ANADOLU KÖPRÜSÜ: Dumlupınar Savaşında Uşak Murat Dağında Nikolaos Trikopis'in Tutuklanması-Prof. Dr. Övgün A. ERCAN

ANADOLU KÖPRÜSÜ


Türkler İle Rumlar - 129. Kurtuluş Savaşı

Bilmen Öke (Prof. Dr.) Övgün A. ERCAN, Araştırmacı Yazar
Dumlupınar Savaşında Uşak Murat Dağında Nikolaos Trikopis'in Tutuklanması, Büyük Ülkü ile Rumların Düşünün Tükenmesi

Yunan ordusunun büyük bir kısmı Gediz üzerinde kaçarken, bir kısmı Uşak üzerinden kaçışa geçmişti. Ancak, Trikopis, Murat Dağının kuzeyinden doğru çekilerek büyük bir yanılgıya düşmüştü.
Yunan ordusu çekilirken, köyleri yakıyor, Türkleri amansız biçimde öldürüyordu. Kimi köylerde diri bir Türk bile kalmamıştı. Yalnız insanları değil, inekleri, koyunları, keçileri, köpek, kedi ile tavukları bile öldürüyorlardı. Köyler, kirletildikten sonra karınları deşilmiş genç kızlarla doluydu. Yunan ordusu kendileriyle birlikte Rumları da önlerini katmış, onları da götürüyordu. Yunan ile işbirliği yapmış olan Rumlar ise Türklerin öç almalarından korkarak en önde kaçıyorlardı. Kaçtıkları ülke de kendi ülkeleri olan Anadolu'ydu. İşbirliği yaptıkları ülke ise uzaklardan gelerek buraları ele geçiren Yunanistan.

Ordu kaçan Yunan'ı yakalamak için dinlenmeden, uyumadan koşuyordu. Kaldı ki, 26 Ağuston'dan beri dört gün hiç uyumamışlardı, ayakları şişmiş, yüzde otuzu yürüyemez olmuştu. Onların amacı, Yunan köyleri yakmadan, köylüleri öldürmeden yakalamaktı. Ancak bunu atlılar yapabiliyordu. Çünkü, yaya Türk ordusunun hızı 30 km'yi geçemiyor, onları taşıyacak trenler, demiryollarıda bombalanmıştı.
Atlı alayın başında tümbay Fahrettin Altay vardı. Ona bağlı bir çok serbest atlı birlik, kaçanların tozunu attırıyordu. Hakkı atlıların en önünde koşuyordu. Üç gündür bir dakika bile uyumamış, çizmelerini bile çıkarmamışlardı.

Uşak'a doğru Benz aracıyla yavaş yavaş ilerleyen Ata, halk ile erler arasından geçerken, kurban kesmemelerini, kendisini alkışlamamalarını, övgüler yağdırmamaları ya da gösteri yapmamalarını istemiş, bu tür kendini kutlama eylemlerini yasaklamıştı.
Atanın, Türk birliklerine yaklaşarak konuştuğu subaylar ile erlere söylediği birkaç kısa övgü sözüyle, yorgun, argın olan onlar; birdenbire dinçleştiler, türküler söylemeye, yılmazca yürümeye koyuldular.
Toz, her yanı kaplamıştı. Türkler, akıncı atlı alayı hep önde olarak, bozkurt sürüsü gibi yürüyor, Anadolu'nun toprağını, evlerini, ayrıca insanlarını yok etmekte direnen Yunanları avlıyorlardı. Gün boyu karşılaştıkları ekim alanlarını, onlar gelmeden önce yakılmış buluyorlar. Atlar, susuyor, ayrıca acıkıyordu. Ne var ki yem ile su taşıyan katırları beklerken geç kalıyorlardı.
Erlerin yiyecekleri azalmış, ekmek artık unutulmuştu, özlenen bir avuç arpa, ya da yulaf ile suydu.
Yunan bozgunu, Manisa üzerinden İzmir ile Çeşme'ye doğru akıyordu. Geçtikleri her yeri kana bulayıp yakıyorlardı. Uşak, Manisa, Alaşehir, Salihli, Ahmetli, Demirci, Turgutlu, Nif (Kemalpaşa), Nazilli, Aydın cayır cayır yanıyordu.
Uşak'a vardıklarında çevredeki evlerin çoğunun soyulmuş, bahçelerinde kedilerin, köpeklerin, keçilerin, evde beslenen kuzuların, ineklerin, çocukların ölülerinin yattığını gördüler. Kuyular Türk cesetleriyle dolu, ayrıca suları da zehirlenmişti. İçecek su için ancak pınarlar kullanılabiliyordu. Yorgun, ağlayan, inleyen öbek öbek Türkler, bu acınacak cesetleri, kentin dışında yakmak üzere topluyorlardı.
Ancak, Türk erleri, tozdan rengi belli olmayan giysileri, yırtık pırtık postalları, şişmiş, irinli, yaradan parçalanmış çorapsız ayakları, kimisi yalınayak olmak üzere, ordu müziği olmadan yürüyorlardı; bir soluk almak için durduklarından, birçoğunun elindeki kaval ile binlerce ağız özgürlük çığırısı söylüyorlardı;
'Dağ başını duman almış,
Yürüyelim arkadaşlar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi, yer, gök dinlesin,
Sert adımlarla her yer inlesin!'
Yunan Küçük Asya Orduları Başbayı - başkomutanı Trikopis, ayrıca kurmaylarının bir kısmı ile 10 bin dolayında er Kızıltaş koyağından gece karanlığında kaçmayı başarmıştı. Gediz üzerinden Murat Dağı kuzeyinden kaçan Trikopis, büyük bir yanılgıya düşerek, yönünü değiştirip Murat Dağını aşarak Uşak üzerinden İzmir'e çekilmeye yönlendi. Oysa Gediz üzerinde gitmiş olsa kaçabilirdi.
O sırada, 2 Eylül günü, Türk atlı erleri Uşak'a girmiş, yaya erler, başbuğ Mustafa Kemal, Batı Orduları Tümbayı İsmet İnönü, Noyan Fevzi Çakmak ile öteki üst düzey başbaylar - generaller tören ile kente girmek için, Uşak'ın 1 km ötesinde düzenlenmeler yapıyorlardı.
Bir de baktılar ki, kuzeyde Murat Dağının bağrındaki köyler yanıyor. Ne oluyor diye kaygılandılar. O sırada birkaç köylü koşarak gelerek Yunan Ordusunun köyleri, ayrıca Türkleri topluca camilere, evlere tıkıştırarak yaktıklarını, su kuyularına Türk ölüleriyle doldurduklarını, gebe kadınların karınlarını deştiklerini, kadınları, kızları becerip sonra da öldürdüklerini, Yunan ordusunun kıyımlarını ağıtlar yakarak anlattılar.
Ata yanardağ gibi püskürdü,
- Tez atlı birliği oraya yollayın!
- Yok yok yetmez, bir de yaya alayı gitsin durmu ele alsın.
Bunun üzerine, atlı erler Murat Dağı bağrına yollandı. Arkasından bir yaya alay onları izlemek, ayrıca destek olmak üzere yollandı. Yunan ordusunun en çok korktuğu Türk atlı erleriydi. Murat Dağından aşağıya toz, toprak çıkararak inen altı bin kişilik Yunan ordusu, kendilerine doğru yaklaşan Türk atlılarını görünce duraksadı.
- Türk atlıları geliyor.
Diye korkuyla kaçıştılar. Başa çıkamayacaklarını anlayınca, tümü de beyaz bayrak çekerek, silahlarını bıraktılar, ellerini kaldırdılar. Bunların içinde daha yeni Yunan Orduları başbayı olarak atanan, ancak kendi bilgisi olmayan Korbay Nikolaos Trikopis ile 6 bin er de vardı.
Önce Trikopis'i alıp, Batı Orduları tümbayı İsmet İnönü'ye getirdiler. O da onu aldı, Uşak'ta Yunan savaş yönkeği olarak kullanılan, günümüzdeki Atatürk müzesinde Atatürk'ün önüne çıkardı.
Trikopis Ata ile daha önce hiç karşılaşmamıştı. Ürkerek geldi.
- Buyrunuz komutan!
Trikopis kılıcını Atatürk'e bıraktı. Atatürk ona konuk gibi davrandı.
- Yunanistan, Anadolu'dan dönen subaylarını kurşuna diziyor. Ortalık duruluncaya dek, Kayseri Talas'da bizim konuğumuz olacaksınız. Talas'da yabancılık çekmezsiniz. Orada çok sayıda yerli Rum'da bulunuyor. Ortalık düzelince, sizi ülkenize yollarız.
(***İki yıl Türkiye'de kaldı sonra Yunanistan'a yollandı.)
Uşak'a girdiklerinde, açık alanda Yunanla işbirliği yapmış, birkaç Rum, kalabalıkça dövülüyor, parçalanarak öldürülüyordu. Yapacak hiçbir davranış yoktu. Kalabalığın bir kere gözü dönmüştü. Durup, kımıldamadan onları izlediler.

- Geçtiğimz yerde, Yunan ordusunun erdem dışı, kıyımı, yıkımı, yangınları, öldürülenleri, kirletilen kadınlarını kızlarımızı gördük. Ben onları, ben bile onları öç almadan nasıl alıkoyabilirim? Oysa, Rumlar ile Türkler yüzyıllardır, ekmeğini, tuzunu aşını paylaşarak birlikte barış içinde yaşamışlardı.

- Derler ya; eğer bir ırmaktan geçerken, balıkların birbirleriyle kavga ettiğini görürsen, bilki oradan bir İngiliz geçmiştir. İngiliz Yunan'ın ağzına bir kaşık bal çalarak, Venizelos'un ğazını sulandırarak, Anadolu'ya yolladı. Yalnızca ülkemizi elimizden almak değil, Türk'ün kökünü kazımak istediler. Hiçbir çağda yabancıya boyun eğmemiş bir Türk'ü nasıl küçük görürsün? Yazık ettiler kandırdıkları Rumlara. Onlar da evlerinden, barklarından, yurtlarından oldular.

- Bir işe kalkışmadan önce, tezcanlı olmamak, sonucu sezmek gerek.

- Artık çok geç.

11 Şubat 2018, Beşiktaş, İstanbul.

a tren yavaş yavaş tekerlerini döndürerek yürümeye başladı; "gıdı gıdı gıdı gıdı gıdı gıdı..tıkırdak tıkırdak tıkırdak tıkırdak". İlk kaçaklar yol almaya başlamışlardı ki, trenden bir sevgi bağırışı koptu.


- Zito Yunanistan, elveda Küçük Asya. Kahrolsun Venizelos. Elveda Kemal, elveda tohumladığımız Türk kızları. Hepiniz ballar gibi tatlıydınız. Bekleyin bizi yeniden geleceğiz. Gelene kadar piçlerinize iyi bakın.



Hakkı'nın atlı alayı bu durumu uzaktan bakıyordu. Uluğ Binbaşı "bekleyin, sakın ateş etmeyin, hepsi çekite-trene binsinler hele" demişti. Tren yürüyünce, çarçabuk atlarını dört nala sürerek, ilerde bir geçitte önlerini çelmek için düzen aldılar. Tren yolunun üzerine kocaman bir kaya parçası, hep birlikte çekerek yerleştirdiler. Geçitteki tepenin üzerine hafif makinalı tüfekleri kurdular, el bombalarını çıkarttılar. Kurumuş otlar arasına yatıp atış düzenine girdiler. İlerden tren "Çuf çuf çuf" diye görünmeye başlamıştı. Kocaman bacasından çıkan kara duman izini doğuda bırakarak onlara doğru geliyordu. Vagonların üzeri tıka basa Yunan eriyle doluydu. İyice yaklaşmışlardı ki, kayayı gören, makinist "ciyyyyyyrtttt" diye acı bir biçimde treni durdurunca, trenin tepesinde oturanlar ile yanlarında sarkanların kimisi demiryolunun içine düştüler, kimisi de yandaki boş tarlalara savruldular. Hemen duramayan tren, demiryoluna düşen onlarca erin üzerinde biçerek geçti. Bir bağırtıdıdır ki koptu, demiryolu üzerinde kopmuş ayaklar, kollar, kafalar, bedenlerle doluydu, yer gök acıyla bağırış çığrınmalarıyla yarıldı. Tepelerin üstünde nişan almış Türk erleri iki elden Yunan erlerini taramaya başladılar. İlk ölenler vagonların üzerinde tüneyenlerdi. Sonra onlarca kişi vagonlar içine el bombaları savurarak girip, tüfekleriyle taramaya başladılar. Bir süre sonra makinist ile iki ateşçisi dışında sağ kalan yoktu. Her yan kıpkırmızı kana bulanmış, vagonlardan şıp şıp kan akıyordu. 



Bir köye çok yakındılar. O köyde, tren durağında bekleşen diğer kaçak çıpallar-siviller durumu görmüşlerdi. Onlar da Anadolu'dan kaçmaya çalışan, denklerini hazırlamış yerli Rumlardı.
- Makinist Yorgo! Treni köye çek. Orada bekleşen, ülkelerini terk etmek isteyen Rumlar var.
- Başüstüne.
Tren ağır ağır o köye doğru ilerledi. Sonra köyde durunca, Rumlar denkleriyle, kimisi atlarıyla, eşekleriyle daldılar vagonların içine. Yer kapmak için birbirleriyle kavga ediyorlar, dövüşüyorlar, birbirlerini bıçaklıyorlardı. O arada birçok kişi sen bineceksin, ben bineceksin diye ezildiler, kimileri de öldürüldüler. İçeriye girmeye başaranlar, Yunan erlerinin ölülerini gözneklerden, kapılardan atarak vagonları boşalttılar. Trenden atılan Yunan ölüleriyle demir yolunun iki yanında sanki insan tepeleri oluşmuştu. Onların çıktıkları yerlere bu kez kendileri oturunca üstleri başları kana bulandı.



Türk atlı alayı, olanları, çıpalları-sivilleri hiç dokunmadan öyle durup izlediler. Hakkı ile Baysal durumu görüp içleri burkuldu,
- İşte, Anadolu köprüsü yıkılıyor Aleko.
- Anadolu köprüsü temellerinden sökülüyor, başka yerlere götürülüyor. Acaba bu toprağı severek gelişen, meyve veren bir çöğür-fidan, başka ellerin toprağını sever orada çiçek açarmıydı? Yoksa pörsür, kurur muydu? Bilinmez!
- Bir kardeşlik, bir uygarlık burada son buluyor, Hakkı.
Köyde kimse kalmayınca, birkaç Rum köyü baştan aşağı alevlere tutuşturdu.
Türk atlı alayı, köyün yakılmasına şaşırdı. Köyde kalan Türklerle alay söndürme çalışmaları yapsalarda başaramadılar. Giden Rumlar,
- Biz yoksak, hiçbir şey yok, demek istiyorlardı.



Bir süre sonra tren yavaş yavaş yürüyerek bir sonraki köye uğradı. Sonra o köy yakıldı. Sonra Uşak'ta kaçan yerli Rumları, sonra Kula, sonra Salihli, Alaşehir'deki kaçakları yığa yığa İzmir'e doğru yol alacaktı. Uzaklaştı gitti.
Hakkı,


- Kendileri gidiyorlar, ancak geride ne varsa yakarak. Onları bu ülkeden atan yok, öldüren, işkence de yapan yok.
- Yazık oldu, Anadolu uygarlıklarına. Bir kolumuz koptu sanki. Durup kalsalar ne olurdu? Dinse eğer sorun; Müslüman oluversen ne yitirirsin? Dilse eğer sorun, zaten hepimiz Türkçe biliyoruz. Adım Aleko olsa ne yazar, Baysal olsa ne değişir. Önemli olan benlik, kişilik, insancıl değerler.

Tren ardında kara bir duman bırakarak uzaklaştı, tepeler, ağaçlar arasında gözden yitinceye dek öylece baka kaldılar. Sonra, savaş alanına doğru dört nala geri döndüler.
Yarma bölgesinin batısında, 18:00 sularında, Hakkı'ların 5. Türk Atlı er Kolordusu çatışma çizgisi gerisine sızarak, Yunan birliklerinin İzmir - Afyon iletişim bağlantısını kesmeyi başardı. Böylece İzmir'de bulunan Yunan Başbayı Hacıanesti'nin savaş yönkeği-karagahı ile çatışma çizgisi gerisinde bulunan Yunan birlikleriyle iletişimi kesilmişti. Artık onlar kimseyle iletişim kuramıyorlar, tam bir yönsüzlük içindeydiler. Sanki uludenizde dümeni kırılmış bir gemi gibiydiler.


Bu durumda Trikupis, elindeki tek seçeneğin eldeki bütün yedekleri ile Kalecik Sivrisi (Belen tepesi) yönünde bir gece saldırısı yapmak olduğunu düşündü. Kazanılan yerlere göre Türk ordusu yer değiştirmiş, toplar çarçabuk ileriye alınmıştı.



O arada, Hakkı'nın atlı birliği Trikupis'in yönkeğinin yaklaşık üçyüz metre uzağından dört nala geçip gitmişti. Nerden bileceklerdi Yunan savaş yönetmeninin yanıbaşlarında olduğunu?



27 Ağustos sabaha karşı Tınaztepe, Erkmentepe, ayrıca Kurtkaya tepesinin düşmesi sonucunda Yunan'ın 4. Yaya er Tümeni'nin dağılması, 1. Yaya er Tümeni'nin ağır yitimlerle geri çekilmesi ile 27 Ağustos öğlen saatlerinde Yunan kalkanı çöktü.
Topluca kaçış başlamıştı.


(Sürecek)

4 Şubat 2018, Kadıköy, İstanbul

Yorumlar (0)