Bitki Adları Üzerine

Bitki Adları Üzerine
Yusuf Ziya Coşkun

İlkbahar geldiğinde kırlara, bağlara, bahçelere, bayırlara, hatta balkondaki saksılarımıza yönümüzü döndüğümüzde gözümüze ilkin bitkiler ilişir.

Boyu bosuyla, bütün görkemiyle karşımıza dikilen çınarı mı dersiniz, gördüğü her açık alandan fışkırmaya sanki ant içmiş papatyayı, gelinciği, karahindibayı mı dersiniz, çiçeğinin kokusuyla insanı kendinden geçiren limon ağacını, gül çiçeğini mi dersiniz, yoksa yemişleriyle ağız sulandıran eriği, kirazı mı dersiniz, bunlar gibi nice bitki türü yeryüzünü çukurdan doruğa donatmış durumdadır. Bunların içlerinden önemsediğimiz, beğendiğimiz, yararlı gördüğümüz bitkiler olacaktır kuşkusuz. Bu aşamadan sonra bireyler, doğal olarak bu güzellikleri adlandırmak isteyecektir, günümüz insanları adına konuşacak olursak bu işi zaten bizlerden önceki kuşaklar büyük çoğunlukla bitirmiş durumda.

Peki, onca bitki ne gibi ölçütlerle adlandırılmış, bunu daha önce düşünmüş müydünüz?

Bitkilerin adlandırılması konusunu yüzeyden irdeleyeceğiz. Bu yazımızda biz, özellikle yabancı kökenli bitki adlarına ilgi çekmeyi düşünüyoruz. Dilin söz varlığından yapılan türetmeler, yöntem bakımından büyük bir çeşitlilik içerdiğinden daha uzun ve derin inceleme gerektirmektedir.

Türkçenin bitki adlarının kökenine kabaca bir bakış atacak olursak, bunların köken konusunda büyük bir çeşitlilik gösterdiği göze çarpacaktır. Bitki adlarını incelemeden önce bitkilerin öykülerini incelemek, köken çeşitliliği konusunda bize yol gösterici olacaktır.

Mutfağınızdaki bitki kaynaklı yiyeceklere bakış atalım.Biber, domates, patates, fasulye, mısır bitkileri Güney ve Orta Amerikalı; patlıcan Hindistanlı; nohut, buğday, arpa, yulaf, çavdar, zeytin Türkiye-Suriye-Irak bölgesi kökenli; çilek Avrupalı; pirinç, çay Uzakdoğulu; kahve Afrikalı. Kabaca bir bakış atmamızda bile bitkilerin anayurtlarından çok uzaklarda varlık gösterdiğini görmüş durumdayız.
Her bitkiyi anayurduna yollayacak olsak, mutfağımız -söz yerindeyse- bomboş kalırdı. Buna dayanarak bitki adlarındaki kökenlerin çeşitliliğinin pek de şaşırtıcı bir sonuç olmadığını söylemek yanlış olmaz.

Bambaşka yerlerden mutfağımıza doluşan bu bitkilerin adlarının yabancı kökenli olanları ile işe başlayalım.

“Patates” sözcüğü dilimize Yunanca üzerinden geçmiştir. Bu sözcük İspanyolca yoluyla Avrupa dilleri arasında yayılmıştır. İspanyolca da bu sözcüğü Güney Amerika’da konuşulan dillerden olan Taino dilinden alıntılamıştır. “Patates” sözcüğünün bütün dillere geçmiş ortak bir sözcük olup olmadığına bakacak olursak, Almancadaki “Kartoffel” sözcüğünü yakalayacağızdır. Bu sözcük bir sürü dile doğrudan veya dolaylı olarak geçmiştir. Bu sözcük; Bulgarcada “kartof”, Rusçada “kartofel’, kartoşka”, Azerbaycan Türkçesinde “kartof” gibi biçimlerde yaşamaktadır. Hatta Türkiye Türkçesinin ağızlarında da “kartof, kartol” gibi nice biçimlerde bulunmaktadır.

Peki, nereden geliyor bu Kartoffel?

Kartoffel, Almancaya İtalyancadan geçen “tartufolo” sözcüğündendir. İtalyancadaki “tartufolo” da “tartufo (yer mantarı)” sözcüğünün küçültülmüş biçimidir, yani “tartufolo” sözcüğü “yer mantarcığı” anlamında.
Bununla da yetinmeyip Felemenkçedeki “patates” anlamındaki “aardappel” sözcüğüne bakalım. Bu sözcük, “aarde (yer, toprak) + appel (elma)” sözcüklerinin birleşmesindendir, yani “yer elması”. Bizim dilimizdeyse “yer elması” adını, kökü patatesi andıran başka bir bitki kapmış durumdadır.

Türkçeye Yunanca üzerinden girmiş olan “domates” sözcüğüne baktığımızda “patates” sözcüğünün yaşadığı serüveni anımsayıveririz. “Domates” sözcüğü, Avrupa’da tıpkı “patates” gibi İspanyolca üzerinden yayılmıştır. Bu sözcük, İspanyolcaya da Meksika dolayında konuşulan Nahuatl dilinden geçmiştir. Bu sözcük, tomatl, Nahuatl dilinde “yumru” anlamındadır. Dünya dillerinde “domates” sözcüğü eşdeğerlerince
yaygın olmasa da İtalyancadaki “pomodoro” sözcüğü birtakım dile aktarılmıştır. İtalyanca kökenli olan bu sözcük, “pomo (elma)” ile “d’oro (altın)” sözcüklerinin birleşmesindendir. Kıpkızıl yemişleri olan bir bitkiye “altın elma” demek şaşırtıcı görünebilir. Oysa domates, ilk yayıldığı sıralarda sarı renkliydi; sonraları domatesin kızıl renkli soyları üretilip yaygınlık kazandı.

Mısır bitkisine bakalım. Amerika kökenli bir bitkiye bugün Türkçede Afrika’yı Asya’ya bağlayan bir yerin adının verilmesi ilgi çekici görülebilir. Mısır bitkisi, Mısır’dan İstanbul’a geldiğinde  “mısır darısı, mısır buğdayı” olarak adlandırılmıştır. Sonraları ise Anadolu’da “mısır” adı yayılmıştır. “Mısır” adı gibi yaygın olmasa da bugün kimi yörelerde “mısır” anlamında “darı” sözcüğü kullanılır. “Mısır darısı” sözünden yaygınlık kazanan sözcükler yöreden yöreye değişim göstermiştir. “Darı” sözcüğü Eski Türkçede bütün tahıllar için kullanılmaktaydı. Zaman içerisinde belli başlı tahıllar için kullanılmaya başlanan bu sözcük, anlam daralmasına uğrayıp günümüz Türkiye Türkçesinde yaygın olarak akdarı bitkisi için kullanılır olmuştur.

Görüldüğü üzere kaynak, konum, zaman gibi birtakım etken, “darı” sözcüğünün anlam değişiminde yöreden yöreye ayrı etkilerde bulunmuştur.

Yabancı kökenli bitki adlarının geçişindeki baş etkenlerden biri, o bitkilerin söz konusu bölgeye geliş yoludur. Ticaretin akış yönü bu etkenlerden biridir. Avrupa’ya Amerika’dan getirilen bitkilerin adlarının, genel olarak o bitkiyi o bölgeye getiren İspanyolların dilinden Avrupa’ya yayılmış olduğunu görmekteyiz. Amerikalı mısır bitkisinin adı birçok Avrupa diline, mısırı Avrupa’ya getirip yayan İspanyolların dilinden “maíz” sözcüğü eşdeğeri olarak yayılmıştır. Bu sözcük de Taino dili kökenlidir. Böyle olmasına karşın Anadolu’da “mısır” olarak anılmasının nedenine, mısırın İstanbul’a Mısır’dan gelmesinin önemli bir etkisi olmuştur.

Bütün bunlara karşın yabancı kökenli bitki adlarının geçiş yolunu yalnızca ticarete bağlamak doğru bir davranış olmaz. Ticari değeri olmayıp da köken olarak yabancı nice bitki adı bulunmaktadır. Bunların bir bölümünü, o bitkinin başka bir topluluktan öğrenilmiş olması oluşturmaktadır.

Örneğin;
Anadolu’ya Orta Asya’dan gelen Türkler, doğal olarak yeni bitki türleri ile karşılaşmıştır. Bu bitkilerin kimilerinin adını o bölgedeki başka topluluklardan öğrenmişlerdir. Kalan bitkiler de Türkçenin söz varlığından yararlanılarak adlandırılmıştır. Konumuz şu anda yabancı kökenli bitki adları olsa da Türkçenin söz varlığından yararlanma yoluyla yapılan adlandırma yöntemleri, Türkçe kökenli bitki adlarını da yakından ilgilendirmektedir.

Gelin, yabancı kökenli adları olup Türkçenin söz varlığıyla türetilmiş bitki adlarına bir bakış atalım. Canavar otu, Farsça (canavar) + Türkçe (otu) kökenlidir. Canavar otu; bitkilerin köklerine tutunup yetişen, klorofili bulunmadığından gereken besini tutunduğu bitkiden alarak yaşayan asalak yaşayışlı bir bitkidir. Bahçe bitkilerinin belalısı bu ot, halk arasında “canavar” olarak görülmüş olmalı. Sonuçta bin bir emekle yetiştirilen bitkiler bir asalakça, bir canavarca, sömürülüp zayıflatılıyor. Bu otun halk arasındaki başka adı olan “verem otu”, yine otun başka bitkileri yıpratmasından dolayı böyle adlandırılmıştır. Yine bu otun son zamanlarda halk arasında günden güne yaygınlaşan başka bir adı da “kanser otu”. Bu adlandırma, pek yaygın olmasa da, değişen çağda değişen adlandırmalara güzel bir örnek oluşturmaktadır. Söz konusu ot, bir kanserin vücudu tüketmesi gibi konakçı bitkiyi tüketip bitirmesinden bu adı –kanser otu- almıştır.

Akşamsefası veya gecesefası bitkisi; Amerika kıtasının tropik yağmur ormanlarından gelen, çiçeklerini akşamüzeri açıp sabaha doğru kapatan, karanlık düşmüş dünyayı kokusuyla sanki ışıldatan sevimli bir bitkidir.
Varlığını akşamları vurgulayan bitkiye “akşamsefası” adının nasıl verildiğini tahmin etmek pek de güç olmaz. Kökeni konusunda görüş ayrılıkları bulunan “akşam” sözcüğü, bir görüşe göre Türkçe “ak” ile “gece, akşam” anlamına gelen İranlık dillerden geçen bir sözcüğün birleşmesinden geliyor. Başka bir görüşe göre bütünüyle yabancı kökenli olup Soğdcadan geliyor. “Sefa” sözcüğü Arapça, “gece” sözcüğü Türkçe kökenli bir sözcüktür.

Cinsaçı otu, başka adlarıyla bağboğan, şeytansaçı, yabanketeni, Fransızca bir alıntı olan başka bir adıyla küsküt olan, başka bitkileri ipliksi veya saçsı sapıyla tarayıp onlara zarar veren başka bir asalak yaşayışlı bitkidir.
Biçimi dolayısı ile saça benzetilen bitki, başka bitkilere zarar verdiği için “şeytan, cin” gibi kötü görülen varlıklara yakıştırılmış. Bitkimizin adlarının kökenine bir bakış atalım: cin, şeytan, keten Arapça, bağ (bahçe, koruluk anlamında) Farsça, saç Türkçe, kökeni konusunda görüş ayrılıkları bulunan “yaban” sözcüğü Türkçe veya Farsça kökenli.

Güzelavrat otu, içeriğindeki atropinin gözbebeğini genişletici etkisiyle geçmişte güzellikte kullanılmış bir bitkidir. Buradaki adlandırma, bitkinin kullanım alanından doğmuştur. “Güzel” Türkçe, “avrat” Arapça kökenlidir.

Dilin varlığından yararlanılıp türetilen yabancı kökenli sözcükler içeren adlar görüldüğü üzere değişik yöntemlerle geliştirilmiştir. Cinsaçı, canavar otu adları, bitkinin çevresindeki bitkilere olan etkilerinden ve görünümlerinden gelmiş; akşamsefası adı, bitkinin davranışından gelmiş; güzelavrat otu adı, bitkinin kullanım alanından çıkıp gelmiştir. Daha nice bitki, sözünü etmediğimiz yöntemlerle adlandırılmıştır. “Eşek marulu” bitkisi; çiçeği karahindibayı andıran, yaprakları da marulu anımsatan bir bitkidir. “Deli pırasa” bitkisi, çiçeği ve görünümüyle pırasayı andırdığından böyle bir ad almıştır.

Sözü edilen bu adlandırmalar, Türkçe kökenli adlar için de geçerlidir, söz konusu yöntemler çok geniş incelemeler gerektirmektedir. Bu durum da yazımızın iyice uzamasına neden olduğundan kısa keseceğiz.

Yüzeyden yapılan bir inceleme bile dilin yalnızca söz yığınından oluşmadığını göstermektedir. Dil; dönemin anlayışını (canavar otu, kanser otu adları gibi), sorunlarını (verem otu gibi) yansıtmış, geçmişten ipuçları sağlamış
(pomodoro sözcüğünde olduğu gibi), varlıklara ilişkin bilgi saklamıştır (güzelavrat otu, akşamsefası adları gibi).

Bütün dillerin korunduğu bir gelecek dileğiyle…

Yorumlar (0)