Umudun Anası Arzudur- Doç. Dr. Haluk Berkmen

Umudun Anası Arzudur


Doç. Dr. Haluk Berkmen

Umut sözünde beklenti ve heyecan vardır. Beklemek ise daima gelecekle ilgilidir. Beklenti uzak bir geleceğe, heyecan ise ‘hemen’ ve ‘şimdi’ ile ilgili yakın bir geleceğe işaret eder. Hem uzak hem de yakın bir gelecek ile ilişikli olan umudun kaynağı nedir? Umut duygusunda bencil bir istek bulunur. Egosunun tatmin olmasını isteyen insan umut içindedir. Bu umut duygusunun genelde bir eksiklikten kaynaklandığı söylenir.
Birçok filozof ve psikologa göre umut duygusunun temelinde “arzu” bulunmaktadır. Sigmund Freud (1856 – 1938) ve Fransız filozof Jacques Lacan (1901 – 1981) arzunun eksiklikten kaynaklandığını söylemişlerdir [1]. Bizim “Umut fakirin ekmeğidir” atasözümüz bu eksikliğe işaret eder. Ancak, maddi veya manevi eksiklik duygusu temel olamaz. İnsan bu duyguyu dış dünyayı görüp algıladığında ve kendinde olanlarla dış dünyada bulunanları karşılaştırdığında üretir. Dolayısıyla eksiklikle el ele giden “umut” yapay ve üretilmiş bir duygudur. Bir düşünce ürünü olan umut, asla tam olarak tatmin edilemez zira düşünce soyuttur ve sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir. Umut ettiğimizi elde ettiğimizde soyutu somuta dönüştürmüş olsak da içimizdeki eksiklik duygusunu tam olarak tatmin etmiş olmayız. Düşünceden kaynaklanan eksiklik duygusunu sözle ifade etmek çok zordur. Bu zorluğu şair Orhan Veli Kanık (1914 – 1950) şu şiirinde ifade etmeye çalışmıştır:
Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?
Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum; her şeyi söylemek mümkün.
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Umudun temelini oluşturan arzu duygusunu filozof Baruch Spinoza (1632 – 1677) eksiklik olarak görmez. Ona göre arzu insanın özüdür. İnsan olmak arzu duymak demektir. Eğer, Spinoza’nın dediği gibi arzu insanın özü ise, her türlü umudun ve isteğin de arzudan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Spinoza, Etica adlı eserinde bütün duyguların üç temel duygunun yan ürünü olduklarını söylemiştir. Bunlar, arzu, neşe ve kederdir. Arzu etmek, neşelenmek ve kederlenmek beşere ait duygulardır. İnsan olmak için ise bu tür duyguları aşabilmek gerekir.

Yunus Emre (1240 – 1320) “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim. Senin ile avunurum, Bana seni gerek seni” demekle, eksiklik duygusundan kaynaklanan varlık ve yokluk kavramlarını aşmış olduğunu ifade etmiştir. Bir nesneyi elde etmek veya bir oluşumu umut etmek için öncelikle onu tanımlamak ve belirlemek gerekir. Spinoza “Her belirleme bir olumsuzlamadır” demiştir [2]. Bir şeyi veya bir kavramı belirlemek demek, onu sınırlamak ve diğer şeylerden ayırarak kategorize etmek demektir.
Sınırlanan ve belirgin bir kalıba sokulan düşünce ise kavramlara dönüşür. Felsefenin yapı taşları olan kavramlar hem faydalı hem de faydasızdırlar. Fransız filozof Gilles Deleuze (1925 – 1995) Kapitalizm ve Şizofreni adlı kitabında kavramlar hakkında şunu söylemiştir:
“Kavramlar tuğlalara benzerler. İstersek onlarla bir bina inşa edebiliriz.
Ama istersek onları pencereden dışarı da atabiliriz.” [3]

Gilles Deleuze ile Felix Guattari (1930 – 1992) arzu kavramını 1972 de, birlikte yazdıkları Anti-Oedipus başlıklı eserlerinde derinlemesine incelemişlerdir [4]. Adından da anlayabileceğimiz gibi, Anti-Oedipus açık bir şekilde Freud’un psikanalizine karşı çıkan bir eserdir. Onlara göre arzu –Freud’un iddia ettiği gibi- bir eksiklikten kaynaklanmaz, “arzu” üretimin ve yaratıcılığın temelinde bulunan bir tözdür. Arzu soyut bir makine gibi üretir. Bu bakımdan arzu ve üretim sıkı sıkıya ilişkilidir. Onlara göre kişi, bir “arzu” varlığı olduğundan arzudan bağımsız hiçbir şey beceremez. Bu iki düşünür Anti-Oedipus’ta “Arzu gerçeği yaratır” demişlerdir. Bu bakımdan onlara göre arzu kararlarımızın ve davranışlarımızın kaynağıdır.
Deleuze ve Guattari eserlerinde birçok yeni kavram üretmişlerdir. Ancak, bu kavramların kesin ve değişmez olduklarını asla iddia etmemişlerdir. Zamanla, kültür değiştikçe kavramların da değişeceğini baştan kabul etmişlerdir. Bu tür değişken ve tanımı oldukça zor olan bir kavrama örnek “yabancılaşma” kavramı yerine üretmiş oldukları “yersizyurtsuzlaşma” kavramıdır. “Arzu” onlara göre yersizyurtsuz bir kavramdır: Bedenler arasındaki bir çekişmeye ya da etkileşime göndermede bulunmaz, aksine saf toplumsal bir ilişkiyi, kestirilemeyen bir yön değişimini gösterir [5]. Onların kavramları toplumsal bilinçdışına göndermede bulunurlar; her zaman toplumsal etkileşmelerin, kuvvetlerin, çıkarların ve ilişkilerin ötesindeki bir boyuttan seslenirler.

“Arzu” yersizyurtsuz olduğundan, her canlı ve hatta cansız varlığın davranışını veya etkileşimini arzu temeline bağlayabiliriz. Varlığını sürdürmek, her türlü canlı veya cansızın arzusudur. Fizik biliminin temel yasası olan Enerjinin Korunumu yasasında da doğanın “varlığını sürdürmek arzusu” bulunduğunu söyleyebiliriz.
Arzunun türevi olan umut Ego’dan türer. Ego, İd’in (içgüdülerin bulunduğu bilinçaltı katmanının) birçok isteklerine izin verir, zira amacı benlik duygusunun devamını sağlamaktır. Bu duyguyu güçlendiren ve bencil isteklerin karşılanmasını arzulayan duygumuza da umut diyoruz. Ancak, günümüzün tüketim toplumu insanları bir umut ve arzu makinesine dönüştürmüştür. Gazete ilanları, radyo ve televizyon reklamları hep umudu ve arzuyu körükler.

Günümüzün Kapitalist toplumlarında maddi olanlara önem verildiğinden, insanların sürekli olarak maddi varlıkları arzulamaları istenir. Bu yönde propaganda ve reklam yapılarak toplumlar şartlanır. Kapitalizmde mülkiyet, sermaye birikimi ve rekabet esastır. Rekabet ise çekişmeye ve yarışmaya yol açtığından insanı yüceltmez, aksine arzunun esiri yapar. Bu bakımdan “arzu” ve “umut” toplumun her kesimine derinlemesine yerleşmiş durumdadır.
[1] Sanat ve Arzu, Ulus Baker, İletişim Yayınları, 2015, İstanbul.
[2] The Collected Works of Spinoza, Princeton University Press, Volume I, İngilizce, ABD.

[3] Kapitalizm ve Şizofreni, Gilles Deleuze, araf Yayıncılık, 2005, İstanbul.
[4] L’Anti Oedipe, Gilles Deleuze et Felix Guattari, Edition de Minuit, 1972, Fransa.
[5] Deleuze & Guattari Arzu Politikasına Giriş, Philip Goodhill, Ayrıntı Yayınları, 2005, İstanbul.

Yorumlar (0)