Türkçenin Anlatım Gücü Üzerine Değerlendirmeler - PROF. DR. HAMZA ZÜLFİKAR
Bir ülkenin geri kalmışlığının sebepleri üzerinde birtakım düşünceler
ileri sürülürken konuşulan ve yazılan dilin durumu bu sebepler arasına
girmez. Konu daha çok ülkedeki eğitim ve iktisadi durum üzerinde
yoğunlaşır. Yabancı bilim ve sanat terimlerinin dildeki sıklığı bir sebep
olarak gösterilmez, bunların bilgi alışverişini engellemesi üzerinde durulmaz.
Dildeki yabancı kelimelerin anlamını öğrenmek için kişinin sarf ettiği çaba dü-
şünülmez. Hiçbir çağrışımı olmayan, yabancı bir kelimenin anlamını kişi öğ-
rense bile kapsamını algılayamaz, hatta bir süre sonra öğrendiği kelimeyi
unutur. Bazen de öğrendiği yabancı kelimeyi ulu orta başka anlamlarda da kullanır.
Bu duruma kendi yaşadıklarımızla da tanık olmuşuzdur. Eskiden tedai
diyorduk. Şimdi çağrışım diyoruz. Böylece anlam berraklaşmış, öğrenmek ve
öğretmek kolaylaşmıştır.

Bizden öncekilerin çektikleri zorlukları bir an için düşünelim. Onlar gü-
rültü yanında dağdağa,şamata, velvele gibi başka kelimeler de öğrendi. Türkçe gü-
rültü kelimesini bilen ve dayandığı kavramı kolayca algılayan bir Türk, dağdağa,
şamata, velvele kelimelerini öğrenirken kim bilir ne kadar zorlandı.
Tarihî metinlerimizde geçen gözgü kelimesi ana dili Türkçe olan bir kişi
için öğrenilmesi, telaffuzu, çağrışımı kolay bir kelimedir. O, bunun göz, gözetleme,
gözükme ile ilgisini kolayca kurabilmiştir. Ancak ayna kelimesiyle karşı-
laştığında bunun anlamını, kullanımını özel bir çabayla öğrenmiştir. Aslında
aynada da “göz” anlamı var ama bu, ana dili Arapça olanlar için bir anlam
taşır.

Bir zamanların sosyoloji veya felsefe öğrencisi “Nesnelerin gerçeğine değil,
bireyin düşünce ve duygularına dayanan” anlamına gelen enfüsi ve gene “Nesneye
ilişkin bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan” anlamında afaki kelimelerini
öğrenirken kim bilir ne kadar zorluk çekmiştir. İlki subjektif ikincisi objektif
karşılığı Osmanlı aydınının bunlara bakarak türettiği kelimelerdi. Cumhuriyet
döneminde bunlardan ilki öznel, ikincisi nesnel kelimeleriyle karşılandı.

Umarım günümüz sosyoloji ve felsefe öğrencisi nesnel ve öznel kelimelerinin anlamını
kavramıştır. Söz konusu iki kavrama verilen bu adları aynı kuşaktaki insanlar
bilmek zorunda kalmıştır. Bugün ise görebildiğim kadarıyla subjektif ve
objektif daha öne çıkmıştır.

Cumhuriyet dönemine gelinceye kadar atalarımızın yabancı kelimelere
olan düşkünlüğünü göz önüne aldığımızda geri kalmışlığın, uğranılan felaketlerin
sebeplerinden birinin de dil olduğunu söyleyebiliriz. Son yüzyılda trenden
otomobile, teknik araç ve gereçlerden, satın alınan silahlara topluca
baktığımızda değişen bir durum olmamış, bu kez de Batıdan gelenlerle dil yeniden
yabancılaşmaya başlamıştır. Bu gösteriyor ki eski huyumuzdan vazgeç-
memişiz.

Bir yandan da dilin özbeöz Türkçe olan kelimelerini tarihe gömmüşüz. Bu
durumun farkında olduğumuzu da bize konuyu anlatan müstehase terim hatırlatmaktadır.
Konu eski dil bilgisi kitaplarında “ölü, fosilleşmiş kelime” anlamında
müstehase diye adlandırılır. Divanü Lugati’t-Türk’ten bu yana Türkçe
kelimeleri bir bir terk etmiş, çeşitli milletlerin kullandıkları kelime ve terimleri
hazırda bulup dilimize katmışız.

Türkçenin tanınmasına, kendi imkânlarından yararlanarak çeşitli kavramları
karşılamasına ancak Cumhuriyet Döneminde başlanabilmiştir. Cumhuriyet
Döneminde başlatılan, 1932-1939 yılları arasında süren Türkçeleştirme
atılımı kısa sürmüştür. Ardından bu kez Batı dillerinden gelen kelimeler dile doluşmaya
başlamıştır. Türkçe karşılıklar bile giderek Batı dillerinin kelimeleriyle
ifade edilmiştir. Bugünlerden düzenleme örneğini verelim: Düzenleme kelimesi
son yıllarda yerini organizasyon’a bıraktı. Devlet adamından memura, gazeteciden
işçisine herkes organizasyon demeye başladı.

Bu durumun farkında olan Türk Dil Kurumu yıllardır Doğu, Batı demeden
her yabancı kelimeye bir Türkçe karşılık önerir. Çeşitli yayınlar yapar. Yabancı
Sözlere Karşılıklar Kılavuzu (2008) bunlardan biridir. Son yıllarda duyulmaya baş-
lanan ajitasyon için önerilen kışkırtma teriminin gereken ilgiyi toplamasını beklerken
aynı kökten ajite etmek, ajitasyon çalışması gibi kullanımlar doğdu ve
yayılmaya başladı.

Yabancı, Türkçe derken kelimelerin kullanım yerleri karıştı. Yabancı kö-
kenli devre için dönem önerilmiştir. Ancak bu kez safha, dönem, devre, merhale kelimeleri
birbirinin yerine kullanılmaya başlandı. Safha’nın karşılığının evre’dir.
Evre, merhale yerine de kullanıldı. Oysa merhale’nin karşılığı aşama’dır. safha,
dönem, devre, aşama, merhale kelimelerinin nerelerde kullanılacağını, hangisi hangisinin karşılığı olduğunu okullarda öğretemedik. Bunların öğretilmesi için özel
bir saat ayırmak mümkün olmadı. Bu ihtiyaca dikkat çekmek için bu sayıdan
itibaren ele alacağım yazıların sonunda eşleştirme yöntemiyle birkaç yabancı
kelimenin Türkçe karşılığını vermeye çalışacağım. Amacım bu karşılıkları gündeme
getirmek, okuyucuları Türkçe kelimelere yönlendirmektir.

Arapça kökenli istinaf kelimesi uzun zaman haberlerde yer aldı. Bu adla
kurulması düşünülen mahkemeler söz konusu olduğunda eski istinaf sözü gündeme
geldi. Bu eski adın çağımızda bir Türkçe kelimeyle karşılanması kimsenin
aklına gelmiyor. Çok geçmeden bunun sıfatı (istinafî) ve zarfı (istinafen) da
kanunların dilinde yerini alacaktır. Çünkü geçmişte bu tür kelimelerin kanun,
kanunî, kanunen örneğinde olduğu gibi üçü birden dile girmiştir.

Dilimizde yabancı kelimeler artarken bir yandan da sözlüklere girebilecek
faturayı birine kesmek, yumuşak karın, ıslak imza gibi yeni sözler de ortaya çıktı.
Bunların arasında ulu orta şans kelimesiyle kullanılan vereme yakalanma şansı
gibi saçma sözler de var. Ama bunların hiçbiri Türkçenin bağrından çıkıp gelmiş
olan soluğu (bir yerde) almak gibi araya her türlü kelimenin girebileceği anlamlı,
sanatlı deyimler değil. Gözü (birini) bir yerden ısırmak bir başka örnektir.
Bunları başka bir dile çevirmek için uzun açıklamalar yapmak gerekir.
İki artı bir veya üç artı bir sıfatken ad gibi kullanılmaya başlandı. Bunlar
Türkçeye kazandırılmış yeni örneklerdir. İki artı bir veya üç artı bir ile iki oda bir
salon, üç oda bir salon kastediliyor. Salon neyse de antre’ye artık giriş demeliyiz.
Yeni yeni kurulmakta olan toplu yerleşim yerlerine verilen adlara bakınız,
Türkçe bir ad bulamazsınız. Örnek vermek istemiyorum. Bu adların çoğunun
ne demek olduğunu da kimse bilmiyor. Ankara adının beş altı farklı biçimi var.

Çoğu da iş yerlerinin adlarıdır.
Dilde “eskimiş olmadan dolayı dağılmaya yüz tutmak” anlamında kağşamak
gibi nice fiil kullanılmaya kullanılmaya, kökünden türetmeler yapılmaya
yapılmaya tarihe karıştı. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Refik Halit Karay, eserlerinde
bu kelimeyi kullanıyordu.
Öte yandan halk ağzındaki hafif karşılığı yüngül kelimesini yazı diline mal
edemedik.
Yetenek yarışması diye televizyonda sunulan gösterilerde bir başarıdan
duyulan hayretin seçiciler tarafından vooo diye karşılanması, dildeki yabancı-
laşmayı gösteren bir başka boyuttur. İlginçtir kişinin başarısı Herif süper! diye
anlatılıyor.

Birkaç ünsüzün kelime başında yığıldığı antrparantez kelimesini uzun zamandır
duymaz olmuştuk. Sağ olsunlar, onu da yeniden gündeme getirdiler.
Demek antre’den de parantez’den de bu gidişle kurtulmak mümkün olmayacak.
Parantez noktalama işaretleri içinde ayraç ile karşılanmıştır. İki çeşidi bulunan
Türkçe yay ayraç, köşeli ayraç artık yaygınlaşmalıdır. Daha pek çok
olumsuz örnek üzerinde durmak mümkündür.

Meslektaşlarımızın bütün bu olumsuz gidişi görmeyip, ortaya çıkan tabloya
dikkat etmeyerek Türkçenin gücünden söz etmelerine hayret ediyorum.
Sık sık dile getirilen Türkçenin gücü sözüyle Türkçenin her türlü kavramı kar-
şılayacak düzeyde olduğu anlatılmaya çalışılır. Bu söz bize güven verir, ruhumuzu
okşar. Türkçenin gücü, bazı bilim adamlarının makalesinin başlığında,
kitabının adında da yer almıştır. Bütün bu yayınları okumuş, bu adla yapılmış
konuşmaları dinlemiş bir kişi olarak aşılanmaya çalışılan bu güvende acaba ne
kadar gerçekçiyiz? Böyle güven verici sözlerle Türkçeyi güçlü kılabiliyor
muyuz? Bu güçten yararlanabiliyor muyuz? Bakıyorum bu gücü dile getirenler,
Türkçenin içine sürüklendiği yabancılaşmadan söz etmiyor. Osmanlı Türk-
çesinden kalan kelimelere karşı gösterdikleri duyarlığı, Batı dillerinden gelen
kelimelere göstermiyor. Türkçenin gücünü ortaya koyup birtakım türetmeler
yoluna gitmeye kimse yanaşmıyor. Türetilenlere dudak bükülüyor. Flaş disk
için türetilen bilgitaşır kelimesini kullanan bir Allah’ın kulu yok. İleti kadar anlamlı
bir kelimeye karşılık kullanımda olan kelime mesaj. Böyle bir ortamda aydınlarımıza
bakıyorum. Batı dillerinden gelen kelimeler uluslararası diye
savunuluyor, modernleşmenin, çağdaşlaşmanın, küreselleşmenin gereği olarak
gösteriliyor. Bu aydınlarla Türkçenin gücü, Türkçenin cevheri açığa çıkarılabilir mi?

Önce Türkçenin gücünün nerede olduğunu bilmemiz gerekir. Hemen belirtelim
ki Türkçe gücünü eklerinden ve köklerinden alır. Türkçenin ekleri ve
kökleri yeterince işletilebilmiş midir? 200 civarındaki ekin acaba kaçı türetmede
kullanılmış? Bu konuda bir araştırma yok ki. En çok işletilen -ım, -lık, -ıt, -gu
gibi birkaçı dışında birçoğunu kullanmamışız. Bazılarını tarihin derinliklerine
terk etmişiz. Bazıları da halk ağzında kalmış eklerdir. Birçok eki işletmeye sokamamışız.
Bütün bunları araştırmadan Türkçenin gücünden söz etmek zordur.
Mademki Türkçe bu kadar güçlüdür neden Batı dillerinden gelen kavramları
bu güçlü dille karşılayamıyoruz da yabancı kelime ve terimleri olduğu gibi dile
mal ediyoruz? Dilin bir günahı yok, ihmal aydınlarımızda, onların her şeyi hazırlop
bulma eğilimindedir. Biraz gerçekçi olmamız gerekir. Neden üniversiteler birbiri ardınca yabancı bir dille eğitim yapmaya yöneliyor; bu güçlü dille
eğitim, öğretim yapamıyoruz?

Bunun sebeplerini yabancı dil eğitiminden yana
olanlarla tartıştık mı? Tartışamayız çünkü onlar güçlüdür ve söz sahibidir.
Tıp alanında ismi sayılır kimselerle birlikte çalışıyorum. Hukukçularla
zaman zaman bir araya geliyoruz. Hukuk Fakültesinde Türk Dili derslerine giriyorum.
Yabancı dille eğitim yapan üniversitelerin yetkililerine yabancı dille
eğitimin ne derece başarılı olduğunu, güçlü dil diye tanımladığımız dilin kelimeleriyle
neden eğitim yapmadıklarını soruyorum. “İngilizcenin bir dünya dili
olduğu” yolunda aldığım yanıtlar ürkütücüdür. Öğrendiğime göre üniversite
çevrelerinde, doçentlik sınavlarında aranan yabancı dilin yalnızca İngilizce olması
isteniyormuş. öteki yabancı diller sınavlarda geçerli olmayacakmış.
Artık kanunların ve yönetmeliklerin diline de Batı kökenli kelimeler girmeye
başladı. Küreselleşmekten, uluslararası terimlerden söz ediliyor. Umarım
bir meslektaşımız kurumların adına giren yeni yabancı kelimeleri toplar,
kanun ve yönetmelikleri tarayarak bunlara giren yabancı kelimeleri bir makale
hâline getirir.

Söz konusu edilen yabancılaşma karşısında bilim adamalarının, devlet yetkililerinin
gösterdikleri tepkiye susmak zorunda kalıyoruz. Kendini küreselleşmeye,
uluslararası terimlere adayan büyük bir aydın kesimle karşı
karşıyayız. Bu gerçeğe rağmen hemen her fırsatta Türkçenin gücünden bahsetmemiz,
kendimizi teselli etmekten öteye gitmiyor. Kendimizi tatmin etmekten
vazgeçip gerçekleri görmek, soruna eğilmek zorundayız. Türkçenin
imkânlarını ortaya koyup bu imkânlarla yabancı kelime ve terimlere karşılıklar
bulmak, bunları topluma mal etmenin yollarını aramak zorundayız. Bunu
gerçekleştirebiliyorsak ve bu yolda art arda başarılara imza atıyorsak işte o
zaman Türkçenin gücünden bahsedebiliriz. Evet, Türkçe güçlü bir dildir. Bu,
inkâr edilemez. Gücü var ama işletilmeyen bir güç, fizik terimiyle gizil (potansiyel)
güç.

Dilciler, aydınlar, çeşitli dallara mensup bilim adamları, kurumlar olarak
Türkçeye gereken ilgi gösterilmiyor. Kimyada etkimek diye vaktiyle bir fiil ortaya
atılmıştı. Kimse yapısına dikkat etmedi. Etki, yardımcı birfiil olan etmek fiilinden
-ki ekiyle yapılmış bir isimdir. “Tesir” karşılığı önerilmiştir. Bir ad olan
etki biçiminin fiil olarak etkimek diye kullanılması dil bilgisi kuralları bakımından
uygun değildir. Biz dilciler artık bir araya gelip yapıca kurallı, anlamca
doğru yeni türetmeler yapıp özellikle yabancı terim akımının önüne geçmeliyiz.

Bir taraftan da günümüzde yazı dili, resmî dil kavramı unutuluyor. Yazı
dili, resmî dil terimlerinin kavramı, anlamı, kapsamı, gerekliliği dile getirilmez
oldu. Kanunlardaki yeri tartışılmaya başlandı. Cumhuriyetin neresindeydik
nereye geldik.
Kelimelerin telaffuzuna gelince bu aşamada da büyük ihmalimiz var. Hatırı
sayılır, eğitimli kişiler “Burada ne oturuyonuz?” diye soruyor. Halk ağzı
resmî dile giriyor. Eskiden gaz her yerde ulu orta kullanılmazdı. Hatta gaz kelimesini
kullanmadan önce “Affedersiniz” denirdi. Şimdi gaza gelmek, gaz vermek
her ortamda kullanılmaya başladı.
Bugün dilde porgram, proram, poram, porgram, porgıram gibi kaç çeşit “izlence”
karşılığı program var. Uzun heceleri kısa söylemek ayrı bir sorun. Böyle
bir ortama sürüklenen Türk dilinin gücü ne zaman galip gelecek?
Övünmeyi bırakıp gerçekleri görelim. Türkçenin gücünden söz ederken
bu gücü nasıl ortaya çıkaracağımızı ve bu güçten yararlanarak Türkçeyi yabancı
dillerin etkisinden nasıl kurtaracağımızı düşünelim. Bu zor görev, bir kurumun,
birkaç aydının kısa sürede yapacağı bir iş değildir. Bu, bilim adamının,
öğretmenin, yazarın ve basının iş birliğiyle gerçekleşir; bu iş toplumun bilinç-
lendirilmesiyle olur.

Geçmişten küçük bir kesit alalım:
Osmanlıca kelime ve terimlerin Türkçeleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde
Atatürk Reşat Nuri Güntekin’e Fransızların ünlü sözlüğü Larousse’u Türkçeye
çevirme görevi veriyor. Buna neden ihtiyaç duyuyor? Gelişmiş bir dildeki
bilim, felsefe ve sanat kavramını tespit etmek ve bunlara Türkçe karşılıklar
bulmak. Böylece Fransızca bilen tanınmış bir yazar, söz varlığı açısından güçlü
Larousse sözlüğünü Türkçeye çevirebilirse birçok yeni Türkçe kelime ve terimin
dile kazandırılacağı düşünülmüş. R. N. Güntekin böyle bir eseri Atatürk’ün
sağlığında çevirememiş. Onun İsmail Hami Danışmend, Ali Süha
Delilbaşı ve Nurullah Ataç ile birlikte 3 cilt olarak 1935 yılında yayımladıkları
Fransızca - Türkçe Resimli Büyük Lugat, adlı eserini biliyoruz. Bu çalışma o yıllarda
ciddi bir biçimde yapılabilseydi Türkçenin ekleri ve kökleri daha çok iş-
letilecek ve Türkçenin gücü ortaya çıkacaktı.

Tepemizdeki saç, sakalımızdaki kıldan ayağımızdaki tırnağa kadar iç ve
dış organlarımızın adları Türkçedir. Mide yabancıdır. Türkçe karşılığı kursak’tır.
Kalp yabancıdır. Karşılığı yürek’tir. Kaburga yabancıdır. Türkçesi eğe’dir. İç ve
dış organlarının tamamı Türkçe olan böyle bir dilin eğitiminde, öğretiminde
kullanılan terimler ise yabancıdır. Akut yerine ivegen, faktör yerine etken, uterus
yerine döl yatağı gibi yapısı kurallı kelimeleri bile kabul ettiremedik. Bölümün
adı gastroentroloji’dir. Türkçenin imkânlarını göz ardı edip yabancı kelimelerle
bu dili anlatım bakımından güçlü kılmaya, çağdaş yapmaya çalışıyoruz.
Olumsuz gelişmeleri neden görmüyoruz? Böyle bir durumda Türkçenin gü-
cünden, etkinliğinden söz edilebilir mi?
Dilciler, aydınlar, çeşitli dallara mensup bilim adamları, kurumlar olarak
Türkçeye gereken ilgi gösterilmiyor. Dilcilerin büyük bir bölümü dilin tarihî
yanıyla ilgileniyor, güncel sorunlara ilgi göstermiyorlar. Devlet adamları Türk-
çeyi bir kenara bırakmıştır. Bu huyumuz yüzyıllar boyunca hep böyle sürüp
gelmiş. Ali Şir Nevai’nin uyarısı, Karamanoğlu Mehmed Bey’in isyanı, Beylikler
Dönemi Türkçeye dönüş hareketleri bir süre sonra önemini kaybetmiş.
Dile 1926 yılına kadar kimse ilgi göstermemiş, Türkçe eklerle, Türkçe köklerden
bir kelime yapmak kimsenin aklına gelmemiş. Arapça ve Farsçanın imkânlarından
yararlanılarak yeni kavramlara ad koymuşlardır. Ömer
Seyfettin’in 1900’lü yılların başında başlattığı sadeleşme akımında da Türkçe
köklerden Türkçe eklerden yararlanılmamıştır. Son olarak Ziya Gökalp’ın
Türkçülüğün Esasları adlı eserini yazdıktan sonra uyanış başlamıştır. En parlak
dönemini Atatürk’ün sağlığında yaşamış olan Türkçe, daha sonraki yıllarda

Osmanlıcadan kurtulayım derken Batı dillerinin etkisine girmiş, bu süreçte
Türk aydınları imkân mı olanak mı kavgasına takılmıştır.
Bu genel değerlendirmeden sonra sözlüklerimizin düzenlenmesine geçebilirim.
Sözlüklerden eğitim ve öğretim amacıyla yararlanırız. Sözlük kullanmak
dilimizi tanımaya, onu bilinçli kullanmaya götürür. Gerçekten sözlük
kullanmak alışkanlığı var mı? Bu konuda bir anket yapılmış mı? Yabancı dil
sözlüklerine bakılır, Türkçe sözlüğe bakılmaz hâkim kanaat budur. Toplumumuzda
maalesef böyle bir tutum var.

Oysa kelimelerin anlamlarını öğrenmek yanında Türkçe Sözlük bizi yabancı
bir kelimenin Türkçe karşılığına götürür. Format kelimesini kullanmak istemeyen
biri sözlüğe baktığında karşısında biçim kelimesini bulur. Bu
durumda format yerine biçimi kullanacaktır. Arapça kökenli kıstas ya da Batı
kökenli kriter kelimelerini sözlükte arayan, karşısında ölçüt kelimesini bulacak
ve Türkçe karşısında bilinçli ise yazılarında, konuşmalarında ölçüt’ü tercih edecektir.
Proses’i dilinden düşürmeyenler acaba merak edip de bunun Türkçesinin
ne olduğunu Türkçe Sözlük’e bakarak araştırır mı? Dilimize yeni
kazandırılmış süreç yapıca kurallı bir kelimedir ama periyot giderek onun yerini
almaya başladı. Kütüphanecilik alanında uzmanlaşmış kişi süreli kelimesinden
çok periyodik kelimesini tercih ediyor.
Eski adı lügat veya kamus olan bu kavram, Cumhuriyet Döneminde ağaç-
lık, odunluk, şekerlik örneklerine benzetilerek içinde ağaç, odun, şeker bulunduran
nesne örneklerinde olduğu gibi söz kelimesine -lük addan ad yapma eki
getirilerek sözlük (dictionary) terimi türetilmiştir. Buna bir zamanlar diksiyoner
diyenlerin bulunduğunun tanığıyım.

Türk Dil Kurumunun 1945 yılında yayımladığı ilk sözlüğünün adı Türkçe
Sözlük’tür. Bu örnekten hareket edilerek daha sonra yayımlanan öteki sözlükler
lügat veya kamus değil, bu kavramı sözlük adıyla adlandırdılar.
Sözlük düzenleme işi lügat, kamus, sözlük adı altında Türklerin tarih boyu
uğraştıkları bilim alanlarından biridir. Tarihî sözlükler içinde Farsçadan, Arap-
çadan çeviri yoluyla hazırlanmış olanlar çoğunluktadır. Telif niteliğindeki sözlükleri
özelikle l900’lü yıllarda görüyoruz. Mehmet Bahaettin Tovan’ın Yeni
Türkçe Lügat bunlardan biridir (Yeni harfli yayımı Abdülkadir Hayber, TDK
2004).

Türkçe güçlü bir dildir demekle dili güçlendiremeyiz. Dilin imkânlarını
devreye sokmak zorundayız. “Türkçe bir bilim dili midir?” diye daha çok tartışır,
makaleler, kitaplar yazar, oturumlar düzenleriz.
Gelecekteki bilim adamlarına, devlet adamlarına sesleniyorum. Öğretmeni,
okutmanı, bilim adamını, sanatçıyı Türkçe terim kullanmada bilinçlendirmediğimiz,
ana dili sevgisi kazandıramadığımız sürece bilim ve sanat
dilinin Türkçe olarak yapılmasını sağlayamayız.

Yorumlar (0)