26.03.2023, 15:20

Dil Duruşum ve 3. Yol Bildirgem: DİLDE BİLİNÇ

Dilde özleşme/sadeleşme mi?
Yoksa dile giren (yabancı sözcük) bizimdir mi?

Günlük yaşamda sıradan yurttaşın bile çoğunlukla ikileme düştüğü bir konu.

Baştan söylemem gerekirse 3. Yol bildirgem de kuşkusuz Türkçenin bilimsel açıdan korunmasını benimsiyor ve Türkçenin (ve hiç bir dilin) hiçbir yabancı etki ve kaynaktan beslenmesini doğru bulmuyor.

Bildirgeye geçmeden önce konuyu bir açalım.

Dilden yabancı sözcük atma, tutma konusu ne yazık ki sıklıkla sözcük boyutunda ele alınıyor.

Ne demek istiyorum:

Öncelikle dil ek olarak söylemdir (cümle), tamlamadır, sözlemdir (metin), konuşmadır.

Dil ayrıca anlamadır, düşünmedir.



Örneğin; Kanal İstanbul değil İstanbul Kanalı (bunu ayrıntılı olarak "Bilinçaltında yatan kimlik: Kanal İstanbul" adlı yazımda yazdım) denilmelidir. Çünkü Türkçenin tamlama yapısı bunu gösterir. Arapça, Farsçanın ki başkadır.

(Şimdi, konuya katılan sıradan yurttaş bu aşamada bir "Amaaannnn" çekip dinlemeyebilir. Ne yazık ki ülkece böyle bir sorunumuz var. Okumamak, dinlememek ama konuda karar vermek.)

Günlük yaşamda dilden yabancı sözcük atalım mı? Tutalım mı?

Hani "siyaset üstü" denir ya bir de "edebi tartışma üstü” olmak/olmalı!

Bu atalım tutalım düşüncesi yürüyen (pratik) yaşamda zaten yoktur.

"Cep" denince neyi anlarsınız, telefonunuzu mu yoksa giysinizin cebini mi? O anki konu bunu belirler.

İletişim konuşmadır. Konuşma ise andadır.

Örneğin; Yemişçiye (manava) gidip:
- Almaların (elma) "ederi" nedir?
Diyen var mı?

Ya da aşevine (restoran) gidip:
- "Ayakyolu" (wc) nerede?
Diyen/diyebilen var mı?
(Bana bakmayın, ben çoğu kez diyorum)

İvedi bir durumda sayrı (hasta) başında:
- "Yapay solunum (suni teneffüs) yapabilen var mı?" Diyebilecek var mı?!


Dolayısıyla iletişim konuşmadır. Konuşma da söylemden (cümle) oluşan andır. Bu nedenle zaten böyle bir çatışma aslında yoktur. Çünkü iletişim, konuşma anında yaşanandır. Konuşma sözcük değil, söylemdir! Söylem içindeki sözcükleri değiştirmek/kullanmamak ise "bilinçli" olmaktır.

Kaçınız konuşma anında "dur, burada millet yerine ulus diyeceğim" diyor?

Kaçınız konuşma anında "dur, burada vatandaş yerine yurttaş diyecektim" diyor?

Çünkü çoğu sıradan kişinin böyle bir bilinci/tutumu yok. Ne yazık ki ilkokuldan son okula dek Türkçe, Türk Dili, Edebiyat öğrencelerimizde (ders) dil bilgisi öğretiyoruz (ezberletiyoruz) ama dil bilinci (bu da başlı başına bir çağrım/uyarımdır) öğretmiyoruz.

Dolayısıyla (sözcük) atmak ile tutmanın üzerinde bir bilinçlilik var, olmalı!

Dilde sadeleşme öncüsü olarak bilinen Genç Kalemler dergisinin Yeni Lisan yazı dizisini (1911) ve önerilerini bile bugün okusak sözcük olarak çok da anlamayabiliriz. Oysa 1500 yıl önceki Orhun Yazıtlarının anlayabildiğimiz sözcükleri vardır. (Bu arada dilde sadeleşmenin gerekçesi o dönemde yalnızca konuşma dilini yazı diline yaklaştırmaktı.)

Yine, Yeni Lisan Hareketi (bu konudaki önerilerini okuyunuz. Aldıkları eleştiri ise yabancı tamlamaların dilden atılmasıydı) ve Ziya Gökalp'ın Türkçülüğün Esasları betiğinin (kitap) Dilde Türkçülük bölümünde de "Türkçeleşmiş Türkçedir" diyerek sözcük boyutunda kaldığını görüyoruz.

Oysa dil, iletişim. İletişim konuşma. Konuşma da söylem (cümle)dir. Yoksa konu atmak tutmaksa 2. Meşrutiyeti (1908 - 1920) izleyen yıllarda başlayan abece (alfabe) tartışmalarında Arap abecesini iyileştirmek isteyenlerin önerilerinden biri de damga (harf) atmaktı!

Bakın 1500'lü yıllarda ortaya çıkan Türk-i Basit akımında da "üslup muhatap kitleye göre değişir" söylemine…

Söze geldi mi 16 devlet kurduk diyorlar ama 17 abece kullanmış bir geçmişiz.

Bakın yine atmak, tutmak diye bir durum yürürlükte (yaşamın akışında) yok, olmamış.

Öyleyse bu kişiler damga, sözcük, tamlama ve hatta abece atma tutma olaylarını böylesi ciddiye almamalıydı!

Gelelim üçüncü yol olan dilde bilinçliliğe.

Balanızla (çocuk) markete girdiğinizi düşünün. Biriniz 10 diğeriniz 40 yaşında (buradaki yaşı bilinç yaşı da sayabilirsiniz) ve kasada buluşmak üzere sözleşin. Kasaya geldiğinizde elinizde neler olur? Neden?

Aldığınız yiyeceklerdeki ayrım (fark) yararlı/yararsız olup olmamasına göre değişecektir. İşte bu bilinçtir ve sizin (40 yaşında olan) gofret alırken taşıdığınız bilinç yıllarca, dil konusunda her okul döneminde aldığınız Türkçe dersinden daha baskınsa düşünülmesi gereken tam da bu konudur.

İşte 3. Yol yarar/yararsız bağlamında ve yaşamsal gerçekliği olan bir bilinçtir.

Beni Toplum Dilbilimci/Araştırmacı/Düşünür/Aydın ya da siz ne derseniz yapan da budur.

Bu neyi, nerede, ne zaman ve üstelik ne denli (kadar) kullandığınızla ilgilidir.

Köyde Selamün Aleyküm derken, kentte günaydınlar denebiliyor, deniyor. Burada bilinçli olan için bozulma da bozma da yoktur. Anın gereği vardır. Burada önemli olan kişisel olarak taşıdığınız bilinçtir, dil bilincidir.

Market örneğinde olduğu gibi kasada buluştuğunuzda sizin de elinizde gofret olur ama kucak dolusu olmaz, ya da sizin kursağınızı delecek derecede olmaz. Sizi bozmayacağını bildiğiniz denli alır, kullanırsınız. Ama balanıza neyi kullanmanız gerektiğini bilir ve onu verirsiniz.

Böylece bozulmadığınız gibi bozmamayı (yavrularınızı/babalarınızı) da sağlar, bozulmaması gerekenleri de korumuş olursunuz.

İşte bu bilinçtir. Dil bilinci de bunu gerektirir.

“Türklük bilincimin kökünü dil bilinci oluşturmaktadır.” S. Göktöre ÇAM

Yorumlar (0)