23.04.2020, 20:48

BALIK AĞUSU  (ﺁﻏﻭﺳﻯ ﺒاﻝﻖ)

BALIK AĞUSU  (ﺁﻏﻭﺳﻯ ﺒاﻝﻖ)

BALIK AĞUSU (ﺁﻏﻭﺳﻯ ﺒاﻝﻖ) / 
BALIK ÖLDÜREN (اﻭﻝﺪﺮﻦ ﺒاﻝﻖ) / 
BALIK SÜTLEĞENİ (ﺳﺪﻝﻜﻦﻯ ﺒاﻝﻖ) / 
SARI SÜTLÜGEN / SARI SÜTLEĞEN (ﺳﺪﻝﻜﻦ ﺼاﺮﻯ) = Dereotuna benzer bir ot, sarı sütleğen, ağulu ot.

=27.11.2017: pazartesi; 02:00= “DİLDE BİRLİK ÜLKÜSÜ” öbeğinde üleştim.

 // Azerbaycan Türk’ü türkbilimci, şair ALİ VOLKAN Beğ ile
Amcam Mehmet TURAN’a://

 Keban çayı ile Fırat kıyısında bir buçuk karış yüksekliğinde, sarımsı tüste (renkte), sapını bükünce özeğinden süt çıkan bir ot vardır: AĞULU OT. 
 Niçin, “ağulu ot”? Keban çayının genişleyerek aktığı yerlerde çay daha küçük kollara ayrılır. Çayın daha küçük olan kolunun önünü büyük taşlarla, dallarla böğeyerek küçük bir böğet (bent, baraj) yapardık. Böğetin içinde balıklar toplanırdı. Ağulu otun sapını bükünce sütü açığa çıkar. Ağulu otların sütünü böğetin içinde öbek öbek toplanan balıkların olduğu yere damlata damlata dökerdik. 
 On beş - yirmi soluk alımında balıklar sarsaklaşır (sersemler), karınları yukarıya dönük olarak suyun yüzüne yaklaşırlar. Biz de belimize değin suya girer, yarı baygın, sarsak balıkları kamış sepetle toplardık.  

***               ***                ****              ****               ****                  
 Azerbaycanlı şair Ali Volkan, amcam Mehmet Turan ile ben. Keban çayının kıyısına yakın, uçurum gibi dik bir yarın üstünde büyük taşlarla örülmüş seki biçiminde bir ağaçlığımız var. Sekinin çaya bakan kıyısında, fındık ağacının gölgeliğindeki taş masada oturuyorduk. 
 Taş masanın üstünde bir semaver, semaverin ocak bölümünde arada bir çatırdayarak ardıç kömürü yanıyordu. Kömür yandıkça yöreye baş esritici yakımlı (hoş) bir kekik ile yanık ardıç kokusu yayılıyordu. 
 Elazığ’da gittiği doktor Ali Volkan Beğ’e: 
 “Kanınızda irinlenme (enfeksiyon) var. Bu ilaçları veriyorum. Çok su içeceksiniz. Kekik suyu gibi içecekler de içerseniz, yararlı olabilir. Kekik suyu kanı ARITIR” demiş. Doktordan çıkmış, kekik almak için Uzun Çarşıya doğru éve éve giderken yolda bir Kebanlı ile karşılaşmış: “Son taşıt kalkmak üzere, yetişemezseniz, burada kalırsınız” demiş.
 Ali Beğ Keban’a gelir gelmez amcamın yanına gidip: 
 “Mehmet Beğ, gördünüz mü başıma geleni! Kanım irinlenmiş, günde en az on bardak kekik suyu içmeliymişim! Bunca kekiği nasıl bulabilirim?” demiş. 
 Amcam da, büyük bibim (halam) de otaçı gibiydiler. Lise sonda iken gırtlağımda bir kara ben oluştu. İlkin mercimek gibi oldu, sonra nohut gibi. Boyunbağını bağlayamıyordum. Halam Sabire Turan incir dalının sütü ile ağulu ot da dediğimiz sarı sütleğenin sütünü karıştırıp bir em yaptı. Bir ay boyunca kara ben’in üstüne damlattım, eridi, sağalıp gitti.
 Amcam: “Günde en çok iki bardak kekik suyu içmelisin! Çok içersen uykusuzluk yapar. Kekik buluruz, üzülme. İçeri gel de birlikte yemek yiyip kekik suyu içelim” dedikten evde işleyenlerden birisini çarşıdaki birkaç dükkana göndererek ertesi gün köylerden “Yeşil kekik getirtmelerini” istemiş. Ali Volkan Beğ’in çok kaygılandığını görünce de: “Bak Ali Beğ, böyle kaygılanıp beni sinirlendirme! Seni kekik suyu havuzuna atarım, çıkamazsın!” demiş..
 İşte, semaverin ocağında ardıç kömürünü tutuşturmak için kullanılan kekik sapları da o günün ertesinde Keban köylerinden getirtilen bağlam bağlam kekiklerin kurumuş sapları idi.
 Taş masaya güveç, çoban salatası ile garabağırlı (ciğerli) pilav getirdiler. Salatada bildik göğertiler (sebzeler) dışında yarpuz ile kekik de vardı. 
 Ali Beğ’in anlattıklarına göre: Azerbaycan’daki göğertiler ile bizdekilerin adları bir, çok az değişiklik var. 
 Ali Volkan Beğ bir ara Keban çayını göstererek: 
 “Bu çayda balık var mı?” dedi.
 Amcam Mehmet Turan:
 “Var var, güz günlerinde de çayın balıkları çok tadımlı (lezzetli) olur. Ali Beğ, isterseniz akşam yemeğinde çay balığı yiyelim?” dedi. 
 “Balıkları nasıl tutacağız?”
 Amcam: 
 “Çayda balık tutmanın kırk türlü yolu var. Biz ot sütüyle bile balık tutarız. Rahmetli Elmas Yıldırım Beğ ile birlikte böyle otun sütüyle balık tutardık” der demez Ali Volkan birden çok duygulu bir sesle:
 “Bizde de ağulu ot diye bir ot vardır. Sarı bir ottur. Biz de onun sütüyle çayda balık tutardık” dedi.


 Amcam birden:
 “İşte, o ot bizde de var! Ağulu ot da deriz, sarı sütleğen de! Bu otun sütüyle balıkları bayıltıp tutarız!” dedi..
 1930’lu yıllarda bir bölümü Gürcistan üzerinden Türkiye’ye kaçtıktan sonra Elazığ’a yerleştirilen İKİ YÜZ dolayında Azerbaycanlı odocak (aile) varmış. 
 Ünlü / adlım Azerbaycan Türk’ü Türkçü şair Elmas Yıldırım 1933 yılında Türkmenistan’dayken eşi, üç aylık bebeği Azer ile birlikte İran’a, oradan Türkiye’ye kaçarlar. 


 Elmas Yıldırım, Elazığ’ın Palu ilçesi Karaçor bucağında memurken sık sık ile gelmektedir. Büyük amcam İzzet Turan ile kardaşı Mehmet Turan Elmas Yıldırımla Elazığ’da tanışır, çok iyi arkadaş olurlar. 1937 yılında Elazığ valisi ile görüşüp E. Yıldırım’ın tayinini Keban’a çıkartırlar. Amcamın evinde Azerbaycan - Genceli Ahmet Caferoğlu, Elmas Yıldırım, Mirza Bala.. gibi Azerbaycan Türklerinin kitapları ile dergileri vardı. 
 Amcamlar neden Azerbaycan ile, Elmas Yıldırım ile bu denli ilgiliydiler? Çok ayrıntılı bilemiyorum. Yalnız, bu kitaplardan ben de, yeğenim Ruşen Turan da çok yararlanmıştık. 
 Elmas Yıldırım, şiirlerinin birçoğunu Keban’da, amcamın evlerinden birinde kalırken, amcamla birlikte bizim yemişli ağaçlıklarda, Keban dağlarında, Keban çayı ile Fırat ırmağı kıyısında kır (piknik) yaparlarken, balık tutarlarken yazmış. 
 İkisi anılarla söyleşirken ben de dinlediklerimi yazıp duruyorum. Arada bir duygulanıp Elmas Yıldırım’dan, Atsız Beğ’den, Z. Gökalp’tan bir dörtlük okuyorlar.. ben çok duygulanıyorum. Tüylerim diken diken!.. betimin kıpkızıl olduğunu duyuyorum (hissediyorum)..
 Ali Volkan ayrıca benim Azerbaycan Türkçesi ile Azerbaycan kiril yazısı öğretmenim. Kimileyin bir dörtlük okuyup bana bakarak: 
 “Bunu kiril yazısıyla yaz bakalım, Enisciğim!” diyor. 
 Bütün gücümü, saklığımı (dikkatimi) kullanarak ikinci kez, ağır ağır okunan Elmas Yıldırım’ın dörtlüğünü Azerbaycan kiril yazısı ile yazıyorum. 

Öperken alnından füsûnlu bir yaz,
Akıyor döşünden seller, a dağlar!…
Yeşil, zümrüt gözlü yamaçlarında
Açılır lâleler, güller, a dağlar!

 Genellikle, bir dörtlüğü, bir yırı (şiiri), yazıyı kiril yazısıyla yazıp bitirince Ali Volkan Beğ okuduktan sonra alkış çalarak:
--- Yaşa, var ol, balam!-der, sonra elimdeki defteri benden alır, amcama göstererek: Bakınız, Mehmet Beğ, birce yanlışı yok!-derdi.. 
 O günden yaklaşık bir yıl önce amcamın evinde otururken amcam Ali Volkan Beğ’e:
--- Yeğenim damda yatarken transistörlü radyodan Bakü ile Tebriz radyolarını dinliyor. 
--- Aa, çok güzel! Sözleri anlıyor musun, yavrum?
--- Bakü radyosunu daha çok anlıyorum, en az yüzde elli - altmış oranında anladığımı sanıyorum? Tebriz radyosunu daha az anlayabiliyorum, en çok yüzde otuz - kırk. 
 Ali Volkan Beğ:
--- Osmanlıcayı da bayağı biliyorsun, demek Tebriz radyosunda Arapça, Farsça sözleri bozarak söylüyorlar, onun için anlayamıyorsundur.
 Ben:
--- Evet, Osmanlıcayı, Osmanlı alfabesini dedem Mehmet Garip Er ile onun gibi kurtuluş savaşı gazisi olan arkadaşları bir araya geldikçe bana öğretiyorlar. Latin yazısından önce Osmanlı yazısını bana öğrettiler.
--- Aaa, çox yaxşı, lap yaxşı! –Ali Volkan Beğ söz arasında Azerbaycan Türkçesinden sözleri söyleyerek bu konuda bilgi edinmemizi sağlıyordu-
 Ben:
--- Dedem ile arkadaşları 1918 yılında Nuri Paşa ile Halil Paşa komutasında Bakü’ye giden “Kafkas İslam Ordusunda” subay, bir bölümü er imişler. 
 Ali Volkan Beğ, amcama:
--- Mehmet Beğ, Mehmet Garip Er Beğ ile beni tanıştırır mısınız?-dedi.
 Amcam: 
--- Olur, Arapkir’de yaşıyor. Buraya geldiğinde tanıştırırız.. O da bizim gibi delişmen, delimsek Turancılardandır.. Enis’in Türklüğe böyle ilgi duyması çok güzel de, arada bir “Bizim soydaşlarımız tutsak, çok kötü durumdalar” deyip üzülüyor, sonra ağlıyormuş!
 -“delimsek” sözünü daha önce işitmiş, defterime yazmıştım. “Delişmen” sözünü şimdi işitiyordum. O gece anı defterime yazdım.-
 Ali Volkan Beğ: 
--- Oradaki Türklere yararlı olmak için onların kullandığı Türkçeyi, onların tarihlerini, yazılarını çok iyi bilen aydınlarımız olmalıdır. Osmanlıca çalışmış olman çok iyi. Bak, sen o iki radyodan, sana vereceğim dergi ile kitaplardan anlamını bilmediğin sözleri bir deftere yaz. Karşılaştığımızda bana sor, defterine yaz. 
 Büyük bir sevinçle:
--- Yazarım!-dedim.
---  “Azerbaycan kiril yazısından başlayarak Rus kiril yazısını da sana öğreteceğim. Defterine yazıyorum,” dedikten sonra Azerbaycan kiril yazısını yazdı. 
 O gün üçüncü alfabeyi öğrenmeye başlamış oldum! Çok duygulandım, çok sevindim! 04.MAYIS.1970 - KALLAR MAHALLESİ – KEBAN – ELAZIĞ. 

 İlk dörtlüğü Ali Volkan Beğ latin yazısı ile yazdı. Ben yarım saat içerisinde bu dörtlüğü kiril yazısı ile yazmalıydım!
 Bu dörtlük, Elmas Yıldırım’ın bir “MUKADDES İHTİLAL” adlı yırının (şiirinin) ilk dörtlüğü idi. 

Karanlıkta, gözlerim dikilmiş ufuklara,
Bir fırtına sesi var, bulutlar gökte dal, dal;
Açmış Doğu bağrını sökecek şafaklara...
 Kop, ey deli fırtına, râşeni gönlüme sal!
 İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!..

 Amcam üst sekide toprağı kazan iki genci çayın bir kolunun böğeyip böğet yapmaları için gönderdi. Biz de bir saat sonra kalktık. Engebeli, yer yer dik yamaçları aşarak çaya vardık. 
 Balıklar böğetin içinde öbek öbek  toplanmışlardı. Suya girip balıkları kamış sepetle toplamak, sonra böğette çimmek için soyunduk.  
 Ali Volkan Beğ Balık ağusu (sarı sütleğen) otunu görür görmez:
--- Aaa, evet! İşte bu sarı ot! Bizde bu sarı sütleğenin sütü ile balıkları sarsaklaştıırıp balıkları avlardık!-dedi.

BALIK AĞUSU = Sarı sütleğen denilen ot.

 & Lâğiye (ﻻﻏﺒﻪ) [Farsça] = Bir nevi nebattır. Çiçekleri dereotu çiçeğine şebih olur, bal arısı tegaddi eder. Bu nebat sütlügen nevinden sarı sütlügen (ﺳﺪﻝﻜﻦ ﺼاﺮﻯ) dedikleridir. Ba’zıları kızılca sütlügen demiş. Ba’zı diyarda sığır kuyruğu ve balık öldüren ve balık sütleğeni ve balık ağusu (ﺁﻏﻭﺳﻯ ﺒاﻝﻖ) dahi derler. Dalından kesip suya bıraksalar mevcut olan balıklar ana üşüp müctemi’ olurlar.
 (Bürh. XVIII - XIX. 542) 

 [BÜRHAN-I KATI’ TERCÜMESİ (ﺘﺭﺠﻤﻪﺴﻰ ﻖﺍﻄﻊ  ﻦ ﺒﺭﻫﺍ): Tebrizli Hüseyin bin Halef’in Farsçadan Farsçaya yazdığı Bürhan-ı Katı’ adlı sözlüğü Mütercim Asım’ın “TİBYAN-I NÂFİ’ DER-TERCEME-İ BÜRHAN-I KATI’” adıyla yaptığı Türkçe çevirisidir. 
 Farsça sözler için gösterilen Türkçe karşılıklar bakımından bay, varlı (zengin) bir dil hazinesidir.
 Asım bu eserini Kamus’tan daha önce, 6 yılda çevirerek III. Selim’e sunmuş, hükümdardan mükâfat görmüştür. Bu değerli çeviri İstanbul’da birkaç kez basılmıştır. 
 1835 (1251) basımı taranmıştır.
 Tarayan: Ragıp Paşa kitaplığı müdürü: Zahir Hasırcıoğlu’dur] (Bürh. XVIII - XIX.) 

balık öldüren = Sarı sütleğen denilen bitki, ot.

 & Lâğiye (ﻻﻏﺒﻪ) [Farsça] = Bir nevi nebattır. Çiçekleri dereotu çiçeğine şebih olur, bal arısı tegaddi eder. Bu nebat sütleğen nevinden sarı sütleğen (ﺳﺪﻝﻜﻦ ﺼاﺮﻯ) dedikleridir. Ba’zıları kızılca sütleğen demiş. Ba’zı diyarda sığır kuyruğu ve balık öldüren (اﻭﻝﺪﺮﻦ ﺒاﻝﻖ) ve balık sütleğeni ve balık ağusu (ﺁﻏﻭﺳﻯ ﺒاﻝﻖ) dahi derler. Dalından kesip suya bıraksalar mevcut olan balıklar ana üşüp müctemi’ olurlar.
 (Bürh. XVIII - XIX. 542) 

balık sütleğeni = Sarı sütleğen denilen ağılı ot.

 & Lâğiye (ﻻﻏﺒﻪ) [Farsça] = Bir nevi nebattır. Çiçekleri dereotu çiçeğine şebih olur, bal arısı tegaddi eder. Bu nebat sütleğen nevinden sarı sütleğen (ﺳﺪﻝﻜﻦ ﺼاﺮﻯ) dedikleridir. Ba’zıları kızılca sütleğen demiş. Ba’zı diyarda sığır kuyruğu ve balık öldüren (اﻭﻝﺪﺮﻦ ﺒاﻝﻖ) ve balık sütleğeni (ﺳﺪﻝﻜﻦﻯ ﺒاﻝﻖ) ve balık ağusu (ﺁﻏﻭﺳﻯ ﺒاﻝﻖ) dahi derler. Dalından kesip suya bıraksalar mevcut olan balıklar ana üşüp müctemi’ olurlar.
 (Bürh. XVIII - XIX. 542) 

sarı sütlügen / sütleğen = Dereotuna benzer bir ot.

 & Lâğiye (ﻻﻏﺒﻪ) [Farsça] = Bir nevi nebattır. Çiçekleri dereotu çiçeğine şebih olur, bal arısı tegaddi eder. Bu nebat sütlügen nevinden sarı sütlügen (ﺳﺪﻝﻜﻦ ﺼاﺮﻯ) dedikleridir. Ba’zıları kızıl sütlügen demiş. Ba’zı diyarda sığır kuyruğu ve balık öldüren ve balık ağusu dahi derler. Dalından kesip suya bıraksalar mevcut olan balıklar ana üşüp müctemi’ olurlar.
 (Bürh. XVIII - XIX. 542) 
---                              ---                             ---

Yorumlar (0)