Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler G Harfi

Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler G Harfi

Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler A Harfi, Atasözleri ve Deyimler, Atasözleri ve Açıklamaları, Türkçe Atasözleri

Atasözleri ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Deyimler ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları


Gaf yapmak: Farkında olmadan bir kimseyi incitecek sözler sarf etmek.

Gafil avlamak: Birini hazırlıksız yakalamak.

Gaflet basmak: Uykusu gelmek, üzerinde bir ağırlık oluşmak.

Gaflete düşmek: Oldukça dalgın, uyuşuk, dikkatsiz olmak.

Galebe çalmak: Üstünlük sağlamak, yenmek.

Galeyana gelmek: Bir şeyden çok etkilenmek, coşku dolu olmak.

Gam yememek: Tasa etmemek, üzülmemek, hiçbir kaygı gütmemek.

Gani gönüllü: Çok cömert, eli bol kimse.

Garaz bağlamak: Birine karşı düşmanca duygular içerisinde olmak.

Gargaraya getirmek: Gürültüye getirerek bir şeyin öneminin azalması.

Gâvur etmek: Gereksiz ve boş bir şeyi harcamak.

Gâvur inadı: Yumuşatılamayan çok büyük inat.

Gayya kuyusu: İşlerin karmaşıklığı.

Gazaba gelmek: Gereğinden fazla öfkelenmek.

Gazaba uğramak: Bir kimsenin öfkesini üzerine çekmek.

Gazel okumak: Birini kandırmak veyahut oyalamak amacıyla boş sözler sarf etmek.

Gece kuşu: Gecenin geç vakitlerinde dışarıda gezinmeyi alışkanlık haline getiren kimse.

Geceyi gündüze katmak: Gece gündüz aralıksız çalışmak.

Geçer akçe: Bütün kişilerce aranılan değerli şey, para.

Geçimini sağlamak: Yaşamak nedeniyle gerekli olanı elde etmek.

Geçmişini karıştırmak: Birilerinin ölmüşlerini kötülemek veya onlara kötü şeyler, sözler söylemek.

Geçti Bor'un pazarı (sür eşeğini Niğde'ye): Bir iş üzerinde yapılacak bir şey bitti. Bir yenisini bulmak, kollamak lazımdır.

Gel keyfim gel: İşleri yolunda olan mutlu, mesut kişilerce kullanılır.

Gel zaman git zaman: Aradan bir hayli vakit geçtikten sonra.

Gelip çatmak: Zamanı gelmek, çok yakında bir şeyin gerçekleşmesi.

Gem vurmak1. Hayvanın ağzına onu yönetmek için urgan bağlamak, gem takmak. 2. Birinin taşkınlığını önlemek.

Gemi aslanı: Şeklen gösterişli, fakat işe yaramayan kişi.

Gemi azıya almak: Azgınlaşıp söz dinlemez olmak.

Geri basmak: Geriye doğru harekete geçmek.

Geri çekilmek: Bir şeyi devam ettirmekten vazgeçmek.

Geri çevirmek: Bir şeyi geldiği yere yeniden göndermek.

Geri durmamak: Bir işe girişmek. O işten geri kalmamak.

Geri hizmet: Bir işte asıl görevin devamını sağlayan ikince derecede sunan hizmet, çalışma.

Geri kafalı: Safsatalara inanan, boş kimse.

Geri tepmek: Ters etki göstermek.

Geyik muhabbeti: Boş boş, anlamsız, gereksiz konuşma.

Gıcık tutmak: Boğazı gıcıklanmak.

Gıcık vermek: Bir kişiyi kızdırıp onu sinirlendirmek.

Gık dememek: Hiçbir şekilde sesini çıkarmamak, karşı çıkmamak.

Gıkı çıkmamak: Baskı gördüğünde tek söz söylememek.

Gına gelmek: Usanmak, bıkmak.

Gırla gitmek: Bol bol harcamak.

Gırtlağına basmak: Bir kimseye bir işi yaptırmak için baskı uygulamak.

Gırtlağına kadar borca girmek: Ödenmesi zor olacak bir şekilde borçlanmak.

Gırtlak derdi: Geçim kavgası. Derd-i maişet.

Gırtlak gırtlağa gelmek: Dövüşecek duruma gelmek, o pozisyonda olmak.

Gidiş o gidiş: Gittiğinden bu yana kendisinden haber alınamadı, anlamında.

Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek zorunda kalmak.

Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan isim.

Göğsü kabarmak: Övünç duymak, büyük gurur sahibi olmak.

Göğsünü gere gere: Güvenle veya övünçle.

Göğüs geçirmek: Çok üzgün bir şekilde soluk alıp vermek.

Göğüs germek: Bir şeye bilinçli bir şekilde karşı koymak.

Göklere çıkarmak: Birini, bir şeyi aşırı derecede övmek.

Gökten zembille mi indi: O kişiye ayrıcalık gösterilmesinin nedeni nedir?

Gönlünü almak: Küskün birini memnun etmek.

Gönlünü çelmek: Kendisine âşık etmek, birini kendisine bağlı kılmak.

Gölge düşürmek: Bir şeye şaibe oluşturmak, onun değerini azaltacak bir şey yapmak.

Gölge etmek: Bir şeyin gerçekleşmesini engellemek, o işin olmamasını istemek.

Gölgesinden korkmak: Gereksiz, en basit, korkulmaması gereken şeylerden korkmak.

Gönlü bol: Eli açık, mert kimse.

Gönlü kalmak: Zoruna gitmek, gücenmek.

Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen kimse.

Gönlü tok: Az imkânlara sahip olsa dahi bununla yetinen, kanaat sahibi kimse. Aç gözlü olmayan.

Gönlünden kopmak: Bir şey yapmaya niyetlendiğinde bunu gönüllü olarak yapmak. Kişinin onu yapma isteğinin oluşması.

Gönlüne göre: İstediği, dilediği şekilde.

Gönül almak: Sevindirmek, hoşnut ettirmek, kırılan birini güzel söz ve davranışlarıyla hoşnut etmek.

Gönül eri: Mert, açık yürekli, hoşgörülü kimse.

Gönül kırmak: Bir kişiyi çok fazla üzmek.

Gönül okşamak: Birini güzel bir davranışla veya sözle sevindirmek.

Gönül yapmak: Bir kişinin var olan kırgınlığını gidermek.

Gönülden çıkarmak: Sevmez ve anmaz olmak.

Gönülden geçirmek: Bir şeyi düşünür olmak. Onu yapmayı düşünmek.

Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.

Görüş açısı: Bir probleme yaklaşma, onu ele alma yöntemi.

Gövde gösterisi: Bir amaç uğruna güçlerini birleştiren grupların yaptıkları gösteriler.


Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa bir süre içinde.

Göz açtırmamak: Birini baskı altında tutup onun bir şeyle meşgul olmasına fırsat tanımamak.

Göz alıcı: Şekli, görünüşü ile kişiye güzel, çekici gelen.


Göz ardı etmek: Yeteri kadar ilgi göstermemek.

Göz atmak: Bir şeyin ayrıntılarına girmeden şöyle bir bakmak.

Göz bebeği: Çok değerli, önem verilen kimse.

Göz boyamak: Gösterişle aldatmak.

Göz dikmek: Bir şeyi elde etme isteği içerisinde olmak.

Göz doldurmak: Beğenilmek, övgüye layık olmak.

Göz gezdirmek: Bir şeye ayrıntılarına girmeden kabaca bakmak.

Göz göre göre: Herkesin gözü önünde, apaçık.

Göz gözü görmemek: Karanlık, sis, duman gibi nedenlerden hiçbir şey görünmez olmak.

Göz hakkı: Bir şeyi görüp de hoşuna giden, ona meyleden kişilerin payı.

Göz hapsine almak: Bir kişinin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birini sürekli gözetlemek, takip etmek.

Göz kamaştırmak: Büyük hayranlık uyandırmak.

Göz kararı: Ölçü ve miktarı gözle kararlaştırmak.

Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak.

Göz kırpmadan: Merhamet etmeden, acımadan, çekinmeden.

Göz kırpmak: Bir kişiye bir işin olması için olumlu bir işaret vermek.

Göz koymak: Bir şeye sahip olmaya çalışmak.

Göz kulak olmak: Bir şeyi korumak amacıyla gözetlemek.

Göz nuru dökmek: Gözün kullanıldığı ince, ağır bir işte uzun süre çalışmak.

Göz önünde tutmak: Farklı bir sonucun da ortaya çıkabileceğini hesap etmek.

Göz ucuyla bakmak: Birine hissettirmeden ona göz kenarı ile yan yan bakmak.

Göz yummak: Kusurları görmezlikten gelmek.

Gözdağı vermek: Bir şeyi yaptırmak için tehdit eder şekilde konuşmak. Söz ve davranışlarla karşısındakini korkutmaya çalışmak.

Gözden çıkarmak: Bir şeyden vazgeçmek, onun yokluğuna razı olmak.

Gözden düşmek: Birine olan ilgi ve alakanın azalması kişinin eskisi kadar itibar görmemesi.

Gözden geçirmek: Bir şeyi okumak, onu incelemek.

Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: Kişilerin arasına mekân farkı girdi mi uzun süre görüşmediler mi bunların aralarındaki sevgi azalır, anlamında.

Gözden kaçmak: Farkına varmamak, dikkatlerden kaçmak.

Gözden kaybolmak: Ortadan görünmez olmak, farklı bir yere gitmiş olmak.

Göze almak: Gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek.

Göze batmak: Başkalarını aşırı sözleri ve davranışlarıyla tedirgin etmek, kıskançlığa sebep olmak.

Göze çarpmak: Üzerine dikkati çekmek

Göze girmek: İlgi ve önem kazanmak

Göze göz, dişe diş: Misilleme, aynı şekilde acısını çıkarma.

Gözleri bulutlanmak: Bir üzüntü vesilesiyle gözleri dolan kişinin çevreyi bulanık görmesi.

Gözleri dolmak: Ağlayacak duruma gelmek, göz pınarlarına yaşların yürümesi.

Gözleri fal taşı gibi açılmak: Şaşkınlıktan gözleri normalden çok fazla açılmak.

Gözleri fıldır fıldır etmek: Gözleri zeki, çabuk çabuk dönüp her yana bakmak.

Gözleri kamaşmak: Hayran olmak.

Gözleri kan çanağına dönmek: Uykusuzluktan ya da çeşitli nedenlerden gözleri çok kızarmak.

Gözleri kapanmak: Çok uykusu gelmiş olmak.

Gözleri yaşarmak: Bir durum karşısında ağlayacak duruma gelmek.

Gözleri yollarda kalmak: Birilerini özlemle, büyük bir hasretle dört gözle beklemek.

Gözlerinden okumak: Niyetini öğrenmeye çalışmak.

Gözlerinden uyku akmak: Çok uykusu geldiği için göz kapakları kapanır bir şekil almak.

Gözlerine inanamamak: Gördüklerinden dolayı şaşkına dönmek.

Gözlerini kan bürümek: Elinden her türlü kötülük gelebilecek bir hale gelmek.

Gözlerinin içi gülmek: Gözlerinden ve yüzünden çok sevindiği belli olmak.

Gözü aç: Mala, mülke doyamayan.

Gözü açık: Kurnaz, çıkarını kollayan, zeki kimse.

Gözü açık gitmek: İstediklerinin çoğuna kavuşmadan ölüp giden.

Gözü açılmak: Faydalı ve faydasızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilecek duruma gelmek.

Gözü arkada kalmak: Kendisinin gitmesinden sonra mal, mülk makam ve çocuklarından dolayı bir tedirginlik yaşamak.

Gözü bağlı: Çevresinde olup bitenlerden haberi olmadan.

Gözü dalmak: Gözlerinin bir noktaya dalıp oraya dikkatli dikkatli bakmak.

Gözü doymak: İsteklerinin çoğuna kavuşup, bir şey istememek. Artık bu isteğin kendisinde yok olması.

Gözü dönmek: Azgın bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez bir hale gelmek.

Gözü gibi sakınmak: Bir şeye ve kişiye aşırı ilgi duymak, onu korumak.

Gözü gönlü açılmak: Ferahlamak.

Gözü hiçbir şey görmemek: Bir şeye yoğunlaşıp bütün dikkatini o şeye verip başka bir şey görmemek.

Gözü ısırmak: Daha önce bir yerden tanıyor gibi olmak.

Gözü ilişmek: Tesadüfen, rast gele gözünün bir şeyi görmesi.

Gözü kara (pek): Korkusuz, cesaretli kimse.

Gözü kararmak: Bir hırstan ne yaptığını bilmemek.

Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda güven duymak.

Gözü korkmak: Önceleri yaşadığı bir kötü durumdan bir daha zarar gelebileceği endişesine kapılmak.

Gözü sulu: Çok çabuk ağlayan kimse.

Gözü tok: Cömert, bir şeyde gözü olmayan.

Gözü tutmak: Bir şeyi, kişiyi beğenmek. Ona güven duymak.

Gözü üzerinde olmak: Bir şeye, kimseye sık sık bakarak onu kontrol etmek.

Gözü yılmak: Daha önce denendiği amacıyla bir durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek.

Gözü yolda kalmak: Birinin gelmesini uzunca bir süre büyük bir merakla beklemek.

Gözü yükseklerde olmak: Bulunduğu mevcut durumdan daha yüksek bir duruma, mevkiye gelmek.

Gözünde büyümek: Bir şeyi olduğundan fazla güç görmek, gözünde zorlaştırmak.

Gözünde tütmek: Çok özlemek.


Gözünden kaçmak: Farkına varamamak, bir şeyi bir şekilde kaçırmak.

Gözüne bakmak: Bir emri yerine getirmek üzere bir yerden işaret beklemek.

Gözüne dizine dursun: Nankörlük yapan kişilere karşı söylenen ilenme sözü.

Gözüne girmek: Birinin sevgisini kazanmak, ilgisini üzerine çekmek.

Gözüne sokmak: Bir şeyi görmek istemeyene o şeyi zorla göstermek.

Gözüne uyku girmemek: Hiç uyumamak, sürekli uyanık şekilde kalmak.

Gözünü açmak: Dikkatli ve uyanık olmak.

Gözünü ayırmamak: Birine, bir şeye devamlı bakmaktan kendini bir türlü alamamak.

Gözünü daldan budaktan esirgememek: Olur olmaz tehlikelere aldırmamak.

Gözünü dört açmak: Her zamankinden daha dikkatli davranmak.

Gözünü kan bürümek: Aşırı derecede öfkelenmek, öfkesinden dolayı birini öldürecek kadar kendinden geçmek.

Gözünü kapamak: Ölmek, görmezlikten gelmek.

Gözünü korkutmak: Birini aşırı derecede korkutmak, onu yıldırmak.

Gözünün önünden gitmemek: Birini, bir şeyi bir türlü unutamamak. Onu her an görür gibi olmak.

Gözünün yaşına bakmamak: Merhametsiz olmak, acıma duygusunu yitirmek, hiç acımamak.

Gururunu okşamak: Kişinin hoşuna giden şeyleri onun yüzüne söyleyerek onu duygulandırmak.

Gücüne gitmek: Söz veya davranışın bir kimseye ağır gelmesi.

Güllük gülistanlık: Sorunsuz yer. Neşe, bolluk ve bereketin olduğu yer.

Gülmekten kırılmak: Gereğinden fazla gülmek. Bu sebeple halsiz düşmek.

Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, ona aldırış etmemek.


Güme gitmek: Boşu boşuna boş yere gitmek.

Gün almak: 1. Randevu, belirli bir iş için bir saat belirlemek. 2. Bir yılın bitip başka bir yılın günleri için kullanılır.            

Gün batmak: Güneş batmak.

Gün görmek: Mutlu, esenlik içinde bir vakit geçirmek.

Gün görmüş: Tecrübeli, başından türlü türlü işler geçmiş kimse.

Gün ışığına çıkmak: Açıklığa kavuşmak, aydınlanmak.

Günah işlemek: Dince yasak olan bir şeyi yapmanın sonucunda insanın hanesine yazılan.

Günaha girmek: Dince suç olan bir iş yapmak veya bir söz söylemek.

Günaha sokmak: Birilerinin günah işlemesine, günaha bulaşmasına yol açmak.

Günahını vermez: Aşırı derecede cimri, pinti, eli sıkı kimse.

Günleri sayılı olmak: Ölmek üzere olan kimse veya bulunduğu yerde çok az günü kalmış olmak.

Günü birliğine: Bir yere veya işe sabah gidip akşam dönmek.

Gününü doldurmak: Bir işin son vakti için geçmesi gereken zamanı tamamlamak.

Gününü gün etmek: Gönlünce ve hoşça vakit geçirmek. Hiçbir şeye kafayı takmamak.

Gürültüye pabuç bırakmamak: Korkutma ve tehditlere aldırmayıp istediği gibi davranmak.

Güven kazanmak: Çevresindeki kişiler nazarında inandırıcılığını arttırmak.

Güven vermek: Çevresinde emin, sözünde duran, dürüst biri olarak tanınmak.

Güvendiği dağlara kar yağmak: En çok güvendiği kişilerin yardımını zor, dar zamanda görememek.

Gaflet basmak: Uykusu gelmek."Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem."

Gam yememek: Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek."Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem."

Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan."Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor."

Gâvur etmek: Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak."Onca parayı bu eve verip gâvur etti."

Gâvur inadı: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat."Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor."

Gazel okumak: 1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek."Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!"

Gece kuşu: Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse."Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu."

Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek."Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık."

Geçer akçe: Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey)."Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır."

Geçimini sağlamak: Yaşamak için gerekli olanı elde etmek."Geçimini sağlamak için hemen her yola başvurdu."

Geçmişini karıştırmak: Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.

Geçti Bor`un pazarı (sür eşeğini Niğde`ye): "İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında kullanılır.

Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında kullanılır."Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler."

Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak."Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?"

Gel keyfim gel: Bir durumdan duyulan memnunluk, işlerin yolunda gitmesi anlatılır.

Gel zaman git zaman: Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra."Gel zaman git zaman bu ikisi beraberce yaptılar bu evi."

Gemi azıya almak: 1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak.

Geniş gönüllü: Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan."Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil."

Geri basmak: Geri geri gitmek."Heyecanlanınca geri basmaya başladı."

Geri çekilmek: 1. Kaçmak, bulunduğu yerden arka arkaya doğru gitmek. 2. Karıştığı bir işi sürdürmekten ya da sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek."Düşmanın çokluğu karşısında geri çekilmekten başka çaremiz kalmamıştı."

Geri çevirmek: 1. İade etmek, geldiği yere göndermek, kabul etmemek."Ona aldığım hediyeyi rüşvettir diye geri çevirdi."

Geri durmamak: Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek."Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır."

Geri hizmet: 1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2. Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev."Senin bu savaşta, geri hizmette bulunacağını söylediler bana."

Geri kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu.

Gıcık tutmak: Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak."Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı."

Gıcık vermek: 1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak."Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum."

Gık dememek: Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak."Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi."

Gına gelmek: Usanmak, bıkmak."Bu işten gına geldi artık."

Gırla gitmek: 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.

Gırtlağına kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde borçlanmak."Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim."

Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek."Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın."

Gidiş o gidiş: "Gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı" anlamında kullanılır.

Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek."Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı."

Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad."Senin göbek adın nedir?"

Göğsü kabarmak: İftihar etmek, övünç duymak."Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum."

Göğüs geçirmek: Üzüntülü bir şekilde soluk almak, içini çekmek."Eski hatıraları gözünde canlanınca derin derin göğüs geçirdi."

Göğüs germek: Bir zorluğa dayanmak, karşı koymak."Bu güne birçok zorluklara göğüs gererek geldik."

Göklere çıkarmak: Aşırı ölçüde övmek."Adamı bu basit iş için göklere çıkartıp şımarttıkça şımarttılar."

Gökten zembille mi indi?: "Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında kullanılır.

Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak.

Gölge etmek: 1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak."Gölge etme de şu işi zamanında yapayım."

Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak."Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez."

Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert.

Gönlü kalmak: 1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek."Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı."

Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.

Gönülden geçirmek: Bir şeyi yapmayı düşünmek, olmasını istemek, o şeyi düşünür olmak."Ben de o işi yapmayı gönlümden geçirmiştim."

Gönlünden kopmak: Birine iyilik yapma ya da bir şeyi verme isteği, içinde aniden doğuvermek."Gönlünden kopanı vermek kadar güzel bir şey olamaz."

Gönlüne göre: İsteğine uygun olarak, dilediğine göre."Allah gönlüne göre verir inşallah."

Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan."Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim."

Gönül almak: 1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek."Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın."

Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak."Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan."

Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse)."O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi."

Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak."Gönül kırmakta üstüne yoktur onun."

Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.

Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek."Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona."

Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek.

Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi."Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez."

Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri."...partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı."

Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak."Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum."

Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok çabuk, kısa bir zamanda."O işi göz açıp kapayıncaya kadar yaparız."

Göz açtırmamak: Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat vermemek."Çalışan işçilere hiç göz açtırmadı."

Göz alıcı: Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat çekici."Oldukça göz alıcı bir elbise."

Göz atmak: Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek."Kütüphaneye şöyle bir göz atıp gitti."

Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak.

Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse)."Babam benim göz bebeğimdir."

Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak."Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!"

Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak."Evi ister istemez gözden çıkardılar."

Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek."Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü."

Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak."Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?"

Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak."Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu."

Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: "Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılır.

Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek."Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu."

Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek."Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!"

Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak."Komşusunun tarlasına göz dikti."

Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek."Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor."

Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek."Vatan için kim ölümü göze almaz ki?"

Göze batmak: 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak."Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver."

Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek."O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu."

Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak."Kısa zamanda göze girmeyi başardı."

Göze göz, dişe diş: Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma."Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir."

Göz gezdirmek: 1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek."Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım."

Göz göre göre: Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde."Göz göre göre yaktılar zavallının evini."

Göz gözü görmemek: Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak."Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu."

Göz hakkı: Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça."Çocukların göz hakkını ayırmayı da sakın unutmayın."

Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak."Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar."

Göz kamaştırmak: 1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi."Kapıdan çıkar çıkmaz göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar."

Göz kararı: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama."Kumaşı göz kararı ölçüp verdi."

Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak."Yoldan geçen adama göz kesildi."


Göz kırpmadan: 1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet etmeden."Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler."



Göz kırpmak: Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru olmadığını gözünü açıp kapayarak belirtmek."Kalabalık içinde birbirlerine göz kırparak gülümsediler."

Göz kırpmamak: 1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldırmamak."Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm."



Göz kulak olmak: 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak."Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin."



Gözleri bulutlanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.



Gözleri dolmak: Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş yürümek."Hiç beklemediği bir anda beni karşısında görünce gözleri dolu dolu oldu."



Gözleri fal taşı gibi açılmak: Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış olmak.



Gözleri fıldır fıldır etmek: Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak.



Gözleri kan çanağına dönmek: Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış olması.



Gözleri kapanmak: 1. Çok uykusu gelmiş olmak. 2. Ölmek."Yemeği yer yemez gözleri kapandı, horlamaya başladı."



Gözlerine inanmamak: Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple gördüğünün gerçek olduğuna inanmamak."Gözlerime inanamıyorum, sen misin Ahmet?"



Gözlerini (gözünü) kan bürümek: Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle gelmek."Bir adamın gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir."



Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli etmek."Sınıfını geçtiğini öğrenen Halim`in gözlerinin içi gülüyordu."



Gözleri yaşarmak: Üzücü ve duygulandırıcı bir durum karşısında gözlerinden yaş gelmek."Gurbetteki oğlundan gelen mektup eline tutuşturulunca gözleri yaşardı."



Gözleri yollarda kalmak: Özlemle beklemek.



Göz nuru dökmek: Göz emeği harcamak; gözün dikkatini, elin emeğini gerektiren ince bir iş yapmak ve işte uzun süre çalışmak."Onca göz nuru döktüğü el işleri ürünleri çok ucuza satılınca kahroldu."



Göz önünde tutmak (bulundurmak): Dikkate almak. Herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak."Yola çıkıyorsunuz ama yağmuru da göz önünde tutun."



Göz ucuyla bakmak: Belli etmemeye çalışarak, başını çevirmeden göz kenarı ile yandan bakmak."Yabancı askerlere göz ucuyla bakmaya başladı."



Gözü aç: Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiğinden fazlasını isteyen."Gözü aç insanlar topluma huzur vermezler."



Gözü açık: Uyanık, kurnaz, çıkarlarını iyi kollayan, becerikli, zeki."Senin çocuk gözü açık birisi olacak galiba."



Gözü açık gitmek: Çok istediği şeylere kavuşamadan ölmek."Halam `gurbete giden oğluma kavuşamadan ölürsem gözüm açık gider` dedi."



Gözü açılmak: Yararlıyı yararsızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilir duruma gelmek."Yaşı büyüdükçe gözü de açılmaya başladı."



Gözü arkada kalmak: Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek, merak etmek."Köyden ayrılıyordu ama gözü de arkada kalmıştı."



Gözü bağlı: 1. Sorup soruşturmadan, anlayıp anlamadan. 2. Gafil, çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan."Hiçbir zaman gözü bağlı biri olmanı istemem senin."



Gözü dalmak: Gözlerini bir noktaya dikerek dalgın dalgın bakmak."Zavallı ihtiyar bir noktaya gözü dalmış öylece duruyordu."



Gözü doymak: Çok istenen bir şeye kavuşup, artık istemez duruma gelmek."Sanırım şimdi gözün doymuştur, daha istemezsin artık."



Gözü gibi sakınmak (esirgemek): Bir şeye aşırı derecede ilgi duymak, onu koruyup gözetmek, dikkatle muhafaza etmek."Çocuğunu gözü gibi sakınıyordu kadıncağız."



Gözü hiçbir şey görmemek: Heyecana, öfkeye ya da önem verdiği bir işe kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek."Kendinden öylesine geçmişti ki gözü hiçbir şeyi görmez olmuştu."



Gözü ısırmak: Bir kimseyi sanki tanır gibi olmak.



Gözü ilişmek: İstemeden, birdenbire, rastgele görmek.



Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda başkalarına ve kendisine güvenmek."Onca işi yapmaya gözün kesiyor mu?"



Gözü kara (veya pek): Cesur, atak, korkusuz, tehlikeli işlere tereddüt etmeden girebilen."O gözü kara bir insandı."



Gözü korkmak: Daha önce başından geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği endişesine kapılmak ve o işi yapmaktan çekinmek.



Gözünde büyümek: Olduğundan fazla büyük ya da güç görünmek."Onca yolu nasıl yürüyeceğim, gittikçe gözümde büyüyor."



Gözünde büyütmek: Bir şeyi, olayı, kimseyi veya işi abartmak.



Gözlerinden uyku akmak: Çok uykusu geldiği için göz kapakları kapanır gibi olmak."Çocukcağızın gözlerinden uyku akıyor, şunu yatağına yatırın."



Gözüne bakmak: 1. Verilen emri yapmak üzere işaret beklemek, işareti verecek kimseyi gözlemek. 2. Gerektiğinden fazla dikkat göstermek, koruyup gözetmek."Üç kuruş para verecek diye adamın gözünün içine bakıyor, ne derse yapıyoruz, daha ne istiyor bizden."



Gözüne dizine dursun: Nankörlük eden kimseye karşı söylenen ilenme sözü. " Allah, bu nankörlüğünün cezasını versin." anlamında kullanılır.



Gözüne girmek: Birinin sevgi ve ilgisini kazanmak.



Gözüne sokmak: 1. Görmek istemediği bir şeyi zorla göstermek. 2. Bir çaba sonucu, bir kimseyi büyüğünün beğenmesini sağlamak."Kalemi gözüne sokarcasına uzattı."



Gözüne uyku girmemek: Uykusuz kalmak, hiç uyumamak."Gözüme uyku girmedi bu gece."



Gözünü açmak: 1. Uyanık, dikkatli olmak. 2. Birisine bilgiler vererek görüşünü genişletmek."Gözünü aç, işini kimseye kaptırma."



Gözünü ayırmamak: Bir şeye devamlı bakmaktan kendini alamamak."Devamlı yola bakıyor, gözünü ayıramıyordu."



Gözünü çıkarmak: Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü seçmek."Öyle bir taş attı ki az kalsın kuzunun gözünü çıkaracaktı."



Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakınmamak): Tehlikeli işlere girişmekten çekinmemek."Sen ki gençliğinde gözünü daldan budaktan sakınmazdın, ne oldu sana böyle?"



Gözünü dört açmak: Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak."Gözünü dört aç da kuru odun yerine yaş odun koymasınlar."



Gözünü kan bürümek: Birisini öldürecek kadar öfkelenmek."Katillerin gözünü kan bürümüştü, önlerine çıkanı öldürüyorlardı."



Gözünü kapamak: 1. Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak. 2. Ölmek."Dedem gözünü kapayınca o koca aile birdenbire dağılıvermiş."



Gözünü korkutmak: Yıldırmak, karşı duramaz hâle getirmek."İlk işi, adamlarıyla kasaba halkının gözünü korkutmak oldu."



Gözünün önünden gitmemek: Unutamamak, her an görür gibi olmak."Gözümün önünden gitmiyor onun hayâli."



Gözünün yaşına bakmamak: Hiç acımamak, merhamet etmemek."Gözünün yaşına bakmadan hapse attılar adamı."



Gözü pek (kara): Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere aldırmayan."Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarını açık oynarlar."



Gözü sulu: En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tutamayan."Senin kız da amma gözü sulu biriymiş."



Gözü tok: Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, cömert."O mu? Gözü tok bir insandır, inanın."



Gözü tutmak: Güvenmek, beğenmek."O adamı gözüm tuttu benim."



Gözü üzerinde olmak: Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalışmak."Gözünüz üzerinde olsun, devamlı izleyin onu."



Gözü yılmak: Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek."Sebzecilik işinden gözüm yıldı, bir daha bu işe girişeceğimi sanmıyorum."



Gözü yükseklerde olmak: Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak istemek, böyle bir amacı gütmek."Bundan böyle küçük şeylerle yetinme, gözün yükseklerde olsun daima."



Göz yummak: Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek, bağışlamak."Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter."



Göz yummamak: 1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç uyumamak."Sabaha kadar gözlerimi yummadım."

Gururunu okşamak: Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek duygulandırmak.



Gücüne gitmek: Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır gelmek."Doğrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o sözleri."



Güllük gülistanlık: Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan yer."Ne zaman güllük gülistanlık içinde olacağız acaba?"



Gülmekten kırılmak: Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düşmek."Ne matrak adamdı, hareketlerine gülmekten kırıldık hepimiz."



Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde durmamak."Gülüp geçilecek bir iş sanmayın sakın, ciddi durun üzerinde."



Günaha girmek: Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek."Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir."



Günaha sokmak: Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak."Kes sesini de bizi günaha sokma."



Günahını vermez: "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.



Günah işlemek: Dince suç sayılan bir iş yapmak."Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır."



Gün almak: 1. Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yaşını bitirip daha sonraki yılın bir ya da birkaç gününü almak."Doktordan gün almayı unutmamışsındır umarım."



Gün batmak: Güneş batmak."Gün batmadan yola çıkmalıyız."



Güneş almak: Bir yere güneş ışığı ulaşmak."Evin bir odası güneş almıyor."



Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek."Kaygılanma evlâdım, daha çok günler göreceksin inşallah."



Gün görmüş: Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış."Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım."

Gün ışığına çıkmak: Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak."İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır."



Günleri sayılı olmak: 1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü kalmak."Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri sayılıymış."



Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere."Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz."



Günün adamı: 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen.



Gününü doldurmak: Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak."Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin."



Gününü gün etmek: Eline geçen imkânları değerlendirmek, hiçbir şeyi dert edinmeyip hoşça vakit geçirmek."Gününü gün eden yöneticilerden kurtulacağımız günler yakındır."



Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak: Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak."Öyle her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?"



Güven beslemek: Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek."O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız."



Güvendiği dağlara kar yağmak: Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı anlaşılmak."Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar yağmaz."



Güven kazanmak: Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak."İnsan, önce güven kazanmalıdır."



Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak."Oldukça güven veren birisin."

Yorumlar (0)