SÖZCÜKLERİN GÜCÜ, Mehmet Genç

SÖZCÜKLERİN GÜCÜ

Mehmet Genç

“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,

Söz ola ağılı aşı,bal ile yağ ede bir söz” ” Yunus Emre

Dilde mantık var mıdır, olmalı mı?

Bildiğimiz hayvanların çıkardığı sesler üzerinden hareketle dilde mantık aramanın ne kadar mantıklı olacağını birlikte görelim.

Bildiğiniz gibi, köpekler ‘hav’, ya da bu sesin üst üste tekrarlanmasıyla ‘hav, hav, hav’ diye ses çıkarırlar. Son cümlenin yargı belirten fili ‘çıkarırlar’

Kendimizden ne kadar eminiz, değil mi?

Bir Japon, bizim ‘hav’ diye duyduğumuz sesi ‘wan’ şeklinde yazar ve söyler. Bir Türkün mantığıyla düşünürsek “ wan’ neresi, ‘hav’ neresi, olur mu öyle şey?” demek mantıklı bir tepki olacaktır.

Peki, bir Koreli aynı sesi “meong” diye duyar ve yazar dediğimizde, artık çileden çıkma aşamasına geldiniz demektir.

Birbirini benzemeyen ama aynı hayvana ait ses örnekleri çoğaltılabilir; bir Türk, horozun ötüşünü “üü ü üüü” şeklinde duyar ve yazarken, bir İngiliz’in aynı sesi “cock-a-doodle-doo” şeklinde yazar ve söyler.

Atlar, Danimarkalılara göre “vrinsk” diye, İsveçlilere göre “gnägg” diye kişnediğini yeni duyan bir Türk çoktan çileden çıktığı gibi, kulağından ve mantığından şüphe duyma aşamasına gelmiş olmalı.

“Nasıl olsa oldu olacak kırıldı nacak” deyip, bir örnek daha verelim: Bizim ‘kırkayak’ dediğimiz ürkütücü sürüngenin adı ve ayak sayısı ‘kırk’ rakamıyla mı söylenir?

İngilizcede “millipede” yani “bin ayak” diye geçer, varın öteki dillerdeki ayak sayısının kaça çıktığını, ya da indiğini siz düşünün.

Kendimizle ve mantığımızla dalga geçmenin zamanı geldiğinden, gelin mantıksızlığın keyfini çıkaralım: Son örnekteki kırkayaktaki ayak sayısında soluklanıp, işi bir hesaba dökelim: Aynı sürüngenin Türkçe ve İngilizcedeki ayak farkları 1000-40 = ‘960’ eder.

960 ayak uzaklık yakınlık açısından ne kadardır acaba? Türkçemizde normal ayak boyu / uzunluğu 25-34 cm, ABD’de 30.48 cm ettiği kabul edilir. Bu iki kabulün ortalamasının 30 cm olduğunu düşünürsek, 960 x 30 = yaklaşık 29 000 metre eder.

Yok, arkadaş dilde mantık yok. İki kültür arasındaki bu mesafe mantıkla, matematikle ölçülecek bir şey değilse eğer, çare ne?

Sözcükler insanoğlunun beyinde oluşturduğu mantık çemberi içinde gelişip dilde yerini almış olamaz. Hani ne denir, belli bir matematik bilgisiyle yazılan şiir, mantıksızlığın ta kendisidir.

Bir İngiliz Türkçe öğrenirken bir Türk gibi, bir Türk, İngilizce öğrenirken bir İngiliz mantığıyla ama kendi kafasındaki mantığı ayaklar atına alarak düşünmelidir.

Ama şurası bir gerçek, ayrımında olmadan kullandığımız pek çok olumsuz sözcük yerine, daha uygun ve olumluları kullanabiliyor olmak; bize artı enerji olarak geri dönüyor. Doğru yerde doğru sözcükle konuşmak, kendimizi doğru tanımlamaktan geçiyor. Bu demektir ki, birine ‘eşek herif’ demekle, “ben, senin arkandan gelecek deve miyim?’ arasındaki farkı fark etmek gerek.

Nesneleri belli sözcüklerle adlandıran biz, bizi önüne katıp yönlendiren sözcükler. Doğurduğumuz bebeklere esir olmak gibi bir şey bu, olacak iş değil ama oluyor işte.

Dilde mantık aramak bir okuyucu gücünü aşan bir olay, bırak bu konu dil düşünürlerine kalsın deyip, bir başka konuya geçelim.

Sözcükler, ah o sözcükler!

Düşünün, bir lisede genç bir İngilizce öğretmenisiniz ve bugün öğreteceğiniz sözcükler: ‘Skim, as a skim, sick, seek’. Karşınızdaki zıpırların gülüşleri karşısında genç bir bayan öğretmenin yüzünün girdiği şekli ve rengi düşünün. Böyle sözcüklere ‘yalancı eşdeğer sözcükler’ diyoruz, örneğin ‘kar’ sesini duyan bir İngiliz çocuğuyla, bir Türk çocuğunun beyninde oluşan nesneler farklıdır, ama duyulan ses aynıdır.

‘Huy’ sözcüğünün bizde çağrıştırdığı belli, ama aynı sözcük Rusçada erkeklik organını çağrıştırır.

Yukarıdaki İngilizce sözcükleri telaffuz eden genç bir kız öğretmenin öğretmek istediği şeyle, Türk öğrencilerinin beyinlerinde oluşan nesneler benzersizdir. Sözcüğün kendisi değil, çağrışımları bile ortamı birden değiştirdiğinin ayrımında mısınız?

Amerikan Kızılderilileri kendilerine ‘black’ denilmesinden hoşnut olduklarını için ‘ black is beautiful’ derler. Bu bir teşekkürdür. Aynı anlama gelen ‘negro / nigger’ sözcüklerini bir küfür olarak algılarlar.

“Mortic / mortage kredisiyle aldıkları evde yaşıyorlar” cümlesinde bizi rahatsız eden bir sözcük yok gibi görünüyor, öyle değil mi?

E,öyleyse, sizi rahatsız etmeyen “martage” denen sözcüğü birlikte irdeleyelim: “Mort” Latincede “ölüm” çağrışımlıdır. (mortal / mortality / mortar) Sözcüğün ‘mort’ ve pledge’ sözcüklerinin birleşimiyle oluştuğu, ‘pledge / promise’ söz vermek olduğu düşünülürse, “mortgage” ölüm sözleşmesi demek olduğu anlaşılır. Ölümün bir de çıplaklığı çağrıştırdığı hesaba konulursa, ‘martage’ : ‘Bir kişiye, ya da kuruma ev almak uğuruna çırılçıplak teslim olmak’ demek olmaz mı?

Bu irdelemeden sonra “mortic kredisiyle aldıkları evde yaşıyorlar” cümlesi hakkındaki düşüncenizin değiştiğinden eminim. Düşüncenizin değişmesine neden olan şeyin, ‘mortic’ sözcüğünün gücünden başka nedir ki?

Bizim neslin baka baka doymadığı Hababam Sınıfı filmini anımsayınız, çocukların koruyucu meleği, gülür yüzlü ana rolündeki Adile Naşit gelir akla, oyunun, filmin yönetmeni, yazarı değil… Adile Naşit, bizim nesil için çocukluğumuza ninni çeken güler yüzlü anasıdır.

Aramızdan ayrılıverince çocukluk yüzümüzden gülücükler çalınmıştı.

Buraya kadar iyi, güzel de, olaya bir başka pencereden bakılılıp, bu sevimli ana rolündeki unutulmaz oyuncunun gerçek adının Adile değil,’ Adela’, annesinin Ermeni, Babasının Rum (Yorgo) oluşunu yenice öğrenen bağnaz bir kişinin yüzündeki şaşkınlık sözcüklerin gücünden başka ne der ki?

Çok korktuğumuzu ‘ödüm koptu’ deyimiyle anlatırız. Deyim “melankoli” sözcüğüyle (kara safra) yakından ilintilidir. Melankoli ‘melain khole’ sözcüğünden alıntılıdır. Panik, korku anında ödün patladığı sanıldığından, ‘ödü kopmak’ diye bir deyim türetmişiz, ama ‘öd kesesinin’ korku anında patlamadığı, sadece normalden fazla salgı ürettiği on yedinci yüz yılda anlaşılmıştır.

Sonuç olarak ‘öd, öd kesesi’ korku, panik halinde hiçbir zaman bir balon gibi patlamıyor. Şimdi, ‘ödü kopmak’ deyimi yanlış bilgiye dayalıdır, bundan böyle bu deyimi kullanmayalım deseniz, sizi kim tınlar?

06.Ekim 2018 günkü Habertürk gazetesinde yer alan bir haber, sözcüklerin gücünü bir kez daha kanıtlamıştır. Sivas’ın İmranlı İlçesi Kuzköy köylüleri, iki asırlık köylerinin adını değiştirmek için topluca soluğu ilçe kaymakamlığının kapısında almışlar.

Kürt kökenli vatandaşın biri ‘kuz’ sözcüğünün Kürtçede ‘rahim’ demek olduğunu söylemesin mi?

Durum böyle olunca Kuzköy sakinleri rahimden çıkma varlıklar olduklarını unutup, öfkeyle “Bizim köyün adı bir kadının cinsel organı olamaz” diyerek, soluğu ilçede almışlar. (Anımsatma ve bir soru: Bir zamanlar atalarının rahime benzeyen mağaralara kurban kestiklerini bilseler ne yapacaklardı acaba?)

Sonuç ne oldu bilinmez ama ortada acı gerçekler var: Eski Türkçe ’kuz’ güneş almayan yer demektir. ‘Gölgeli, soğuk yer’ anlamındaki kuzay / kuzey buradan gelir. (Kaynak: Mütercim Asım, Burhan-ı Katı Tercümesi, 1797)

Bu ana kadar örnekleri hep Türkçeden verdik, örnekleri İngilizceden verseydik sözcüklerin gücünde bir azalma olmayacaktı, sözcüklerin gücü bizim tahminimizden daha büyük bir güçtür.

Çocuğu, ya da torunu Oxford Üniversitesi mezunu olduğu için çalımından yanına varılmayan birine oracıkta yerin dibine sokmak istiyorsanız, alın size büyük bir koz. (koz: ceviz demektir)

Hemen ‘oxford’ sözcüğü köken olarak irdelemeye başlayın: ‘Ox’ öküz demektir, ‘ford’ ise ‘to cross a body of water by walking on the bottom’,

Nedir bunun Türkçesi?

“Su geçidi, geçit, kanal, pasaj”

E, o zaman, “Benim oğlum / kızım Oxford mezunu ” diye hava atmak niye be hanım teyze!?

Sözcük köken ve anlamlarını yaslanarak olayı biraz da genişletirsek, Hanım teyzenin Oxford mezunu oğlu, ya ada torunu ‘öküzlerin başarıyla gelip geçebildikleri çamur bir geçitten çamura batmadan geçebildikleri yerden mezun olmuştur’ denebilir.

Etimoloji sözcükleriyle yatıp kalkmak sizce nasıl bir şeydir ?

Bilirsiniz, bilinçsizce kendini akıllı sananlar güzel sanatların her hangi bir dalıyla ölesiye uğraşan insanlara ‘deli’ derler. Kendine ‘deli’ denildiğini duyanlar da delicesine güler geçerler. Etimoloji sözcükleriyle uğraşmak dünyanın en zevkli işidir, ama deliliğin bir adım önde gitmek şartıyla.

Milli duyguları geçeklerin bir karış önünden giden bir Türk yazarının hazırladığı etimoloji sözlüklerinde Türkiye’ye sınırı olmayan ülkelerde bile günlük dilde kullanılan sözcüklerin çoğunun Türkçe kökenli olduğunu görürseniz şaşmayın.

Bir Ermeni kökenli yazarın hazırladığı etimoloji sözlükleri hemen hemen Türkçe diye bir dil yoktur demeye getiriyorsa, delilenmeyin. Delilenmeyin çünkü ta Latinceden bu yana ‘ıra fuor brevis est’ (kızmak kısa süreli delirmektir) sözünü aklınızda iyi tutun ki, kırgınlığınız, sinirlenmeniz uzun sünmesin.

İyi kötü İngilizce bilen herkesin bileceği gibi ‘nice’ sözcüğü ‘güzel, hoş’ demektir. Bu sözcüğün 17 yüz yılın başlarına kadar her türlü olumsuz (foolish / stupid / silly / sesseless / careless / weak / poor / simply) anlamında kullanıldığını söyleseniz, sizi hiçbir İngiliz ciddiye almaz, ama gerçek bundan ibarettir.

Aynı İngilizce “manken” denilince gözünüzde canlanan şey nedir? diye, sorduğumda, şu yanıtı almışımdır: “yarı şeffaf giyinmiş güzel bir kadın”

Böyle birini köşeye sıkıştırmak benim için zevkti, hemen ikinci soruyu sordum: “Manken’deki ‘man’ erkekliği, erilliği gösterdiğine göre, gördüğünüz mankenin bayan olduğundan emin misiniz?”

Oysa gerçek şuydu: Fransa’da vitrindeki mallar geceleri sık sık çalınmaya başlanınca, mağaza sahipleri vitrine ‘manken’ denilen, adama benzer bir heykelcik koymaya başladılar, işte ticarette ‘manken’ kullanımı böyle başladı. Sözcük Fransızcadaki ‘mannequin’ veya Hollandacadaki ‘ adamcık’ demek olan ‘manniz’ sözcüğünden alıntıydı.

Oysa benim bildiğim doğruydu, İngiliz’in şaşkınlığı cahilliğinden başka bir şey değildi.

Biliyorsunuz, ‘sinirlenmek’ başkalarının yaptığı hata yüzünden insanın kendine verdiği en büyük cezadır.

Bir Fransız yazar tarafından hazırlanan etimoloji sözlüklerinde Avrupalı ulusların dillerinde Türkçe kökenli sözcük yok gibi görüyorsa, dililer gibi basın kahkahayı.

İşte bu nedenle etimoloji sözlükleriyle nikâh kıyan insanlar delilerin bir adım önde gideni olmalıdırlar.

İşte birkaç kanıtı: Türkçenin Asya’da konuşulan lehçeleri arasında Tunguzca (Sibirya ve Çin’de konuşulan Türk lehçesi) vardır. Ortalıkta Almanca ve İngilizce dilleri daha analarının karnında bile düşmemişken, Türkçe ve lehçeleri Orta Asya’da kök saldığı inkâr edilemez bir gerçektir.

Günümüz ‘nar’ ve ‘ güneş’ sözcükleri köken ve nesne olarak birbirine benzemese de, kökenleri açısından bir zamanlar yakın akrabaydılar. Zaman pek çok şeyi unutturduğu gibi, bu iki sözcüğün akrabalığını silip süpürmüş olmalı. Sümercede ‘nur’ nar demektir, Akadcada ışık, parıldamak anlamında kullanılan sözcük, Arapçaya ‘nûr’ biçimiyle yansıdığı belli. Moğolca ve Tunguzcada ‘sun’ güneş demektir.

Aklımızda kalması gereken gerçek: Moğolca, Türkçe, dolaysıyla Tunguzca kâğıt üstünde yazıya geçmemiş olsalar da, mezar taşlarında, yazıtlarda yazı diline geçmişti ve aynı dönemde günümüz Avrupa dillerinin hiç biri yoktu.

Avrupalı bir yazar tarafından hazırlanan hangi etimoloji sözlüğünden ‘sun’ sözcüğünün kökenini araştırmaya kalksanız “ old English ‘sunne’, from proto Germany sunno ” benzeri bir yanıtla karşılaşırsınız.

“Böyle anlarda gülünecek miydi?”demeyin, işi deliliğe vurun, gülün gitsin.

Geçelim bir başka örneğe: ‘Sabotaj, sabote etmek, sabot’ sözcük kökenlerini bir yabancı etimoloji sözlüğünden araştırmaya kalksanız, muhtemelen sözcük kökenin Fransızca olduğunu göreceksiniz.

bilgi kocaman bir dil yalanı değilse, aymazlıktır, cahilliktir. Ama siz yine de gülün.

Sözcüğün Fransızca aracılığıyla dünya dillerine yayıldığı doğrudur. ‘Cafe, coffee’ sözcükleri Avrupa dillerine Türkçe aracılığıyla yaygınlaşmıştır, ama bu sözcükler Türkçe kökenli değildirler.

‘Sabot’ sözcüğü Arapça yoluyla Avrupa’ya geçmiştir. Tatarcada ‘çabata’, Kazakça ‘şabata’, Çuvaşçada ‘şebada’ biçimlerinde kullanılır. Günümüz modern Tatarcada bile kullanılan ‘çabat’ (çabata, sabat, şabat)’ın; kesmek, doğramak anlamına gelen “chabu” fiili türevinden başka bir şey değildir. Uzun lâfın kısası kaba ağaçlar oyularak, ıhlamur ağacı lifleriyle giyilir hale getirdikleri ilkel, ağaç oyma ayakkabı ‘çabat’ Türklerin keşfidir.

Günümüz hastane ayakkabısı/terliği olarak bildiğimiz ‘ sabot’ kökeni de aynı sözcükten gelir.

Tatar şairi Hadi Taktaş’ın “Mokamay” adlı şiirini hangi Fransız yazdığını idea edebilir?

Birlikte çabatalar örüp gezdiğimiz zamanlarda

Sen benden daha ustaca örerdin

Benim güzelce öremeyişimi

Beceriksizliğime bağlardın

Neden acaba bu böyle oldu ki

Niçin tükenişini görmedin

Neden Mokamay acaba sen hayatını

Çabatanı neden güzel örmedir?

Soruyorum: Bu şiiri hangi yüzle ‘ben yazdım’ diyebilir? Aşağıda görünen Tatar sanatçılarının yaptığı çabata heykelini hangi Fransız ‘ben yaptım’ diyebilir?

Türklerin ağaç oyma ilkel ayakkabısı ‘çabat / sabot’ sözcüğünün marifetinin bu kadarla sınırlı olduğunu sanmayın, günümüzde ‘sabotaj, sabote etmek’ tanımlarının kökenleri araştırılırsa, bu sözcüklerin ‘çapat / sabot’ türevleri oldukları anlaşılır.

Sanayi Devriminden sonra amansız bir çalışma temposu içinde çalışan kadın işçiler böylesine yorucu çalışmaya ayak uyduramadılar. Ayaklarındaki tahta ayakkabıları dişlilerin arasına atarak, makinelerin bozulmasına neden oldukları oranda dinlenme şansı buluyorlardı. Kadınların işi aksatmaları caya ‘saboteur, sabotage’ (sabota etmek) sözcüklerini kazandırdı ve bu sözcük dünya dillerine ca aracılığıyla yayıldı.

Ama unutmayın ki, sözcük kökeni sabot/çapattır.

Bu gerçeği kabul Avrupa’da kabul eden tek kaynağın “Diccionario de la Lengua Española” olduğunu da bilelim.

Sözcüklerin bazıları bir insanı sarsacak, güldürecek, deli edecek kadar güçlüdür.

Nasıl mı?

Salep olarak bildiğimiz içeceğin öncelikle orkide kökünden elde edilen nişasta benzeri toz ve bu tozdan yapılırdı. Sözcüğünün Arapçadaki karşılığı ‘köpek / tilki taşağı’ (χuṣyatu-s̠-s̠alab/ χuṣyatu kalb) demektir. (Ek bilgi: Orkide kökleri yan yana duran iki zeytin çekirdeğine benzediğinden ‘χuṣyatu kalb’ denilmiştir. Kaynak: Ahmet Vefik Paşa, Lugat-ı Osmanî)

Demek ki, ‘salep’ sözcüğünden önce ‘orkide’ sözcüğünün kökeni incelenmeli, inceleyelim: Latincede ‘ orchidaea’, Fransızcada ‘orchidé’, Yunancada ‘ órχis, orχid- όρχις, ορχιδ-‘ şekillerinde ‘ husye / t.şak’ demektir.

Sözcüğün Latincede (orchis) ‘tanık’ anlamındaki t.şak / hüsye sözcüğü Anadolu Ağızlar Sözlüğünde ‘it t.şağı’ biçiminde geçer.

Görüldüğü gibi, salep sözcüğünde hangi pencereden bakarsanız bakın her yol Ankara’ya değil, ‘husye / t.şak’a çıkmaktadır.

Salep içmeyi sever misiniz?

Adliye saraylarında sıkça duyduğumuz cümlelerden biri “İşin yoksa şahit/tanık” cümlesidir.

“Tanık” sözcüğünün aslını astarını öğrenmek istersiniz.

“Testis” sözcüğünü yazım olarak aynen Latinceden almışız, elbet de bunun da anlamını merak etmişsinizdir. “Tanık/şahit” demektir. Ne alâka, dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım: O günlerde yemin eden bir kişi, en yakın erkek arkadaşının testisini sıkı sıkı tutmak zorundaydı. Yemin edenin eli, sıkı sıkıya testisi avuçlamıyorsa, ettiğiniz yemin geçersiz sayılırdı.

Dikkat edilirse, keramet sizde değil, elde hiç değil, elin değdiği yerde…

“Amma t.şaklı adammış ha!” sözünün nedereden geldiğini de öğrendiğinizin ayrımında mısınız?

Kanarya Adaları, ‘kanarya’ adını nereden almış olabilir?

İspanya’ya yakın sularında konumlandığı, yılın on iki ayında ısının yirmi beş derece ayarlı olduğunu bilmesek, görmesek de, Kanarya Adaları’nın yeryüzündeki cennet olduğu herkesçe bilinir.

Kanarya Adalarının adı, ‘kanarya’ kuşundan almış olabilir mi?

‘Evet, mantıken öyle olmalı’ dediğinizi duyar gibiyim.

Bu adaların adı sevimli bir kuş türü olan kanaryaları çağrıştırsa da, gerçek hiç de tahmin ettiğiniz gibi değil. İşin içinde kuş değil, köpek var desem…

Romalılar bu adalara ilk çıktıklarında adaların beyaz, küçük ve sevimli kaniş köpekleriyle dolu olduğunu gördüklerinde şaşıp kalmışlar. İster istemez adalara ‘Insula Canaria’ adını vermişler.

Yani ‘Köpek Adaları.’

‘Canario’ İtalyanca ve İspanyolcada Kanarya Adalarına özgü bir kuş, ama aynı zamanda hepimizin bildiği Kaniş köpeği demektir. Sözcük 19.yüz yılın başlarında Türkçeye ‘kanarya’, İngilizce ve Fransızcaya ‘caniche’ biçimiyle girmiş. (Kaynak: Ahmet Vefik Paşa, Lugat-ı Osmani- 1876)

Kaynaklar:

1-) http://www.tatyash.ru/get.php?12067|52.htm.

2-) “Diccionario de la Lengua Española” Real Academia Española’nın yayını.

3-) Mütercim Asım, Burhan-ı Katı Tercümesi, 1797

Yorumlar (0)