ADAMIN KİMYASINI BOZAN SÖZCÜKLER, Mehmet Genç

ADAMIN KİMYASINI BOZAN SÖZCÜKLER

Mehmet Genç

“Sözcükler de bir damardır

kan akar içlerinden

Yannis Ritsos

İnsanın biyolojisi, tarihi, coğrafyası bozulmaz da neden kimyası bozulur?

Kimyası bozulur, çünkü ‘kimya’ sözcüğü ‘khêmia’ (Yun.) sözcüğünden alıntı olup dönüşme, dönüştürme, değişim demektir. Yani bir (A) maddesi yapısını yitirerek (B) maddesine dönüşmesi söz konusu. Kimyanız bozulmuşsa, demek ki dünkü sen ile bugünkü sen aynı kişi değilsiniz. E, öyleyse sen dünkü sen değilsen, bugün kim bilir kimsin dünkü kendine?

Değişik dillerdeki etimoloji sözlüklerle nikâh yaptı yapalı hiç kimyam düzelmedi, çünkü akan dereyim ama dünkü görünen su değilim.

  1. sevip dilimden düşürmediğim sözcükler gözüme tökezleme taşları gibi görünmeye başladı başlayalı zaten bozuk olan kimyam, büsbütün bozuldu. Zaman zaman cahilliğime yanıyor, bazen de Taylandlılar gibi gülmek geçiyor içimden. Taycada beş ‘ha’ diye okunuyormuş. Kimyam bozuldukça karşımdaki hayali siyah yazı tahtasına beyaz tebeşirle 555 yazıp defalarca okumak geçiyor içimden.

Nasıl “ha, ha, ha” demeyeyim?

Gel, kuçu, kuçu, gel” çocuk dilinde köpek, köpek çağırma ünlemi olarak kullanır ve hep o anlama geldiğini sanırız, öyle değil mi?

Şu ‘kuçu kuçu’ neyin nesi diye düşünmek ya işimize ya da aklımıza gelmez. Sözcük kökenin ‘kuç’ olduğu net şekilde görülüyor. Zaten ’kuç’ (Eski Türkçede) ‘kucaklamak, sarmak, sarılmak, sevişmek’ demek olduğunu, sadece köpeklere çağırma ünlemi olmadığını yeni öğrenen adamın kimyası bozulmasın da, ne etsin?

Daha düne kadar, torunum Eliz’i “cimcime/m” diyerek severdim. Sevmekle yetinmez, çocukları sevişimi severdim. Böylesine sevmenin doruğuna ulaşmışken, ‘cimcime’ sözcüğünün ’cumcuma’ (Ar.) sözcüğünden alıntı ve tahta kâse, kafatasından yapılan kadeh demek olduğunu öğrenince siz olsanız kimyanız bozulmaz mı?

Yumurcak” Eski Türkçe yumur / yumru + cak / yumurcak = ur, tümör, verem hastalığı, top gibi yumuşak [ Kaynak: Evliya Çelebi, Seyahatname (1680) / Divan-i Lugat-it Türk (1070)] Kamus-ı Türkî‘nin yazarı (Ali Sami Yen‘in de babası) Şemsettin Sami’nin dedikleri daha da korkutucu olmalı: Mecazen zemm (ayıplama) ve beddua ,özellikle küçük çocuklara tevcih (yöneltme) olunur.”

Nedir bunun Türkçesi? Dilim varmıyor ama gerçek, küçük çocuklara hedef alan kötü dilek, yani ‘çöcuğun ölüsünü kucakla’ demenin öteki adı.

Sarı saçlı, renkli gözlü o çıtı pıtı kız çocuklarını “papatya/m” diyerek severiz. ’Papatya’ sözcüğünün ‘ papás / παπάς (Yun.) sözcüğünden geldiğini, ‘pabadya’nın papazın karısı demek olduğunu öğrenince Taylandlılar gibi ha, ha, ha demeyip de ne halt edeceksiniz?

‘Cicim’ sözcüğünün nereden geldiğini öğrendikten sonra, sanırım kimseye ‘cicim’ diyecek hâliniz kalmayacak, zira ‘cācim’ ( جاجم ) (Fars.) renkli iple dokunan yer yaygısı, kilim demektir.

  1. ’ sözcüğü. ‘Sarbaste’ (Fars.) baş bağı, işlem görmüş, kayıt altına alınmış demekmiş. Oysa biz bu sözcüğü ‘özgür’ anlamda kullanmaktayız. (Anımsatma: Eski Türklerde ancak gerdek gören kızlar saç örgülerini başlarının üstünde bağlayabilirdi. Evli olmayan kızlar saçlarını örebilirler, ama başları üstünden bağlayamazlardı. ‘Başı bağlı’ deyimi buradan gelir.)

Tedbirli biri değilseniz bundan sonraki bölümü daha tedbirli okumanızı öneririm. “Tadbīr” (Ar.) (bir işin) arkasını düşünme, planlama, tasarlama, dubr” arka, kıç, makat, popo demektir. (Bu arada ‘dabara’nın arkadan, arka arkaya geldi demek olduğunu da anımsatmış olayım.) “Helâ ve tahliye” sözcükleri de aynı kavağın kaşıklarıdır. Helâ; Arapça ‘χalā’ boş olma, boşluk, boş yer, tenhalık,‘ χalwa’ tenhaya çekilme, yalnız olma, halvet demektir. Sözcük kökeni ‘χlw’ kökünden gelen ‘χalā’ boş olma, boşluk, boş yer, tenhalık sözcüğünden alıntıdır.

Yani: Tedbir / tadbīr (Ar.) (bir işin) arkasını düşünmek, planlama, tasarlama, ‘dubr’ arka, kıç, makat, popo demekmiş. Tahliyede, ‘ taχliya(t)’ boşaltma, ıssız kılma demek olduğuna göre, ’helâ’ ile ‘tahliye’ aynı kökenden gelir.

Yine de ‘tedbir tedbirdir’ deyip, tedbiri elden bırakmamak gerek.

“İdrar, Rana, okul, cücük, çalgı, Ersin” sözcüklerini yeni duymadınız, hepsini biliyorsunuz, öyle değil mi?

Öyleyse bir şiirimde geçen şu dörtlüğü birlikte okuyalım:

“Her gün sarhoş her gün sarhoş şu aydın’ın uşağıyken

çok bilmiş şairlere kırgın garip bir fizan yolcusuyum

dan! diye bir kurşun sıktım şairleri tökezleten sözcüklere

son kez öptüm o canım eski istanbul’un gerdanından

istanbul boğazı boğazımda kördüğüm, hoşça kal gülüm”

Şimdi de, ‘biliyorum’ dediğiniz sözcüklerin sözlük ve köken anlamlarını birlikte bakalım mı?

“İdrar” Arapça “idrār” ( إدرار) sözcüğünden alıntı olup sözlük anlamı bol süt vermek demektir. Şaşırdınız değil mi? Bu şaşkınlıkla devan edelim: “Rana”(Ar.) (رعناء) Arapçadaki sözlük anlamı ne dediğini bilmeyen ahmak kadın oluşu şaşkınlığımızı arttırdı mı? . Okul / maktap” Arapçadan alıntıdır, anlamı “ yazıhane” demektir.

Cücük: Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv; çalgı: İnce ağaç dallarından yapılan, özellikle evlerin önünü ya da ahırı süpürmek için kullanılan bir çeşit süpürge; Ersin: Ev işlerinde ve inşaatta kullanılan, bir maddeyi kazımaya, yaymaya, hatta kesmeye (hamuru) yarayan genellikle ucundan sapına doğru daralan üçgen şeklindeki metalden yapılmış araç, yani şu bildiğiniz ıspatula demektir.

Alın size ‘dan’ diye bir soru: Sekreterinizin ağzı sıkı mı?

‘Secretarius’ (Lat.) (çoğulu secretarium) sözcüğü Fransızcadan Türkçeye girmiş. ‘Secretarius’ sözcüğündeki ‘secret’e dikkat! ‘Sır tutan, sağlam ağızlı’ demektir. İyi de, bir sekterin ağzının sağlamlığı neden çok önemli acaba?

Her şeyin yanıtı ben verecek değilim ya. O da size kalsın.

Homo (Fr./İng.) bir, beraber, aynı (homojen) demektir. Sözcüğe, ‘aynı cins ile yatıp kalkan kişi’ anlamı yüklenince, işler rayından çıkmışa benziyor.

Şimdi de ‘steril’ biri olup olmadığımızı düşünelim: ‘Stérile’ (Fr.) kısır, doğurgan olmayan, ‘sterilis’ (lat.) kısır demektir. Kafanızdan geçen anlam, bu tanımla cuk diye oturmadığının farkındayım ama gerçek bundan ibaret.

Ne demişler, gerçekler acıdır.

Lâfı gediğine koyduğumuzda ‘cuk oturdu” deriz. Şu ‘cuk’ denen meret sözcük insan gibi bir şey mi ki,bir yere oturunca ‘cuk’ diye ses çıkarsın?

Arkeoloji dilinde, dişi sütunün ortasındaki boşluğa kurşun eriyiği döküldükten sonra erkek sütun oturtulur. Erkek sütun konulduğunda çıkan “cuk” sesi ne kadar çok güçlü çıkmışsa sütunlar birbiri üstüne o denli sağlam oturmuş demektir.

Konu ‘cuk oturmak’ deyimine kadar gelmişken, ‘cukka, cukkalaşmak’ sözcüğünü es geçersek, ayıp olur.

’Cukka’ dilimize Çingeneciden geçen bir sözcüktür, ‘meme, göğüs’, ‘cukkalaşmak’ argo dilde ‘cebe atmak, özellikle parayı cebine atmak’ demektir.

Benden söylemesi, eğer babanız filanca fakültede dekan ise fazla çalım atmayın, ‘dekan’ : (Eski Yunanca ‘déka / δέκα) On kişinin başında olan, on kişiyi yöneten demektir. Bu demektir ki, Türkçemizde ‘dekan’ olacağına git dağda çoban ol,daha iyi.

Babanız ‘mareşal’ ha? Maréchal’ süvari komutanı, en üst düzey askeri komutan sözcüğünden alıntıdır, ama bu sözcüğün kökeninde at bakıcsı, ahır hizmetlisi anlamına gelen ‘ marχaskalk’ (Alm.) sözcüğü bulunduğunu aklınızdan çıkarmayın. ( marχ- ‘at’ ve skalkh ‘hizmetçi’ demektir) (Kaynak: Sevan Nişanyan)

Müdür sözcüğü de az hırlı değil; zira ‘mudīr’ ’dwr’ kökeninden (Ar.) çeviren, fırıldak gibi dönen, döndüren demektir

  1. bir müdürün imzasını taşıyan diplomadan elbette bir hayır gelmeyecektir. Zaten diploma dediğin nedir ki? Fransızca aracılığıyla ( ‘‘diplôme’) dilimize girmiş, ama gerçek kökeni Eski Yunancadaki ‘ díplōma / δίπλωμα’ sözcüğüdür.

Anlamı mı?

"İkiye katlanmış şey, özellikle parşömen; katlanmış evrak” demektir.

Yaz mevsim özlemini çağrıştıran bir soruyla devam edelim: Şeftaliyi mi yoksa incir mi tercih edersiniz, yoksa her ikisini mi?

İncir sevmeyen yoktur ama şu “İncir/ancīr” (Fars.) sözcüğünü ne denli tanıdığınızı sanıyorsunuz?

İncirin alt tarafındaki delik incirin ürettiği balla kaplı ise o incirin içi kof değildir, tadı da nefistir. (Fos: Yunanca ‘zifos’ sözcüğünden alıntıdır,’ içi boş, nafile’ demektir ama argoda gerdekte kız çıkmayan gelinlere ‘fos çıktı’ dendiğini bu arada anımsatmış olayım)

Farsçada yan anlam olarak ‘incir’ kıç, popo; ‘şaft / şaftālū’ (Fars.) öpücük / buse anlamında kullanıldığını ben de yeni öğrendim.

Durum böyle olunca, kendini şair sanan biri şöyle bir şiir yazarsa,ş aşmamak gerekir:

Yaz, bu şiiri bir yerine yaz,

yazmazsan, o zaman iyi belle,

farsça ‘rahim’ demekmiş incir,

şeftali de ‘öpüşme’,

gel de yaz mevsimini sevme.

Bir mezar taşı yazıtını birlikte okuyalım: “Ben, dünyada ne eğlendiğimi göresiniz diye bu ağaçları burada gösteriyorum. Bir servi boylu, badem gözlünün şeftalisine doyamadan öldüm” (Kaynak: Merhaba Anadolu” H. Balıkçısı, Bilgi, 2010, S:141)

Bilirim, karpuzu seversiniz, yaz yanığı yürek için bir avuç buzlu sudur. E, öyleyse ‘karpuz’ sözcüğünün nereden gelip dilimize yerleştiğini öğrenme zamanınız gelmiş olmalı.

’Karpós / καρπός’ (Yun.) ‘meyve’ sözcüğünden alıntı ise de, ‘ xarbûza’ (Fars.) eşeklere verilen hıyar, yiyecek demektir. İnanmazsanız, bir Farsça sözlükten ‘xar + bûza’ sözcüğünün karşılığı hele bir araştırın.

Ne, vaktiniz yok mu!?

Okumaya, araştırmaya, dillerini öğrenmeye vakti olmayanlar için şiirin rahmetli ablası Gülten Akın bakın ne diyor?

Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar

Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya

Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı?

Bakıp kapatıyorlar

Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

İki şeyin orta yeri demek olan “ortanca” nasıl olur da, o güzelim çiçeğin adı oldu dersiniz?

Hollandalı bir çiçeksever, doğada gördüğü çiçeği alır, evinin bahçesine diker ama gelen giden bu çiçeğin adını sormaktadır. Bu adsız çiçeğe bir ad bulmak şart olur. Adam, ”Eşimin adı ‘Hortansia’; çiçeğin adı niye ‘hortansia’ olmasın diye düşünür.

  1. çiçekseverce adı bilinmeyen çiçeğin adı konulmuştur, ‘Hortensia’. Ünü ve güzelliği ülkeden ülkeye yayılan çiçek gittiği her ülkede konuşulan dilin ses uyumuna göre değiş adlarla anılır. Bize gelince elbette ‘ortanca’ olacaktı.

Askerliğimi Tokat’ta yaptım, o bitmek bilmeyen dört ay boyunca, doğru dürüst güneş görmedim. “Tokat, güneşe haram şehir miydi, böylesine sevimsiz bir sözcük olan ‘Tokat’ nasıl oldu da bu güzel şehre ad oldu?” diye çok düşünmüşümdür.

Sümercede ‘ataku’ güç sahibi, ‘atak, atik’ aynı kökenli sözcüklermiş meğer. Arapçaya ‘takat’ İbranice ve Türkçeye ‘tokat’ şeklinde girmiş.

Son günlerde futbol ve basket maçlarındaki devre arasına ‘devre/mola’ yerine ‘interval’ denmeye başlandı. İyi, güzel de şu “interval” neyin nesi acep?

“İki şeyin arası” anlamında kullanılan sözcüğünün ‘inter’ ve ‘valle’ sözcüklerinin birleşimiyle oluştuğu belli. Latincede ‘inter’ arası, ‘valle’ kazık demek olduğuna göre, ‘interval’ iki kazık arası demek olacaktır.

Bu sözcük yerinde ve zamanında kullanılmazsa iki kazık arasına değil, kazıklardan birinin üstüne düşme olasılığı göz ardı edilmemeli.

  1. İngilizce öğretmeni olarak yıllarca ‘calculate’ sözcüğünü bilmeden öğrettiğimi emekli olduktan sonra anladım. İngilizcedeki ‘calculate’ (hesaplamak) çakıl taşı, Fransızcada “j’ai des calcus” böbreğinde taş var demekmiş. Hesap, hesap kitap etme, sayma anlamındaki sözcükler bir de Latince penceresinden bakılırsa karşımıza kalker, kireç taşı anlamındaki calx sözcüğü çıkıyor. Aynı anlam veren sözcükler Arapça penceresinden bakıldığında değişen bir şey yok; karşımıza çıkan sözcük haspa. Nedir bunun anlamı? Kızamık, yumru haldeki küçük taş, çakıl taşı. (Anımsatma: Türkçesinde kullandığımız ‘muhasebe, hesap’ sözcüklerinin ‘haspa’ sözcüğü ile yakın akrabadırlar)

Gelelim çakıl taşı sözcüğünün ‘aybaşı’ ile bağlantısına: Vakit kaybetmeden merakınızı gidereyim. O dönemde sayı / rakam sepete atılan, ya da sepetten alınan çakıl taşlarıyla belirlenirdi.

Bilirsiniz kutsal analar kutsal yerde kutsallık adına erkeklerle bedava yatıyorlardı. Yıllar geçtikçe maymun gözünü açmaya başlamış. Kutsal Analar o işi bedava yapmaktan vazgeçip ‘bir aylığına’ belli bir ücret karşılığında erkeklerle birlikte olmaya başlamışlar.

İşte tam bu noktada şu soru sorulmalı: Takvim yok, rakam yok, yıl, ay kavramı olmadığı günlerde kutsal analar ‘bir aylık süreyi’ nasıl belirlemişler dersiniz?

Kadınlar rutin kanama başlangıçları aybaşı, bir ikinci kanama başlangıcını ay sonu, aradaki süreyi ‘bir ay’ kabul etmişler. Bu arada her gün sepete bir çakıl taşı atarak bir ayın otuz ettiğini de bulmuş oluyorlardı. Nasıl hesap ama? Zaten ben biliyorum demek olan matematiği kadınlar bulmuş, erkekler değil.

Daha fazla kimyanızı bozmadan sanırım bu bölümü atmış altıya bağlama zamanı gelmiş olmalı. “Atmış altı” dedim de aklıma geldi, lâf niye döner dolaşır atmış altıya bağlanır?

Sami Dillerinde (Arapça, İbranice gibi) her harfin bir sayısal değeri vardır. Bu alfabe değerlerine göre, ‘Allah’ sözcüğünün Arapça yazımı (Arapça yazımında tek ‘a’ harfi var) irdelenirse: “A” harfi 1, “L” harfi 30, “H” harfi 4 değerindedir. (1 + 30 + 30 + 5) = ‘66’ eder.

Sadece ‘Allah’ sözcüğü değil, ‘lale’ de Allah’ı sembolize eder. Bu sözcüğün de ebceddeki karşılığı 66 etmektedir. Osmanlı ve Selçuklu kültüründe pek çok binanın görünen yerlerine lale motifi işlendiği sıkça görülür. Bu motif binanın Allah’a emanet edildiğinin göstergesidir.

Askerlerin kalkanlarında, zırhlarda, miğferlerde, silahlarda, camilerde. Arap alfabesiyle yazılan “lâle” sözcüğünü tersten okursanız ‘hilal’ elde edersiniz. Bu sözcüğün de ebcet değeri atmış altıdır.

Kaynaklar:

I-) “Türkçenin Söz Varlığı” Prof. Dr. Doğan Aksan, Bilgi, 2015

2-) “Tanrılar Vatanı Anadolu” ,C.W. Ceram, çeviri: Esat Mermi, Koza Yay. 1974

3-) “Basiretçi Ali Bey, İstanbul Mektupları” (1870)

4-) “ Kıpçak Türkçesi Sözlüğü” Recep Toparlı, Hanifi Vural, Recep Karaatlı, TDK

5-) “An Etymologyical Dictionary of pre-thirteenth Century Turkish” Sir Gerard Clauson, Oxford, 1972

6-)”Dil Denen Mucize” prof.Dr. Walter Porzıg,TDK,2011

Yorumlar (0)