İmge Nedir, İmge Örnekleri, İmge Türleri, İmge Özellikleri

İmge Nedir, İmge Örnekleri, İmge Türleri, İmge Özellikleri

İmge Nedir, İmge Örnekleri, İmge Türleri, İmge Özellikleri

ETKİLİ KONUŞMA KOLAY ERİŞİM ÇİZELGESİ (TIKLAYINIZ)

İmge Nedir, İmge Örnekleri, İmge Türleri, İmge Özellikleri

İmge Nedir? İmge Örnekleri, Türleri, Özellikleri


Türkçe Sözlük, imge kelimesine şu anlamlan vermektedir:
"1. Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya.
2. Genel görünüş, izlenim, imaj.
3. psikol. Duyu organlarının dıştan algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj. psikol Duyularla alınan bir uyaran sözkonusu olmaksızın bilinçte beliren nesne, olaylar, hayal, imaj."

İmge kelimesinin yukarıdaki verilen anlamları ile bir sanat terimi olarak kullanıldığı anlam arasında doğrudan bir ilgi vardır. Çünkü imge, şiirde şairin dış dünyadan aldığı zihinsel uyarımları yeni bir ifade, benzetme veya metafor olarak ifade etmesi ile gerçekleşir. İmge bir kelime olabileceği gibi bir kelime grubu, ipuçlan verilmiş ancak açıkça söylenmemiş bir im şeklinde de olabilir.

Sanat Metinleri

Genelde sanat metinlerinde özel olarak da şiirde imge bir zorunluluktur. Çünkü bir iletişim aracı olarak dış dünyaya sıkı sıkı bağlı olan dil, her şeyi anlatmaya yetmez. Alışılmış bağdaştırmalar bir zaman sonra kültürel bir öge, bir sembol, bir mazmun olur. Bu durumda sanatçı özgünlükten uzaklaşmış olur. Oysa sanat, özgünlük üzerine kurulur, sanatçılar birbirlerinden malzemeyi kullanış biçimleriyle ayrılır. Yenilik yapmayan, yeni bir söyleyiş, ses, yapı ve dil geliştirmeyen sanatçının ise geleceğe kalması, başkalarını etkilemesi söz konusu değildir, işte imge bütün bunlar için bir zorunluluktur.

Yazar ve şairler kullandıkları ve edebiyata taşıdıkları imgelerle diğer yazar ve şairlerden ayrılır. Örneğin; her şairde çocuk imgesi aynı değildir. Sezai Karakoç'ta bir ermiş kişilik, masumiyet (günahsızlık), kendisine bel bağlanan bir gelecek olan çocuk imgesi, döneminin diğer şairlerinde görülmez.

İmge, eserin verildiği döneme de sıkı sıkıya bağlıdır. Örneğin; Cumhuriyet döneminin din adamı imgesi (sakallı, cüppeli, sarıklı vs.) günümüz metinlerinde kravatlı, takım elbiseli, günün iletişim araçlannı kullanan bir din adamı imgesiyle yer değiştirmiştir. Yine, Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde yazılan edebî metinlerdeki öğretmen imgesi, günümüz öğretmen imgesinden tamamen farklıdır.

İmgenin zorluğu

İmgenin zorunluluğu, tema ve şairin iç dünyası ile de ilgilidir. Çünkü bir sanatçı olarak şair, varlıklan, olayları, durumları, objeleri zaten herkes gibi görmez, herkes gibi ifade etmez ve ona sanatçı payesi kazandıran da bu özelliğidir.

Klasik Türk şiirinde imgenin yerini tutan öge, mazmunlardır. Kalıplaşmış, ortak değer hâline gelmiş olan mazmunlar; dinden, gelenek ve örften, efsanelerden, yaşam biçiminden hareketle üretilmiştir. İmgeyi; manzumların ortak kullanılışı ile birbirinin tekrarı, kopyası imiş gibi görünen divan şiirinde sebk-i hindi denilen yeni, çarpıcı imajlar yaratma girişimlerinin modern bir devamı olarak görebiliriz.

Örneğin; Şeyh Galip'in; aşk uğrunda yapılan zorlu ve tehlikeli yolculuğu "mumdan gemilerle ateş denizinde yüzmek" olarak anlatması özgün bir imgedir.

Divan şiirinde metinler, genellikle mutlu sonla bitmediğinden mutluluğun imgesine dair çok az kullanım vardır; ama Mevlana'nın, ölümü, düğün gecesinde sevgili ile buluşma imgesi ile anlatması o zamana kadar görülmeyen bir kavuşma imgesidir.

Cahit Külebi'nin aynı zamanda anılarına da isim olmuş şirinin en önemli bölümü olan "İçi Sevda Dolu Yolculuk" mısrasını ele alalım:


Bir mavi balon mudur bu yaz
İçi sevda dolu yolculuk
Şair bu mısralarda yaz mevsimini öncelikle "renk" öğesi (mavi balon) ile ilişkilendirmektedir. Bu başka şairlerde ve kişilerde görülmeyen bir ilişkilendirmedir. Ancak şair, bu ilişkilendirmeyi renkle sınırlandırmaz, "yolculukla" da ilişkilendirir. Böylece zihnimizde; insana rahatlık veren, özgürlüğü düşündüren hatta çocuklara özgü masumiyeti de barındıran ve sevgili için, sevgili ile beraber ve sevgiliye doğru bir yolculuk imgesi uyanmaktadır.

İmge oluşturmak, akla gelen ilk benzetmeyi, istiareyi vs. kullanmak demek değildir. Genel olarak şairler imge oluştururken önce dış dünyayı gözlemler ya da o güne kadar gözlemlediği dış dünyadan yararlanır. Sezgi gücünü, zekasını kullanarak dış dünyadan aldığı objelerin içinden bir seçme yapar. Zihnindeki kelimelerle, temasına uygun göstergelerle bu objeyi birleştirir ve bir görüntü çıkarır ortaya. Böylece bu görüntü, kelimelere bağdaştırma olarak yansır, dile dökülür.

Aşağıdaki şiir İsmet Özel'in ilk şiiridir:


Yorgun
ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayaklan kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar

bu şaşkınlığı çünkü gece uyuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara İsa dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hâlâ saçlarımda tozlu bir akşam.

1962 tarihini taşıyan bu şiirin yazılış öyküsünü şair şöyle anlatıyor: Ankara'nın bir ilçesinde, gösterişsiz bir parkta bir kaç kişi oturuyoruz. Hemen yanımızda bir mezarlık var. Anadolu nun bir çok yerinde olduğu gibi, ağaçlık olduğu için, anlaşılan mezarlığın bir kısmını park yapmışlar. Nedendir, bilmem ama, çocukluğumdan beri mezarlıklar bana ürküntü veren mekânlar olmamıştır, hele taşra kentlerinin her zaman manzarayı tamamlayan ve hatta çevreye uyuntuyla insana bir sükûnet duygusu veren mezarlıklar... Önümüzde, aşağıda bir vadi boyunca kavaklar, meyva ağaçları uzanıyor. Kasabanın öte yakasında sarp kayalıkların altından akan dereye varmak için buğday tarlalarını geçmek gerekiyor. Ne bulunduğum yerin ne de bulunduğum zamanın olağanüstü bir taran yok. Sıradan bir yaz günündeyiz, diyelim.

Neyin olağan, neyin olağanüstü olduğu; hayatın tekdüze olup olmadığı insanın neye nereden baktığıyla ilgili değil mi?


Şiir de olağan, akış dediğimiz ortam içinden bize bakılmaya değer, görülmeye değer olanı çekip çıkardığı için şiir olmuyor mu? Nitekim ilk dizenin doğuşu da böyle: Olağan bir tavırla cebimden pipomu çıkanp doldurmaya başlıyorum. (Ne var bunda şaşacak? On n'est pas serieux, quand on a dix-sept ans). Karşımda elinde bağlamasıyla oturan, sigara içen 12-13 yaşlarındaki çocuk soru- yon "Dolu mu içiyorsun, abi?" Ben bu soruyu anlamıyorum, bu bacaksızın pipoyu doldurarak mı içtiğimi merak ettiğini sanıyorum. Cevabım evet İnsan olarak budalalıklarımızın hepsi değilse bile çoğu karşımızdakini budala sanmaktan doğar. Pipomu yaktıktan sonra budalalığım kafama dank etti. Çocuk pipomu doldurup doldurmadığımı değil, içtiğim şeyin esrar (veya bir başka uyuşturucu) olup olmadığını sormuş ve ben de soruyu anlamadığım için ona evet demiştim. Şu anda onun gözünde esrar içen biriydim. Yüzümü mezarlığa çevirdim. Bütün varlığım sosyal, kültürel, ahlakî, fizik yoğunluğuyla dışa taşma basına altındaydı. Mısra zihnimde parladı:

Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz.


Bu dizenin hikâyesini, anlamı daha iyi kavransın diye söylemedim. Dizenin bana getirdiği, onun doğuş şartlarından tamamen bağımsızdın kaldı ki, şiir tek mısradan ibaret değil. Şiiri, temsil ettiği estetik bütünlük sayesinde tanırız. Mısraların hikâyesi herhangi bir anlamı açığa vurduğu için değil, şiirin bir kıvamdan doğduğunu gösterdiği için belki önem sahibidir. Kelimeleri yan yana getirmede gösterilen ustalıkla kurulan şiir, bu ustalığı mümkün kılan teknik çözümlenebilirse şiir olmaktan çıkar ve okuyanda kalıcı etkiler uyandırmaz. Ama şairin insan oluşunun kaçınılmaz sonucu olarak beliren metinler, kendi insan oluşuna önem atfeden herkes için tükenmez bir etki kaynağı haline gelebilir.

Yazdıklarımın kendime kendimle ilgili bir derinleşmeyi sağladığını anlamamla bu yazı türünün bir bilgilenme aracı olduğunu anlamam aynı zamana rastlar. Şiiri mümkün kılan biçimi zihnimin özel bir işleyiş tarzından çıkarıyordum. Bu biraz uyanıkken rüya görmeye benziyordu. Görüntüler bilincimin yerinde olduğu bir zamanda kafamda beliriyor, ama onları keyfimce yeniden biçimlendirmek yerine ana biçimlerini koruyarak dışlaştırmaya çabalıyordum. Kafamda doğan görüntünün, biçimin (imgenin mi demeli?) kelime bileşimleri olarak kâğıt üzerinde yer almaları kaçınılmaz olarak dille benim bağım dolayısıyla, aklımın dünyaya uygun zorlamaları dolayısıyla, bazı değişmelere uğruyordu. Yani kafamda doğan formu deforme etmiyor, ama onu yeniden gördüğümde tanıyabilecek kadar toparlıyor, düzene sokuyordum. Yaptığım bu düzenleme yüzünden başka insanlar da kendi varlıklarının belli noktalarında bazı yoğunluklar sağlıyor olsa gerekti. Ben kendi yoklayışlanm sırasında nasıl belli alanlara takılmışsam başkalarının takıldıkları alanlar benimkilerle denk düşebilirdi. Böylelikle insan oluşumuzun başka hiç bir araçla yoklanamayan yerleri fark edilebilir kılınacaktı.

Şiirin yaptığı bu türden bir araştırmayı başka hiç bir yazı sanatı üstlenemezdi. Çünkü düzyazı bir şeyi göstermenin en uygun, en iyi, en elverişli biçimini bulma çabası içinde doğar. Yani düzyazıda gösterilen şey ön sırada ve kendi sınırlan içinde belirlidir. Şiir ise sadece görülecek şeyin bul un d uğunu göstermekle kalır. Bu yüzden şiir bir şeyin gösterme biçimi olmaktan çok, görünen ve görülebilen bir biçimdir. Şiir kendini gösterir. Şiir bizi (düz yazıda olduğu gibi) anlam alanına götürmek üzere dilden uzaklaştırmaz, anlamın dilde nasıl saklı kaldığını bildirerek dilin sımna yaklaştım.

Etkinlik


("Waldo" Sen Neden Burada Değilsin adlı kitaptan alınmıştır. Bu metni Şiir ve Gerçeklikkonusu ile ilişkilendiriniz.)

Metinden de anlaşıldığı gibi imge dış dünyadan alınmışta; şairin iç dünyasında başka göstergelerle birleşen görüntü (imge), dil vasıtası ile ifade edilmiştir.

Sezai Karakoç da "Ölüm" imgesinin yaşam için bir gösterge olarak işlendiği yıllarda, ölümlerle sonuçlanan bir kaza ile yüz yüze gelmiştir. Sirkeci, Ankara Caddesi'ndeki ünlü Meserret Pastanesinde ihsan Babalı (sonradan Cağaloğlu Yayınevi, sahibi) ile elinde de bir şiir defteri olduğu halde otururken meydana gelen büyük bir patlama, kırk kişinin ölümüne yol açan bir kazadır. 7 Ocak 1959 tarihli gazeteler, karşı binadaki patlamanın Meserret otelini yaktığını, fırlayan bir beton blokun otelin duvannı bir mermi gibi deldiğini yazmıştır. Sezai Karakoç bu olayı anlatırken, önce bir hava baskını olduğunu sandığını, bir anda, mekân kavramını yitirerek mağara ağzı gibi gördüğü kapıya doğru kendiliğinden ilerlediğini, üstünün başının kan içinde olduğunu ancak dışarı çıkıştan sonra anladığını, elindeki defterin de kaybolduğunu söyler.

Şairin bu olayla ilgili olarak kurduğu imge, ölüm imgesidlr ve aşağıdaki şiir bu olaydan sonra yazılmıştır: (Metni Şiir ve Gerçeklik konusu ile ilişkllendiriniz.)

Ben Kandan Elbise Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim


Kendinden bir şeyler kattın
Güzelleştirdin ölümü de
Ellerinin içiyle aydınlattın
Ölüm ne demektir anladım
Yer değiştiren ben değildim
Farklılaşan sendin
Sendin bana gelen aynalarla
Sendin bana gelen sendin
Artık ölebilirdim
Bütün İstanbul şahidim
Ben kandan elbiseler giydim
Bundan senin haberin var mı?               ( Sezai Karakoç )

Kaynak: Türk Edebiyatı Öğretmen El Kitabı, Kâmil Yeşil

Hitabet Çeşitleri ve Özellikleri

Sözlerin hem zihinlerde hem de gönüllerde yer bulması kolay değil. Kimi zaman dinlemekten zevk aldıklarımızın aslında bizden, kendimizden ne çok şey taşıdığını düşünürüz. Konuşmak hepimizin sahip olduğu bir yetenek olsa bile sözlerin tüm dinleyenlerde karşılık bulması başlı başına bir sanat. Etkisi bu kadar yüksek olan söyleyişler, herkesin başaramayacağı hitabet sanatı ürünleridir. Yeni deyimiyle etkili ve güzel konuşma eski deyimiyle hitabet, tüm zamanların en etkili iletişim yöntemlerinden birini oluşturuyor. Bu yazımızda hitabet nedir, hitabet çeşitleri nelerdir sorularını, hitabetle sıkça karıştırılan diksiyon konusuyla birlikte açıklamaya çalıştık.

Hitabet Ne Demektir?

Gerek terim anlamıyla gerekse gündelik yaşamda adını sıklıkla duyduğumuz hitabet, çok genel bir tanımla etkili ve güzel söz söyleyebilme olarak açıklanabilir. Ancak hitabet nedir sorusunu, her dönem önemini koruyan ve büyük toplulukları, kimi zaman yönlendiren, birleştiren bir etkinin aracı konumunda olması nedeniyle çoğunlukla aynı amaç için kapalı ya da açık alanda bir arada bulunanlara yapılan etkileyici konuşmalar olarak cevaplamak çok daha anlamlı olacaktır.

Hitabet Kelime Anlamı Nedir?

Arapça seslenme, söylev verme demektir.

Bireysel olarak yapılan konuşmalar, büyük kitleleri etkileyebilir, yönlendirebilir, bu nedenle hitap edenin hitabet sanatını etkili kullanması, yapılan hitabetin etkisiyle de doğru orantılıdır.

Hatip Nedir?

Hitap eden anlamına da gelen hatip kelimesi, aynı zamanda hitabet sanatı icra eden, güzel ve etkili konuşma yetisine sahip olan kişileri tanımlar. Hitabet hem konuşmanın içeriği hem de yöneltilen kitlenin özellikleri nedeniyle birbirinden farklı özelliklerde ve türde karşımıza çıkar.

Hitabet Çeşitleri Nelerdir?

Hitabet çeşitleri konuşmanın yöneltildiği topluluklara ve amacına göre farklılıklar gösterdiği için etkisinin de farklı olduğu söylemleri oluşturur. Bu nedenle hitabet çeşitlerini; siyasi, askeri, akademik, hukuki ve dini alanda yapılan hitabet örnekleri olarak sıralamak gerekir.

· Siyasi Hitabet Nedir?

Ülkemiz için düşünüldüğünde başta TBMM olmak üzere, seçim mitinglerinde yapılan hitabetleri siyasi hitabetler olarak değerlendiririz. Etkili ve güzel konuşma bu hitabetlerin çok daha fazla sayıdaki insanı hedef alması nedeniyle büyük önem taşır.

· Askeri Hitabet Nedir?

Askerin moral ve motivasyonunu güçlendiren, vatan savunmasının öneminin tüm neferlerin bu kutsal vazifede üzerine düşenlerin en iyi şekilde yapmasında onların manen desteklendiği konuşmalardır. Komutan, seçtiği kısa ve net cümlelerle yapılması gerekeni, vatan savunmasında görevli yiğitlere, mertliğin, şan ve şeref dolu sözlerle iletilmesidir.

· Akademik Hitabet Nedir?

Bilimsel çalışmalar, çalıştaylar, toplantılarda sıklıkla kullanılan hitabet türüdür. Çoğunlukla teknik ve bilimsel öneme sahip konuların işlenmesini içerir.

· Hukuki Hitabet Nedir?

Adli ve hukuki alanda yapılan hitabet şeklidir. Bu hitabet mahkemelerde iddianamelerin yöneltilmesinde kullanılır.

· Dini Hitabet Nedir?

Dini bilgilerin konu edildiği, din eğitimini, dini heyecan ve mana aleminin iklimindeki hitabetlerdir.

Hitabet Nedir? Diksiyon Nedir?

Hitabet kimi zaman diksiyonla karıştırılan bir terim. Bu nedenle diksiyon ve hitabet arasındaki farklılıklara da değinmekte yarar var. Hem hitabet hem de diksiyon aynı amacın farklı araçlarını oluşturur. Diksiyon, etkili ve güzel iletişim kurabilmek için sahip olduğumuz sözel ve bedensel iletilerin en iyi şekilde iletimini sağlayan araçların tamamıdır. Bir bakıma hitabetin arka planını oluşturan becerileri de karşılar.

Etkili söz söyleme sanatı olarak tanımladığımız hitabet, güzel konuşma tekniklerine hakim olabilmeyi gerekli kılar. Güzel konuşma teknikleri ise, düzgün bir diksiyona sahip olarak, konuşmanın içeriğinden sesin tonuna, konuşmanın amacını belirlemeden konuşmanın yöntemine karar vermeye kadar pek çok bileşeni içerir. Ancak böyle bir konuşma ile topluluklara kendi inandıklarını insanlar iletebilirler. Hitabet ve diksiyon aralarındaki farklılıklarından çok birbirlerini tamamlayan güzel konuşma sanatı araçlarıdır.

İyi Bir Hatip Olabilmek İçin Eğitim Gerekli
Bir hatip olmak istiyorsanız, ya da yapmayı düşündüğünüz işler sizin iyi bir hatip olmanızı gerekli kılıyorsa, bu konuda kendinizi yetiştirebilirsiniz. İyi bir hatip olmak için gerekli olan düzgün diksiyonla işe başlayabilirsiniz. Elbette bunun için iyi bir eğitim şart.

Etkili güzel konuşabilmek için gerekli olan becerilerin yanında, güzel konuşma dersleri verilen diksiyon kursları, konuyla ilgili gerekli eğitimi alanın uzmanlarından alabileceğiniz eğitim merkezleri. Bu merkezler sundukları teorik ve uygulamalı eğitimlerle çok daha güzel konuşmanın yollarını öğrenebilir, uygulamalı eğitimler sayesinde diksiyonunuzu düzeltirken aynı zamanda hitabet sanatının inceliklerini keşfedebilirsiniz.

Hitabet Çeşitleri ve Özellikleri

a. Siyasî Hitabet: Asıl yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüleridir. Ayrıca, seçim dolayısıyla yapılan konuşmalar da bu gruba girmektedir.

b. Askerî Hitabet: Askerî hitabetin hedefi; vatan savunmasının gerektiği zamanda icap eden şerefli, kutsal vazife için askeri teşvik, ma'nen kuvvetlendirmektir. Cümleler kısa, yiğitçe, en cahil neferlerin bile kolayca anlayacağı tarzda açık, kesin olmalıdır. ATATÜRK'ün meşhur bir hitabesinde olduğu gibi, askerî hitabet anlamca kuvvetli bir ifade ile biter. "Ordular! ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" Askerî hitabet garnizonlarda yapıldığı zaman sözlüdür. Fakat, savaş zamanlarında genellikle yazılı olarak kıt'alara gönderilir.

c. Hukûkî ya da Adlî Hitabet: Mahkemelerde yapılan savunmalar, savcıların iddianameleri bu çeşittendir.

ç. Bilimsel ya da Akademik Hitabet: Akademilerde, bilimsel toplantılarda yer alır. Amacı; araştırılan herhangi bir konu hakkında aydın bir topluluğa, o konu ile ilgili kimselere bilgi vermektir. Heyecanlandırma amacı güdülmez. İfadenin açık, kesin ve mantıklı olması şarttır.

d. Dinî Hitabet: Bu tarz hitabetlerin yeri mabetlerdir. Amacı; halka dinî bilgi ve eğitim vermek, dinî heyecan ve hisleri kuvvetlendirmek, onları fikren, mâ'nen yükseltmektir. Bu tarz hitabetlerde, anlaşılır dil kullanılmalıdır.

Etkili Anlatımın Özellikleri

İyi bir yazı ve konuşmanın üç özelliği vardır:

  • Doğruluk
  • Açıklık
  • Etkililik

Doğruluk ve açıklık; iyi bir yazı ve konuşmada mutlaka gereklidir. Sözün doğru ve açık olması için "garabet" ve "aykırılık" gibi anlatım bozukluklarından uzak durulmalıdır. Ayrıca, "eksiklik", "fazlalık", "sıra yanlışlığı" ve "uyumsuzluk" gibi cümle bozukluklarına yer verilmemelidir. Bu hataların asıl sebepleri olarak; az okuma, genel kültür noksanlığı, dikkatsizlik olarak karşımıza çıkar. (Z. Korkmaz - A. B. Ercilasun - İ. Parlatır ve diğerleri, Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, s. 202)

Bozuk cümlelerin üzerinde ne kadar durulursa durulsun, bir kimseye doğru ve açık anlatım yeteneği kazandırılamaz. Türkçeyi iyi kullanmak isteyen bir insan; dil ve edebiyatımızın usta kalemlerini bol bol okumalıdır. Etkili anlatım ise, ancak doğru ve açık anlatım yeteneğini kazandıktan sonra elde edilebilir.

Sözlü anlatımda ses tonunun iyi ayarlanması da ayrıca gerekir. Edebî sanatları kullanabilmek ise hem öğrenmeye, hem de özel yeteneklere bağlıdır.

En eski devirlerden günümüze kadar önder insanların diğer insanlardan bazı yönleriyle ayrıldığı bir gerçektir. Bu yönler; ileri görüşlülük, üstün zekâ, millî tarih ve millî kültür bilincinin yüksekliği vb. dir. Bütün bu özelliklerin ötesinde ve öncesinde bir başka özellik daha vardır. O da, hitabet sanatına sahip olmalarıdır.

Kemal ATATÜRK, Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Abraham LİNCOLN, Roosevelt, Hitler, Mussolini gibi Türk ve dünya hatipleri, kitleleri peşlerinden sürükleyen büyük hatiplerdir.

Biyolojik ve psikolojik yönlerden konuşma özürlü değilse, her insan konuşur. Ama, her insan etkili konuşamaz. Toplumsal ilişkilerin daha sağlıklı, daha verimli olmasında etkili konuşmak tartışılmaz derece önemlidir. Pek çok insan bu önemi bilmesine rağmen, etkili konuşma gayreti içinde görülmez.

Aslında, etkili konuşma; iyi eğitim ve güçlü bilgi zenginliğinin yanında doğuştan gelen özel bir yetenektir. İnsan, toplum yararına bu yeteneğini uygun ortamlarda daha yararlı hâle getirebilir.

Etkili konuşmak için şu kavramların içerdiği anlamları iyi bilmek gerekir:

1. ARTİKÜLASYON:

Ağzımızı açmak, dudaklarımız kımıldatmak ve insanların anlayacağı kelimeleri oluşturmak için ses organlarını kullanabilme yeteneğine sahip olmak gerekir. Eğer, ses organlarından bir ya da birkaçı sağlıksız ya da noksan ise etkili konuşma yapılamaz. Hatta, bu durumdaki insanlar normal konuşmayı bile beceremez.

Artikülasyon sırasında kelimeler; açık ve net bir şekilde, mırıldanmadan, yutmadan çıkarılmalıdır.

2. TELAFFUZ:

Kelimeleri, olması gerektiği şekilde doğru ses ve doğru vurguyla ağızdan çıkarmaktır.

Yanlış telaffuzu gidermenin üç yolu vardır:

Etkili konuşma yapan insanları (Televizyon sunucuları ve hatipler vb.) dikkatle dinlemek.

Telaffuzunda şüpheye düşülen kelimeleri, imlâ (yazım) kılavuzları ve sözlükler aracılığıyla doğru yönüyle öğrenmek.

Telaffuzda dikkat edilecek bir özellik de yöresel ağız ifadelerinden kaçınmaktır. Yazı dili olan İstanbul ağzı ile konuşmaya önem vermek gerekmektedir.


3. DİL BİLGİSİ:

Her dilin kendine göre kural ve özellikleri vardır. Dil, kuralları dışında kullanıldığında şekil ve anlam yönünden bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, etkili konuşma yapacak kişi; dil bilimci kadar olmasa bile konuştuğu dilin kurallarını öğrenmelidir. Hatip; dilinin ses, şekil, anlam ve cümle yapısını bilmek zorundadır. Onun için hatip, dil eğitiminden geçmeli ve çok okumalıdır.

4. SÜRAT:

Konuşmacının konuşma esnasındaki hızıdır. İnsanların çoğu hızlı konuşamaz. Bazı insanlar ise çok süratli konuşurlar. Her ikisi de yanlıştır. Önemli olan metnin anlamına uygun normal konuşmadır. Dakikada 90-100 kelime konuşmak normaldir. Vurgulanacak kelimelerde yavaşlamak, çabuk ilerleyen düşünceleri konuşurken de hızlanmak gerekmektedir.

Ayrıca;

  • Özellikle yemeklerden sonra can sıkıcı konuşmalar yapmamak gerekir.
  • Çok süratli (makineli tüfek gibi) konuşmalarda anlamın kaybolduğu unutulmamalıdır. Dinleyicinin düzenli not alması sağlanmalıdır.
  • Konuşmacı; düzgün nefes almalı, konuşmadaki ana ve alt düşüncelere göre, gerekli yerlerde durmalı, nefesini düzenlemelidir.


5. DURAKLAMA:

Duraklamalar, konuşmada noktalama işaretleri anlamındadır.

Şu özellikler dikkate alınarak duraklama yapılmalıdır:

Dinleyicilerin konuşma metnini değerlendirmesi için.

Metnin anlamına uygun gerekli vurgu ve tonlamaları yerinde yapabilmek için.

Konuşmacının kendisinin dinlenmesi ve kolay nefes alması için.

Konuşmacının kendisinin bir sonra söyleyeceği düşüncelerin plânını yapabilmesi için.

6. SES TONU:

Sesin alçalıp yükselmesi, azalıp çoğalmasıdır. Değişik ses tonlarını çıkarmak konuşmayı daha ilgi çekici ve anlamlı yapar. Konuşmaya renk ve çeşit kazandırır. Böylece, konuşma tekdüzelikten (monotonluktan) kurtulmakta, dinleyicinin ilgisi çekilmektedir.

7. SES GÜCÜ:

Konuşmacının sesinin, dinleyicilerin tümü tarafından kolaylıkla duyulabilmesidir. Konuşmacı, bu konuya ayrı bir önem vermelidir. İyi düzenlenmiş bir sesle yapılan konuşma, dinleyici üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca, ses gücünün yüksekliği konuşmacının da kendine güven kazan-masını sağlamaktadır.

Etkili Konuşmada Dikkat Edilecek Genel Özellikler

  1. Konuşmayı anlamlı hâle getirmek için vurgu ve tonlamaya dikkat edilmelidir.
  2. Pandomim (Vücut hareketleri ile konuşma) yapar gibi vücut hareketleri kullanılmalıdır.
  3. Konuşma sırasında en rahat duruş alınmalı, vücut ağırlığı her iki ayak üzerine dengelenmelidir.
  4. Konuşma sırasında boyun, bel ve bacaklar dik tutulmalıdır.
  5. Konuşma sırasında, belirli bir yere çakılıp kalınmamalı, gereğinden fazla da hareket edilmemelidir.
  6. Konuşma sırasında, el ve kol hareketleri, mimikler; önceden plânlanmış olmamalıdır. Konuşmanın genel ortamı içinde kendiliğinden olmalıdır.
  7. Dinleyicilerin tümüne ve özellikle gözlerine bakılmalıdır. Dinleyicilerle konuşuyormuş gibi bir bakış tarzı seçilmelidir. Dinleyiciler, gözle çabuk çabuk taranmamalıdır.
  8. Konuşmada ilk söylenecek ifadeler, özenle seçilmeli; iyi bir konuşma plânı yapılmalıdır. Konuşmaya ilgi çekici bir ifade ile başlamakta yarar vardır.
  9. Konuşmacı, bir taraftan sevimli ve güler yüzlü olmalı; diğer taraftan ise komik duruma düşecek davranışlardan uzak kalmalıdır.
  10. Konuşmacı, yapacağı konuşmanın anlam ve önemine herkesten önce kendi inanmalıdır. Konuşma, içten yapılmalıdır.
  11. Konuşmacı, fizikî görünüşüne (elbise temizliğine, saç ve sakal tıraşına vb.) çok önem vermelidir.(Geniş bilgi için bakınız: Suat TAŞER, "Konuşma Eğitimi", Dost Kitap Evi, Verso Matbaacılık, Ankara, 1987, 216 s.)

Yorumlar (0)