TÜRK DİLİNİN URAL-ALTAY DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

TÜRK DİLİNİN URAL-ALTAY DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ


TÜRK DİLİNİN URAL-ALTAY DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Türk dili, dünya dilleri arasında Ural-Altay dil ailesine bağlı sayılmaktadır. Bu bağlılık dünya dillerinin tasnifinde ortak benzerlikler gösteren dillerin, bir aileden sayılmaları veya onları bir grup altında toplama zarureti ile izah edilebilir. Bu sahadaki araştırmaların daha XVIII. asırda başladığı görülür. İsveçli Ph. J. Von Strahlenberg, Ural-Altay  dillerini, bu dillerin yapı benzerliğine dayanarak Tatar Dilleri adı altında 6 gruba ayırmıştı.

Strahlenberg’e göre bu dilleri konuşanlar: 1. Fin-ugorlar, 2. Türk ve Tatarlar, 3. Samoyedler, 4. Moğollar ve Mançular, 5. Tunguzlar, 6. Karadeniz ve Hazar denizi arasında yaşayan halklar.

Bu tasnif, elbette yanlış bir tasnifti. Nitekim Fransız Abel Rémusat ve Alman W. Schott, Ural-Altay dillerinin akrabalığı konusunda daha dikkatli görüşler ortaya atmışlar ve Ural-Altay dilleri için “Tatar dilleri” (Les Langues Tartares; Tatarische Sprachen) tabirini kullanmışlardır.

Kendisinden öncekilerden farklı bir metod takip eden W. Schott, Ural-Altay dilleri hakkındaki araştırma ve değerlendirmelerini, bu dillerin teknik ve morfolojik hususiyetlerine dayanarak yapmayı daha uygun görmüştür. Schott, Ural-Altay dillerini Çud dilleri (Fin-Ugor) ve Tatar dilleri (Türk, Moğol, Tunguz) diye iki gruba ayırmıştır. Ural-Altay filolojisinin kurucusu sayılan M. A. Castrèn (1813-1852) yaptığı ilmî gezilerle Ural-Altay dillerine ait halk ağzından yerinde malzemeler derlemiş ve bunları işleyerek Ural-Altay grubuna dahil olan ve olmayan dilleri ikiye ayırmak suretiyle konuya bir açıklık getirmiştir. Castrèn, genç yaşta (38 yaşında) ölmesine rağmen, yaptığı çalışmaları kendisinden önceki âlimlerinkinden daha sağlam metodlara dayandırması bakımından ilmî bir değer taşır.

Ural-Altay gruplarına ait diller arasındaki akrabalığa kesin bir gözle bakılmıyacağı kanaatinde olan Castrèn, bu dilleri başlıca beş gruba ayırmıştır: 1. Fin-Ugor, 2. Samoyed, 3. Türk-Tatar, 4. Moğol, 5. Tunguzca ve şiveleri.

Gerek Schott ve gerekse Castrèn’in çalışmaları sayesinde, geçen asrın ortalarından itibaren Ural-Altay dillerinin 1. Ural (Çud) dilleri, 2. Altay (Tatar) dilleri diye iki gruba ayrıldığı görüşü kesinlik kazanmıştır. Ural grubunu Fin-Ugor, Samoyed: Altay grubunu da Türk, Moğol, Mançu-Tunguz dillerinin teşkil ettiği kabul edilmiştir. Bu, şöyle bir şema ile gösterilebilir:

Ural-Altay dil ailesi



Ural (veya Çud) dilleri                       Altay (veya Tatar) dilleri



Fin-Ugo    Samoyed                         Türk       Moğol        Mançu-Tunguz


 

Ural ve Altay dilleri arasında cümle kuruluşu bakımından bazı benzerlikler eskiden beri dikkati çekmiştir. Bunlar aslında Ural ve Altay dillerinin birbirleri ile akraba olduklarını ispat eden benzerlikler olmayıp, bu dilleri Hint-Avrupa dillerinden ayıran hususiyetler olması bakımından mühim sayılmalıdır.

F. Wiedemann Ural ve Altay dillerinin Hint-Avrupa dillerinden ayıran bu benzerlikleri şöyle sıralamıştır: 1. Ural-Altay dillerinde ses uyumu müşterek bir esastır, 2. Ural-Altay dillerine kelime cinsiyeti ve, 3. Artikel (harf-i tarif) yoktur, 4. Tasrif ekerle yapılır, 5. İsim çekiminde iyelik eki kullanılır, 6. Fiil şekilleri zengindir, 7. Preozisyon değil, kelime sonuna konulan postozisyon kullanılır, 8. Sıfatlar isimden daha önce gelir, 9. Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz, 10. Mukayese “den hâli” (ablatfi) ile yapılır, 11. Yardımcı fiil olarak “habere” (malik olmak) değil, “esse” (imek) kullanılır, 12. Menfi hareket için hususa bir fiil bulunur, 13. Ayrı bir soru eki vardır, 14. Konjunktion (bağlaç) yerine fiil şekilleri kullanılır.

XIX. asrın sonlarına doğru dil araştırmalarında tenkidî metodun ön plâna geçmesi ve Ural-Altay dilleri hakkındaki araştırmaların daha sağlam bri yola girmesi neticesinde, bu dillerin akrabalığı konusunda da yeni görüşler ortaya atılmıştır.

Dillerin akrabalığını ispat için: 1. ses bilgisi (fonetik), 2. Şekil bilgisi (morfoloji), 3. Kelime hazinesi, 4. Cümle bilgisi vb. bakımından akraba diller arasında müşterek bir kaynağa götüren benzerliklerin olması gerektiği görüşü kuvvet kazanmış, bugün Ural ve Altay dil gruplarının akrabalığına şüphe ile bakılmaya başlanmıştır.

Ural-Altay dilleri nazariyesi bugüne kadar ispatlanmadığı gibi, isbata yarayacak herhangi bri müsbet neticeye ulaşılabileceği de pek muhtemel görünmemektedir. Bu bakımdan bu dil grubunun Ural dilleri ve Altay dilleri diye iki ayrı grup altında mütalaa edilmesi ve araştırmaların bu yönde yapılmasının bizi daha faydalı ve ilmî sonuçlara götüreceği artık ağırlık kazanmıştır. Nitekim son zamanlarda bu sahada yapılan neşriyatın istikameti bunu göstermektedir.

Bütün ilim dallarında olduğu gibi, dil ilminde de araştırmaların ilmi, kolay ve anlaşılır olması için, tasnif çok mühimdir. Dünya dillerini tasnif ederken her bir dili, ait olduğu veya birbirine en çok yakınlık ve benzerlik gösteren bir dil ailesi içine yerleştirmek gerekmektedir. Şimdiye kadar yapılagelen tasniflerde Türkçeyi, benzer tarafları olduğu kabul edilen Ural ve Altay dil gruplarından Altay grubu arasında saymak ve bu grubun en zengin dili olarak ön plânda tutmak âdet olmuştur. Türkçenin, Altay dilleri (Moğolca, Tunguzca) ile akraba olduğu konusunda şimdilik bir hüküm vermeye yetmediğini burada bilhassa betlirtmek gerekir.

 

ALTAY DİLLERİ:


Ural-Altay nazariyesinin “Altay dilleri” kolunu Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguz dilleri teşkil eder. Bazı âlimler bu çerçeveyi daha genişleterek Korece ve Japoncayı da Altay dillerinden sayarlar. Türk, Moğol, Tunguz (ve bazılarına göre Kore ve Japon) dillerini konuşan halkların dil, edebiyat, folklor ve her türlü kültür malzemelerinin, ilmî şekilde araştırılması ve incelenmesinin bir asırdan beri gelişmesiyle yeni bir ilim kolu olan “Altayistik” doğmuştur.

Mukayese Altay dil bilimi, ilmi manada Finlandiyalı âlim G. J. Ramstedt ile başlar. Ramstedt, Avrupa dillerinden başka araştırma yaptığı Fin-Ugor dilleri ile Altay dillerini de çok iyi bilen bir âlimdi. Bu bilgilerin ışığı altında Ural-Altay teorisinin yanlış bir teori olduğunu gördü. Önceleri Altay dillerinin, var olduğu sanılan  en eski Ana Altay dilinden çıktıklarından şüphe etmekte idi. Fakat daha sonraları bu görüşünü değiştirerek Altay dillerinin bir kaynaktan geldiklerini benimsedi. Buna rağmen “Japoncanın Altay dilleriyle mukayese edilmesinden alınacak neticenin, boş bir iş” olduğunu da söylemek ihtiyacını duymuştur.

Ramsted’den önce Schott, Çuvaşça r’nin Türk dilinin diğer lehçelerinde z’ye ve yine Çuvaşça l’nin Türk dilinde ş’ye denk düştüğünü keşfetmişti. Fakat Ramstedt, Türkçe z ve ş’nin yalnız Çuvaşçadaki değil, aynı zamanda Moğolcadaki r ile l’ye de denk düştüğünü görmüştür. Böylece Türkçenin bir lehçesi olan Çuvaşçadaki bu iki ses hadisesinin Moğolca ile bir muvazilik gösterdiği ve Çuvaşçanın Türkçe ile Moğolca arasında irtibat sağlayacak bir hususiyete sahip olduğu kanaatini uyandırmıştır. Ramstedt, önceleri Türkçe z ve ş’nin, Moğolca r ve l’den daha eski olduğuna inanıyordu; fakat sonraları bu fikrini değiştirdi ve Türkçe z’nin Moğolca r’den ve Türkçe ş’nin Moğolca l’den türediği görüşünü savundu. Kendi talebeleri ve bir çok Altayist de bu görüşü benimsediler. Ancak bazı Altayistler, bu görüşün aksinin daha doğru olduğunu savunurlar.

Ramstedt’in üzerinde dikkatle durduğu ses denkliklerinin en mühimlerinden biri de, Moğolca kelime başındaki n-, d-, j-, y-,’nin Çuvaşçada s-, Türkçede ise, y- olmasıdır.

Ramstedt’e göre Ana Altay dili diye en eski olduğu var sayılan bir dilin dört lehçesi bulunuyordu. Bunlar Moğolca, Türkçe, Tunguzca ve Korece idi. Bu lehçeler zamanla dil hâlini aldı ve bundan şöyle bir şema ortaya çıktı:

Ana Altay dili


Moğolca               Türkçe   Mançu-Tunguzca               Korece

Bunlardan Moğolca ve Türkçe, Altay halklarının yurdu olarak düşünülen coğrafi sahanın garbında; Tunguzca ve Korece şarkında oturan halklar tarafından konuşuluyordu.

 

Önceki şemaya göre Ramstedt Ana Altay dil bölgesinin şimalinde Moğolların ve Tunguzların atalarının, cenubunda da Türklerin ve Korelilerin atalarının bulunduklarını kabul ediyor. Yine aynı şemaya göre Ramstedt, Ana Altay dil bölgesinin garbında Moğolların ve Türklerin atalarının, şarkında da Tunguzların ve Korelilerin atalarının bulunduklarını kabul ediyor. Sonraki şemaya göre Ramstedt, bu Ana Altay dil bölgesinin şimalinde Tunguzların, garbında Moğolların, cenubunda Türklerin, şarkında da Korelilerin atalarının yaşamış olduklarını kabul ediyor.

Ramstedt’in görüşlerini Rusya’daki mongolistlerden W. Kotwicz, V. Ya. Vladimirtsov vb. desteklediler. Kotwıcz, Altay dillerinin ana veya ortak bir Altay dilinden çıktığı konusunda mütereddit kaldı. Ona göre, milâdın başlarında Türkçe, Moğolca ve Tunguzca müstakil birer dil idiler. Bu diller arasındaki benzerlikler karşılıklı temas ile oluşmuştur. Vladimirtsov da, önceleri böyle düşünmüştü, ama daha sonraki yıllarda Altay dillerinin soyca akraba oldukları ve bir Ana Altay dilinden çıktıklarını hararetle savundu.

Macar bilginlerden Gy. Nèmeth ve Z. Gombocz, Ramstedt’in görüşlerine kısmen katılırlar. Nèmeth, Ramstedt’ten daha farklı bir şema va bazı ara devir olarak gerekli gördüğü safhakar üzerinde durur. Gombocz ise, Türkçe z ve ş’nin Moğolca r ve l’den daha eski olduğunu savunur.

Altay dilleri nazariyesinin bugünkü durumuna bir göz atılacak olursa, bu konuda hâlâ bir birlik sağlanamadığı görülür. Ramstedt ile onun talebeleri ve taraftarları olan N. Poppe ve P. Aalto, Kore dilini de Altay dilleri nazariyesi içine katarak bu görüşü savunmaya devam ettiler. Bunlardan P. Aalto, Ramstedt’in ölümünden sonra onun Altay dilleri hakkındaki en önemli eseri olan “Einführung in die Altaische Spracjwissenschaft” (Latay dil bilimine giriş) adlı eserini yayımladı.

Poppe ise, Ramstedt’ten sonra Altay dilleri nazariyesinin en çalışkan araştırıcısı ve geliştiricisi olmuştur. Bu nazariyenin bugün en büyük temsilcisi Poppedir. Poppe, Moğol, Türk ve Mançu-Tunguz dillerinin akraba olduklarını, bu dil aileleri arasındaki fonetik ve morfolojik uygunlukların, tesadüfe ve alınma kelimelere dayanmayıp, aksine, bunların kök akrabalığını gösteren deliller olduğuna inanır. Bu üç dil ailesinin ortak adı olarak Altayca bir tabaka tabirini kullanır ve Kore dilinde de Altayca bir tabaka bulunduğunu söyler. Poppe’ye göre, Kore dilindeki Altayca unsurlar, daha çok Mançu-Tunguzcaya yakındır. Mançu-Tunguzca da, ses hususiyetleri bakımından Moğolca ve Türkçeye yakınlık gösterir. Koreceden, ses bakımından en uzak olan dil, Türkçedir.

Bundan şu iki sonuç çıkarılabilir. Ana Türkçe, diğer Altay dillerinden ya çok erken ayrılmış veya çok hızlı bir ses gelişmesi geçirmiştir. Hem dil tarihi ile ilgili veriler, hem de tarihî hadiseler Türkçenin, Ana Altay dil birliğinden erken devirlerde ayrılmış bir dilim devamı olduğunu gösterir niteliktedirler. Kore dili ise, Ana Altay dil birliğinden dah önce ayrılmış olmalıdır. Çünkü Korecedeki bazı Çince kelimelerin çok eski şekillerini muhafaza etmiş olması, bu tahmini doğrular. Şu hâlde Korecenin eski şekli, Latay dil birliğinden ilk ayrılan dil olmalıdır. Bundan sonra Türk-Moğol-Mançu-Tunguz dil birliği uzun bir müddet devam etmiştir. Türkçenin eski şekli ayrıldıktan sonra, Moğol-Mançu-Tunguz dil birliği bir müddet devam etmiş ve en son olarak da Ana Moğolca ile Ana Tunguzca ayrılmış olmalıdır (Poppe, Vergleichende Grammatikde altaiscehn Sprachen, s. 6).

Poppe, Türk dillerinin (bize göre lehçelerinin) sınıflandırılması konusunda yapılan denemeler arasından bilhassa Rāsānenin yaptığı sınıflandırmayı tercih eder; fakat Rāsānen gibi, Türk dillerinin altı gruba değil, önce r- dilleri (Volga Bolgarcası ve bugünkü Çuvaşça) ve z- dilleri (diğer bütün lehçeler) olmak üzere iki gruba ayrılmasının daha doğru olacağını ileri sürer. Ancak bundan sonra z- grubunu Rāsānen’in yaptığı gibi altı gruba ayırır.

 

Altay dillerinin akrabalığı nazariyesini destekleyen bilginler arasında batıda Karl H. Menges, O. Pritsak, Sovyetler Birliği’nde A. Baskakov, İliç Svitiç ve P. Sunik zikredilebilir.

Sovyet altayistlerinden G. D. Sanjeyev, Altay dillerinin akrabalığı hakkında bir hüküm vermek için yeterli sonuçlara henüz varılamadığını, bu sebeple akrabalık nazariyesinin faraziyeden başka bir şey olmadığını söylemiştir. Sovyet dil bilgini B. A. Serebrennikov ile Türkolog A. M. Şçerbak, Altay dilleri nazariyesine karşı çıkmışlardır. B. A. Serebrennikov, Altayistlerin kurmuş oldukları r > z, d-, n-, j-, y > y, ve l > ş, gibi ses denkliklerini henüz ispat edilmediği için reddeder.

Şçerbak ise, Altay dilleri arasındaki benzerliklerin karşılıklı temaslarla alınmış kelimelerden ibaret olduğunu, bu yüzden Altay dilleri nazariyesinin sadece bir faraziye sayılabileceğini savunur. Altay dilleri nazariyesine batılı bilginlerden de bir çoğu karşı çıkmışlardır. Bunların en mühimleri olarak Kaare Grönbech, J. Krueger, Macar bilgini L. Ligeti, Alman J. Bencing, G. Deorfer, Amerika’da Macar asıllı D. Sinor, İngiliz Türkoloğu Sir Gerard Clauson sayılabilir. Bunlar Altay dilleri nazariyesinin henüz ispatşanmamış bir faraziye olduğunu, şimdilik yapılacak en doğru işin, her dili kendi bünyesi içinde iyice araştırmak olacağını söylemektedir (Nitekim aynı kanaati W. Bang-Kaup ölümünden 14 gün önce 26 eylül 1934 tarihli mektubunda belirtmiştir.)

Bu görüşü benimseyenlerin kanaatlerini Benzing, 19532te şöyle özetler: “Altay milletlerinin ve dillerinin birbirleriyle olan beraberlik ve aidiyetlerini başka dil aileleri için geçerli olan ölçülerle değerlendiremeyeceğimiz muhakkaktır. Meselâ Hint-Avrupa dilleri veya Sami dilleri, kendi ailesindeki dillerin sahip oldukları dil hususiyetleri ve müşterek kelime hazinesi ile başka dil ailelerinden ayrılırken, Altay dillerinin durumu bambaşka bir manzara arzeder” (Benzing, Einführung in das Studium der altaischen Philologie und Turkologie, Wiesbaden, 1953, s.2). Benzing, bu görüşünü 1956 (“Die Tundusischen Sprachen” Wiesbaden, 1955. s. 7 v.d)’da yine tekrarladığı gibi hâlen de aynı kanaattedir.

Altay dilleri nazariyesinin en şiddetli muarızlarından biri İngiliz Türkoloğu Sir Gerard Clauson, diğeri de Alman Gerhard Doerferdir. Clauson’a göre, Altay dillerinde ortak bir söz hazinesi yoktur. Meselâ almak, vermek, söylemek, gitmek, gelmek; at, iyi, kötü, vb. gibi esas fiil, nesne ve kavramları karşılayan kelimlerde, sayılarda bir birlik ve aynılık görülmemektedir. Türkçe ve Moğolcada ortak sanılan ve bir çoklarınca ortak sayılan kelimeler, tamamen Türkçeden Moğolcaya geçmiş, eski ödünçleme alınmış kelimelerdir. Meselâ: Moğolca dayin “düşman” EskiTürkçede yaġı; Moğolcada nidurġa “yumruk” Eski Türkçede yudruk vb. gibi.

G. Doerfer, Altay dilleri nazariyesini reddetmekte olup, bu diller arasında var olduğu iddia edilen akrabalığın ilmî esaslara tam uymadığını, yaptığı titiz araştırmalarla göstermiştir. Moğolca ile Türkçede ortak diye öne dürülen unsurlarun bir dilden öbürüne geçmiş eski ödünçleme kelimeler olduğunu, bu iki dilden Türkçenin, kelime ve diğer dil unsurları veren, Moğolcanın da, alan dil durumunda bulunduğunu ileri süren Doerfer, akrabalık için gerekli olan şartların Altay dilleri arasında tatmin edici bir şekilde mevcud olmadığını tesbit etmiştir.

Deorfer’in, dillerarasında akrabalığı tespit için öne sürdüğü şartlar kısaca şöyledir (TME, I, 64-94): 1. Akrabalığı söz konusu olan dillerde birbirine benzeyen kelimeler bulunmalıdır. Altay dillerinde böyle kelimeler varsa da, kâfi değildir. 2. Ses kanunları tesbit edilmiş olmalı ve bunlara güvenilebilmelidir; 3. Ses kanunları, en eski dilden sonrakilere doğru takip edilir olmalı, yani arada karanlık boşluklar bırakılmamalıdır; 4. Dempwolff prensiplerine göre, fonetik ve semantik bakımdan yeterli sayıda (birkaç yüz), gerçekten mukayeseye elverişli kelime bulunmalıdır; 5. Araştırmaya konu olan kelimeler belli bir sistem içinde mukayesesi yapılan her iki dilde bazı gruplar oluşturabilmelidir.

İsimler ve unvanlar ekseriya bir dilden diğerine alınabildiklerinden bunların oluşturduğu grupların önemi yoktur. Zamirler ve ses taklidi kelimeler de hiç akraba olmayan dillerde bile birbirlerine benzediklerinden, bunları da akrabalık için mukayese malzemesi olarak kullanamayız; 6. Akrabalık ispatı için, yüksek seviyedeki kültür kelimeleri cinsinden olanlar (mots savants) değil, halk tarafından kullanılan yaygın kelimeler (mots populaires) ele alınmalıdır; 7. Akraba olan dillerde morfolojik hususiyetler mukayese edilebilmelidir. Bu gibi mukayeseler, Ramstedt, Poppe ve başka Altayistler tarafından yapılmıştır; 8. Akrabalığı araştırılan dillerdeki gelişme, birbirlerinden uzaklaşan (divergent) bir durum göstermelidir. Yani akraba olan diller, gelişmiş hâlleri olan son durumları ile birbirlerinden çok farklı hususiyetler göstermeli, fakat müşterek oldukları en eski devirlere doğru yaklaşıldıkça aralarındaki akrabalık ile ilgili hususiyetler bir birliğe doğru gitmelidir; 9. Akrabalık konusunda bir dilin yayılma alanına komşu olan coğrafî bölgelerdeki kelimeler mukayese için seçilmemelidir; 10. Türkçe ile Moğolca arasında akrabalık araştırılırken, ele alacağımız Türkçe kelimelerin, Moğolların yayılma devrinden önceki zamanda mevcut olan Türkçe kkelimelerden seçilmesi gerekir; 11. Yapılacak mukayeselerde yalnız kökler veya sadece ekler karşılaştırılmalıdır. Hiç bir zaman kök ve ekin birleşmiş şekilleri mukayeseye esas alınmamalıdır. Meselâ Türkçede eki, “iki” ve ekiz “ikiz” mevcututr; ama Moğolcada sadece ikire “ikiz” var. İki manasında aynı köke rastlamıyoruz. Belli ki ikire, Moğolcaya ödünçleme olarak geçmiş bir kelimedir; 12. İmkân nisbetinde, semantik bakımdan aynı manada olan kelimeler arasında mukayese yapılmalıdır. Tesadüfen ses benzerlikleri olan kelimelerle mukayese yapılmamalıdır; 13. Mevcud olmayıp tasavvur edilen yıldız (*) işaretli kelimelere dayandırılan akrabalık iddialarında bulunulmamalıdır. Yıldızla kelimeler ispatlanmış kelimeler değil, tahminî olarak var oldukları zannedilen kelimelerdir. Bir iddiayı bu gibi kelimelere dayandırmak elbette ilmî olamaz; 14. Diller arasındaki akrabalık araştırmalarında en eski şekiller mukayese edilmelidir; 15. Akrabalık araştırması yapılan iki dilde hangi kelimelerin aslî, hangilerinin başka dillerden alınmış kelimeler olduğunu gösteren açık ve seçik ölçüler ve sonuçlar tesbit edilmiş olmalıdır. Bu konuda Altayistik araştırmaları henüz ihtiyacı karşılayacak seviyeye ulaşmamıştır; 16. Diller arasında akrabalık olup olmadığını araştırırken, yapılan mukayeselerde bu dillerin birbirleri ile en eski devirlerden bugüne kadar olan münasebetlerini, hangisinin hangisinden kelime alış verişi yaptığını, lehçe ve şivelerin yayılış sahalarını göz önünde bulundurmak gerekir.

Sonuç olarak Doerfer, yukarıda akrabalık için öne sürdüğü şartların Altay dillerinde sadece 1, 4, 6 ve 7. sıradakilerin tatminkâr olmamalarına rağmen az çok görülebildiğini, fakat bu diller arasında herhangi bir akrabalığı ispat için gerekli olan diğer 10 kadar şartın hiç birisinin mevcut olmadığını, bundan dolayı da bu diller arasında ilmî manada bir akrabalıktan bahsedilemeyeceğine inanmaktadır. Doerfer, şimdilik hiç olmasa bu dillerin kendi içindeki lehçelerin ve ağızların esaslı bir şekilde araştırılmasını ve yapılacak mukayeselerin de böylece sağlam sonuçlara sayandırılmasının daha doğru olacağını savunur.

Başlangıcından bu güne yapıları, söz hazineleri ve ekleri birbirleriyle bazı banzerlikler gösteririler. Bunların açıklanması ve bu açıklamalara dayanılarak yapılan akrabalık yorumları ile ileri sürülen görüşler de biribirinden çok farklıdır:

a) Ramstedt ve onun talebelerine göre Altay dilleri Hint-Avrupa dillerinin akrabalığı derecesinde birbirleri ile akrabadırlar. Bu görüş Altay dillerinin akrabalığı tezidir. Ramstedt’in talebesi ve ona çok bağlı olan Poppe, Altay dillerinin çok çalışkan ve verimli bir araştırıcısıdır. Poppe, 1960 yılında yayımladığı kitabında (Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen. Teil: 1. Vergleichende Luautlehre, Wiesbaden, 1960), Altay dillerinin akrabalığı hakkındaki görüşünü şöyle ifade ediyor: “Moğolca, Türkçe ve Mançu-Tunguz dil aileleri arasındaki fonetik ve morfolojik uygunlukların, tesadüf veya alınma kelimelere değil, aksine bunların bir kök akrabalığının şahidi oldukları hususunda hiç bir şüphe yoktur.” Fakat Poppe, aynı kitabın 4. ve 5. sayfalarında akrabalığa aykırı bir görüş ileri sürer:

“Bir zamanlar bir Altay dil birliğinin mevcud olup olmadığı veya Moğol, Türk, Mançu-Tunguz dillerinin kök akrabalığı olup olmadığı bir yana, Ana Moğolcanın, yani Moğolcanın tasarlanabilecek en eski şeklinin bir hiçten meydana gelmiş olamıyacağı, kesinlikle kabul edilmelidir. Yani bir zamanlar, Ana Moğolcadan da daha eski olan bir dilin mevcut olması gerekir. Ana Moğolca, bu daha eski dilden, bugünkü Moğolcada hâlen yaşamakta olan gramer şekilleri ve kelimeler almıştır.

Ana Moğolcadan daha eski olan bu dilden, öteki eski dillere de morfolojik unsurlar (ekler ve benzerleri) ve kelimeler alınmış olması gerekir. Burada “miras olarak alınmış” veya “ödünçleme” değil, sadece “alınmış, kabullenilmiş” diyoruz.... Moğolcadaki azirġa “aygır” kelimesi bir Tunguz dili olan Soloncadaki adigga veya adirga “aygır” kelimesine denk gelmektedir. Türk dillerinde bu kelimenin karşılığı olarak Eski Türkçe adġır, Yakutça atır vb. “aygır” şekilleri mevcuttur. Moğolca azirġa kelimesinin eski bir *adırġa kelimesinden geldiği kabul edilebilir.

Acaba adırġa şekli, Ana Türkçenin de sonraları kendisinden türemiş olduğu bir dilden ödünçleme alınmış bir kelime midir? Veya bu şekil, bizim bilmediğimiz bir kaynaktan Ana Türkçeye ye Ana Moğolcaya geçmiş olan bir kelime mididr? Bu sonuncunun doğru olması ihtimali yüksektir.... Şayet burada bir ödünçleme söz konusu ise, bu bizce meçhul olan üçüncü bir kaynaktan, yani Ana Moğolca ve Ana Türkçeden çok daha eski farazî (hipotetik) bir dilden alınmış ödünçleme demektir. Bu en eski dil de Umumî Altaycadır.”

1. Altayca; I + II: üç dilin ortak ve farklı taraflarının birlikte meydana getirdiği devre; II: Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguzcanın her birinin diğer iki dilde bulunmayan özelliklerinin olduğu son devredir. Bu durumu, daha iyi anlaşılması için başka bir mukayese ile açıklayalım: Türkçe, Farsça ve (Afrika’da konuşulan) Suvahili dillerinin kendilerine has özellikleri var, fakat akrabalıkları yoktur. Bu dillerin her üçünde de Arapçadan alınmış pek çok kelime ve diğer unsurlar var. Meselâ: Türkçedeki kitap, Farsçadaki kitāb, Suvahili’deki kitabu kelimeleri Arapça kitāb kelimesinden alınmıştır.

Yine Türkçe fayda, Farsça fā’ida, Suvahili dilindeki fayida kelimeleri, Arapça fā’ida kelimesinden alınmıştır. Bunsa benzer pek çok örnek vermek mümkündür. Bu üç dili ve bunlara kelime vermiş olan Arapçayı, Poppe’nin şemasına yerleştirilecek olursak, şöyle bir manzara ile karşılaşılır: Arapça, Altaycanın yerini alır. Türkçe, Farsça ve Suvahili dilleri ise, şemadaki Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguzcanın durumu gibidir. Bu mukayesede görüldüğü gibi Arapça ile Türkçe, Farsça ve Suvahili dillerinin birbirleriyle benzer ve müşterek gürünen kelimeleri olmasına rağmen bu dillerden hiç birisi diğeri ile akraba değildir. Bu mukayesedeki tek fark, Arapça, Türkçe, Farsça ve Suvahili’nin ve bu dillerdeki müşterek kelimelerin geçmişinin çok iyi bilinmiş olmasıdır. Fakat Altayca hakkında hiç bir bilgiye sahip değiliz ve bugün Altay dilleri olarak kabul edilen Türkçe, Moğolca ve mançu-Tunguzcanın geçmişi hakkındaki bilgi ve malzeme de çok eksiktir.

b) Akrabalık tezine karşı kesin bir antitez ileri süren Sir Gerard Clauson ve A. M. Şçerbak’ın görüşlerine göre, Türkçe ve Moğolcada akrabalık delilleri olarak ileri sürülen müşterek unsurlar. V.-VII. asırlar arasında Türkçeden Moğolcaya geçmiş olan ödünçlemerdir. Meselâ Türkçe er, “erkek”, kelimesi V.-VII. asırlar arasında Moğolcaya geçmiş ve bu kelimenin, Moğolcada sonuna bir -e vokali alması ise, bu dilin iki veya çok heceli kelimelere mütemayil bir dil oluşundandır.

Akrabalık tezine çıkanlardan G. Doerfer, Altay dillerinin müşterek sözlerinin akrabalıktan ve sübtratumdan olmadığı kanaatindedir. Doerfer’e göre, “Altayca” denilen müşterek kelimeler ve unsurlar bir taraftan Moğolca ve Tunguzca arasında çok eski alınmalardan ibarettir. Bunu şöyle bir şema ile gösterebiliriz: Türkçe→Moğolca→ Tunguzca. Bu alınmaların en eski tabakası Doerfer’e göre, Şçerbak ile Clauson’un tahmin ettikleri zamandan çok daha erken bir devirde (MÖ 200 yıllarında) olmuştur. Clauson ve Şçerbak’ın V. ve VII. asırlarda alınmaların olduğu görüşüne karşı, Doerfer şu itirazı yapar:

Türk dilinin bize ulaşan en eski metinleri: VIII. asrın ilk yarısına ait metinlerdir. Clauson ve Şçerbak’ın tahmin ettikleri alınmalar, bu metinlerden bir iki asır ise, çok az bir zamandır. Buna göre, Türkçe ve Moğolcadaki müşterek kelimelerin birbirine çok benzemeleri ve hemen hemen aynı olmaları gerekirdi. Ama bu kelimlerde bu hususiyetleri bulamıyoruz: Meselâ Türkçe ark “gübre” = Moğolca hargal; Türkçe boz = Moğolca bora. Mançu (-Tunguzca)’da gübre karşılığı olan kelime ise, facan. Bu örnekler bir iki asırlık alınmalar olmyıp çok eskiden alınma kelimerdir.

c) Altay dillerinin akrablığı hakkında çekimser davrananların görüşüne göre, bu diller üzerinde şimdiye kadar yapılan araştırmaların ışığı altında bildiklerimiz, akrabalığı ispatlayacak bir neticeye varmamıştır. L. Ligeti, J. Benzing, D. Sinor, K. Grönbech vb. gibi bu görüşte olanlar Altay dillerinin akrabalığını ispat için uğraşmaktan ise, her dili kendi bünyesi içinde iyice araştırmanın çok daha faydalı olacağını tavsiye ederler.

Altay dilleri olarak vasıflndırdığımız Türkçe, Moğolca ve Tunguzcayı daha yakından incelediğimiz zaman görürüz ki, bu dillerin yapılarında bazı benzerlikler vardır. (I) Meselâ Moğolca cümlelerle Türkçe cümleleri karşılaştırırsak bu her iki dilde cümle cümle yapısı ve dizinin aynı olduğu göze çarpar. Moğolca şu cümle ile altındadır Türkçe tercümesi buna güzel bir misal olur:

Niken ödür Temuçin Hasar Bekter Belgütey

“Bir gün Temuçin Hasar Bekter Belgütey

dörben Xamtu Sa’u-cu geügi tata-xuy

dört beraber Oturup olta tart-tık

dotora niken gege’en soxosun oro-cu’uy

içinde bir parlak sohosun çık-mış..

(A. Temir, Türkçe ile Moğolca arasındaki ilgiler, DTCFD, Ankara 1955, XIII, 1-2, 20-23).

(2) Türkçede, Moğolcada ve Tunguzcada sıfat isimden, isim fiilden önce gelir.

(3) Bu diller son ekli dillerdendir, ön ekler yoktur. Kök her zaman kelimenin önüdür.

Altay dillerinin akrablığına inanan araştırıcılar bu benzerliklere dayanarak akrabalık tezini savunmuşlardır. Fakat bu gibi benzerlik hiç akraba olmayan diller arasında da görülür. Meselâ Afrika’da konuşulan bazı diller Çinceye çok benzer; Cenubî Hindistan’da konuşulan Dravida-Tamil dilinin söz dizisi tıpkı Türkçeninki gibidir. Meselâ: “Acanivanay atıttu nintitattu cari alla. = Onun bunu dövmesi sövmesi uygun değil.”

Buna karşılık Türkiye Türkçesine çok yakın bir Oğuz diyalekti olan Gagauzca, Slav dilinin tesirinde çok kaldığı için kelime dizisi çok değişmiştir. Litovca, İngilizce, farsça birbirlerinden çok farklılıklar gösterdikleri hâlde akraba dillerdir. Şu hâlde asıl akrabalık şeklen benzemek değil, köklerin aynı kaynağa gitmesidir.

Altay dillerinin söz hazinesi çok incelenmiştir. Belki de bugüne kadar bu dillerin en çok bu konuda araştırması yapılmıştır dersek yanlış olmaz. Yapılan incelemelerden anlaşdığına göre, bu dillerin bir çok müşterek kelimeleri tesbit edilmiştir. Türkçe ile Moğolcanın müşterek kelimeleri aşağı-yukarı 250 kadar, Moğolca ile Tunguzcanın müşterek kelimeleri yine takriben 200 kadardır.

Bu kelimelerin bir çoğunun medeniyet ile alakalı kelimeler olduğu görülür. Altay dillerinde vücud uzuvlarının isimlerinden 61 tanesi müşterektir. Bunlardan Türkçe, Moğolca, Tunguzcada müşterek olanların sayısı 11’dir. Türkçe ve Moğolcada müşterek olanların sayısı 22’dir. Moğolca ve Tunguzcada müşterek olanlar ise, sadece 1’dir. Vücut uzuvlarının isimleri olan kelimeleri ikiye ayırmak gerekir. (1) iç alan isimleri (bunlar mühimdir ve alınma kelimeler olamazlar); (2) dış alan isimleri (bunlar mühim değldirler ve bu sebeple alınma olabilir). Altay dillerinde müşterek olan uzuv isimleri hep dış alana aittirler. İç alan vücud uzuvlarının isimleri Altay dillerinde şöyledir:

Türkçe                 Moğolca               Tunguzca                  Manası

köz,                      nidun                     iāsa                        “göz”

kulğak                   çikın                      siāñ                        “kulak”

burun                    kabar                     hoñakta, ñöksa       “burun”

adak                      köl                          begdi                     “ayak”

Buna karşılık bu kelimeler Hint-Avrupa dillerinde tıpkı sayı isimlerinde olduğu gibi bir birlik gösterirler.

Altay dillerindeki sayı isimlerinde de hiç bir birlik yotur.

Türkçe                    Moğolca               Tunguzca              Manası

bir                          niken                     emön                      “bir”

eki                          koyar, cirin              cör                         “iki”

üç                           gurban                   ılan                        “üç”

tört                         derben                   dügin                     “dört”

beş                         tabun                     tuńga                     “beş”

altı                         cirgugan                 nüñön                    “altı”

yeti                         doluğan                  nadan                    “yedi”

sekiz                       nayman                 capkon                     “sekiz”

tokuz                      yisûn                      hüyegün                “dokuz”

on                           parban                  cuan                      “on”

yüz                         cagun                    ńamā, tañgu         “yüz”

bıñ                         bıñgan                     bıñgan                  “bin”

Akrabalığında hiç şüphe olmayan Hint-Avrupa veya Sami dillerinde müşterek bir kök vardır, ama Altay dillerinde böyle bir kök göremiyoruz. Bu kök birliğini vücudun uzuvlarında, sayılarda, gel- git- al- gör- gibi bedenin hareket ve faaliyetlerini ifade eden kelimelerde bulamıyoruz. Benzerliklerin akrabalık ispatına yetmediği aşikârdır.

Morfoloji bakımından Altay dillerinde bir çok müşterek ekler vardır, ancak bunların akrabalık ispatına yarayabileceği çok şüphelidir.

Meselâ Moğolca ve Türkçedeki cemi eki -d/-t, fiilden isim yapma eki -n, ve -lga/-akga isimden isim ve sıfat yapma eski -lig/-lik; partisip eki -çi; tamlama eki -un/-ñ; Moğolca Tunguzca müşareket eki -ldu/-ldu, cemi eki -l/-l; komitativ eki -tay/-tay, ablativ eki -ça/-çi; vasıta ve belirtme hâli -di/ci vb.

Bu ekleri üç kategoriye ayırmak mümkündü. (1) bunların bir kısmı tesadüfidir. -n’li ekler bu kabil eklerdir. (2) Bir kısım alınma eklerdir. Meselâ -çı, -lig ekleri Türkçeden diğer Altay ve hatta İran ve Kafkas dillerine geçmiştir. Ayrıca Moğulca -lga eki de Moğul istilâsından sonra Türkçeye geçmiştir. (3) Bazı ekleri altayistler yanlış mukayeselerde kullanmışlardır. Meselâ Moğulca cemi eki diye var olduğu sanılan -l eki Moğulların Gizli Tarihi’nde Çin harfleri ile yazılan metinden istinsah sırasında yanlışlıkla d’nin -l şeklinde kaydedilmesinden doğmuştur. Görüldüğü gibi mele çok titiz bir incelemeye tabi tutulunca Altay dillerinde müşterek ve benzer görünen bir çok ek, bir birliğe değil ayrılığa doğru gidiyor. Altay dillerinin hâl eklerinde de durum böyledir. Doerfer, her üç Altay dilinde yanlış olmayan müşterek üç tane ek tesbit etmiştir. Bunlar lokativ (bulunma) eki -da ile direktiv(yön) ekleri -ra ve -ksi. Bunlardan -ra ve -da  Türkçe ve Moğulcada da var. Diğer ek -ksi ise, moğulca ve Tanguzcada mevcuttur. Her üç Altay dilinde müştereken bulunana hiç bir ek yok. Bu durumu akrabalık konusunda değerlendirmeye tabi tutarsak, her üç Altay dilinin birbirine benzemelerine rağmen gerçekte akrabalıktan ne kadar uzak olduğu anlaşılır.

A. M. Şçerbak’a göre, Türkçe ve Moğulca -ra eklerinin birbirleriyle ilgileri belli değildir; belki de tesadüfidir. Eski Farsçada -rā eki gibi Macarcadaki -ra ekinin de direktiv (yön) hâli için kullanıldığını biliyoruz. Bu gibi tesadüflere bakarak Farsça, Macarca, Türkçe ve Moğolcanın akrabalığından bahsedilemez. Ayrıca -da lokativ eki Yunanca ile Kafkas dillerinden İnguşça, Avarca, Lezgice, Arçince gibi dillerde de bulunur. Hâlbuki bu diller Altay dilleri ile akraba değildir. Bu gibi eklerin sayısını çoğaltmak mümkündür.

Buraya kadar kısaca ele aldığımız Altay dillerinin yapısı, söz hazinesi ve ekleri akrabalık tezini ispata yeterli görülmemiştir. Bu dillerde müşterek görünen unsurların ise, Türkçeden alınma olduğu ispatlanmıştır. Akraba olan dillerin bazı şartları yerine getirmeleri lüzumludur. Aksi takdirde akrabalık bahsi mevuu olamaz. Akraba diller birbirine uyan sistemler göstermelidirler. Yani A dilinin bir sesi B dilinin bir sesine bağlanabilmelidir. Bu seslerin mutlaka aynı olması gerekmez. Ama aralarında bir sistem olmalıdır. Meselâ Türkçe -z konsonantı Moğulcadaki eski alınma kelimelerde -r’dir. Şu hâlde Moğulca -z’yi kullanmaz, bundan dolyı Türkçe -z yerine Moğolcada -r vardır.

Meselâ:                  Moğulca                   Türkçe

hüker                     öküz       “öküz”

atar                        atız         “işlenmiş tarla”

bora                       boz         “boz, gri”.

Bunun aksi hâller arzeden konsonantlar da mevcuttur. Meselâ Moğulca önseste m- olan kelimeler Türkçe hiç bir kelimeye uymazlar. Bunlar Türkçede ne m- ne b- ve ne de başka bir konsonant ile başlayan kelimelere uyarlar. Bu da bir eksikliğin olduğunu gösterir.

Moğulca                  Türkçe

morö                      “omuz”

mergen                   “avcı”

meke                      “hile”

Şu hâlde Moğulca m__ Türkçe Doerfer’in tesbitine göre Ana Türkçenin önses konsonant sistemi şudur:

*p- (>c-),
*t-,
*k-,
*ç-,
*s-
*b-
*d- (>y-),
*g- (>k-),
*c-?
*(>y-)

Ana Moğulcanın önses sisteminde aynı konsanantlarla birlikte ayrıca şular vardır: *m-, *n-, *ñ-? *ñ-, *y-. Ana Tunguzcanın önses sisteminde Moğulcadaki konsanatlar aynen bulunduğu gibi l-, h-‘da vardır. *l- *h- ile başlayan Tunguzca kelimelere, Türkçe ve Moğulcada uyan kelimeler yoktur. *m-, ñ-, ń-, *y- ile başlayan Moğulca kelimelere uyan karşılaştırmaları da Türkçede bulamayız. Acaba her üç Altay dilinde, yani Türkçe, Moğulca ve Tunguzcada bulunan müşterek kelimelerin önses sistemi nedir? Bu her üç dilin müşterek kelimeleri şöyle bir önses konsonantı gösterirler:

Fakat bu tamamen Türkçenin önses konsonant sistemidir. Bu bir tesadüf olamaz. Bu her iki dilde müşterek olan kelimelerin Türkçeden alınma olmasının tabii bir neticesidir. Aynı şekilde Moğulca ve Tunguzcanın müşterek olan kelimeleri de Moğulcanın önses konsonant sisteminin aynısıdır. Bu da Tunguzcadaki Moğulcadan Tunguzcaya geçtiğini gösterir. Bu müşterek ses sistemi bir akrabalıktan doğmamaış, aksine Türkçeden Moğulcaya, Moğulcadan da Tunguzcaya çok eskiden geçmiş olan kelimelerin arzettiği bir sistemidir.

Altay dillerinde 350 kadar müşterek kelimeden ancak 18 tanesi her üç dilde (Türkçe, Moğolca ve Tunguzcada) mevcuttur. Türkçe ve Moğulcada müşterek kelimeler 180 kadardır ve bunlar önseste m- konsonantı olan kelimelerdir. Moğolca ve Tunguzcada müşterek olan kelimeler 150 kadar olup, bunlar da önseste m- konsonantlı olan kelimelerdir. Türkçe ve Tunguzcada müşterek kelimeler 4’tür. Türkçe, Moğolca ve Tunguzcada müşterek olan kelimeler yukarıda da belirtildiği gibi 18’dir. (önsesye m- konsonantı olan müşterek kelimelerin Türkçeden çok eskiden Moğulcaya, bu dilden de Tunguzcaya geçmiş olduğunu hatırlatalım). Her üç dildeki müşterek 18 kelime %5 lik bir akbalık oranı teşkil eder. Hint-Avrupa dillerinde bu oran % 46’dır.

Diller arasındaki tesir, daima kültür ve siyasî iktidar ve diğer bakımlardan üstün olan mülletlerin dilinden, daha zayıf olan milletlerin diline daha çok olmuştur. Türkler, Moğollardan gerek kültür ve nüfus bakımından, gerek devlet kurma ve idaresi bakımından daima üstün olmuşlardır. Bunun için bugün her iki dilde müşterek görünen kelimeler ve diğer unsurlar çok eski devirlerde belki de Doerfer’in dediği gibi, milâddan bir kaç yüz yıl önce Türkçeden Moğulcaya Moğulcadan da Tunguzcaya geçmiştir. Zira Moğullar da her bakımdan Tunguzlardan üstün durumda idiler. Moğulların kuvvetli bir devlete sahip oldukları XIII.-XIV. asırlarda ise, Moğulca tabiî olarak kuvvet kazanmış ve o sıralarda Moğulcadan Türkçeye bir çok kelime geçmiştir.

Altay dilleri olan Türkçe, Moğulca ve Tunguzca arasındaki müşterek benzerliklerin akrabalıktan ileri geldiğini ispatlamak zordur ve hatta mümkün değildir. Ama bu benzerliklerin yukarıdan beri açıkladığımız şekilde diller arasındaki yakın temas neticesi alınma kelimeler ve unsurlar olduğunu ispat etmek mümkündür. Dil ilminde son yapılan çalışmalar da bunu göstermektedir.

Bibliyografya

 

J. Von Strahlenberg (1730), Das Nord-und Östliche Theil von Europa und Asia, Stokholm.

J. P. Abel Rémusat (1820), Recherches sur les langues tartares,Paris.

W. Schott (1836), Versuch über die tatarischen Sprachen, Berlin.

W. Schott (1849), Über das Altaische oder Finnisch-Tatarische Sprachgeschlecht, Berlin.

W. Schott (1859), Altaische studien: I-V [AAWB, 1859, s.587-621; 1861, s. 153-176; 1866; 1869 s. 267-307; 1871 / 2, s. 1-46].

F. Wiedemann (1838), Über die früheren Sitze der tschudischen Völker und ihre Sprachverwandschaft mit den Völkern Mittelhochasiens, Helsinki.

M. A. Castrén (1850), De affixis personalibus linguarum altaicarum, Helsingforsiae.

M. A. Castrén (1862), Kleinere Schriften, Petersburg.

A. Boller (1856), Die Wurzelsuffixe in den ural-altaischen Spracehn, SWAW 22, Berlin, s. 91-180.

B. Munkácsi (1884), Az altaji nyelvek szàmképzése (=The Formations of Number in the Altaic Languages), Budenz-Album, Budapeşte, s. 234-314.

H. Winkler (1884), Uralaltaische Völker und Sprachen, Berlin.

H. Winkler (1885), Das Uralaltaische und seine Gruppen, Berlin,

H. Winkler (1921), Die altaische Völker und Sprachenwelt, Berlin.

J. Grunzel (1895), Enlwurf einer vergleichenden Grammatik der altaischen Sprachen, Leipzig.

Fr. Müller (1895), Das Personalpronomen in den altaischen Sprachen, SWAW 134 / 1, Berlin.

W. Bang (1890), Uralaltaische Forchungen, Einzelbeitrāge zur allgemeinen vergleichenden Sprachwissenschaft, Heft 10 (Leipzig, 1890), X, 44.

W. Bang (1891), Etudes ouralo-altaiques Muséon 4, Louvain, s. 1-15;

W. Bang (1895), Zum auslautenden N im Altaischen, To’ung-Pao, 6, Leiden, s. 216-221;

W. Bang (1895), Zur vergleichenden Grammatik der altaischen sprachen 1. Zum Genitiv-Affix, 2. Zum Lokativ-Affix. WZKM 9, Wien, s. 267-276;

W. Bang (1924),  Türkische Lehgut im Manchurischen, UJb. 4, Leipzig, s. 15-19.

O. Donner (1901), Die Uralaltaischen Sprachen, FUF, Helsingfors, I, 128-146;

B. Laufer (1912), Zur Entstehung des Genitivs der altaischen Sprachen, KSz 13, Budapeşte, s. 549-576;

B. Laufer (1912), Die Bulgarisch-Türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache (MSFOu. 39), Helsingfors.

Gy. Németh (1912), Die Türkisch-Mongolische Hypothese, ZDMG 66, Leipzig, s. 549-576.

Gy. Németh (1914), A Török-Mongol nyelvviszonyhoz [=Türk-Moğul dil münasebetleri üzerine], NyK 43, Budapeşte, s. 126-142;

Gy. Németh (1928), Az Uráli és török nyelvek ösi kapcsolata [= Ural ve Türk dilleri arasında en eski bağlar], NyK 47, Budapeşte, s. 62-84;

G. J. Ramstedt (1903), Über die Kanjugation des Khalkha-Mongolischen (MSFOu 19), Helsingfors,.

G. J. Ramstedt (1904), Über Mongolische Pronomine (J S F O u 23 : 3), Helsingfors.

G. J. Ramstedt (1912), Zur Verbstammbildungslehre der mongolisch-türkischen Sprachen (J S F O u 28 : 3), Helsingfors.

G. J. Ramstedt (1922), Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen, Helsinki.

G. J. Ramstedt (1924), Die Verneinung in den altaischen Sprachen (MSFO u 52 Helsingfors, s. 196-215;

G. J. Ramstedt (1924), A. Comparison of the Altaic Languages with Japanese, Helsinki.

G. J. Ramstedt (1916-1920), Ein Anlautender stimmloser Labial in der mongolisch türkischen Urprache (J S F O u 32), Helsingfors.

G. J. Ramstedt (1939), A Korean Grammar, Helsinki.

G. J. Ramstedt (1949), Studies in Korean Etymology (M SFO u 95), Helsinki, s. 292.

G. J. Ramstedt (1946-1949), The relation of the Altaic Languages to other language groups (J S F O u 53), Helsingfors.

G. J. Ramstedt (1945), Das deverbale Nomen auf -i in den altaischen Sprachen (S t O II, 6), Helsinki, s.8;

G. J. Ramstedt (1950), Das deverbale Nomen auf -m in den altaischen Sprachen (MSFOu 98), Helsingfors, s. 255-264;

G. J. Ramstedt (1951), Kleine altaistische Beitrāge (J S FO u 55 : 2), Helsingfors, s. 31-39.

G. J. Ramstedt (1951), Über die Kasusformen des Objekts im Tungusishen (J S F O u 55), 2, Helsingfors, s. 83-86.

G. J. Ramstedt (1951), Über die Struktur der altaischen Sprachen (JSFO u 55: 2), Helsingfors, s. 87-97.

G. J. Ramstedt (1951), Über Stāmme und Endungen in den altaischen Sprachen (J S F O u, 55 : 2), Helsingfors, s. 98-105.

G. J. Ramstedt (1951), Einfuhrung in die altaische Sprachwissenschaft, I, Lautlehre, II, Formenlehre, III, Register (Helsinki, 1957, 1952, 1966).

N. Poppe (1923-1927), Die Nominalstammbildungssuffixe im Mon-

455. sayfa

golischen. K S z 20, Budapeşte, s. 89-125.

N. Poppe (1927), Altaisch und Urtükisch, UJb6, Leipzig, s. 94-121;

N. Poppe (1952), Plural Suffixes in the Altaic languages, UAJb 24, Wiesbaden, s. 65-83;

N. Poppe (1953), Studies on Altaic and Uralic plural suffixes, FUF 31 (Helsingfors, 1953), s. 26-31.

N. Poppe (1954), Grammar of Written Mongolian (Wiesbaden, 1954).

N. Poppe (1955), Introduction to Mongolian Comparative Studies, MSFOu 110, Helsingfors.

N. Poppe (1955), The Turkic Loan-words in Middle-Mongolian, (C A J 1, Wiesbaden, 1955), s. 36-42;

N. Poppe (1958), Einige Laulgesetze und ihre Bedeutung zur Frage der Mongolisch-Türkischen Sprachbeziehungen, UAJb 30, Wiesbaden, s. 93-97,

N. Poppe (1960), Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen, Teil I Vergleichende Lautlehre, Wiesbaden, s. 188;

N. Poppe (1965), Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden, s. 212;

S. M. Shirokogoroff (1931), Ethnological and Linguistical Aspects of the Ural-Altaic Hypothesis, Tsing Hua Journal VI, Peiping, s. 198.

W. Kotwicz (1929-1930, 1936), Contributions aux études altaīques, I-V, A-B-RO 7 (Warşova, 1929-1930), s. 130-234; 12 (1936), s. 122-142;

W. Kotwicz (1932, 1953), Collectanea Orientalia, Wilno, (1932), 16 (1953), s. 327-368;

W. Kotwicz (1936), Les Pronoms dans les langues altaīques, Mémories de la Commission orientaliste 24 (Krakow, 1936).

W. Kotwicz (1950), Studia nad jezykami altaiskimi, uydal Marian Lewicki, RO 16 (Varşova, 1950), s. 1-138 (bunun Rusçası); ayn. mll., İssledovaniya po altayskım yazıkam. (Moskova, 1962);

V. Ja. Vladimirtsov (1925), Sledı grammatiçeskogo roda v Mongol’skom yazıke, D A N-B, Leningrad, s. 31-34;

V. Ja. Vladimirtsov (1929), Sravnital’naya grammatika Mongol’skogo pis’mennogo yazıka i halhaskogo nareçiya. Vvedeniye i fonetika (Leningrad.

H. Pedersen, Türkische Lautgesetze, Z D M G 57 (Leipzig, 1903), s. 535-561;

H. Pedersen, Zur Frage nach der Urverwandschaft des Indoeuropāischen mit dem Ugraofinnischen, M S F O u 67 (Helsingfors, 1933), s. 308-325;

K. Grönbech (1936), Der türkische Sprachbau. I, Kobenhavn,

K. Grönbech - J. R. Krueger (1955), An Introduction to Classical Mongolion, Wiesbaden.

M. Lewitski (1938), Przyrıstki przystówkóe -ra ~rä, -u ~rü, -rï ~ -ri w Jezykach altayskich. Collectanea Orientalia 15, Wilno.

M. Lewitski (1949), Turcica et Mongolica, R O 15, Varşova, s. 239-267;

O. Pritsak (1952), Stammasnamen und Titulaturen der altaischen Völker, U A J b, 24 (Wiesbaden, s. 49-104;

O. Pritsak (1955), Die Oberstufenzāhlung im Tungusischen und Jakutischen, Z D M G 105 (Wiesbaden, 1955), s. 184-191;

O. Pritsak (1957), Tschuwaschische Pluralsuffixe, Studia Altaica, Wiesbaden, s. 137-155;

M. Rāsānen (1949), Materialen zur Lautgeschichte der türkischen Sprachen, STOF 15, Helsinki, s. 249.

M. Rāsānen (1957), Materialien Zur Morphologie der türkischen Sprachen, STOF 21, Helsinki.

M. Rāsānen (1953), Uralaltaische Forschungen I, Die Uralaltaische Urheimat im Lichte der Wortforschung und der Archāologie, UAJb 25, Wiesbaden, s. 19-27;

Bj. Collinder (1948), Über das Problem der Verwandschaft der Uralaltaischen Sprachen, Uppsala Univ. Arsskrift, s. 13.

Bj. Collinder (1960), Comparative Grammar of the Uralic Languages, Uppsala.

Yorumlar (1)
H. Tomdaşlık 4 yıl önce
Bu Nuri Yüce'nin yazısı mıydı?