KARAMANLI 3 HIRİSTİYAN TÜRK'ÜN İLGİNÇ 'TÜRKÇE' ÖYKÜSÜ-İLDENİZ TURAN YAZDI
ÜÇ KARAMANLI HIRİSTİYAN TÜRK;
BİR KARAÇAY TÜRK’Ü; “TAVUS KUŞU”NUN TÜRKÇESİ

ÜÇ KARAMANLI HIRİSTİYAN TÜRK

Yıllar önce, Gökşen dershanesinde öğretmendim. Haftada iki gün Kumkapı’da oturan Yunanistan yurttaşı, yine bu dershaneden öğrencim olan sekiz Yunanistanlı öğrenciye ders veriyordum.
Sekiz öğrenci Kumkapı’da içlerinden birinin tapulu evinde kalıyorlardı.
Öğrencilerin hepsi Ortodoks olup Yunanistan yurttaşı idiler.

Türkçeyi Türkiye Türkçesi yöre ağızlarıyla söyleşmelerinden, arada bir Türkçe deyim, söz öbeği kullanmalarından, yüzlerinden.. üçünün Karamanlı olduğunu sezmiş, bunlarla dışarıda ayrıca görüşüp uzun uzun söyleşmiştim.
Öbür beş öğrenci yalnız İstanbul ağzı ile, deyimsiz, söz öbeği olmayan bozuk bir Türkçe ile söyleşiyorlardı.

Bir kimsenin bir dilde söyleşirken, benzetmeler yaparken, deyim, söz öbeği ile atasözü kullanması çok önemli bir ölçüttür. O kimsenin ata – anasından gelen bir dil birikimi ile uzun süreli bir yaşanmışlık olduğunu gösterir.

Bu görüşmeden sonra iyice anlamıştım. Evet, bu çocuklar kesinlikle Hıristiyan Karaman Türk’ü idiler. Kendilerinin Türk kökenli olduklarını, bizimle bir soydan olduklarını, bir kimsenin ulusunu, milliyetini belirleyen unsurun soy, dil ile gelenek olduğunu, dinin değişebilir olduğunu, bağlılık (mensubiyet) için önemli olmadığını.. vurguluyordum.
Karamanlı öğrencilerimin yüzlerinden, bu sözler üzerine ışıldayıp duran gözlerinden söylediklerimi onayıp benimsediklerini duyuyordum.

Ancak, arada bir “Bilmiyoruz, biz Türk müyüü-üzz, yoksa, Rum muyuu-zz. Dilimiz Türkçe, dinimiz Yunaa-an” diyorlardı.
Bu üç öğrencinin yüzlerine baktıkça içimden: “Uruk diye, soy diye bir gerçek var, arkadaş! Bu üç Karamanlı gencin yüz görünümü, baş biçimi açık - aydın Türk!” diyordum.
İkircinli, çekingen, Türkiye’ye karşı kırgın idiler. Onların yerinde ben olsam, onların yaşadıklarını ben yaşasaydım, “bütün Türk bilim birikimime karşılık” ben de çekingen, ben de kırgın olabilirdim. Yakında ana - babaları Yunanistan’dan gelecek, onlarla da tanışıp görüşecektim.

Arada yanlarına gittiğim Türk Ortodoks kilisesi eftimi Turgut Erenerol’a, şair, yazar Mustafa Kayabek’e, Atatürk Kültür Merkezinde müdür olan Şuayip Bozfakıoğlu'na bu Karamanlı öğrencilerden söz etmiştim.
Üçü de bu üç öğrencimi bir gün alıp yanlarına getirmemi söylemişlerdi.

Üç Hıristiyan Karaman Türk’ü öğrencimi yanıma alıp Gülhane parkına götürdüm.
Burada hayvanları, kanatlıları gösterip tek tek adlarını soruyordum:
--- Buna ne diyorsunuz?
--- Ayudur, buna ayu diyoruḫ.
Öbürü birden araya girip bir başka yöre ağzında:
--- Yooḫ, biz ayyı diyerik.
--- Buna ne diyorsunuz?
--- Beygir.
Öbür öğrenci:
--- At da diyeruḫ.-dedi.
Bir ara gözlerime iki tavus kuşu takıldı. Yaklaştık. Sordum:
--- Buna ne diyorsunuz?
--- Bu “TAÑRI GUŞU”dur.
Başka öğrenci:
--- Haa, “TAÑRI GUŞU”dur, “Gelün guşu” da diyerik, “tavız guşu” da.
“TAÑRI GUŞU” ha! “TAÑRI GUŞU”! Bu söz benim için çok ilginç bir belge idi!
Sordum:
--- “TAÑRI GUŞU” mu, “TANRI GUŞU” mu!?
--- “TAÑRI GUŞU”, he, “TAÑRI GUŞU” diyerik.
Bir daha söyleyin:
--- “TAÑRI GUŞU”, “TAÑRI GUŞU” diyoruḫ..

Evet, saklıkla, kulak kesilerek, iyice dinledim, gerçekten de geniz N’si ile, “Ñ / ñ” ile seslendiriyorlardı. İşte, bunun için yalnız Türkiye Türkçesi Yöre ağızlarını değil, daha Eski dönemin sözlerini söz varlığı içerisinde barındırıp saklayan yöre ağızları üzerine de daha çok araştırma yapmalıydım. Karamanlıların yöre ağzını; Kıbrıs yöre ağzını; Musul, Tuzhurmatı, Telafer, Kerkük yöre ağızlarını; Azerbaycan’da, daha çok Borçalı yöresindeki Garapapaḫların yöre ağzını, Ahıska Türklerinin yöre ağzını.. “Bencileyin almır (muhteris), benim gibi aç gözlü görülmemiştir!”

Gülhane parkından çıktık. Altan Deliorman Beğ’in Cağaloğlu’nda, YENİ ORKUN dergisini çıkardığı işyerine gittik. Yoktu. İzzet amca “Üç saat sonra gelir”, dedi.
Beklemedik, çıktık.
--- Şimdi sizi Taksim’e götüreceğim. Orada Karamanlıları çok seven iki Türkçü büyüğümüzle tanışacağız.
--- Bizimkilerle önceden tanışmışlar mı?
--- Tanışmamış olurlar mı, Şuayip Beğ de, Mustafa Kayabek de Eftim Turgut Erenerol’un arkadaşıdır!
Anlatıyorum, bu ilgiyi kavratmak istiyorum. Bu ilgiyi, bu sevgiyi bir türlü kavratamıyorum! Bir taksi tuttum. Yolda giderken bir öğrenci sesini alçaltarak:
--- Hocam, bize gavur diyorlar! –dedi.
--- Hocam, dershanede bir öğretmen bizi bir eve yemeğe götürdü. Yemekten sonra çay içerken: “Gelin, Müslüman olun. Siz Türk iseniz, Türkler Müslümandır. Siz de Müslüman olun.” dediler.
--- Bize: “Müslüman olun, sonra sünnet de olursunuz. Kurtulursunuz o kirli etten!” dediler.
Tüylerim diken diken olmuştu. Öğrencilerin biri yakına yakına, yanık bir sesle anlatıp göğsü, gözleri dolukunca susuyor, sonra başkası öteki gibi anlatmaya başlıyordu..
O günden yaklaşık bir ay önce, öğretmenler odasında bir arkadaşımla söyleşirken “Yunanistanlı öğrencilerden üçünün Karamanlı Türk olduğunu belirledim” demiştim.
Bu sözlerime kulak kabartan o Arapsı - Arapçı öğretmenin o çocukları yemeğe götürdüğünü şimdi anlamıştım.

Atatürk Kültür Merkezinin önünde indik. Danışmadaki görevli “Şuayip Bozfakıoğlu’nun dışarıya çıktığını” söyledi. Şuayip Beğ tanışıp bir yemek yemeyi çok istiyordu, onu Karamanlı gençleri tanıştırsam, çok iyi olacaktı! Yanımda getirdiğim iki litre kımızı odacıya bıraktım.
Mustafa Kayabek ağabek’in Tüneldeki antikacı dükkanına yöneldik. Yolda giderken bir ara yine kendi aralarında fısıldaştılar. Sonra, birden:
--- Hocam biz gelmeyelim!-dediler.
--- Neden, ne üçün gelmiyorsunuz!?
--- Hocam, biz artuḫ bu Türk garındaşlarımızdan çirgidük!
Tıkanmıştım, başka konularda bir dediğimi iki etmeyen bu öğrencilerim bu konuda bana karşı çıkıyorlardı.
--- Yonanlar bize “Türk piçi” dedi, “Gidin burdan, Türk dölleri” dedi, ancaḫ bizi zorinan vaftiz etmedi!
--- Türkiye’den Türk gardaşlarımız Yonanistan’a gezmeğe gelende biz onları ağırlaruḫ, yedirür - içirür, göndürürüḫ! Bir ğez de sormazıḫ ki, senin dinin ne, sen kangı yoldasun, mezhebin nedüü-ür!?
Yine, sanırım onuncu kez, bu kez daha ayrıntılı Malazgirt’ten, Karamıkbeli savaşından, Kırım savaşında Gagauzların Türklükten yana çıkıp.. oooo-ooff!

Benim kılığımda, yapımda delilik var! Kollarından tutup bir tatlıcıya soktum. Birer muhallebi yerken yine anlatıyorum: Malazgirt savaşı, 1071 yılında, Bizans Rum ordusunda 200 bin çeri vardı. On bini Hıristiyan Peçenek, Oguz Türk’ü idi, beş bini Gök Tanrı ınancından Kuman - Kıpçak Türk’ü idi. Savaş başlamadan, baktılar karşılarındaki Selçuklu ordusu da Türk! Bir göz kırpımı düşünmediler, geçtiler Selçuklu ordusunun yanına!..
Gençler dört gözle, kıpırtısız, kulak kesilmiş dinliyorlardı. Birden sordum:
--- Savaşı kim kazandı!?
Üçü birden:
--- Selçuklular!-dedi.
--- Yok, bilemediniz!-dedim.:- Savaşı Türkler kazandı! Selçuklular değil! Hıristiyan Peçenek, Oguz Türkleri, Gök Tanrı ınancından Kuman - Kıpçak Türkleri bir de Selçuklu Türkleri! İnancına bakmayarak birleşen Türkler, birleşik Türk ordusu! Sizlerin dedeleri ile bizim kandaş, dildeş olan dedelerimiz! Sonra sizin dedelerinizin olduğu bu Hıristiyan, Gök Tanrı inancından olan topluluk Türkiye’nin değişik yerlerine dağıldılar. Sizin dedelerinize “Karamanlı” dediler!.. -kısaltıyorum-
Öğrenciler çok duygulanmış, biraz yola gelmiş gibiydiler. İçlerinden biri:
--- Hocam, bugün gitmeyelim de, ileride giderik.-dedi.
Kalktık, onları otobüse bindirdim..

BİR KARAÇAY TÜRK’Ü;

İstiklal caddesinde şair, yazar Mustafa Kayabek’in Tünel’deki antikacı dükkanına gittim. “eli boş gittim, Karamanlıları götüremedim!”
Orada, M. Kayabek, “şaman” ayamalı (lakaplı) Prof. İsmail Hakkı Gökhun, yine büyük bir yırcı (şair) olan Erk Yurtsever amcalar ile benim yaşlarda bir genç vardı. Oturdum.
Mustafa Kayabek bir ara bana dönüp:
--- Karamanlı gençler ne oldu, niye getirmediniz?-dedi.
--- Çok çekingenler, bir türlü kandıramıyorum (ikna edemiyorum).-dedim.
Kayabek konuklarına bakarak:
--- Enis Beğ’in çalıştığı dershanede Hıristiyan Karaman Türk’ü öğrenciler var. Bizim yanımıza getirecek.-dedi.
Erk ile İsmail Hakkı amcalar: “Gelince bize de bildirin, biz de tanışalım” dediler.
İsmail Hakkı amca iki arkadaşına:
--- Enis Beğ’e el verdim, benden sonra şamanlık kürküne o oturacak. Yalnız, bir konuda anlaşamıyoruz, ben şaman diyorum, o kam, o da olmazsa kaman olsun, diyor.
Öteki iki amca, birbirlerini doğrulayarak:
--- Doğru söylüyor, kaynaklarda “kam” sözü var.-dediler.
--- Kamlıkta el verme töreni olmazsa olmaz.
--- Evet, tören olmalı, törende kımız, tutmaç aşı ile bir de kopuz çalınmalı. Kımızımız var, bir de tutmaç yaptırırız..
--- Tutmacı kime yaptıracağız?
--- Bizim Necatı Asım Uslu ne güne duruyor? Onun tutmaç yapan aşçısı var.
Kayabek amca:
--- Kopuzu, ozanı nereden bulacağız?-dedi.
--- Van, Erciş’in Ulupamir Kırgız köyünde kopuz da var, kopuz çalan ozanımız da. Kımız üretimi yaptığımız Kırgız köyü. Bu köyde Sayım Ozan ile Abdulhakım Ulu adındaki Kırgız gençler çok güzel kopuz çalıyorlar.
Türkçüler için KOPUZ, KIMIZ, TUTMAÇ, BÖRK, BOZA.. gibi sözler büğülü, kutlu sözlerdir. Bu sözler Türkçülerin kengeşlerinde kullanılınca ataların tinleri oraya iner. Türk kılığından (ahlakından), erdeminden (faziletinden), töresinden sapılmamışsa oraya Kutlu Işık iner. Orası artımlı (bereketli) olur.

GÖNLÜN İLE İŞİT, KULAK ALDATIR!
US’UN İLE BAK, GÖZ ALDATIR!

Yanlarında oturan gençle tanıştırdılar. Adı Alparslan olan genç Karaçay Türk’ü imiş. Yağız yüzlü, alp görünümlü bir genç idi. Yanındaki üç ayaklının üstünde duran mukavva kutunun içinde aralıklı olarak kıpırdayan bir nesne vardı?
--- Bu nedir?-dedim.
--- Tavus kuşu civcivi, Eminönü’nden aldım.-dedi.
Kutunun kapağını aralayıp bakarken:
--- Bugün ikinci kez tavus kuşu görüyorum!-dedim.: Bunda tavus kuşunun görkü yok!-dedim.
--- Sen büyüyünce gör onu. Gökkuşağı gibi kuyruğunda tüyler, telekler olacak.
Kayabek, Alparslan adlı gence bakarak:
--- Türkçesini öğrenmek istediğiniz sözleri Enis Beğ’e sorabilirsiniz, bugün bilmezse sonra öğrenip size söyler.
Bu söz üzerine Karaçay Alparslan ilk sorusunu sordu:
--- Tavus, Arapça imiş. Tavus Kuşunun Türkçesi nedir?
Düşündüm, bilmiyordum:
--- Bilmiyorum, öğrenirsem bildiririm.-dedim.
Araya söz eklendi, konu değişti. Bunca konu içerisinde bugün Karamanlı öğrencilerimden birinin: --- “TAÑRI GUŞU”dur, “Gelün guşu” da diyerik” dediğini unuttum…
Söz Türkçe kişi adlarından açıldı, şu Türkçe, bu Türkçe değil.. derken Erk Yurtsever amca:
--- Ben doğduğumda, 1932 yılı. Babam Atatürk’e bir telgraf çekip “Oğluma Türkçe bir ad veriniz” demiş. Atatürk o gün içerisinde telgrafla cevap vererek: “ERK OLSUN” demiş.
--- Çok güzel, çok! Demek, sizin adınızı Atatürk koymuş!-dedim.: Türklüğün bütün alanlarıyla, meseleleriyle ilgilenen bir başbuğ! Bilge, düşünür, dilci, savaş uzmanı!..
--- Baş kam İsmail Hakkı Gökhun amca bana bakıp:
--- Erk Beğ’in oğlunun adı nedir, biliyor musun?-dedi.
--- Bilmiyorum.-dedim.
--- Erk Beğ’in oğlunun adı: Erkin!-dedi.
Yine çok duygulanmıştım.
--- Erkin! Erk oğlu Erkin! Erk Yurtsever oğlu Erkin Yurtsever! Çok çok güzel, görklü!-dedim.: Türklüğün örtüsü Türkçe adlardır! Türkçe adları yitirirsek, bütün sözlerin Türkçesini kullanmanın bile bir anlamı olmaz!..
Erkin, Özgür, Behiç Erkin, onun hatıratı üzerine uzun uzun söyleştik.
Karaçay Alparslan ile birlikte kalktık. Taksim öğretmenevine gittik. Burada uzun uzun söyleşip yemek yedik. Neyi görse, neyi ansılasa onun Türkçesini soruyordu. Çardağın, koridorun, akrabanın..
--- Tavus kuşunu ne yapacaksın?-dedim.
--- Bir civciv daha bulacağım. Bir çiftlik kuracağım.-birden durdu: “Çiftlik”in Türkçesi nedir?
--- Otar.-dedim.: Eski Türkiye Türkçesinde de var, Çağdaş Türk topluluklarında da. Rusça’ya da geçmiş.
Alparslan bir sözün Türkçesini benden işitir işitmez yazıyor. Sanırsın, o söz uçup gidecek. Yüzüne bir gülümseme dalgası yayılıyor.
--- Otarında neler olacak?
--- Koyun, tavuk, kaz, köpek.. Atsız olmaz, Kafkas atı! Bakın, Enis Beğ, otarıma kesinlikle gelmelisiniz! Bağırdaşlarımın çoğu orada, yalnız değiliz.
--- Gelirim de, nerede kuracaksınız?
--- Avusturalya’da.
--- Avusturalya’da mı!? Avusturalya’ya nasıl geleyim?
--- Uçakla gelirsiniz. Bileti ben gönderirim. Konuğum olursunuz. Türkçü amcaları da götürebilsek! Bakarsınız, siz de yurttaş olmuşsunuz!
--- Benim için öyle gelişmiş ülkeler çekici değil. İran, kapılar açılırsa Türkmenistan, Kırgızistan..
--- İşte, orada kalıcı gelirimiz olur, sonra dediğiniz ülkelere gideriz.

*** *** ***

Alparslan Avusturalya’ya gitti. İki üç ayda bir mektuplaştık. Aradan yıllar geçti. 2017 yılının eylül ayında, unutmamış, yine tavus kuşunun Türkçesini sordu.

Ben de boş durmamıştım. Binlerce sözü yazarken tavus kuşunun da Türkçe karşılıklarını bulmuştum. Artık yazayım, şu karşılığı:

TAVUS KUŞU’NUN TÜRKÇESİ:

DİVÂNÜ LÜGÂT’İT-TÜRK - Kaşgarlı Mahmut - 1072 yılı.
Türk Dil Kurumu yayınları - Besim Atalay. 1. Baskı - 1939 yılı;

yun kuş (ad; hayvan bilim) = Tavus kuşu.: III. 144.
--- --- ---
Ala kuş : Tavus kuşu.

& fisa (ﻔﻴﺲﺍ) [Farsça] = Tavus kuşuna denir. Hindistan’a mahsustur. Bu diyarlara da getirirler. Türkler Tanrı kuşu ve ala kuş (ﻕﻮﺵ ﺁﻻ) ve gelin kuşu derler.
(Bürh. XVIII - XIX. 451)

[BÜRHAN-I KATI’ TERCÜMESİ (ﺘﺭﺠﻤﻪﺴﻰ ﻖﺍﻄﻊ ﻦ ﺒﺭﻫﺍ): Tebrizli Hüseyin bin Halef’in Farsçadan Farsçaya yazdığı Bürhan-ı Katı’ adlı sözlüğü Mütercim Asım’ın “TİBYAN-I NÂFİ’ DER-TERCEME-İ BÜRHAN- KATI’” adıyla yaptığı Türkçe çevirisidir.
Farsça sözler için gösterilen Türkçe karşılıklar bakımından bay, varlı (zengin) bir dil hazinesidir.
Asım bu eserini Kamus’tan daha önce, 6 yılda çevirerek III. Selim’e sunmuş, hükümdardan mükâfat görmüştür. Bu değerli çeviri İstanbul’da birkaç kez basılmıştır.
1835 (1251) basımı taranmıştır.
Tarayan: Ragıp Paşa kitaplığı müdürü: Zahir Hasırcıoğlu’dur] (Bürh. XVIII - XIX.)
--- --- ---
Bu uzun yıllar içinde nice dayancımı, güvencimi, kıvancımı yitirdim. Varlıklarıyla dinginlik bulduğum o dağlar şimdi yok. Yalnız anıları kaldı!

KAMUG ÉDGÜ BARDI, TÖRÜ, ÖÑDİ ÉLTTİ
KİŞİ SOÑI KALDI, NÉ ÉDGÜ BULAYU?(K-B)

[BÜTÜN İYİLER GİTTİ. KENDİLERİYLE BİRLİKTE O GÜZEL TÖRELERİ, GELENEKLERİ DE GÖTÜRDÜLER.
KİŞİOĞLUNUN SONU KALDI, ŞİMDİ O İYİ KİŞİLERİ NEREDE BULAYIM?]
KUTADGU BİLİG – 6595.koşa (beyit).

Yorumlar (0)