Hikaye Yazma Türleri, Hikaye Yazma Teknikleri

Hikaye Yazma Türleri, Hikaye Yazma Teknikleri


a. Hikaye Yazma Tür ve Tekniklerini Tanıma

Hikâye, kendine özgü yapı unsurları (kişiler, olay örgüsü, mekân, zaman, anlatıcı ve bakış açısı) kurulan, belli bir konu ve tema etrafında oluşan edebî türlerden biridir.

Hikâyedeki olay ve durumlar belirli çatışma veya karşılaşmalar etrafında biçimlenir.

Hikâye yazma süreci temel olarak aşağıdaki aşamalarla gerçekleşir:

Hikaye Yazma Türleri, Hikaye Yazma Teknikleri Yazma Tür ve Tekniklerini Tanıma, Hikayeye Hazırlık, Hikayeyi Planlama

1. Hikayeye Hazırlık

• Konu ve temayı belirleme.
• Kişileri ve metindeki işlevlerini belirleme

2. Hikayeyi Planlama

Olay örgüsünü ve çatışmaları belirleme
• Mekânı ve zamanı belirleme
• Anlatıcı ve bakış açısını belirleme

3. Taslak metin oluşturma

• Plan doğrultusunda metni yazma
• Anlatım biçimlerinden (öyküleyici, betimleyici) ve tekniklerinden (diyalog ve iç konuşma / diyalog) yararlanma

4. Metni düzeltme ve geliştirme

• Metin tutarlılığını değerlendirme
• Anlatım bozukluklarını düzeltme
• Yazım ve noktalama hatalarını düzeltme

5. Yazılan metni paylaşma

b. Yazma Sürecini Uygulama

Hikâye türüyle ilgili okuma çalışmalarında edindiğiniz bilgilerden yararlanarak ve yukarıda aşamaları verilen hikâye sürecini takip ederek defterinize bir hikâye yazınız. Hikâyenizi yazarken okuma metinlerinden yeni öğrendiğiniz kelimeleri kullanmaya özen gösteriniz. Yazdığınız hikâyeleri öğretmeniniz ve arkadaşlarınızla sınıfta değerlendiriniz.

ETKİLİ ÖYKÜ YAZMA

“Roman sayıyla kazanır, kısa öykü nakavtla,” diyor Julio Cortazar. Sanırım kısa öyküyle ilgili bugüne kadar söylenmiş en doğru sözdür. Aynı şey şiir ve fıkra için de geçerlidir sanırım. Bir metin ne kadar kısaysa, o kadar güçlü olmak zorundadır. Bu nedenle tıpkı bir fotoğrafta olduğu gibi, siyahla beyaz arasındaki karşıtlığı (kontrast) arttırmak zorundasınız.

Öyküde her şey çarpıcı olmalı. Konu merak uyandırmalı, karakterler ilginç ve abartılı çizilmeli, olay örgüsü hızlı gelişmeli vesaire. Çünkü romanda olduğu gibi, karakterleri incelikle işleyecek vaktiniz yoktur. Karakter gelişimi uzun ve ayrıntılı bir şekilde ele alınamaz. Olay bir iki sayfa içinde sonuçlanmalı ve okuyucunun dimağında belirgin bir iz bırakmalıdır.

Bu yüzden kısa öykü yazmak daha zordur. Ancak, kısa öykünün bir avantajı vardır: Kısa olması. Bu nedenle sabırsız kişiler için biçilmiş kaftandır. Kısa öykü ile roman arasındaki fark, sulu boya resim ile yağlı boya arasındaki fark gibidir. Yağlı boyada resmi tamamlamak için günler, haftalar ve hatta kimi zaman aylarca vaktiniz vardır. Beğenmediğiniz yerleri düzeltebilir, yeni şeyler ekleyebilir, hiç olmadı tümden silebilirsiniz. Ama sulu boyanın süresi suyun kuruma hızına bağlıdır. Boya kuruyuncaya kadar en fazla birkaç saat vaktiniz vardır (çoğu zaman sadece birkaç dakika…) Genellikle bir saat içinde resmi bitirmek zorundasınızdır. Bu nedenle sulu boya hataları affetmez. Saydam bir boya olduğu için hataların üstünü kapatamazsınız. Bu nedenle sulu boyada bazı hatalar hoş görülür. Amaç, o anki ışık durumunu kâğıda mümkün olduğunca ana hatlarıyla, ama etkileyici biçimde yansıtmaktır. Ustaların elinde sulu boya resimler yağlı boyadan çok daha canlı ve gerçek gibi durur.

İyi yapılmış bir sulu boyanın sanat değeri yağlı boyadan aşağı değildir. Hatta bu sanattan anlayanlar sulu boyanın canlı, saydam renklerini; kâğıt üzerinde bıraktığı lekelerin güzelliğini takdir eder ve birçok durumda onu yağlı boyaya tercih ederler. Aynı şekilde bazen bir kısa öykü okuyucunun imgeleminde yıllarca canlı kalabilir. Örneğin Steven Spielberg’in yönettiği “A.I. (Yapay Zeka)” filmi, Brian Aldiss’in bir kısa öyküsünden uyarlanmıştır. Usta bir yazar tek cümleyle bir anda kafamızda bir sahneyi canlandırabilir.

Öykü nasıl yazılır, Öykü yazmaya nasıl başlanır?

Önce “öykü nedir?” diye sormak gerekir belki de. Öykünün sözlükteki tanımı: “Gerçek ya da hayali insanların başından geçen olayların eğlendirmek amacıyla anlatılması”dır. Burada ‘eğlenme’ sözcüğünü gülüp oynama anlamında anlamamalıyız. Bize zamanın nasıl geçtiğini unutturan her şey eğlencedir. Müzik, oyun, dans, öğrenme ve hatta çalışma bile bir eğlence olabilir. Bütün bunlar insana zamanın geçişini unutturdukları takdirde ‘eğlence (entertainment)’ olarak tanımlanabilir. İnsanlığın (açlık, hastalık vs. dışında) en büyük düşmanlarından biri can sıkıntısıdır. Sıkıntının anlamı ise zamanın akışının hissedilmesi ve yavaşlığından dolayı acı çekilmesi anlamına gelir. Eğer, yazdığınız öykü okuyucuya zamanın geçişini unutturabiliyorsa, eğlencedir. O halde, içinde acıklı ya da korkutucu olaylar barındıran bir öykü okuyucusuna zamanın geçişini unutturabiliyorsa, ‘eğlence’ olarak tanımlanabilir.

Eğlence sanatın temelinde vardır. (Tabii ki spor, çalışma, eğitim ve araştırmanın temelinde de vardır.) Bu nedenle eğlenceyi küçümseyenlere aldırmayın. İnsan için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri onu eğlendirmektir. Öykünüzün eğlendirici olması sizi utandırmamalıdır. Gurur duyabileceğiniz bir şeydir bu. Yüksek sanat, süslü cümleler kurmak ve güç anlaşılır olmak anlamına gelmez. (Gerçi, güç anlaşılan bir metin, zeki bir okuyucuya zamanın geçişini unutturabiliyorsa eğlence kategorisine girer.)

Amerikan sanatının (edebiyat, sinema, tiyatro vs.) en iyi yanlarından biri (aynı zamanda da zayıf noktası), sanatı ‘eğlence (entertainment)’ olarak tanımlamasıdır. Bu, onun hafifliğinden kaynaklanmaz. Amerikalıların sanatı anlayış biçimlerinin, zamanla bağlantılı olmasından dolayı bu tabir kullanılıyor. Elbette kitleleri eğlendirmek, onları düşünceden ve ciddi işlerden uzak tutmak anlamında kullanıldığında yozlaşmış bir sanat anlayışına işaret eder. Ancak zamanın nasıl geçtiğini unutturması anlamında düşünmenin kendisinin de eğlence olduğunu unutmamalıyız. Bu kadar vicdan muhasebesi yeter. Kısa öykü yazmaya karar verdiyseniz, artık eğlence terimi sizi ürkütmemelidir. Kalemi elinize insanları eğlendirmek (zamanın geçişini unutturmak) amacıyla aldığınızı daima hatırlamalısınız. İşte size kısa öykü yazımı için iyi bir kılavuz!

Öykü yazarken nelere dikkat etmeli?

Öykünün beynimizin gizemi henüz tam olarak anlaşılamamış içyapısıyla (çalışma biçimiyle) ilgisi vardır. Bu, kişilik bütünlüğümüz ve psikolojik dengemiz açısından çok önemlidir. İnsan yavrusu, 3 yaş civarında kendi öyküsünü (ben şunu yaptım, şuraya gittim, şunu gördüm vs.) oluşturmaya başlar. Bundan önce anımızın olmaması tesadüf değildir. Bence hayvanların da kendi öyküleri vardır. Bunu özellikle de iyi tanıdığımız evcil hayvanların davranışlarından anlayabiliyoruz. Ancak hayvanlar diğer hayvanların öyküsünü merak etmezken (etseler de ellerinden gelen bir şey yoktur); insanlar daima başka insanların öykülerini öğrenmek isterler. Üstelik insanların elinde bunu öğrenmenin bir yolu vardır: Dil.

Yine de çoğu zaman başkalarının öykülerini (özellikle de övünme şeklindeyse) dinlemek bizi sıkabilir. İşte bazı insanların iyi öykücü, bazılarının sıkıcı kabul edilmesinin altında bu ince ayrım yatar. Kötü öykücü öyküsünü, kendini ön plana çıkararak anlatır. Bu arada dinleyiciyi geri plana itecektir elbette. İyi öykücü öyküyle özdeşleşmenizi sağlar. Yem, oltanın ucundaki solucandır. Yem olmadan hiçbir balık oltayı yutmaz. Aynı şekilde, okuyucuyu yemlemezseniz, öykünüzle ilgilenmeyecektir.

Peki, Ama Nedir Bunlar?

İyi bir öykü anlatmanın (yazmanın) ön koşulu; okuyucuyu yemlemektir. (Böyle söyleyince olumsuz şekilde anlaşılmasın. Burada ‘yem’ sözcüğünü ‘ödül’ anlamında kullanıyoruz.) Aşağıya genel olarak tüm edebi metinlerde geçerli olan bazı kuralları sıralamak istiyoruz:

Düzgün Bir İmla

Kötü imlâ ile yazılmış bir metin okuyucuyu çekmez. Temiz bir metnin gürültüden arınmış olması gerekir. İmla yanlışları, görüntüdeki parazit gibidir. Hiç kimse parazitli bir televizyon yayınını izlemek istemez.

Öyküde Akıcılık

Cümlelerin düzgün olması iyi bir öykü oluşturmaya yetmez; aynı zamanda cümleler birbirine doğal bir akış ile bağlanmalıdır. Yazarlıkta öğrenilmesi en zor şeylerden biri de budur. Tek başına çok güzel cümle kuruyor olabilirsiniz, ama yan yana gelen iki cümle birbiriyle akıcı bir şekilde bağlanmamışsa, anlatım durağanlaşır. Benim önerim, cümleleri asla kendi kendine yeten bir ada gibi kurgulamayın. Cümleler, etrafından yalıtılmış şatolar değildir. (Kaldı ki bir şatonun bile zaman zaman dışarıdan yiyecek alması, insanların şatoya girip çıkması, başka şatolardan haber getirmesi vs. gerekir.) Yani dünyada yazılabilecek tek bir cümle varmış gibi yazmayın. Her cümle, bir önceki cümleyi tamamlamalı ve bir sonraki cümleyi haber vermelidir. Cümleler, bir rafta hareketsizce duran vazolar gibi kurgulanmamalıdır. Tam tersine, raf biraz eğik olmalıdır ki o vazo yerinde duramasın, hareket etsin.

Yorumlar (0)