İlber Ortaylı: 'Bir entelektüel olarak Fatih'in portresi ve bugünün aydınları.'


Fatih, bugün Batı ve Doğu dediğimiz dünyanın ortak noktalarını birleştiren bir hükümdardı. Ne Rönesans İtalya’sında ne Reformlar Almanya’sında böyle hazırlıklı biri görülmez.




FATİH Sultan Mehmed, Türk hükümdarları içinde hem mareşal hem entelektüel olarak locanın önünde gelir. Bu kolay bir derecelendirme değildir; çünkü Kanuni Sultan Süleyman örneğin, bir şair, bir sanat adamı, bir kuyumcu, eserlerine hâlâ sanat tarihçilerinin hayranlıkla baktığı bir portredir. Mesela Gülru Necipoğlu onun hazırladığı bir tacı, bir kongrede tebliğ olarak sunmuştu. Hiç şüphesiz ki ateşli silahlar ordusunun becerikli mareşali, bir günde Mohaç’ta kudretli Apostolik Macar krallığını ortadan kaldıran hükümdardı Kanuni... Devri büyük adamlar devri... Bu mirası devraldı ve devretti.

Bir entelektüel olarak Fatih’in portresi ve bugünün aydınlarıBabası Yavuz Sultan Selim, Farsça şiir yazardı. Sina Çölü’nü 20’nci yüzyıldaki komutanların aksine kimsenin burnunu kanatmadan, gözlerine kum doldurmadan, askerleri ve toplarıyla geçti. Ama bütün bunların arasında Fatih, kısa ömründe hem hükümdarlığı hem mareşalliği zamanındaki fütuhatıyla ve yarattığı renkli imparatorlukla hep önde geçer. Devrinde, Osmanlı fen alanında son hamleleri yaptı. Fatih, Timur’un Orta Asya’sının mirasını devralmaya da çalıştı.

BİR ÂLEMİN HEP EN İYİSİNE BAKILIR

Fatih, bugün Batı ve Doğu dediğimiz dünyanın ortak noktalarını birleştiren bir hükümdardı. Hep söylediğim gibi ne Rönesans İtalya’sında ne Reformlar Almanya’sında böyle hazırlıklı biri görülmez. Kimse eski Yunanca metin okuyup Venedik elçisiyle kendi dilinde tartışmak, Farsça divan yazmak, Arapça çetin ceviz metinleri okumak kabiliyetine sahip değildi. Evet, İslam dünyasının entelektüel portresi, Fatih Sultan Mehmed’dir. Geride kalanların hepsi sahte çift sütunlu (Pseudo-dipteros) anıt girişleri gibidir. Bir âlemin temsilcisinden söz edilirken en iyisine bakılır. Mektep kaçkını kasabalıların yorumlarının da bu gibi portrelerin tasvirine girişmekten uzak tutulması gerekir.

Yeni Türkiye’nin aydını doğrusu fazla haddini bilmez bir adam tipi. Bunların içinde çok ilginçlerini bilirim. Mesela Fatih’in ne içtiğiyle uğraşırlar. Ben söyleyeyim, hükümdarın göze batmış bir içki tercihi ve mönüsü yoktu. Sarhoşlukla ilgili bir vakası, bir yazısı da görülmüyor. Bu meraka nereden saplandıklarını anlamıyorum. Büyük padişahın kayıtlı tek zararlı yiyecek seçeneği deniz ürünleriydi. İflah olmaz gut (nekris) hastalığı da bundan ileri gelmiştir. Diyete dikkat etmeyen bir savaşçı, süvari hastalığıdır bu. Bütün büyük komutanlarda, mesela 17’nci asrın önemli komutanı Dük de Condé’de görülür.

Julian Raby gibi ve Allah’a şükür Celal Şengör gibi Fatih’in okuduğu kitaplarla ilgilenen insanlar da var. Kütüphanesini başkalarının kütüphaneleriyle mukayese ediyorlar. Bizdeki kıt zekâlılarsa Fatih’in olmayan şarap mönüsü veya utanmaz bir yazarın yaptığı gibi, anlamadıkları şiirdeki sözde erkek aşkıyla ilgileniyor. Böyle namalum olaylara meraklar ancak boş beyinlere hastır. Biraz kitap okuyun.

El âlem Avusturya-Fransa mareşali Prens Eugen’in kütüphanesi ve okuttuğu kitaplarla ilgileniyor. Niye evlenmediğini sorup münakaşa edenleri çok fena yaparlar. Avusturya imparatoriçesi Elizabeth’in Macar halkına ve kültürüne gösterdiği yakınlık ve imparatorluk bünyesindeki birleştirme gayretini överler. Macar milli lideri Kont Gabor Andrassy ile olan ilişkilerinin lafını etmeye kalkana, küçümsenen bir hödük diye bakılır.

Ahmet Hakan’ın, benimle yaptığı programda Fatih’in kişiliği üzerine merak ederek sordukları bazılarını pek gayrete getirmiş. Bence dertleri Fatih de değil. Ahmet Hakan’ın popülaritesi. Maalesef basın dünyasının başlıca kusuru sağda solda da benzer insanların çok feryat etmesinden ileri geliyor. Kaldı ki yapılan programı da iyi dinlemedikleri, çarpıtarak, bizde ekseri adamların yaptığı gibi kelime cümle çıkartıp yer değiştirerek mehaz diye kullandıkları açık.

Bir entelektüel olarak Fatih’in portresi ve bugünün aydınları

HERAKLES LAHDİ GERİ GELİR; EL ATARSAK DİĞERLERİ DE GELİR

TÜRKİYE Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı, BM UNESCO teşkilatında, yağmalanan eserlerinin ülkeye iadesi gibi bir anlaşmaya imza koymadı. Yani bu alanda Batı’nın devletleri gibi biz de çekimser kaldık. Aslında müzelerimizde bir zamanlar kolonimiz değil fakat vilayetlerimiz olan Arap ülkelerinden gelen eserler sadece son Osmanlı arkeologların kazılarına aittir. Bazı İslami dönem eserleri buna tabii değildir.

Bununla birlikte Türkiye, Bergama Altarı, Miletos kalıntıları, İştar Kapısı gibi gerçekten yağmalanan eserler için mahkemeye müracaat etmiyor. Mahkemelere müracaatımız düpedüz müzelerimizden çalınan eserlerle ilgilidir. Bunu ben masraflı da olsa faydalı bir yol olarak görüyorum. Kısmen geri geldiler ve daha geri gelecekler var. Son Herakles Lahdi de bunlardan biridir. Bildiğim kadarıyla Atilla Koç zamanında yargı yoluna gidildi.

Hiç şüphesiz asıl önemli safha, İsrail’de olduğu gibi yurttaşların örgütlü bir biçimde eserlerine sahip çıkmasıdır. Hırsızlara karşı caydırıcı etki o zaman görülür.

Eski eser hırsızlığı yine ayyuka çıktı. Irak’taki Amerikan yağması işgalin kargaşası içinde olmuş görünmüyor. Günbegün ortaya konan deliller, bu işi ABD’lilerin örgütlediğini ve askeri müdahalenin de buna el verdiğini gösteriyor. Avustralya, Kahire’deki Tahrir olayları sırasında Kahire Müzesi’ni soydurdu ama çaldırdığı 300 parça eseri mahkeme yoluyla geri vermek zorunda da kaldı. Hırsızlık devam ediyor, bilhassa Amerikan Metropolitan Müzesi ve daha başka müzelerle özel kişilerin sözde koleksiyonları bu konuda başı çekiyor. Avrupa müzeleri geride kalmış olsalar da bu işlerden uzak değiller. Bize düşense hukuk yoluna başvurmak ve koruyucu örgütlenmeyi hızlandırmaktır.

AĞUSTOS: TÜRK TARİHİNİN ZAFERLER AYI

Malazgirt, Mohaç, Başkomutanlık Meydan Muharebesi... Bu zaferlerin ortak noktasına bir göz atalım.

AĞUSTOS yaz sıcağından ve sonbaharın soğuklarından evvelki en uygun mevsim. Geçmiş çağlarda savaşçıların iklim yüzünden en az meşakkata girdikleri bir dönem. Roma tarihinin de büyük olayları ağustosta cereyan etmiştir. Bu ayın ismi bizzat Augustus’tan gelmiştir.

Türk tarihinin en önemli olayları da ağustosta olmuştur. 11’inci yüzyılda vatanımızın yolları 26 Ağustos Malazgirt Cengi’yle açıldı. Aslında Sultan Alparslan, Anadolu’ya değil Ortadoğu’ya yani Suriye-Filistin’e yönelmeyi planlıyordu. Yine bir ağustos günü, Orta Avrupa’nın ucundaki büyük bir cengi, Mohaç’ı kazandık. Bir büyük krallık ortadan kalktı ve Türkiye aslında Avrupa tarihinin de, coğrafyasının da ortasına oturdu. Ama asıl önemlisi bu milletin ordusu ve komutanları Birinci Cihan Harbi’nin işgal dönemini 26 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle sona erdirdi.

Kutlu olsun, ağustos bizim yurdumuzu inşa ettiğimiz kutlu ayımızdır.

Bir entelektüel olarak Fatih’in portresi ve bugünün aydınları

ÖRCÜN BARIŞTA’NIN ARDINDAN 

Türk süsleme sanatının önemli yönlerine dikkatle bakan, ülkemizin önde gelen sanat tarihçisiydi...

ONU otuz yıla yakın bir süredir tanırdım; her zaman bir yerde ya tetkik ya restorasyonla uğraşır, heyecanla, çok kere kendi kızgın üslubuyla problemlerden bahsederdi. Bu meslektaşımızla müşterek taraflarımız da vardı. Galiba bir tanesi evdeki kalın kitapların hangisine ufacık paralarımızı sakladığımızı unutmaktı. Ama ondaki enerji ve yardım hızına ulaşmak mümkün değildi. Örcün Hoca, Türk süsleme sanatlarında önemli yönlere baktı. Sanat tarihçisi olmayan bizlere her zaman yardım etmeye hazırdı. Özgün üslubuyla mutlaka özleyeceğimiz meslektaşlarımızdan...

Mekânı cennet olsun.

İlber Ortaylı

Yorumlar (0)