiz vb.

3. İçseste -b- > -w- ~ -v- değişimi: kabış- > kawuş- ~ kavuş-, tabar > tawar ~ tavar, ebir- > ewür- ~ evür- vb.

4. Sonseste -b > -w ~ -v değişimi: eb > ew ~ ev, sub > suw ~ suv, ab > aw ~ av vb. Ayrıca -b > Ø düşmesi de görülmektedir: sub > su.

5. -d- > -ḍ- ~ -y- değişimi: Eski Türkçedeki içses /d/lerinin sıcılaşması Karahanlı döneminde başlamış, Harezm döneminde ise hem sızıcılaşma devam etmiş hem de /y/ye dönüşmüştür. adak > aḍak ~ ayak, adrıl- > aḍrıl- ~ ayrıl- kudug > kuḍug ~ kuyug vb.

6.a Harezm Türkçesinde tek heceli sözcüklerin sonunda /g/ sesi çoğunlukla korunmuştur. Ancak nadir de olsa -g > -w ~ -v değişimi görülmektedir: kog- > kow- ~ kov- gibi.

b. Çok heceli sözcüklerde içseste (hece başında) /g/ sesi korunmuştur: eḍgü, emgek, yalgan, kazgan vb.

c. -g- > Ø düşümü görülmektedir: kazgan > kazan, sargar- > sarar-, kergek > kerek, kulgak > kulak vb.

ç. -g- ~ -k- nöbetleşmesi: kısga > kıska, karınçga > karınçka, kurtgar- > kurtkar- vb.

d. -g- > -w- ~ -v- : soguk > sowuk ~ sovuk, yaguk > yawuk ~ yavuk vb.

e. Çok heceli sözcüklerde sonses /g/leri, çoğunlukla korunmuştur: arıg, açıg, korkug, ulug, tirig vb. Ancak -g- > Ø düşümü de görülür: arıg > arı, kurug > kuru, köprüg > köprü, katıg > katı vb.

f. g- ~ k- nöbetleşmesi: agrıg ~ agrık, ulug ~ uluk, yarlıg ~ yarlık vb.

g. Ek başlarındaki /g/ler çoğunlukla korunmuştur. Ancak özellikle manzum metinlerde ve Oğuzcanın etkisiyle nadir de olsa ek başında /g/ düşmesi görülür. +GA > +A yönelme durumu ekinin 1. ve 2. kişi iyelik eklerinden sonra +A biçiminde gelmesi Eski Türkçe döneminde de görülmektedir: bize, köŋline, (seniŋ) beliŋe, özine, sözine vb; -GAn > -An sıfat-fiil eki: agırlayanda; -gInçA > InçA: kelinçe.

ğ. Sözcük başında /t/ sesi çoğunlukla korunmuştur. Ancak Oğuzca özellik olarak t- > d- değişikliği de görülmektedir: takı > dagı, ti- > dé-, teg > deg, tur- > dur- vb.

 BİÇİM ÖZELLİKLERİ

1. Harezm Türkçesinde belirtme durumu eki, +nI ve +n şeklindedir, +(°)g kullanımdan düşmüştür. +n eki, 3. kişi iyelik eklerinden sonra gelebilmektedir. Ancak bu kullanım, düzenli olarak gerçekleşmemiştir: elgin ~ elgini, kulın ~ kulını vb.

2. Belirli geçmiş zaman 1. çokluk kişi çekimi için eskicil biçim devam etmekle birlikte çoğunlukla -DUk kullanılmıştır: barduk, keçtük, aymaduk, kördük vb.

3. Şart çekiminin iyelik kökenli kişi ekleriyle çekimi yaygınlık kazanmıştır.

4. -GU (sıfat-fiil) + iyelik eki + turur yapısında kesin / mutlak gelecek zaman kipi oluşmuştur: bargum turur, körgüm turur vb.

5. -(°)p turur yapısında geçmiş zaman çekimi kurulmuştur: körüp turur, kelip turur vb.

6. -(°)A turur yapısında şimdiki zaman çekimi kurulmuştur: baka turur men, ala turur, kaza turur sen vb.

7. Emir 1. teklik kişi ekinin farklı biçimleri ortaya çıkmıştır: -AyIn, -AyIm, -GAyIm, -GAyIn. sözlegeyin, tilegeyin, kılayım vb.

8. Emir 1. çokluk kişi ekinin farklı biçimleri ortaya çıkmıştır: -AlIŋ, -GAlIŋ, -AlIm. Bu eklerden Eski Türkçede kullanılan -AlIm ekinin kullanım alanı daralmıştır: tilegeliŋ, istegeliŋ vb.

KAYNAKÇA

Ata, Aysu (1997), Nasırüddin bin Burhanüddin Rabgûzî: Kısasü’l-Enbiyâ (Peygamber Kıssaları) I: Giriş-Metin-Tıpkıbasım. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 681-1; II: Dizin, Türk Dil Kurumu Yayınları: 681-2.

Ata, Aysu, (2002), Harezm – Altın Ordu Türkçesi, İstanbul: Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 36.

Benzing, JOHANNES (1979), “Türk Dillerinin Sınıflandırılması”, Tarihi Türk Şiveleri, (Çeviren: Mehmet Akalın), Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 551

Caferoğlu, Ahmet, (1984), Türk Dili Tarihi, İstanbul: 3. Baskı.

Eckmann, Janos (1956), Nehcü’l Feradis I, Tıpkıbasım, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Tıpkıbasımlar Dizisi:35.

Eckmann, Janos (1996), “Harezm Türkçesi”, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, (Yayıma Hazırlayan: Osman Fikri Sertkaya), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları No:635, ss.1 – 38.

Ercilasun, Ahmet Bican (2011), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara: 10. Baskı, Akçağ Yayınları:603.

Hacıeminoğlu, Necmettin, (2000), Kutb’un Husrev ü Şirin’i ve Dil Hususiyetleri, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları:573.

Köprülü, M. Fuad, (1988), “Çağatay Edebiyatı”, İstanbul: İslâm Ansiklopedisi, C. 3.

Menges, Karl Heinrich (1979), “Türk Dillerinin Sınıflandırılması”, Tarihi Türk Şiveleri, (Çeviren: Mehmet Akalın), Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 551

Ölmez, Zuhal Kargı (1996), Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terâkime (Türkmenlerin Soykütüğü), Ankara: Türk Dilleri Araştırma Dizisi:3.

Özaydın, Abdülkerim (2002), “Harezmşahlar Devleti”, Ankara: Türkler, C. IV, Yeni Türkiye Yayınları, ss: 1400 – 1420.

Özyetgin, A. Melek, (2006). “Tarihten Bugüne Türk Dili Alanı”, (Conference) Chinese Academy of Social Science, Sino-Foreign Relationship Department of Institute of History, Beijing.) (CHINA).

Sağol, Gülden (2002), “Harezm Türkçesi ve Harezm Türkçesi İle Basılan Eserler”, Ankara: Türkler, C. V, Yeni Türkiye Yayınları, ss:1537 –1556.

Togan, A. Zeki Velidi, (1928), “Harizm’de yazılmış Eski Türkçe Eserler” İstanbul: Türkiyat Mecmuası II, ss: 315 – 346.

Togan, A. Zeki Velidi, (1988), “Harizm”. İstanbul: İslam Ansiklopedisi, C. 5/1, ss: 240 – 257.

Yüce, Nuri (2002), “Hârizm Türkçesi”, Ankara: Türkler, C. V, Yeni Türkiye Yayınları, ss: 1514 – 1536.

Yüce, Nuri (1993), Mukaddimetü’l-Edeb – Hvarizm Türkçesi İle Tercümeli Şuster Nüshası, Ankara: 2. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları:535.

Harezm Türkçesi, Harezm Türkçesi Özellikleri, Harezm Türkçesi eserleri, HAREZM TÜRKÇESİNİN TÜRK DİLİ TARİHİNDEKİ YERİ, HAREZM TÜRKÇESİ ESERLERİ, HAREZM TÜRKÇESİNİN ÖZELLİKLERİ

Yorumlar (0)