Atasözleri ve Deyimler, Atasözleri ve Açıklamaları, Türkçe Atasözleri E

Atasözleri ve Deyimler, Atasözleri ve Açıklamaları, Türkçe Atasözleri E

Atasözleri ve Deyimler, Atasözleri ve Açıklamaları, Türkçe Atasözleri

Atasözleri ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Deyimler ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

E Harfi ile Başlayan Atasözleri ve Anlamları

Ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane: İnsanın ömrü yüce Allah tarafından takdir edilmiştir. Zamanı geldiğinde hiç kimse ölümü durduramaz. Kaza, hastalık vb. şeyler sadece birer aracıdır.

Eceli gelen köpek cami duvarına işer: Yaptıklarıyla kişilerin nefretini kazanmış olanlar, eceline susadıklarından kendisini yargılayacak kimseleri öfkelendirir. Bu hareketleri de onları kötü bir sonla buluşturur.

Eğilen baş kesilmez: Kusurunu anlayıp özür dileyen kimse affedilmelidir.

Eğreti ata binen tez iner: Ödünç alınmış araçlarla yapılan işler çoğu zaman yarım kalır.

Eğreti kuyruk tez kopar: Temelsiz işler güven vermez.

Ek tohumun hasını, çekme yiyecek yasını: Bir işten verim alınmak isteniyorsa o işin temelini sağlam atmak gerekir.

Ekmeden biçilmez: Emek vermeden, gerekli şartları oluşturmadan istenilen sonuç elde edilmez.

Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üste ver: Her iş mutlaka o işin uzmanına yaptırılmalıdır. Bunun için biraz para fazla verilse de boşuna gitmez.

Ekşi yemedim ki karnım ağrısın: "Suç işlemedim ki korkayım." anlamında kullanılır.

El ağzına bakan, karısını tez boşar: İnsan, özel hayatıyla ilgili kimsenin düşüncesine bakmamalı, kişi kendi düşüncesine göre hareket etmelidir.

El atına binen tez iner: Başkasının gücüne, kuvvetine güvenerek iş yapan kişiler yarı yolda kalır. Asıl kişiler geldiğinde bunlara yol görünür.

El elden üstündür: Bir konuda uzmanlaşmış kimse o işin son noktasına ulaşmış değildir. Kendisinden daha bilgilisi, işin uzmanı her zaman için vardır.

El elin aynasıdır: Kişiler kendi özelliklerini çoğu zaman yabancı kişilerden öğrenir.

El elin eşeğini türkü çağırarak arar: Üzücü olaylar sadece ilgili kimselere acı verir. Bu bakımdan birinin derdine çare bulacaklar olayla ne kadar ilgilense de kendi keyfini bozmaz.

El için ağlayan gözden olur: Kişi, başkası için yapacağı özveride bir sınır bırakmalıdır. Bunun aşılması durumunda kişi zararlı çıkabilir.

El için kuyu kazan, evvelâ kendi düşer: Başkalarına zarar vermek için tuzak hazırlayan kişiler bu tuzağa önce kendileri düşer.

El ile gelen düğün bayram: Topluluğun hep birlikte uğradığı bir sıkıntıya herhangi bir şikâyette bulunulmadan katlanmak gerekir, sıkıntı herkes içindir.

El kazanı ile aş kaynamaz: Önemli bir işi başkasının yardımı ile başarmak mümkün değildir. Yardım her an durabilir. Kişi bir işi başarmak için her şeyden önce kendisine güvenmelidir.

El mi yaman, bey mi?: Baştakiler çok güçlü görünseler de, asıl güçlü halktır.

El üstünde gömlek eskimez: Emanet alınan şey dikkatle korunur ve bir zaman sonra olduğu gibi geri verilir.

El öpmekle ağız aşınmaz: Önemli bir iş için bir kişiye ricada bulunmak icap ederse bu yapılmalıdır.

Elçiye zeval olmaz: İki kişi arasında haber iletmekle görevli kişi, getirip götürdüğü sözlerden dolayı sorumlu tutulamaz. Suç, aracının değil o sözü söyleyenindir.

Ele verir talkını kendi yutar salkımı: Kendisinin yapmadığı, tutmadığı öğütleri başkalarına söyler, onlara tavsiye eder.

Elifin hecesi var, gündüzün gecesi var:  İşin başlangıcının olumlu ve güzel olması onun kolay olduğu ve düzgün yürüyeceği anlamına gelmez. Gidişatta güçlükler ve aksaklıklar olabilir.

Elin ağzı torba değil ki büzesin: Başkalarının ne diyeceklerine engel olmak mümkün değildir.

Elmayı soy da ye, armudu say da ye: Elmanın mutlaka kabuğu soyularak armudun da sayıyla yenilmesi gerekir.


Emanet eşeğin yuları gevşek olur: Bir kişiye emanet edilen bir şey genellikle iyi korunmaz.

Emek olmadan yemek olmaz: Karnımızı doyurmak, geçimimizi sağlamak için mutlaka çaba sarf etmeli, çalışmalıyız. Bir işte çalışmadan, cefa çekmeden ekmek kazanılmaz.

Ergen gözüyle kız alma, gece gözüyle bez alma: Kişi bir şeyi iyice incelemeden almamalıdır.

Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır: Bazen tehlikeden kaçmak kişi için kazançtır.

Esirgenen göze çöp batar: Üzerine fazla titrenen şeye çoğu zaman büyük bir zarar gelir. Dolayısıyla bir şeyin üzerinde gereğinden fazla üşenmemelidir kişi.

Eski düşman dost olmaz: Kişiler arasındaki bazı düşmanlıklar çok köklü nedenlere dayanır. Eskiden sürüp gelmiş bu düşmanlığı, dostluğa dönüştürmek imkânsızdır. Görünüşteki dostluk, aslında düşmanca unsurlar barındırdığı için tehlikelidir.

Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı: Her şeyin yenisi makbuldür, geçerlidir.

Esrik devenin çulu eğri gerek: İnsan pozisyonuna uygun davranmalıdır.

Eşeğe altın semer vursalar, eşek yine eşektir: İnsanlıktan yoksun kişiler hangi makama gelseler de özü değişmez. O kişiler her zaman bayağı ve düşük kişilerdir.

Eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış: Aslında kaba olan kişinin hoşa gitsin diye yaptığı şeyler, kaba ve incitici olur.

Eşeği dama çıkaran yine kendi indirir: Bir şeyi bozan, yanlış yapan kimse, o yanlışı yine kendisi düzeltir.

Eşeği süren osuruğuna katlanır: Kaba biriyle birlikte olan, ondan gelecek olumsuzlukları göze almalıdır.


Eşek eşeği ödünç kaşır: Menfaatine düşkün kişiler her şeyi karşılıklı yapar.

Eşek eve gelmiş, yorga yolda kalmış: Kuralına göre ve sürekli çalışan fakat güçsüz olan kimse, düzensiz çalışan güçlü kimseden daha çok başarı sağlar.

Eşek hoşaftan ne anlar; suyunu içer, tanesini bırakır: Bilgisiz ve zevksiz kişiler bir şeyin gerçek değerini yani inceliğini bilemez.

Eşek, kulağı kesilmekle küheylan olmaz: Şekil değiştirmekle öz değişmez. Görünüş öze misal olmaz.

Et kokarsa tuzlanır; ya tuz kokarsa ne yapılır: Bir şey bozulursa başka bir şeyle düzeltmek mümkündür. Asıl şey bozulmuşsa onu düzeltmek mümkün değildir.

Et tırnaktan ayrılmaz: Yakın akrabalar arasındaki mevcut bağ kolay kolay kopmaz.

Eti senin, kemiği benim: Çocuk benim ama onu eğitmek sana düşüyor, bu konuda yetki sendedir.

Etle tırnak arasına girilmez: Birbirine çok yakın olan kimselerin, mesela karı-koca, ana-baba ile evlatların arasını açmak, onları birbirine düşman etmeye çalışmak doğru değildir. Bu kişiler birbirlerine darılsalar bile bu dargınlık geçicidir.

Etme bulma dünyası: Bir kimse başkalarına kötülük ederse, bir gün ettiklerinin cezasını çeker, kötülükleri onun önüne gelir.

Ev alma komşu al: Ev alacak kimse için komşular evden daha önemlidir. Komşular kötü ise, en güzel evde bile rahat oturulamaz.

Evdeki hesap çarşıya uymaz: Bir şey için önceden yapılan hesaplar ve plânlar bazen gerçeklerle çakışabilir. Hesabımızı, kitabımızı her zaman iyi yapmalıyız.

Evladın var derdin var:  Çocukların dertleri, sorunları, ihtiyaçları hiçbir zaman bitmez.

Evli evine köylü köyüne gerek: Herkes yolunda ve yordamında kendi işinin başında olmalıdır. Toplumun düzeni de bunu gerektirir.

Evlinin bir evi var, kiracının bin evi var: Evi olan kişi sürekli aynı evde oturur, evi olmayan da beğendiği her evde oturabilir.

Ecele çare bulunmaz.

Çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu bulunur. Çaresi bulunamayan tek şey ölümdür.

Ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane.

Kişi nasıl olsa ölür. Ama her ölüm bir nedene dayanır. Kimi ölümlerin nedeni olarak gösterilen şeyler ölüm sonucunu doğuracak şeyler olmaktan uzaktır. Bunlar bahanedir; asıl neden, kişinin yaşama süresinin sona ermiş olmasıdır.

Eceli gelen fare kedi taşağı kaşır.

Davranışının bu denli ağıra mal olacağını bilmeyen kişi, yaşantısını sona erdirecek kimseye çatar.

Edebi edepsizden öğren.

Edepsizin yaptığı işlerin yapılmaması gereken işler olduğunu düşünmekle doğru yolu bulmuş, böylece edebi edepsizden öğrenmiş olursunuz.

Eden bulur, inleyen ölür.

Bir surumun nasıl sonuç doğuracağı, işin başında belli olur: Başkasına kötülük edenin başına kötü işler gelir; inlemekten kendini alamayacak kadar ağır olan hasta ölür.

Eğilen baş kesilmez.

Kusurunu anlayıp özür dileyen ve büyüklüğünüze sığınan kişi affedilmelidir.

Eğreti ata binen tez iner.

Geçici olarak başkasının malını ve yetkisini kullanan kişi, çok geçmeden bu mal yetkiyi asıl sahibine bırakacaktır.

Eğretinin canı berk olur.

İnsanlar, başkasından geçici olarak aldıkları şeyi, kendi mallarına gösterdikleri özenle değil hor kullanırlar; eğreti mal sağlam olurmuş gibi.

Eğri otur, doğru söyle.

Sadece seni ilgilendiren konularda doğru yolda olmamana başkası karışamaz. Duruşun, oturuşun, giyinişin, özel işlerini yürütüşün beğenilmese bile bunlar senin bileceğin şeylerdi. Ama yalan söylemene göz yumulamaz. Her vakit doğru söylemeli, doğruluktan şaşmamalısın.

Eken biçen, konan göçer.

Her davranış, doğal sonucuna varır. Örneğin emek verip ekin eken ürün alır. Gezmekle olup da bir yerde konaklayan, kuşkusuz aradan başka yere gider.

Ekici ol, biçici olma.

Çiftçi, işini bilir; gereğin yapar; ama istediği ürünü alabilip alamayacağını bilmez. Çünkü doğa olaylarının ekin üzerinde ne gibi etkiler yapacağı belli değildir.

Ekicinin karnını yarmışlar; kırk “bu yılcık”, kırk “bıldırcık” çıkmış.

Ekicinin bütün yaşamı, “geçen yıl şöyle olmuştu” yu düşünmek ve “bu yıl şunu bekliyorum” diye umutlanmakla geçer.

Ekmeden biçilmez.

  • Emek harcanmadan verim alınamaz.
  • Kendisine karşı fedakarlık yapmadığın kimseden sana karşı özveride bulunmasını bekleyemezsin.


Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üste ver.

Verilecek ücret ne kadar çok olursa olsun, her iş uzmanına yaptırılmalıdır.

Ekmeğin büyüğü, hamurun çoğundan olur.

Verimin bol olması, gerecin bol olmasına bağlıdır.

Ekmekle oynayanın ekmeğiyle oynanır.

Şunun bunun kazancına, rızkına engel olanlarla bir gün aynı şeyi yaparlar.

Ekmekten kaşık olur ama her yoğurdun hakkına değil.

Kimi işler iyi niteliktedir. Kullanılan araç elverişsiz yetersiz de olsa kolaylıkla yürütülebilir. Ama her iş elverişsiz araçla yürütülemez.

Ek tohumun hasını, çekme yiyecek yasını.

Bir girişimden iyi sonuç almak isteyen, temeli sağlam kurmalıdır. Nitekim ekilen tohum güzel olsa çıkan ekin de güzel, güçlü bol olur.

Elçiye zeval olmaz.

Bir kimsenin sözünü başka bir kimseye iletmekle görevli kişi, bu sözlerden sorumlu değildir. Sözler kırıcı ise burada aracının suçu yoktur.

Elde bulunan beyde bulunmaz.

Beyler varlıklıdır, güçlüdür, saygındır… Sanılır ki her şey onlardandır. Ama öyle şeyler vardır ki beyde bulunmaz da halkta bulunur.

Eldeki yara, yarasıza duvar deliği.

Bir kimsenin acı ve sıkıntısı başkasına dert gibi görünmez; Üzüntü içinde olan o değil ki.

Elden gelen övün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.

Bir kimsenin sürekli ihtiyaçları, başkasının yardımıyla tam olarak karşılanamadığı gibi bu yardım, gerekli olduğu zamanda da yapılmaz. Onun için kişi yalnız kendi kazancına güvenmelidir.

Elden yiyen börkmüş, keseden yiyen çökmüş.

Çalışıp kazanan kişi yokluk yüzü görmez. Hep hazırdan yiyen, çok geçmeden yoksulluğa düşer.

El elden kalmaz, dil dilden kalmaz.

Bir kişi başkasına vurursa, o da kendisine vurur. Bir kşi başkasına kötü söz söylerse o da kendisine söyler. Saldırgan eli, dili var da saldırganın yok mu?

El elden üstündür.

Bir konuda çok ileri durumu bulunan kişi, o konunun son kertesine ulaşmış değildir. Kendisinden ileri ve derece derece birbirinden yüksek birçok kimseler daha vardır.

El el için ağlamaz; başına kara bağlanmaz.

Herkes, derdini çaresini başkasından beklememeli; kendisi bulmalıdır. Elin adamı, derdinize sizin gibi yanmaz.

El el ile, değirmen yel ile.

Birbirine yabancı kimseler bile birbirinin durum ve davranışlarını dikkatle izlerler; onlar üzerine doğru bilgi edinirler. Öyle ki kimi zaman kişi, kendi özelliklerini başkalarından öğrenir.

El elin aynasıdır.

Birbirine yabancı kimseler bile birbirinin durum ve davranışlarını dikkatle izlerler; onlar kimi zaman kişi, kendi özelliklerini başkalarından öğrenir.

El ilin eşeğini türkü çağırarak arar.

Bir kimsenin sıkıntısına çare bulacak olan kişi, içinden acı duyarak değil, zevk ve eğlencesinden geri kalmayarak bu işi yapar.

El elin nesine, gülerek gider yasına.

Bir kimsenin acısı, başkasının umurunda değildir. Bu acı ile ilgilenir görünse bile içinde acı duymaz; keyfini bozmaz.

El eli yıkar iki elde yüzü.

Bir kişi başka kişiye yardım ederse o da bu iyiliğin altında kalmaz; güçlenmiş olarak yardımlara koşar.

El eliyle yılan tutulur.

Önemli bir çalışma isteyen iş, başkasına ısmarlanmakla yapılamaz. Kişi kendi işini kendisi yapmalıdır. Başkasının eliyle ancak yılan tutulur.

El el üstünde olur, ev ev üstünde olmaz.

Birbirinin üstüne konabilen, birbirleriyle birleşebilen birçok şeyler vardır. Ancak bir aile üstüne ikinci bir aile, aynı evde yaşayamaz.

Eli boşa “ağa uyur” derler; eli doluya “ağa buyur” derler.

Armağansız gelen kişiye yüz verilmez. Dahası arayıp sorduğu ev büyüğü onun yanına çıkmaz. Armağanla gelen kişi ise güleryüzle ve saygıyla karşılanır.

El için ağlayan gözden olur.

Başkası için yapılacak özverinin bir sınırı vardır. Bunu aşarsanız uğrayacağınız zarar yanınıza kalır.

El için kuyu kazan, evvela kendi düşer.

Başkasının tuzağa düşürmeye çalışan kimse, bu tuzağa ondan önce düşer.

El için yanma nare, yak çubuğunu safanı ara.

Hiç kimse için üzülüp kendini tehlikeye atma. Keyfine bak, rahatını bozma

Elifin hecesi var, gündüzün gecesi var.

Kolay ve düzgün başlayan iş, hep öyle sürüp gitmez. Güçlükler ve aksaklıklara birlikte yürür.

El ile bozgun düzgün.

Toplum içinde yaşayan kişi, başkalarını üzen şeyleri da paylaşmalıdır.

El ile gelen düğün, bayramdır.

Bir topluluk içinde yalnız bir kişinin, sırtına yüklenen sıkıntıya, başına gelen sıkıntı ve yıkım hafifleşir.

Elin ağzı torba değil ki büzesin.

Dedikoduya elverişli bir durum ortaya çıkmaya görsün: Halk bunu çeşitli yorumlarla genişletir. Alabildiğine dedikodu yapar. Kimsenin ağzını tutamazsınız.

El kazanı ile aş kaynamaz.

Önemli bir işini, başkasının yardımı ile harcamazsın. Yardım her an durdurulabilir; işin yarıda kalır.

El kesesinden sultanım, develer gibi yol.

Elma ağacı çok su ister. Armut ağacı susuz ve tımarsız yetişir.

Elmas çamura düşse yine elmas.

Değerli kimse ne denli horlanırsa horlasın, değerinden bir şey eksilmez.

Elmacı çayıra, armudu bayıra.

Elma fidanını düz ve sulak yere, armut fidanına bayıra, su tutmayan yere dikmeli.

Elmayı hayvana at, düşünceye kadar Allah kerim.

İyi niyetle başlanan işin başarı ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağı kestirilemezse de olumlu sonuç alınabileceğine inanmak gerekir.

Elmayı soy da ye, armudu sat da ye.

Elma kabuğu soyularak, armut da aşırı gidilmeyerek, sayı ile yenilmelidir.

El mi yaman, bey mi yaman?

Yüzyıllardır örnekleri görülmektedir: Halk mı beye aman dediriyor, bey mi halka?

El öpmekle ağız aşınmaz.

Çok önemli bir iş için bir kimseye ricada bulunmak, hatta yalvarmak gerekirse, yapınız. Bununla hiçbir şeyiniz eksilmez.

El terazi, göz mizan.

Ağırlık, yada hacim için her vakit terazi, ölçü kullanmak gerekmez. Elle tartıp ağırlığı, gözle bakıp hacmi kestirebiliriz.

Elti eltiden kaçar, görümceler bayrak açar.

Eltiler sevilmediklerinden birbirlerinden uzak dururlar. Görümceler ise gelinlerle, avaz avaz bağırarak kavga ederler.

Elti eltiye eş olmaz, arpa unundan aş olmaz.

Arpa unundan aş olmadığı gibi eltiler de birbirleriyle kaynaşıp arkadaş olamazlar.

El üstünde gömlek eskimez.

Eğreti olarak alınan şey, dikkatle korunur; bir süre sonra olduğu gibi geri verilir. Ödünç para da böyledir. Batmaz, ödenir.

El vergisi, gönül sevgisi.

Bize bir şey verene, armağan edene karşı gönlümüzde sevgi uyanır.

El yarası onulur, dil yarası onulmaz.

Silahlar açılan el yarası çabuk iyi olur. Ama kötü sözle açılan dil yarası kolay kolay kapanmaz.

El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanır.

Başkasının gücü karşısında boyun eğmek zorunda kalacağını anlayamamış olan kimse, kendi gücünün herkese boyun eğdireceğini sanır.

Emanete hıyanet olmaz.

Emanet olarak bize bırakılan şeyi korumamak, kendi yararımıza kullanıp yıpratmak, törelerimize ve doğruluk kurallarına aykırıdır.

Emanet eşeğin yuları gevşek olur.

Bir kimseye emanet edilen şeyin o kimsece iyi korunmadığı her zaman görülen olaylardandır.

Emek olmadan yemek olmaz.

Yaşayabilmek, harcayabilmek için çalışıp kazanmak gerekir.

Emmim, dayım kesem; elimi soksam yesem.

Bir kimsenin minnetsiz, rahat rahat harcayacağı para, amcasının, dayısının verdiği değil, kendisinin kazandığı paradır.

En kolay iş yemek, çiğnemeden yutulmaz.

Emek çekilmeden yapılabilen iş yoktur. Emek çekilmeden yapılıyor gibi görünen “yemek yemek” bile “çiğneme” emeği ile gerçekleşir.

Er ek, geç ek, tava ek.

Tohumu –ekim zamanının ister başı, ister sonu olsun –herhalde nemli toprağa atmalısın.

Er ekmeği, meydan ekmeği.

Kadın, kocasının kazancını, herkese açık olan sofrada yemek yer gibi yer. Başka yakınlarının sofrasına bu kadar teklifsiz oturamaz ve onların kazancını bu kadar teklifsiz harcayamaz

Erenlerin sağı, solu belli olmaz.

Olgun insanlar, sizin doğru bulduğunuz biçimde de, doğru bulmadığınız biçimde de iş yaparlar. Ne türlü davranırlarsa davransınlar, tutumlar, tutumları kendilerine yakışır.

Er gönüllü ibrişim, dolaşırsa açılmaz.

Kimseyi incitmeyin. İncitilmiş olan gönül kolay kolay bağışlamaz.

Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.

Kendini bir erkeğe beğendirmek, sevdirmek isteyen kadın, ona güzel yemekler hazırlamalıdır.

Erkek sel, kadın göl.

Ev ekonomisinde kadının görevi çok önemlidir. Erkek, parayı su dibi harcama eğiliminde olsa kadın israfa meydan vermemeli, tutumlu olmalı, para biriktirmelidir.

Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma.

İşine sabahleyin erkenden başlayan kimse, başarılar, mutlu sonuçlar elde eder.

Er kocar, gönül kocamaz.

Kişi yaşlanır, vücudu güçten düşer. Ama gönlü taze kalır; sevgisi taşkınlığını yitirmez.

Er lokması er kursağında kalmaz.

Bir kimseden iyilik gören kişi mert ise bu iyiliğin altında kalmaz. Kendisi de ona iyilik yapma çabası gösterir.

Er olan ekmeğini taştan çıkarır.

Azimli kimse, en güç işlerle uğraşmaktan yılmaz; para kazanır, geçim yolunu bulur.

Er oyunu üçe kadar.

Birinci ve ikinci denemede başarılamayan iş için üçüncü bir deneme yapmak gerekir. Bu kez da başarı sağlanamazsa artık o işten vazgeçilmelidir.

Eski diye atma kürkünü; gerek olur bürünürsün bir günü.

Eski eşya, deneyimli yaşlı insan, bir tarafa atılıp unutulmamalıdır. Günün birinde onlarla da gerekseme duyulabilir.

Eski dost düşman olmaz, yenisinden vefa gelmez.

Aralarında ufak tefek dargınlıklar olsa bile eski dostlar birbirlerine düşman olamazlar. Yeni dostlar birbirlerine daha böyle sıkı bağlar yoktur. Bu dostluk, güvenilebilecek sağlamlığa erişememiştir.

Eski düşman dost olmaz.

Birçok nedenlerin birbirini izlemesiyle sürüp gelmiş olan eski düşmanlık, dostluğa çevrilemez.

Eski olmayanın yenisi olmaz.

Biraz kullanılmış olan giysi, ya da eşya, yenisi gibi iş görür. Bunlar eskidi diye elden çıkarılmamalı, gündelik işlerde kullanılmamalıdır. Böylece yenileri, gündelik işlerde eskitilmekten kurtarılmış ve gerekli zamanlarda kullanılmak üzere korunmuş olur.

Eskiye itibar olsaydı bitpazarına nur yağardı.

Herkes yeni şeyleri sever. Eski şeylerden kimse hoşlanmaz.

Esmere al bağla, karşısına geç ağla.

Esmer insana al renkli giysi hiç yakışmaz.

Esrik devenin çulu eğri gerek.

Herkesin davranışı durumuna uygun olmalıdır. Sözgelişi kişi, süslü, pahalı elbise giymeye kalkışmamalı; bilgisi az olan kimse, bilgililer yanında susmalıdır. Kabadayılara da özel giysileri, davranışları, konuşmaları yakışır.

Eşeğe cilve yap demişler, tekme atmış.

Kaba ve ahmak kişinin hoşa gitsin diye söylediği sözler ve yaptığı işler, kava ve incitici olur.

Eşeğe kaç gün yol gidersin demişler; onu bizlengiç bilir demiş.

Tembel kişinin üretebileceği işi, kendisini çalıştıranın sıkıştırma tutumuna bağlıdır.

Eşeğe marifetini göster demişler, yıkılıp ağnamış.

Eşek gibi bir kişinin en çok özenerek yaptığı iş bile eşekçe olur.

Eşeği dama çıkaran yine kendi indirir.

Ağır ve kötü bir iş yapan kişi, bu işi kendisi düzeltmek zorundadır.

Eşeği düğüne çağırmışlar, “ya odun eksik, ya su” demiş.

İşi, gücü başkasına hizmet etmek olan bir kişi, kendisinin ağırlanacağı anlamını taşıyan bir çağrı alsa şöyle düşünür: “Bu çağrı, beni ağırlamak için değil, kendilerine hizmet ettirmek içindir.” Böyle düşünmekte haklıdır da.

Eşeğin gönlüne kalsa bir bağ maydanozu götürmez.

Bir işin yapılması tembel kişinin gönlüne bırakılırsa o iş görülmez. Onun için işveren bu gibi kişileri sürekli denetimle çalıştırmalıdır.

Eşeğini sağlam bağla, sonra Allah’a ısmarla.

İşini başkasına, dahası Allah’a emanet etmekle sağlama bağlamış olmazsın. Onu sağlama bağlamak için önce sen bütün olanaklarını kullanacaksın; ondan sonra başkasına emanet edeceksin.

Eşeğin yorulduğu yere han yapılmaz.

Dinlenme yer ve zamanı, tembel kişinin isteğine göre değil, işin gereğine göre ayarlanır.

Eşeği sahibinin dediği yere bağla da varsın kurt yesin.

Sana emanet edilen işi, sahibinin isteğine uygun olarak yap. Kötü bir sonuç ortaya çıkarsa sen sorunlu olmazsın.

Eşek bile düştüğü yere bir daha düşmez.

En aptal kişi bile uğradığı yıkımdan ders alır. O yıkıma yol açan şeylerden artık kendini korur.

Eşek büyümekle tavlabaşı olmaz.

Yeteneksiz kişi yaşça büyümekle önemli işlerin başına geçmeyen hak kazanmış olmaz.

Eşek çamura çökerse sahibinden gayretlisi olmaz.

Bir kimsenin işi bozulursa, durumunu düzeltmek için yardım edenler bulunur. Ancak en büyük çabayı kendisi gösterir.

Eşek eve gelmiş yorga yolda kalmış.

Düzenli ve sürekli çalışan güçsüz kimse, düzensiz ve süreksiz çalışan güçlü kimseden daha başarılı olur ve daha önce sonuç alır.

Eşek hoşaftan ne anlar?

Bilgisiz, görgüsüz kimse, ince, güzel şeylerin zevkine varamaz; değerini ölçemez.

Eşek büyümekle tavlabaşı olmaz.

Anlayışsız kişi, ne denli yaşlanırsa yaşlansın baş olacak bir olgunluğa ulaşamaz.

Eşek, kulağı kesilmekle küheylan olmaz.

Biçim değiştirmekle öz değiştirilmiş olmaz. Görünüşte bir şeye benzemek, gerçekte öyle bir şey olmak demek değildir.

Eşkıyanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.

Vaktiyle durumu elverişli olduğundan giyimine özen gösteren kişi, eski durumunu yitirince mevsime, modaya uymayan şeyler giyinir.

Etin çiği et getirir, ekmeğin çiği dert getirir.

Etin az pişirilmişi daha yararlıdır. Ekmeğin çiği ise zararlıdır.

Et kanlı gerek, yiğit canlı.

Kebap ve pirzola çok pişirilmemeli, biraz kanlı olmalı; genç dediğin de durgun, hareketsiz olamamalı, canlı olmalıdır.

Et kokarsa tuzlanır; ya tuz kokarsa ne yapılır?

Bozulan şeyi düzeltmek etken vardır. Ama bu etken bozulmuşsa artık düzeltmeden umudu kesmek gerekir.

Etle deri, yemekle diri.

İnsanın temel yapısı eti ile derisidir. Ama gereken besin alınmadıkça bunlarla ayakta durulamaz.

Etle tırnak arasına girilmez.

Ana baba ile çocuklar ve yakın hısımlar, kimi zaman birbirlerine darılırlar, ancak çok sürmez barışırlar. Dışarıdan bir kimsenin barıştırmak için aralarına girmesi doğru değildir.

Etme bulma dünyası.

Bu dünya, kötülük yapanın kötülük gördüğü bir yerdir.

Et ne kadar arık olsa ekmek üstünde yaraşır.

Bilgili, görgülü kişiye, iş başında ve zengin olmasa bile bilgisiz, görgüsüz kişilerin üstünde bir yer yakışır.

Et tırnaktan ayrılmaz.

Çok yakın hısımlar, aralarında ne kadar anlaşmazlık çıkarsa çıksın, birbirlerinden ayrılmazlar.

Ev alma, komşu al.

Ev alacak kimse için komşular evden daha önemlidir. Komşular kötü ise, en güzel bir evde bile rahat oturulamaz.

Evdeki hesap çarşıya uymaz.

Yapacağımız iş için hazırladığımız tasarı, uygulamada düştüğümüz gibi gerçekleştirilemez.

Ev dememişler, evran demişler.

Bir ev doymak bilmeyen ejderha gibidir. Bir yandan eksikleri tamamlanır, bir yandan yeni eksikler ortaya çıkar.

Evden bir ölü çıkacak demişler, herkes hizmetçinin yüzüne bakmış.

Topluluk içinde birinin tehlikeli bir iş yapması gerektiğinde herkes bunu koruyucusu bulunmayan ve kendisine söz geçirilebilen kişiden bekler.

Evine göre pişir aşını; erine göre bağla başını.

Kişi, davranışlarını sorumluluğunu taşıdığı konuların gereklerine göre ayarlamalıdır.

Evladın var mı, derdin var.

Ana baba, çocuklarını yetiştirmek için birçok özverilere, sıkıntılara katlanırlar. Onların bitmeyen hastalıkları, başka üzüntüleri ana baba için sürekli derttir.

Evli evine köylü köyüne gerek.

Herkes kendi yerinde ve işinin başında bulunmalıdır. Toplumun düzeni de, kendisinin rahatlığı da bunu gerektirir.

Evlinin bir evi var, evsizin bin evi var.

Evi olan yalnız kendi evinde oturur. Evi olmayan, kiracı da olsa, seçer seçer, beğendiği evde oturur.

Evvel can, sonra canan.

İnsan, önce kendini, kendi çıkarını düşünür; sonra sevdiğini ve onun çıkarını.

Evvel selam, sonra kelam.

Bir konu üzerinde görüşme, yemek zamanına rastlarsa önce yemek yenmeli, sonra görüşülmelidir. Çünkü aç insan rahat değildir; iyi düşünemez aklı yemekte kalır.

Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak."Köprüden geçerken ecel terleri döktüler."

Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek."Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek."

Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek."Bırak o silâhı elinden, eceline mi susadın sen?"

Eciş bücüş: Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan."Eciş bücüş bir yazıyla karşılaşınca şaşırdı."

Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek."Edebiyat yapmaya amma da meraklı bir insanmış."

Efkâr dağıtmak: Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalışmak."Sahile efkâr dağıtmak için inmiş olmalı."

Eğri (gözle) bakmak: Kötü düşünce besleyerek bakmak."O, hiç kimseye eğri gözle bakmazdı."

Ekmeğinden etmek: İşinden çıkarmak veya atmak."Adamı durup dururken ekmeğinden ettiler."

Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek."O işi bana vermemekle yabancıların ekmeğine yağ sürdün sen."

Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak."Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o."

Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak becerilikte olmak, her türlü işi yapmak."Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına katılmakta gecikmedi."

Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

Ekmek kapısı: Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri."O dükkân benim ekmek kapım, asla satmam, satamam onu!"

Ekmek parası: Kazanç, geçinmek için kazanılan para."Ekmek parası kolay kolay kazanılmıyor."

Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar."İkramiye ile eksiği gediği kapadılar."

Ekşi yüz: Somurtkan, asık yüz."Onun ekşi yüz göstermeye hakkı yoktu."

El açmak: 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için yalvarmak."İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti."

El altından: Kimsenin haberi olmadan, gizlice."Parayı el altından verdi."

El atmak: 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine karışmak."Üstüne vazife olmayan işe el atma sakın!.."

El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek."Bu iş ancak el ayak çekildikten sonra yapılır."

El basmak: Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek."Kur`ân`a el basarım ki bu işi ben yapmadım."

El çabukluğu: 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme."Adamın cebinden el çabukluğu ile cüzdanı çekiverdi."

Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak."Elde avuçta bir şey kalmayınca ne yapacağını şaşırdı."

Elde etmek: 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına çekmek."Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, boşuna uğraşma."

Elde kalmak: 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış olmak."Şu kasadaki üzümler elde kaldı."

Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek."Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin."

Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak."O arsa elden çıktığı için üzüldüm."

Elden düşme: Az kullanılmış."Elden düşme bir araba aldı."

Elden ele dolaşmak: Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçmek."Elden ele dolaşan atı nihayet geri almayı başardı."

Elden geçirmek: Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden geçirmek."Yaptığın işi bir daha elden geçir."

Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak."Bütün mal mülk bir hiç uğruna elden gitti."

Ele almak: 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak. 2. İncelemek, araştırmak veya tenkit etmek."Konuyu yeni baştan bir daha ele alalım."

Ele avuca sığmamak: 1. Şımarık davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek."Sen ne ele avuca sığmaz bir çocukmuşsun meğer."

Ele geçirmek: Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak."Şu toprak parçasını da ele geçirdik mi işimiz tamam demektir."

El elde baş başta: 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapılan işin sonunda ne kâr ne de zarar edildi."Alışverişten el elde baş başta döndü."

Elekten geçirmek: Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmak."Şu dosyayı bir daha elekten geçirin."

El ele vermek: Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, yardımlaşmak."Bu yolu ancak el ele verirsek yapabiliriz."

El emeği: 1. Elle yapılan işe harcanan emek. 2. Elle yapılan çalışmanın karşılığı."El emeğinin karşılığı değildir bu para."

Ele vermek: Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak."Katili ele vermeyi kafasına koyarak sokağa çıktı."

Eli açık: Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen."Eli açık olan insanları severim."

Eli ağır: 1. Oldukça yavaş iş yapan. 2. Vurunca çok acıtan."Eli o kadar ağırmış ki enseme gülle düştü sandım."

Eli altında olmak: 1. İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak. 2. Buyruğunda olmak."İyi bir usta, araç ve gereçlerinin elinin altında olmasını ister."

Eli ayağı buz kesilmek: 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok üşümek."Haydi elimiz ayağımız buz kesmeden girelim içeri."

Eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak."Çok şükür şimdilik elimiz ayağımız tutuyor."

Eli bayraklı: Kavgacı, şirret, edepsiz."Onun eli bayraklı bir kadın olduğunu daha yeni anladınız."

Eli bol: Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası olan."Duyduğumuza göre Hasan Çavuş eli bol bir insanmış."

Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan geri dönmek."Eli boş döneceği hiç aklıma gelmezdi."

Eli böğründe kalmak: Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa uğramak."Tek hayvanın öldüğünü görünce eli böğründe kaldı."

Eli cebine gitmemek (veya varmamak): Cimri olmak, para harcamaya kıyamamak."Ondan da yardım istediler, ancak eli cebine bir türlü gitmedi, arkasını dönüp uzaklaştı."

Eli çabuk: Süratli iş gören."Eli çabuk adamlara ihtiyacımız var."

Eli darda: Geçimi için para sıkıntısı çeken."Eli darda insanlara yardım etmek insanlık borcudur."

Eli değmemek: Bir işi yapmaya zaman bulamamak."Odanı temizlemeye elim değmiyor."

Elifi görse mertek sanır: Cahil, okuması yazması yoktur."Ona mı akıl danışıyorsun, elifi görse mertek sanır o. "

Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören."İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun."

Eli kalem tutmak: 1. Yazı yazmayı bilmek. 2. Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek."Elin kalem tutmaz mı senin?"

Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak."Bırakın onu, elinden iş çıkmaz birine ihtiyacımız yok."

Elinden tutmak: 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım etmek."Hayatım boyunca elimden tutan olmadı."

Eline düşmek: 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hâkimiyetinde kalmak."Düşmanın eline düşmemek için bir yol bulmalıyız."

Eline su dökemez: Sözü edilen kişi, değerce ondan çok geride."Sen hamur açmakta Fatma`nın eline su dökemezsin."

Elini çabuk tutmak: Hızlı davranmak, acele etmek."Elimizi çabuk tutup şu kömürü yağmura yakalanmadan taşıyalım."

Elini kana bulamak: Birini öldürmek veya yaralamak."Zavallı çocuk, boş yere elini kana buladı."

Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan getirmemek.

Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolaşmak."Bunca ağır suç işlemesine rağmen elini kolunu sallaya sallaya gezmesi şaşılacak şey doğrusu."

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak (kadınlar için).

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden kaçınmak."Ne kadınmış o da, elini sıcak sudan soğuk suya soktuğunu görmedim daha!"

Eli sıkı: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu."Bu kadar eli sıkı bir adam olmak zorunda değilsin."

Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri kalmayan.

Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak."Bulaşıkları yıkamaya bir türlü elim varmıyor."
Eli yatmak: Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi bulunmak.



Eliyle koymuş gibi bulmak: Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak."Onca şeyin arasında küçücük düğmeyi eliyle koymuş gibi buluverdi."



El kadar: Küçük, küçücük."El kadar çocuk işime karışamaz benim."



El kaldırmak: 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek."Sen ne cüretle babana el kaldırırsın!"



El kapısı: 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, yurdu."Yıllarca el kapılarında çalıştım durdum."



El koymak: 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim olmak."Hükümetin el koyduğu arazi burdan başlıyor."



Elle tutulur gözle görülür: Çok açık, gizli bir tarafı yok."Şu zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir iş yaptın mı sen?"



El oğlu: 1. Yabancı. 2. Damat."El oğluna güvenme sakın!"



El sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. Yapımına başlamamak."İşe el sürmeye vakit bulamadım daha."



El uzatmak: 1. Birine yardım etmek. 2. Dokunmaya, almaya çalışmak."O bizim bir yakınımız, ona elimizi uzatmalıyız hemen."



El üstünde tutulmak: Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek."Dedem ailemizde el üstünde tutulurdu."



El yordamıyla: Tahminlerine, sezgilerine dayanıp elle yoklayarak."El yordamıyla kibrit kutusunu buldum."



Emeği geçmek: Bir şeyin yapılmasında kendisinin de katkısı bulunmak."Şu caminin yapımında kimlerin emeği geçmedi ki."



Emek vermek: Bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak."İyi bir sonuç mu almak istiyorsun? Emek ver, gayret et."



Emir kulu: Kendisine emredilen işi yapmak zorunda olan kimse."Emir kulu olmak o kadar da kolay değil."



Eninde sonunda: Nihayet, en sonunda."Eninde sonunda onu bulacağım."



Enine boyuna: 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri göz önünde tutarak. 2. İri yarı, gösterişli (adam)."Şu meseleyi enine boyuna bir kez daha düşünelim."



Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse)."Neden şu ensesi kalın adamlardan yardım istemiyorsunuz."



Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp tedirgin etmek, eziyet etmek."İşlerin yavaş gittiğini gören patron işçilerin ensesinde boza pişirmeye başladı."



Ensesine yapışmak: Yakalamak."Bir hamlede ensesine yapıştı çocuğun."



Ense yapmak: Yemek, içmek ve keyfine bakmak, hiç iş yapmamak."Ense yapmayı bırak da biraz işle ilgilen."



Er geç: Ne zaman olsa, mutlaka."Er geç onu bulacağım."



Esamisi okunmamak: Adı anılmamak, değer verilmemek."Onun buralarda hiç esamisi okunmaz."



Es geçmek: Dikkate almamak, sözleri arasında o konuya dokunmamak."Borç meselesini es geçmesine fırsat vermeyin."



Esip savurmak: Bağırıp çağırmak, öfke ile atıp tutmak."Davet edilmediğini öğrenince esip savurmaya başladı."



Eski çamlar bardak oldu: Devir değişti, eski durumların, tutumların bir önemi kalmadı.



Eski defterleri karıştırmak: Eski olayları, işleri bir çıkar umuduyla tekrar ele almak, yeniden gündeme getirmek."Eski defterleri karıştırmayı bırak artık".



Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış."Köy aynı, insanlar aynı, eski hamam eski tas."



Eski kafalı: Yeniliğe açık olmayan, yaşayış ve düşünce itibariyle eskiye bağlı."Eski kafalı insanlar gittikçe azalıyor mu ne?"



Eski kurt: Tecrübeli, görmüş ve geçirmiş, mesleğini iyi bilen, hileyi ve düzeni deneyimi sayesinde hemen anlayan."O da eski kurtlardandır."



Eski toprak: Yaşlılığına rağmen dinçliğini, dayanıklılığını hâlâ sürdüren, gücünü kaybetmemiş kimse."Sen eski topraksın, bizim gibi birkaç genci daha cebinden çıkartırsın."



Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşini güvenli kılacak önlemler almak."Ne demişler: Eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Allah`a ısmarla."



Eşek kadar: Büyük, iri; aşırı derecede gelişmiş."Eşek kadar oldu ama hiç söz dinlemiyor."



Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakıllı, çok ve iyi dövmek."Eğer aklını başına toplamazsan seni eşek sudan gelinceye kadar döveceğim, anladın mı?"



Eşek şakası: Ağır, hoşa gitmeyen, incitici, kaba şaka."Ben eşek şakasından hiç hoşlanmam."



Eşiğine yüz sürmek: Bir isteğinin yerine getirilmesi için bir kimseye yalvarmak, önünde eğilmek."İnsanların eşiğine yüz sürülmemesi gerekir."



Eşiğini aşındırmak: Bir işi yaptırmak, gördürmek için bir yere çok gidip gelmek."Şu köy yolu için hükümet eşiğini aşındırıp durduk."



Eşref saat: 1. İş görecek kimsenin uysal davranacağı, aksilik çıkarmayacağı zaman. 2. Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman."İzin alabilmek için müdür beyin eşref saatini kollamaya başladı."



Eteği ayağına dolaşmak: Telâş, korku ve heyecandan yürüyüşünü ve yapacağı işi şaşırmak.



Eteğine yapışmak: 1. Bir kimsenin manevî desteğini istemek. 2. Varlıklı, sözü geçer bir kimseden yardım ve himaye istemek."Korkudan annesinin eteğine yapıştı."



Etekleri tutuşmak: Çok telâşlanmak, heyecanlanmak."Babasını parkta göremeyince etekleri tutuşmaya başladı, yoksa gelmeyecek miydi?"



Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek, işler yolunda olmak."Yazılı sınavı umduğundan iyi geçen Halit`in etekleri zil çalıyordu."



Etek öpmek: Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek; birine yaranmak için katına çıkıp o kimsenin eteğini öpme davranışı içinde olmak."Bu makama etek öpe öpe çıktı soysuz herif."



Eti ne butu ne?: 1. İmkânları, parası az. 2. Çelimsiz, zayıf, küçük."Ona baskı yapma, zavallının eti ne butu ne?"



Eti senin kemiği benim: Çocuk velilerinin öğretmene ya da ustaya çocuğun eğitiminde kendine tam yetki verdiğini anlatmak için söylenir.



Et kafalı: Akılsız, anlayışı az, kavrayışı kıt olan.



Etliye sütlüye karışmamak: Kendini alâkadar etmeyen meselelerden, toplumu derinden etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçınmak ve hiçbiriyle ilgilenmemek."Kendine sahip çık, sakın etliye sütlüye karışayım deme oğlum."



Etrafında dört dönmek: İstediğini elde etmek amacıyla bir kimsenin, bir şeyin yanından ayrılmamak, ona aşırı ilgi göstermek."Çocuklar Nasreddin Hoca`nın etrafında dört dönmeye başladılar."



Et tırnak olmak: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.



Ettiğini bulmak: Yaptığı bir kötülüğün cezasını görmek.



Ev açmak: Ayrı bir eve çıkmak, yerleşmek."Evlendikleri günün ertesinde ev açmaya karar verdiler."



Evde kalmak: Yaşı ilerleyen kızın evlenememesi."Evde kalmak korkusu zavallı kızı yiyip bitiriyordu."



Evdeki hesap çarşıya uymamak: Önceden tasarlanan, düşünülen bir iş umulduğu gibi gitmemek, başka bir yönde gelişmek."O kadar uğraştık ama evdeki hesap çarşıya uymadı, bu paraya istediğimiz gibi bir ev bulamadık."



Evlât acısı gibi içine çökmek: Kaybettiği bir şey için çok üzülmek."Bahçeye diktiği güllerinin dipten sökülüp atılması evlât acısı gibi içine çökmüştü."



Eyere de gelir semere de: Her işe uyar, her işe yarar, ince işler için de kaba işler için de kullanılabilir.



Eyüp sabrı: Peygamberlerden Hz. Eyyub` un başına gelen hastalığa sabredip, bundan dolayı şikâyet etmemesi; güçlük ve üzüntülere, hastalığa karşı sabretmesinden hareketle, en ağır ve sürekli üzüntülerden bile yakınmayanın büyük ve uzun sabrını anlatmak için kullanılır.



Eyvallah demek: 1. Razı olmak, kabul etmek. 2. Ayrılırken "Allah`a ısmarladık" anlamında kullanılır.



Eyvallah etmemek: Minnet altına girip boyun eğmemek."Aç kaldı, susuz kaldı ama kimseye eyvallah etmedi."



Ezbere iş görmek: İncelemeden, özenmeden, gerekli olan bilgiyi almadan, gelişi güzel iş yapmak."Ben sana ezbere iş görme demedim mi?"



Ezilip büzülmek: Güç bir duruma düştüğünü, utandığını, sıkıldığını davranışlarıyla belli etmek."Hiçbir insanın karşımda ezilip büzülmesine tahammülüm yoktur."

F HARFİ


Fakirlik ayıp değil, tembellik ayıp.

Yoksul bir aileden olmak ve çalıştığı halde az para kazanmak utanılacak bir şey değildir. Utanılacak şey, tembellik yüzünden yoksul olmak ve zengin de olsa çalışmamaktır.

Fala inanma, falsız kalma.

Fal inanılacak şey değildir. Ancak kişi oyalanmak yalan da olsa geleceği üzerine bir şeyler dinlemek ister. Bunu da hoş görmek gerekir.

Farz sünneti bastırır.

Çok önemli olan bir işin, daha az önemli olandan önce yapılması gerekir.

Faydasız baş mezara yaraşır.

Yaşayan kimse bir işe yaramalıdır. Bir işe yaramayan kişi, ölü kişi gibidir.

Fazla mal göz çıkarmaz.

Fazla mal kişiye zarar vermez. Bundan dolayı elden çıkarılmamalıdır. Şimdi gereksemenin üstünde görünen malın ileride fazla olmadığı anlaşılabilir.

Felek kimine kavun yedirir kimine kelek.

Bu dünyada kimi kişiler mutlu bir yaşantı içindedirler. Kimi kişiler ise talihsizdirler; ne denli çabalarsalar istediklerini elde edemezler.

Fırsat her vakit ele geçmez.

Fırsat insanın eline çok seyrek geçer. Onun için çıkan fırsatı kaçırmamak, ondan yararlanmak gerektirir.

Fırsat sakal altından geçer.

Fırsatı yakalamak, kimi kez çok kolaydır. Ancak, yakalayabilmek için zamanını kollamak gerektirir.

Fıs fıstığı kırıp düşman gözü çıkarmalı.

Zengin olmadığınız halde zenginmişsiniz gibi davranışlarınızla sizi sevmeyenleri kıskandırabilirsiniz.

Fısıltı ev yıkar.

Bir toplantıda, kimi kişilerin fısıltı ile konuşmaları, güvensizlik havası yaratır; toplantının dağılmasına yol açar.

Fincancı katırını ürküten sayısız dayak yer.

Eylemiyle bir düzene zarar veren kişi ağır biçimde cezalandırılır.

Fukaranın tavuğu tek tek yumurtlar.

Talih, yoksula hiç gülmez. Eşit sermaye zengine daha çok, yoksula daha az gelir getirir.

Yorumlar (0)