Türk Dil Devrimi Üzerine: Türkçenin Gücü

Türk Dil Devrimi Üzerine: Türkçenin Gücü

Hep şu örnek üzerinden Dil Devrimine saldırılır: Efendim vaka, vakıa, hadise sözcükleri Türkçede tek sözcükle karşılanır. 

Bakalım öyle mi?

Türkçede 

vaka sözcüğü durum

vakıa sözcüğü olgu

hadise sözcüğü ise olay sözcükleriyle karşılanır. 

Vaka karşılığının yan anlamları ise olay ve oluştur. Görüldüğü gibi Türkçenin eksik bir yanı yoktur. 

Türkçeye biraz daha yakından bakalım. 

Örneğin veladet//doğum sözcüğünün karşılığı Türkçede gerçekten bir tane midir?

Türkçede doğmak sözcüğünden başka veladet kavramının karşılığı yakın anlamlı törel_//türel_, kılın_ ve öncel (arkaik) ka_ kökleri bulunur. 

Eski Türkler insanın doğumu için törel_ ve kılın_ eylemlerini kullanırlar. Doğmak insan olmayanlar için kullanılır. Ka_ eylem kökü ise bir soydan gelmek, doğmak anlamındadır. Kang (baba), kagan, katun//kadın, kadaş (akraba), karın sözcüklerinde dikkat ederseniz kök sezgisel olarak kendini gösterir. Hem ad kökü olarak hem de eylem kökü olarak kullanılmıştır. 

Var mı Arapçada ya da Farsçada buna benzer bir kullanım? – Yok. 

Sonra bir başka örnekle gidelim. Türkçede insan sözcüğünü karşılayan kavramlar şunlardır: 

er  (Erkek sözcüğünün kökü er değildir. Çünkü Türkçede ada gelen – kak//kek diye bir ek yoktur. Ancak küçültme eki olarak kullandığımız bir –ak//ek vardır. Eski Türkçe bir yaşındaki koç anlamına gelen erk//irk sözcüğünden gelir. Bugün de çocuklarımıza “koçum benim” demiyor muyuz?)

kün  (Bu sözcük bugün “ele güne …” kalıbında yaşar. Bu ikileme birebir “el kün” biçiminde Eski Türkçede de vardır. El sözcüğünün yurt anlamına geldiğini düşünürseniz sözcüklerin anlamı unutulunca el gün ikilemesinin “yurdum insanı” tamlamasında yaşadığını kolaylıkla kavrarsınız. Büyük olasılıkla “hun” adı da buradan gelir. Çünkü Moğolcada bizim taş atalar için “hun çuluu” derler. Taş insan demek.) 

türk (İlk yazıma bakınız.)

as (Bu sözcüğün kökünü de irdeleğimizde “ortaya çıkmak”, “türemek” anlamları da taşıyan öncel a_ eylem kökünden gelir.)

kişi - kişioğlu

kimse (Bu sözcük kim+erse+ne>kimesne>kimse biçiminde evrilmiş, kaynaşmıştır.)

yalınguk   (Kaşgarlıda geçer. Çıplak demektir.)

birey

Osmanlıcacılardan bu sözcüklere karşılık göstermelerini bekleyelim mi, ne dersiniz? Kimbilir neler yumurtlarlar. 

Bir başka sözcüğe bakalım.

Söylemek olsun.

Bakalım ne gibi yakın anlamlıları var.

de_ , ay_, ayıt_, ağzan_, soyla_, konuş_, savla_, öyküle_, anlat_, danış_

Yine başka bir örnek: hastalanmak 

ağrın_, sayrılan_, öletlen_, iğlen_, sancılan_

Tedavi olmak sözcüğünün karşılıkları neler?

sağalmak, otalanmak, onulmak, iyileşmek

Türkçe doktor sözcüğünü de ayrıştırır görevine göre. 

Yalnızca şifacı olana emci; hem eczacı hem doktor olana otacı; yalnız doktor olana atasagun denir. 

Görüldüğü gibi Türkçenin kavramlar evreni geniştir. 

Önemli sözcüklerden birini ele alalım. Harb, cenk, muharebe. 

süngüş, sançış, yagı, uruş, tavlaş, savaş, kırış, kırgın, dövüş, çatışma, çarpışma, soguş 

Hele yazıtlarda bir sözcük var ki, bugün bile kullanırız “kapışma” 

Hangi Arapça ya da Farsça sözcüğü ele alırsanız alın sonuç değişmez. Türkçenin kavram türetme yeteneği Arapçaya da Farsçaya da yeter, üstüne de tur bindirir. 

Osmanlılar hiçbir konuda Türkçeye başvurmadıklarından Türkçe sözcükler yalnızca halk arasında yaşamıştır Dil Devrimine dek. 

Örneğin Fransızca “nation” sözcüğünü karşılamak için millet, halk hatta ırk sözcüğünü kullanmak uslarına gelmiştir de bir teki bile ulus sözcüğünü kullanmayı önermemiştir. Oysa o kadar Türkçedir ve o kadar eskidir ki bu sözcük, Anadolu’da bilinir. Yeni değildir. Üstelik bu sözcük “temel, zemin” anlamına gelen “ul” ad kökünden gelir. Anlamı açık değil mi? Ulus yurdun temelidir. 

Yüzyıllarca Türkçenin en eski ikilemelerinden “el gün”ü halk yerine kullanmak kimsenin usuna gelmemiştir. Bodun unutulmuştur.

Sizi ilginç bir durumla tanıştırayım. Denizlinin Tavas ilçesinden derlenen sözcükler arasında “karakamığı” bile vardır. Bu sözcükle bir Orkun Yazıtlarında bir de Tavas’ta karşılaşılıyor. Türk ulusunun dil belleğinin, bilinçaltının derinliğine bakar mısınız lütfen. Çağlar aşıyor. Tıpkı Tarım sözcüğünün Orta Asya Türk dilcelerinde unutulup bir tek Anadolu Türkçesinde yaşaması gibi. 

Sonra Anadolu Türkleri türlü türlü ulusun karışıp kaynaşmasıyla oluşmuş. Yerseniz. Sormazlar mı “Arkadaşım, Türkler türlü türlü ulusun senteziyse yazıtlarda kalan tamlamaların Anadolu’nun yöresel ağzılarında ne işi var?” diye. Yunanlar Ermeniler işi gücü bırakıp teee Moğolistan’a gidip Orkun Türkçesinde kalmış sözcükleri mi öğrenip geldiler?

Pekiyi, Osmanlıca savunmanları neden Arapça Farsça sözcüklerde diretiyorlar?

Neden bir türlü Dil Devrimi’ni içselleştirmiyorlar? 

Çünkü Atatürk Harf ve Dil Devrimi ile birlikte, bu kesimin elinden hem bilerek bilgisiz bırakıp sömürdükleri, dolayısıyla sömürü yoluyla yaşamları boyunca bir tek gün bile çalışmadan sırtından geçindikleri geniş elgün (halk) kitlelerini hem de bu kitlelerin üzerinden kazandıkları güçle devlet katında edindikleri ayrıcalıkları ve egemenliğe ortak olma erkini almıştır. 

Dil Devrimi karşıtlarının bitmez tükenmez kinleri de öfkeleri de nefretleri de kızgınlıkları da bu yüzdendir. 

Artık kimse Türk ulusunun çocuklarını bilerek okumaz yazmaz bırakıp sürüleştiremeyecek ve sürüleştirdikleri kitleler üzerinden devlete kafa tutamayacaktır. 

Atatürk soysuzlaşmış bir kesimin, kendi gücünü ve erkini korumak için Türk ulusunun en kutsal ve içten duygularını sömürmesine olur vermeyecektir. 

İşte Harf ve Dil Devrimi bir başına Osmanlıyı içten içe çürüten bu kokuşmuş soysuz düzeni yerle bir etmiştir. 

Atatürk bu kitlelerin bütün sermayelerini ve ayrıcalıklarını elinden aldığı için Harf ve Dil Devrimi hedeftedir. 

Yoksa en ateşli Osmanlı ve Osmanlıca sevgililerine şu yalın soruyu sorunuz: Arapça ve Farsçanın dilbilgisini bu dillerin okuryazarı olacak düzeyde biliyor musunuz? 

Alacağınız yanıtlar sizi şaşırtacaktır. 

Osmanlıca yolunda ölen bu arkadaşlar “Lisan-ı Ecdâdî” dedikleri Osmanlıcayı yalnızca Türkçe, üstelik Çağdaş Türkçe bilerek nasıl anlayabildiklerini bize de öğretebilirlerse cennetteki katlarının yükseleceğinden kuşkuya düşmesinler. 

Ayrıca size acı bir gerçeği daha belirtmek isterim. Osmanlıların yönettikleri tüm ulusları diline, dinine, rengine, ırkına bakmaksızın toptan “reaya” ve “tebaa” olarak adlandırdıklarını bilir misiniz?

Tebaa, “Bir egemene boyun eğen, uyan” demektir.

Reaya ise Arapça “güdülen hayvan, davar, sürü” anlamına gelen “raiya” sözcüğünün çoğuludur. “Güdülenler, sürüler” demektir. Riayet ise “Davar, sürü gütmek”tir. 

Reaya sözcüğünün siyaset felsefesi açısından ne kadar da derin anlamları var değil mi?!

Benim başat amacım Osmanlıcayı sömürü aracı olarak kullananları değil, geçmişine saygısından duyguları sömürülen ve kendi devrimlerine, en başta da Atatürk’e karşı yağılaştırılan (düşmanlaştırılan) Türk çocuklarını uyandırmaktır. 

Osmanlıcanın sürekli gündemde tutulması kültürel değil siyasi bir olgudur. 

Osmanlıcayı ballandıra ballandıra yüceltenler bilmiyorlar mı ki, Osmanlı yönetiminin kültürel kalıtını mimari yapıtlarından en önemsiz el yazmasına, sanat yapıtına varıncaya dek her ne olursa olsun koruyan ve kollayan dahası geliştirmek için elinden geleni yapan Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir. 

Elbette biliyorlar. 

Dahası üzerine Yüksek Lisans, Doktora yapılmamış; Doçentlik, Profesörlük savı yazılmamış çok az Osmanlıca yapıt vardır. Kullandıkları dil ne olursa olsun Necati Beg’i, Fuzuli’yi, Baki’yi, Nedim’i, Nabi’yi, Nefi’yi nice nice Dîvân ozanını günümüze taşıyan da Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bilimyurtlarıdır (üniversitelerdir). 

Osmanlıcanın günümüzde anlaşılamamasının sorumlusu Cumhuriyet değil doğrudan doğruya Osmanlı ozanlarının kendisidir. Osmanlılar 15. yüzyıl ortalarından başlayarak yazın dilini elgün (halk) dilinden ayırıp Arapça ve Farsçanın yoğun etkisinde gelişen melez ve yapay bir dil oluşturmasalardı, biz de bugün kendilerini kolaylıkla okur ve anlardık. 

Dil bir iletişim aracı olmanın ötesinde bir ulusa kimliğini kazandıran en başat ve en vazgeçilmez niteliktir. Bir ulusun en temel değeridir, geleneğidir; belleğidir. Osmanlıca en başta söz varlığı olmak üzere tüm nitelikleriyle Türk ulusunun belleğinde yer alsaydı Atatürk’ün gerçekleştirdiği Harf ve Dil Devrimi başarıya ulaşmazdı. 

Tarihsel süreçte Türkçenin sürekliliğine değineceğimiz bir sonraki yazımdan sonra Harf ve Dil Devriminin altyapısının Atatürk’le temellendirilmediğini, Atatürk’ün yalnızca olgunlaşan düşünceleri yaşama geçirerek Osmanlı döneminde yetişmiş bilinçli ozan ve aydınların düşlerini gerçekleştirdiğini, dolayısıyla Dil Devriminin Türkçe var oldukça ivme yitirmeden kendi yolunda yürümeyi sürdüreceğini elimden gediğince sizlere aktarmaya çalışacağım. 

Güneyhan Rüzgar 

Yorumlar (0)