21.02.2022, 21:16

Dil Devrimi Gerçekleştiren Bir Tek Türkler Mi?

Türk Dil Devrimi Üzerine: Dil Devrimi Gerçekleştiren Bir Tek Türkler Mi?

Türk Dil Devrimi karşıtları, özellikle Osmanlıcacılar, sanki dilde özleşmeye giden bir tek Türklermiş de, başka uluslar hiç böyle bir eyleme girişmemiş gibi söz ederler.

Oysa elbette Osmanlıcacıların tüm önerme ve savları gibi, öne sürdükleri “Türkler dilde özleşme gerçekleştiren tek ulustur” düşüncesi de eğitimsiz, bilgisiz kitleleri kandırmaya yönelik kara bir propagandadır ve dahi baştan aşağı yalandır.

Bu ülkede dil devrimi karşıtları kadar su içer gibi yalan söyleyen ve gerçekleri çarpıtan başka bir kesim de yoktur.

Yeryüzünde ilk düzenli ve yöntemli “Dil Devrimi” Macarlarındır.

1536’da ilk Macarca dilbilgisi yazarı Sylvester Janos, ay adlarını ve dilbilgisi terimlerini Macarcalaştırarak “Macar Dil Devrimi”ni başlatmıştır.

Macarlar 17. yüzyıl boyunca dillerindeki Latince ve Almanca öğelerin yerine Macarcalarını kullanmaya ve yeni sözcükler türetmeye başlamışlardır. Büyük bir ivmeyle ilerleyen özleşme sonucunda 1825 yılında Macar Bilim Akademisi kurulmuştur. 1862-1874 yılları arasında ise altı ciltlik Macarca Sözlük yayımlanmıştır.

Uluslaşma ve ulusallaşma süreçleri sırasında dillerini neredeyse yoktan var ederek dirilten ve yüksek bir yazın, bilim, kültür ve sanat dili konumuna getiren birbiriyle komşu 3 ulus vardır: İsveçliler, Norveçliler ve Finler.

19. yüzyıl başlarında Finler yalnızca konuşma dili olarak kullanılan ve İsveççenin yoğun etkisindeki dilleri üzerine yöntemli araştırmalara başlarlar.

19. yüzyıl ortalarında Fin devlet adamı Johan Vilhelm Snellman Finliğin felsefesini işleyip Fin ulusal bilincini bilemiş ve Finceyi çözülmez bağlarla Finlandiya’nın ulusal dili olarak öz yurduna yerleştirmiştir.

Elias Lönnrot ise elgün (halk) arasında sözlü bir biçimde kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılan “Kalavela Destanı”nı derleyerek çağdaş Fincenin temellerini atanların başında gelir.

Kalavela Destanı yalnızca Fincenin ölçünlü (standart) bir dile dönüşmesini sağlamamış, aynı zamanda elgün (halk) dilinde yaşatılan sözcüklerin derlenerek Fince söz varlığının varsıllaşmasını da sağlamıştır.

Kalavela Destanı bir başına Finceye ve Finlere yaşam vermiştir diyebiliriz.

1397 yılında Kalmar Birliği’nin kurulmasıyla birliğinin kurulmasıyla birlikte İsveççe ve Norveççe birlik dili Danca’nın derin etkisine girmiştir.

1785 yılında İsveççenin arılığını, gücünü ve soyluluğunu geliştirmek amacıyla İsveç Akademisi kurulmuştur. 1892 yılında akademi İsveççe Sözlük yayımlamaya başlamıştır. Bu çalışma öylesine geniş kapsamlıdır ki, 1975 yılında 26. ciltte “S” yazacının ortalarına ancak gelinebilmiştir, örneğin.

Norveççe üzerine çalışmalar da yine 19. yüzyıl sıralarındadır.

Ivar Aesen 1841-1848 yılları arasında köylü ve balıkçı çevrelerine sıkışıp kalan Norveççeyi derleyip diriltmeye çalışmış, 1848-64 yılları arasında altı yapıt vermiştir.

Aesen’in öncülüğünü yaptığı elgün (halk) dili başka bir deyişle yurt dili “Landsmal” 1885 yılında okullarda okutulmaya başlanmıştır. 1899 yılında Oslo Üniversitesi’nde “Landsmal” üzerine bir uzmanlık kurulmuştur. 1901 yılında ise Çağdaş Norveççenin temeli bu dilin ilk yazım kuralları saptanmıştır.

Anadilleri konusunda son derece kıskanç davranan iki toplum vardır: Fransızlar ve Almanlar.

Fransız ve Almanlar dillerini özleştirme konusunda İtalyanlardan esinlenmişlerdir.

İtalya'da 1583 yılında Floransa’da yeryüzünün en eski dil akademisi “Academia della Crusca” kurulmuştur. Bu kurumun amacı İtalyancanın en eski kaynaklarına inerek özleşmiş, yepyeni bir yazın, bilim, sanat ve kültür dili yaratabilmektir.

Fransız ve Almanların kesintisiz bir biçimde günümüze dek yüzyıllarca süren bir “özleşme” süreçleri vardır.

Fransa’da 1549 yılında Dante, Boccacio gibi İtalyan yazarları örnek alan Joachim du Bellay, Ronsard ve arkadaşları Fransız diline parlak bir yazın dili kimliği kazandırmak için yola çıkmışlardır.

Kurdukları Pleyad (Pléiade) Okulunun ilk öğretisi Fransızcayı yozlaşma ve bozulmaya karşı korumaktır.

Fransızlar İtalyanların kendi dilleri için yaptıkları gibi, Virgilius, Horasius, Catulle, Ovide gibi eskil (antik) yazarlara öykünerek Fransızcanın söz dağarcığını varsıllaştırıp yepyeni imgelerle süsleyerek bezemeye yönelmişlerdir.

Bu akıma “Défense et İllustration de la Langue Française“ (Fransız Dilinin Korunması ve Zenginleştirilmesi) denmiştir.

Pléiade Okulunun amacı Fransızcayı, ulaştığı evrensellikten dolayı bilim ve sanat dili durumundaki Latincenin etkisinden kurtarmak, bilim insanlarını ve sanatçıları Fransızca yazmaya özendirip yapıtlarını ana dillerinde oluşturmalarını sağlamaktır.

Fransız dilcileri, Fransızcayı varsıllaştırılmak için kullanımdan düşmüş eski sözcükleri yeniden işletime sokmanın yanı sıra Rabelais ve daha önce Montaigne’in kullandıkları taşra ağız ve dilcelerinden ve dahi yalnızca uzmanlarca kullanılan teknik sözcüklerden yararlanmaya ve yeni sözcükler türetip kullanmaya yönelmişlerdir.

1635 yılında Kardinal Richelieu tarafından kurulan “Fransız Akademisi”nin aralıksız çalışmaları sonucu Fransız Devrimi sonrasında Fransızca tümden ulusal bir dil niteliği kazanmış ve “Paris Fransızcası” bütün bir Fransa’nın tek ve ortak yazın, eğitim, bilim, sanat ve kültür dili olmuştur.

Fransızca söz konusu olduğunda bir olgunun özellikle altını çizmek gerekir: Fransızların etkisini azaltmaya çalıştıkları Latince, ana dillerinin öz kaynağı olmasına karşın Fransızlar, kendi dillerine özgün kimliğini kazandırmak adına, Latinceyi bile kullanımdan düşürmüşlerdir.

Bir diğer olgu ise Paris Fransızcasının bütün bir Fransa’nın ortak eğitim, bilim, sanat ve kültür dili olmasından sonra yerel ağız ve dilcelerde (lehçelerde) ya da Fransa’da yaşayan etnik toplulukların kendi anadillerinde eğitim almalarının kesin bir biçimde yasaklanması ya da çetinleştirilmesidir.

Fransızcanın hangi ağzını ya da dilcesini veya Fransızca dışında hangi anadilin konuşuru olursa olsun, her bir Fransız yurttaşı anaokulundan bilimyurduna (üniversiteye) her bir eğitim basamağında yalnızca Paris Fransızcasıyla eğitim alabilir. Ana dil öğrenimi, yabancı dil öğretimi ve yüksek öğretimde Fransızca dışında bir dilde eğitim verilmesi çok sıkı yasa ve kurallarla denetlenir. Örneğin yerel dillerde eğitim veren okullar Fransız hazinesinden en ufak bir yardım alamazlar.

Fransızlar, Fransız Anayasasına aykırı en ufak bir girişime olur vermezler.

Çünkü Fransızlar dil birlik ve bütünlüğünün bir ulusun olmazsa olmazı olduğunu iyi bilirler. Fransız dil birliğini, bütünlüğünü yozlaştırıp bozmaya ve dahi üzündürmeye (parçalamaya) yönelik en ufak bir girişim bile, Fransız ulusundan çok büyük bir tepki görür. Yöneticilerden önce Fransız yurtseverler dillerini korurlar. Çünkü Fransızlar için dillerini korumak yurtlarını korumakla eşdeğerdir.

Böylesi bir bilincin ülkemizde de tümden yerleşmesi en büyük dileğimdir.

Büyük Fransız tarihçisi Camille Julian’ın dediği gibi: “Fransız toprağı bin yılda Fransız ulusunu yarattı”

Bu yaratımın özü ise her şeyden önce Fransızcadır.

Bugün bile Fransızcanın gücü bir başına Fransa’yı bir başına koruyan bütünleştiren en vazgeçilmez olgudur.

Gelelim Almanlara.

Almancada gerçek anlamda özleşmeyi başlatan Reform’un öncüsü Martin Luther’dir.

Luther’e göre Tanrı dilde anıtlaşmış ve kendi bilincini gerçekleştirmiştir. İnsan ancak ve yalnızca dil yoluyla Tanrısıyla karşı karşıya gelebilir. Tanrı insanlara İncili anlatmak için dilleri yaratmıştır.

Katolik öğretiye göre, kul Tanrıya rahip, vaiz, papaz ve papa gibi birçok aracılar; günah çıkartma, itiraf, kurban, vaftiz gibi kutsal törenlerle yakınlaşabilir. Protestan öğreti ise Tanrı ile kul arasındaki bütün aracıları toptan ortadan kaldırmıştır.

Tanrı kendisini kuluna onun dilinde gösterecektir.

Reformun getirdiği bu yaklaşım Almancanın da İbranice, Latince ve Yunanca gibi kutsal bir olduğu düşüncesini ortaya koymuştur.

Luther’in Almancayı kutsallaştıran düşüncesi, 17. yüzyılda Almancanın özleştirilmesine kaynaklık etmiştir.

Luther’in en önemli başarısı ise İncil’i Almancaya çevirerek “Almancanın Babası” olmasıdır.

Prens Ludwig von Anhalt - Köthen, 24 Ağustos 1617 de Weimar'da ilk Alman dil kurumunu kurmuştur. Almanca adı “Fruchtbringende Gesellschaft" olan bu kurumun üyeleri prensler, soylular, yazar ve ozanlardır.

Bu kurumda Martın Opitz, Buchner gibi ozanlar, Schottel, Gueinz gibi dilci ve gramerciler, Teutleben, Rist, Harsdörffer, Zesen, Moscherosgh gibi tanınmış kimseler vardır.

Fruchtbringende Gesellschaft'ı diğer kurumlar izlemiştir. 1633 de Strassburg'da “Aufrichtige Tannengesellschaft” kurulmuştur.

1642 yılında Philip Zesen, Hamburg'da “Deutschgesinnte Genossenschaft”ı; 1644 yılında Harsdörffer, “Hirten-und Blumenorden an der Pegnitz”i ve 1657 yılında Rist “Elbschwanenorden”ı kurmuşlardır.

1675 de Leipzig'de “Poetische Gesellschaft” kurulmuştur. Gottsched sonraları bu kurumu “Deutsche Gesellschaft" adıyla yaşatmaya çalışmıştır.

Kurulan bütün bu kurumların amacı Almancanın dilbilgisi kurallarını bilimsel bir biçimde incelemek; söz dağarcığını özleştirerek varsıllaştırmak ve Almancayı üstün nitelikli bir yazın, bilim, eğitim, sanat ve kültür diline dönüştürebilmektir.

Fransızlar ve Almanlar, anadillerini özenle işleyip bilinçli bir biçimde geliştirerek günümüzde yeryüzünün sayılı düşünbil (felsefe) dillerinden birine dönüştürmeyi bile başarmışlardır.

17. yüzyıl öncesinde Latincenin yanında sözü bile edilmeyen Fransızca ve Almanca bugün kendi kimliğiyle var olan yüksek nitelikli dillerdendir.

Yalnızca Batı dilleri değil Doğu dilleri de dilde özleşmeler gerçekleştirmişlerdir.

İran’da 20. yüzyılla birlikte kısaca “Ferhengistan” adıyla anılan özleşme çalışmaları başlamıştır.

Birincisi 1924 yılında Rıza Şah Pehlevi; ikincisi 1970 yılında Muhammed Rıza Pehlevi; üçüncüsü 1990 yılında İran İslam Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen geniş katılımlı bu dil kongreleri Farsçanın erken dönem yazılı belgelerini inceleyerek Farsçaya yeni sözcükler kazandırmayı amaçlamıştır.

I. ve II. Ferhengistan, III.’ye göre çok daha ulusal bir kimlik taşır. Özleştirme sırasında özellikle Arapça sözcükler dilden atılmış ve atılan sözcüklerin yerine Farsçaları kullanılır olmuştur. İslam öncesi Fars ekin (kültür) birikimi öncelenerek İslam gelenekleri geriye itilmiştir.

İran İslam Devriminden sonra, özleştirmede yalnızca Batı dillerinden gelen kavramlara karşılık bulunması amaçlanmış ve Arapça sözcükler eskisinden de yoğun bir biçimde Farsçada kullanılır olmuştur.

Bugün Farsça söz varlığı Batı dillerinin, özellikle İngilizcenin etkisinde olsa da, Arapçanın ağırlığı tartışılmazdır. En eli sıkı varsayımla bile bir başına, bir Farsça sözlükteki Arapça sözcük oranı en az %40’tır. Bu yadsınamayacak ölçüde yüksek bir orandır.

Dahası Farsça dilbilgisinde Arapça etkiler bugün bile söz konusudur.

Farslar, Farsçadaki Arapça dilbilgisi özelliklerini artık kendi dil yapılarının bir parçası olarak gördüklerinden kullanmakta bir sakınca görmezler.

Özetleyecek olursak, dilde özleşmeye giden ilk ulus Türkler değildir. Kendi ulusal benliğine önem veren her ulus dilde özleşmeye giderek kimliğini kazanmıştır.

Kendi Dil Devrimini gerçekleştirememiş ya da bütünleyememiş toplumlar siyasal ya da dinsel gerici akımlardan bir türlü yakalarını kurtaramamışlardır.

Bilmem anlatabiliyor muyum, bir başına bile Türk Dil Devriminin bizi nasıl koruduğunu?

Atatürk’ün sözleriyle bitirelim: “Türkiye ne Batılılaşacak ne de Amerikanlaşacaktır; yalnızca özleşecektir”

Yorumlar (0)