29.08.2018, 20:33

Anadolu’da, Kıpçak Türkleri

Oğuzların (Ogur) en büyük uruklarından olan Avşarlar, günlük hayatta çok hareketli (hyper-active) yani haylaz olan çocuklara ve/veya yetişkinlere “kıpçık” derler. Bu tanımdan hareketle Kıpçak adının çok hareket eden, konar-göçer vb. anlamlara gelebileceğini yahut kıpçık deyiminin ortaya çıkışında Kıpçaklardan bir esinlenme (ilham) olabileceğini düşünüyoruz. Kıpır kıpır, kıpırdamak, kıpraşmak gibi sözcüklerin de altını çizelim. Azerbaycan Türklerinden bir tarihçimiz de, Kıpçak savaşçıların iki bıçak (kılıç?) taşımalarından ötürü iki bıçaklı>ki bıçaklı>kipçak>kıpçak şeklinde bir ses dönüşümü ile Kıpçak adının ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Genel kabul gören tez ise Kıpçak sözcüğünün sarı, sarışın gibi anlamlara geldiği yönündedir. Batı kaynaklarında Kuman diye anılan Kıpçakların Doğu Avrupa’da “Polovets” olarak adlandırılmaları da yine sarışınlıkla ilgilidir hatta. Sonuçta Kıpçak adı Türkçedir ve Kıpçaklar da Türk oğlu Türk’tür.

Doğu Karadeniz kıyıları, Kuman-Kıpçak Türklerinin uğrak ve iskân yerleri arasında gelir. Doğu Anadolu’da Kıpçaklar tarafından kurulan Atabekler Beyliği Nahçıvan, Kars, Ardahan, Artvin, Trabzon gibi illerde hüküm sürmüştür. Beyliğin sınırları Erzurum’a kadar olan yerleri de kapsar. Kıpçak Türkleri yine Sibirya’dan, Ukrayna’ya kadar çok geniş bir sahada etkili olmuşlardır. Hatta günümüz Ukrayna’sından -adı, Ruslar tarafından Volga olarak değiştirilen- İtil Irmağı’nın ötelerine, Kazakistan yaylalarına kadar olan oldukça geniş bir sahaya tarihte Kıpçak Bozkırları (Deşt-i Kıpçak) adı verilmiştir. Kıpçak Hanlığının sınırları zaman zaman İrtiş Irmağı’ndan, Tuna Nehri’ne kadar da uzanmıştır. 

FB_IMG_1574196115545

¬ Kıpçak Hanlığının, 13. yüzyıldaki ülke sınırları.. Baltık halklarından olan Ruslar o tarihte Moskova’dan doğuya geçemiyordu. Rusların, Sibirya’ya yayılması 1800’lü yıllarda gerçekleşmiştir.

Van Gölü’nde bulunan Akdamar Adası’ndaki tarihî Akdamar Kilisesi de Kıpçak Türklerine aittir. Ada ve kilisenin adının Ak Tamara adlı bir Kıpçak hatunundan (khatun, katun, kadın) yani kraliçesinden geldiği söylenir. Ak Tamara, “beyaz tenli Tamara” demektir. Tamara “demir” anlamına gelir ve temur, temür, timur biçimlerinde de söylenir. Batı Anadolu efsanelerinde geçen Artemis adı da demirle ilintili olup, Etrüsklere kadar giden bir geçmişe sahiptir. Yine Tamara Dodopal adlı bir Kıpçak hatunu, Güney Kafkasya-Doğu Anadolu-Karadeniz hattında hüküm süren beyliğin/hanlığın hükümdarlığını yapmıştır. Hatta bu hatun döneminde, Doğu Karadeniz kıyılarına yoğun Kıpçak göçleri olduğu da bilinmektedir. İki Tamara’nın aynı kişi olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değiliz ne yazık ki. Dahası İskitlerin ünlü hükümdarı Tomris (Tomiris) Hatun’un adı da demirden gelir. Günümüzün “Demir Leydi” söylemlerine esin (ilhâm) kaynağı olan, tarihteki ilk kadın hükümdardır kendisi. Haliyle Türk kültürünün ve bu kültürün temeltaşı olan Türk kadınının değeri tartılırken “erkek gibi kadın” yerine “Tomris/demir gibi kadın” demek daha doğru olacaktır.

 Kınıklar, Avşarlar, Kayılar kısacası Oğuzlar (Ogur/Uğur), Anadolu Türk birliğini kurunca Kuman-Kıpçaklar da bu birliğe dâhil olmuşlardır. Kayılarla (Osmanlı) birlik (müttefik) olan Harmankaya tekfuru “Köse” Mihal de Kıpçak Türklerindendir misal. Köse lâkabının seyrek sakalından dolayı verildiğini ve bu fiziksel özelliğin Türklerde sık rastlanan bir durum olduğunu da belirtelim. Attila, Alparslan, Cengiz Han gibi!..

16 Ağustos 1064 tarihinde Oğuz/Kınıkların kurduğu Müslüman/Hanefi Selçuklular ile -Bizans adına- Bizans’ın doğu sınırlarını denetim (control) altında tutan Hıristiyan/Gregoryen Kıpçaklar arasındaki savaşı Selçuklular kazanır. Ani harabeleri, Oğuz-Kıpçak mücadelesine tanıklık eder. Sonuç olarak bir almanın/elmanın iki yarısı olan ve biri, gelse; diğeri de celen; biri, gitse; diğeri de ciden iki karındaş (kardaş/kardeş) topluluk önce kavga etmiş sonra da kucaklaşıp; el ele, omuz omuza geleceğe birlikte yürümüştür. Torunları da birbirinin hatırını sayar; güney ve kuzey Türkçesi arasında basit bir kural olan g-k = c-j ses değişimini hatırından çıkarmazsa bu kutlu yürüyüş sonsuza kadar sürüp gidecektir.

Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu, Selçuklulara -devamında da günümüzde Azerbaycan olarak adlandırılan- Türkmen (Oğuz/Ogur) hanedanlıklarına geçince; Kıpçak Türklerinin kimisi İslâm’ı kabul ederek, Oğuzlarla (Türkmen) kaynaşırken; kimisi de Hıristiyanlık ikliminde yoluna devam edip, Hay Ermenileri ile karışmıştır. Günümüz Ermenilerinin % 40’ının Kıpçak Türk’ü olduğu bilinmektedir. Büyük bir dava adamı olduğu kadar iyi bir tarihçi de olan Ebulfez Elçibey bu konuda şöyle demiştir: “Onu biliyorum ki, ben Türk’üm. Belki de bende daha çok Şamanlık izleri var. Sakinliğimden hissediyorum ki, Oğuzlardanım; arada sırada öfkelendiğimde diyorum ki, Kıpçaklardanım.” 

Kıpçaklar üç kıtada da devlet kurmuş bir Türk boyudur. Sultan Baybars ile özdeşleşen ve Türkiye’deki kimi -sözde- tarihçilerce Memluklar (Kölemenler) olarak anılmasına rağmen dönemin Arap kaynaklarında Ed-devlet’it Turkiyya (Türkiye Devleti) olarak kayıtlara geçmiş olan devletin kurucuları olan Kıpçaklara gelince… Mısır’dakiler zamanla Araplaşırken; Suriye taraflarındakiler ise daha çok Türkmenlerle (Oğuz/Ogur) kaynaşmışlardır. Güzelim Kıpçak atlarının, Arap atı olup çıkması ise bir kültür yağmasıdır ne yazık ki. Kıpçakların, Zazalar ve Kürtlerle (Guran, Gurmanç) etkileşimi hususunda ise İskit (Saka) hakanı Alp Er Tunga ve küçük oğlu Za ile başlayan süreçten bu yana bölgede olan Zazalarla bir etkileşimi de olası (muhtemel) görüyoruz. Kaldı ki Zazaların, Doğu Anadolu’ya gelen Hazarlar, Türkmenler (Oğuz/Guz/Uz/Ogur/Ugur/Uğur) vd. Türk boyları ile çabucak kaynaştıkları da tarihî bir olgudur. Bölgeye son 500 yıllık süreçte Güneybatı İran’dan gelmiş olan Kürtlerle (Gurmanç) bir etkileşim ise -aradaki zaman farkından dolayı- pek olası görünmemektedir. Molla Güranî’nin oymağı/uruğu olan Guran’ı da anmadan geçmeyelim. Osmanlı/saray Türkçesinde sıkça kullanılan “-an” eki, Farsçadan gelme “-ler, -lar” çoğul ekidir bu arada.

“Yan gelip yatma” deyimi son yıllarda sık kullanılır olmuştur bildiğiniz gibi. Yeri gelmişken biz de “Türk Dil Kurumu yan gelip yatma yeri değildir.” diyelim. Çünkü içinden geçtiğimiz süreçte ve ilerleyen yıllarda bu kuruma çok büyük iş düşmektedir. Ülkenin güneydoğusunu karıştıran, Türkmen (Oğuz/Ogur) – Kürt (Gurmanç) çatışması çıkarmaya çalışan şer odaklarının şimdi de ülkenin kuzeydoğusuna göz diktiği ve Türkmenler (Oğuz/Ogur) ile Laz (Kuman), Kıpçak, Gürcü (Alan) diye giden diğer Türk boylarını ayrıştırmaya çalıştığı şu günlerde üstelik… Tam da bu noktada Türkçenin, boylara ve lehçelere göre araştırılması; karşılaştırmalı “Büyük Türkçe Sözlüğü”nün bir an önce hazırlanması zorunluluğu vardır. Söz gelimi Tuna boylarında kaleme alınmış olan Kuman Sözlüğü (Codex Cumanicus), Anadolu Türkçesi ile harmanlanmalıdır. Böylelikle Kuman-Kıpçak birliği (konfederasyon) hakkında daha çok şey öğrenilecek; onların torunları olan Doğu Karadeniz’deki bir kısım yurttaşlarımızla daha kolay kaynaşılacaktır. Kemençenin, Kuman-Kıpçak Türklerinden geldiğini ve Kumançe>kemençe şeklinde bir ses dönüşümü ile günümüze kadar ulaştığını bilmek çok şey kazandıracaktır bu ülkeye.

Kafkas dağlarının Anadolu’ya bakan eteklerindeki yani Doğu Anadolu-Karadeniz yay hattındaki “ar” ile başlayan Araklı, Ardeşen, Arhavi, Artvin, Ardahan, Arpaçay, Aras, Revan (Erivan) hatta Erzurum, Erzincan, Erdebil gibi yerleşim birimlerine gelince… Ar/er sözcüğünün öz Türkçe olduğu bilinen bir gerçekliktir. Ar, ar damarı, arı-duru (berrak) derken saflık durumu belirtilir. Yine “er”, demir anlamına da gelir. Ergenekon, Ergene, Ereğli, Ergani derken bu gerçeğe vurgu yapılır. Avar, Avşar, Bulgar, Hazar, Macar (Magyar), Sabar (Sabir, Sibir)… diye giden Türk boylarının adında yer alan “-ar” son eki de üzerinde durulması gereken bir başka husustur. Dahası Alp “Er” Tunga’nın adında da bulunan Alper sözcüğü kimi Türk boylarında Alpar olarak da söylenir. Yalnız boy adlarında yer alan “-ar”ların Gur’dan da gelebileceği, gur>gar>ar/er şeklinde bir değişim/dönüşüm olasılığı da saklı tutulmalıdır. Benzer bir durum da Revan (Erivan), Van, Tatvan, Hilvan, Silvan, Şirvan gibi yerleşim birimi adlarında ortaya çıkmaktadır bildiğiniz gibi. Yeri gelmişken Ermenilerin millî adının “Hay” olduğunu ve aynı zamanda Güney Kafkasya’da coğrafî bir yörenin adı olan Ermeni sözcüğünün Türkçe olduğunun da altını çizelim.

FB_IMG_1574196265976.jpg

¬ Doğu Anadolu’da kurulan Kıpçak Beyliği.. Van’dan, Erzurum’a kadar nüfuzunu genişletmiştir. Bölgedeki “Ar/Er” ile başlayan yerleşim birimlerine ve Alp Er Tunga adına dikkatinizi  çekelim.

Revan (Erivan) demişken… Devlet-i Âli (Osmanlı), dolayısıyla Anadolu Türkleri burasını Revan olarak adlandırmıştır.  Sultan 4. Murat’ın Revan seferi ve Revan Hanlığı, Türk tarihinin önemli konu başlıklarındandır. Dahası 1900’lü yıllara gelinceye kadar bölge nüfusunun tamamına yakını Türklerden oluşmuştur. Başta Rusya olmak üzere Batılı ülkelerin silah, para ve lojistik desteğini ardına alan Taşnak, Hınçak gibi Ermeni “terör” örgütlerinin yörede işledikleri soykırım, toplukıyım (katl-i âm) gibi insanlık suçları yüzünden bölgede yaşayan yüz binlerce Türk ya şehit olmuş ya da Anadolu ve Güney Azerbaycan taraflarına göç etmek zorunda kalmıştır. Binlerce yıllık Türk toprağı olan Revan’da (Erivan) bugün -neredeyse- hiç Türk bırakılmamıştır. Rus ordusuna uşaklık eden Taşnaklar, benzer suçları -1. Dünya Savaşı ve sonrası yaşanan süreçte- Batı Türkistan (Başkurdistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan) taraflarında da işlemekten geri durmamışlardır.

Sakaların/İskitlerin, Kimmerlerin, Hunların, Avarların, Hazarların, Kıpçakların Anadolu’ya giriş kapısı olan Kafkasya ile Anadolu Yarımadası en az yedi bin yıllık Türk beşiğidir. Özellikle Azerbaycan toprakları Türkiye ile Türkistan arasında bir köprü, bir geçiş güzergâhıdır. Bilmeyenler ve/veya inanmayanlar, büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün askerî okul sıralarında kaleme aldığı “Hakikât Nerede” adlı şiiri okuyarak işe başlayabilirler. Adı görklü atalarımızın da dediği gibi; bilmemek değil, öğrenmek kusurdur (ayıp) ne de olsa!..

Soy-sop demişken… Son Yalavaç (peygamber), Vedâ Hutbesi’nde “Soyunu inkâr eden soysuz!..” diye bir cümle kullanmıştır. Çünkü din kadar, dil de; din kadar, dün de önemlidir. Hele de dünü yok saymak, inkâr etmek başlı başına bir sorundur. Ulusun esenliği ve sürekliliği (dindarlığı, Araplaşmak olarak anlayan, algılayan kesimlerin deyişiyle milletin selâmeti ve bekâsı) açısından özellikle!.. Sözü, büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün askerî okul sıralarında yazdığı “Hakikat Nerede?” başlıklı şiirle noktalayalım:

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır

Tuna ezelden Türk diyarıdır.

Bilinen tarihler söylememiş bunu

Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin,

Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak

Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.

.

Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,

Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları

Doğudan çıkan biz, batıdan yine biz

Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz

Türk sadece bir milletin adı değil 

Türk, bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri

Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,

Dünya o zaman görecek hakikât nerede,

Hakikât nerede?

.

Aziz Dolu Atabey

https://azizdolu.wordpress.com/

Yorumlar (0)