Türkler Göçebe Değildir-Arif Cengiz Erman

Türkler Göçebe Değildir


Arif Cengiz Erman


Türk tarihiyle ilgilenen yabancı tarihçilerin çoğu Türkleri göçebe bir halk olarak tanımlamışlar ve Türk tarihçiler de genellikle bu iddiayı kabul etmişlerdir. Öncelikle göçebelik kavramı hakkında belirgin bir tanım yapmak gerekir. Göçebelik, yeri yurdu olmayan; çadırları ve hayvanlarıyla sürekli göçebe olarak dolaşan kitlelerin yaşam biçimidir. Bu tür göçebeliğe artık günümüzde az da olsa rastlabilmektedir. Örneğin bedevilik, bu tür bir yaşam biçimidir. Oysa Türkler tarihin çok eski çağlarından beri yerleşik bir şehir yaşamı yaratmışlardır. Hatta Türkler, yerleşik şehir yaşamına ilk olarak geçen halktır. MÖ 3. yüzyılda Türklerin üzengiyi bulmalarından sonra ise, şehir yaşamı dışında hayvancılıkla ve özellikle de at yetiştiriciliğiyle geçinen kitleler arasında yaylak-kışlak arası bir yaşam biçimi ortaya çıkmıştır. Bu yaşam biçimi göçebelik değildir. Kaldı ki bu yaşam biçimi, hiç bir zaman Türk kitlelerinin genel bir yaşam biçimi olmamıştır. Tam tersine, tarih sahnesine göçebe olarak çıkan halklar Sinitik, Semitik ve “Hint-Avrupalı” halklardır ve bu halklar, yerleşik şehir yaşamını ve kendilerininkinden daha ileri bir uygarlığı Türklerden öğrenmişlerdir.

Türk tarihinin çok geç dönemlerinde, şehir yaşamı dışında ağırlıkla hayvancılık yaparak geçinen kesimlerin, yaylak-kışlak arasında bir yaşam biçimini; yani kışın kışlaklarda (kışlık, yani köy) yaşayıp, yazın da yaylaklara (yaylık, yani yazlık) göçmek gibi bir davranışı benimsemelerine yol açmıştır (Türk dillerinin çoğunda köy sözünün karşılığı kışlak, yaz mevsiminin karşılığı da yaydır). Bu yaşam biçimi, yeri yurdu olmayan, çadırları ve hayvanlarıyla sürekli göçebe olarak dolaşan kitlelerin yaşam biçimi değildir. Böyle bir göçebelik ılıman iklimlerde mümkündür ve hala buralarda bu tür bir göçebe yaşam devam etmektedir. Zaten Orta Asya'nın iklim koşulları da buna izin vermez. Çünkü bu bölgenin iklimi çok serttir. Bazı bölgelerde ısı yazın 50 dereceye yaklaşır ve kışın da eksi 20-30 derecelere, hatta bazen 40-50 derecelere kadar düşer. Üç-beş hayvan değil, yüzlerce hatta binlerce hayvan besleyen kitlelerin, kışları köylerde oturmaları bir zorunluluktur. Kışın sert soğuklarında atı, koyunu, deveyi açık havada yaşatabilmek olanaksızdır.

Ayrıca bu hayvan besicisi kitleler aynı zamanda büyük çaplı tarımla da uğraşmış olan tarımcı bir halktır. Bu kitleler baharda çok geniş alanlara ekin dikip, başlarına bu ekinleri bakması ve sulaması için insan bıraktıktan sonra yaylaklara göçmekte, döndüklerinde de bu ekinleri biçmekteydirler (1). Bunun dışında, “göçebe” oldukları iddia edilen bu kitleler madencilik ve dokumacılıkla da uğraşmışlardır. Örneğin demircilik ve halıcılık bu kitlelerin en önemli uğraşılarından biri olmuştur. Bu yaşam tarzı 20. yüzyılın başlarına dek Orta Asya'nın bazı yerlerinde, örneğin Kırgızistan ve Kazakistan'da devam etmiştir.

MÖ 7000 yıllarında daha sulak alanlara, yani batıda Doğu ve Güney Avrupa, Anadolu ve Ortadoğu'ya ve güneyde Çin ve Hindistan'a göç eden Türklerin göçü ise bir “göçebe göçü” değil, kitlesel bir yer değiştirme olmuştur. Göçenler yalnızca hayvancılık yapan kesimler değil, aynı zamanda tarımla da uğraşan kesimlerdir. Bunun nedeni, sulak alanların kurumasıyla çölleşen yaşam bölgelerinin artık dayanılmaz hale gelmesidir. Dokuz bin yıl önce gerçekleşen bu göç, Türklerin tarihteki ilk ve tek gerçek göçüdür. Bu da, o dönemde Orta Asya'da yaşanmış olan çok büyük bir kuraklığın sonucudur. İç denizlerin tam olarak kuruyarak ortadan kalkmaları bu döneme denk gelmektedir.

İkinci göç dalgası ise, belli alanları ele geçiren boyların, baş eğmeyen diğer boyları buralardan sürmesidir. Özellikle Milattan sonraki yüzyıllarda gerçekleşen bu göçler ise yerel göçlerdir ve fetihlere yöneliktir ya da fetihlerle sonuçlanmıştır. Ancak göçenler şehirliler değil, at besicisi olan ve iktidarı elinde tutan boylardır. Bunlar, kaynakların kısıtlı olduğu bir bölgede gelişen egemenlik savaşlarıdır. Bu savaşlar, Türk boyları arasında yüzyıllarca sürmüştür. Sakalar Kimmerleri, Sarmatlar Sakaları, Hunlar Tagarları, Hunbeyler Hunları, Göktürkler Avarları, Uygurlar Göktürkleri, Kırgızlar Uygurları, Türkmenler Peçenekleri ve daha niceleri nicelerini yerlerinden kovarak ayrı göç dalgaları yaratmışlardır. Tarihlerindeki en büyük ve en kanlı savaşları Türkler kendi aralarında yapmışlardır ve tarihteki Türk devletlerinin çoğu bu savaşlar sonucu yıkılmıştır. Bu açıdan Türk, tarih boyu Türkün en büyük düşmanı olmuştur.

Ayrıca bu ikinci “göç dalgası”, Türk halklarının yalnızca kendi yaşam bölgeleri içinde gerçekleşmiştir. Doğuda Çin'den batıda Doğu ve Güney Avrupa'ya, kuzeyde Sibirya'dan güneyde Hindistan, İran, Mezopotamya ve Anadolu'ya dek yayılan Türklerin bu kendi yaşam bölgeleri, tarihteki ilk ve tek gerçek göçten sonra binlerce yıldan beri oturdukları kendi toprakları, kendi ana yurtlarıdır. Bu topraklardaki Türk olmayan halklar ise, bölgeye çok daha sonra göç etmiş olan halklardır. Bu açıdan anti-Türk tarih yazıcılarının iddialarının tersine, Türkler başka halkları en çok asimile eden değil, başka halklar tarafından en çok asimile edilen bir bir etnik topluluktur. Yüzbinlerce Türk Avrupa'da, Ortadoğu'da, Çin'de ve Hindistan'da binlerce yıl önce gelişmiş uygarlıklar kurdukları halde, Semitik, Sinitik ve Hint-Avrupalı halkların göçleri sonucu nüfuslarının azınlığa düşmeleri nedeniyle bu halklara karışarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Türklerin Gerçek Tarihi/Türk Dili ve Tarihi Üzerine Tezler

Yorumlar (0)