Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz? - Dr. İkram Çınar

Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz?

ATEŞ SUYU POLİTİKASI -1-
Dr. İkram Çınar

"Marifet, düşmanı savaşmadan yenmektir."
Sun Tzu


Batılılar Amerika’yı işgal ettiklerinde (keşif değil, işgal!) onlar gibi silahlanmamış ve daha da önemlisi açgözlü, barbar davranışlara sahip olmayan yerli halkı sistemli biçimde katletmişlerdi. Kimini kılıçtan geçirerek, kimini yerlilerin bağışıklığı bulunmayan hastalık mikropları bulaştırarak, kimini de barınma ve beslenme ortamlarını ortadan kaldırarak[5],[6] yok ettiler.

Örneğin Kızılderililerin temel besin ve geçim kaynağı olan bufaloları yok ederek onları aç bıraktılar. Kısırlaştırdılar.[7] Amerika’da sadece katliamlarda doksan milyon insan soykırıma uğramış ve katledilmiştir.[8]



Bütün istedikleri topraklarında kendi kültür ve değerleriyle özgür yaşamaktı.

Batı (Avrupa, Amerika) tarihiyle yüzleşip Kızılderili katliamlarının hesabını vermemiştir. İnsanlıktan özür dilemediği gibi sömürü ve talana hâlâ devam etmektedir. Şimdilerde açıkça Afganistan ve Irak’ta, öteden beri ise örtülü olarak birçok yerdedirler.

Ateş suyu etkisi


Batılılar tüm yöntemlere rağmen yok edemediği Kızılderilileri ise “ateş suyu” ile uyuşturmuşlardır.

“Ateş suyu” Kızılderililerin viskiye verdikleri addır. Bu ilk ateş suyudur.
Ateş suyu (alkol) bugün yaşamaya çalışan Kızılderilileri sindirmiştir. Alkole alıştırılan, uyuşturulan Kızılderili, Kızılderili olmaktan çıkmıştır. Kızılderili, kendisi olmak için savaşımı bir tarafa bırakıp “ateş suyu” elde etmek için beyaz adamın kölesi olmuştur. Kızılderililer şimdilerde Amerikan toplumunda müzelik bir eşya muamelesi görmektedir.

Unutulmuş geçmiş, unutturulmuş katliamlar, unutturulduğu için az bir kısmı kalmış kültürle turistlere Kızılderili dansları sergileyerek bahşiş toplayan, onu da ateş suyuna harcayan bir kitle!
Kızılderilileri bu hale sadece viski getirmemiştir.

Eğitim de bu amaçla kullanılmıştır. Sömürgen güç, pragmatik düşünmektedir: Pahalı bir bedelle Kızılderili ile dövüşmektense onu eğitimle mankurtlaştırarak bertaraf etmek daha ucuzdur. Kızılderililer Amerikan okullarında “beyaz adamın” değerleriyle eğitilmişlerdir.[9]

       

Asimilasyon modeli ABD yerli yatılı okullarına ilhâm kaynağı olan Carlisle Native American school öğrencileri, Pennsylvania (yaklaşık 1900)

Kızılderililer mankurtlaştırılmıştır. Türkiye de böyle yapılmak isteniyor. Batılılarla uygarlıkta yarışacak bir Türkiye değil, onları eğlendirecek güzel bir tatil ülkesi; zorla sömürgeleştirmek, hırsızlık ve gasp yapmak istedikleri yerlerde kullanmak üzere askerleri olmamızı istiyorlar.

Buna “evet” demek için bizim mankurtlaştırılmamız gerek!

Bu arada kitleleri uyuşturmak için ateş suyunu sadece Amerikalılar kullanmadı. Rusların da benzer politikalar izlediği Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ortaya çıkan devletlerde görüldü.

Aytmatov, tam da bunu gördüğü için mankurtlaştırma kavramını açıkladı. Elbette bunu kendi kültür kodlarından birini oluşturan Manas Destanını bildiği için yapabildi.

Emperyalizm, ateş suyu etkisi yaratan birçok araç geliştirmiştir. Aşağıda bunların bir kısmı açıklanmıştır.

İlk ateş suyu: Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı


Emperyalizm ateş suyu politikasını her sömürgeleştirmek istediği ülkede uygulamaktadır. Kendi mantığınca tutarlıdır. Meşrulaştırılan şey yani alkol ve uyuşturucu, emperyalizmin toplumları/kitleleri uyuşturmada, düşündürmemekte kullandığı bir araçtır. İçer unutursunuz. Sizi şaşırtan, alışamadığınız şeyleri zamana yayar ve alışırsınız. Alıştırılırsınız ve uyum sağlarsınız. Sömürgeleştiğinizin, malınızın çalındığının, çocuklarınızın zihninin istemediğiniz şekilde geliştirildiğinin farkına bile varmazsınız. Böylece tehdit olmaktan çıkarsınız.


Oysa bilişim devrimi sürecinden geçmekte olan dünyada, dünya entelektüellerini izlemek, yeni haritaların çizildiği coğrafyaları en azından anlamak, AB ve ABD köleliği arasında tercihe zorlanan, birileri tarafından yol haritası belirlenmekte olan insanların uyuşturulmaya değil, ayık kalmaya gereksinimi vardır!


Kitleler/toplumlar/uluslar ne kadar uyuşturulur ve düşünmekten uzaklaştırılırsa sömürgeleştirme politikası o kadar başarılı olur.

Uyuşturulup bireysel zevklerin peşinde koşan, “anını yaşayan” gelecek kaygısı taşımayan kişi ve toplumlar emperyalizmin kendilerine hangi oyunu, nasıl oynadığının da farkına varamazlar.

İstenen de budur çünkü sömürü ancak böyle devam eder.

İkinci ateş suyu: Kültürsüzleştirmek

Üniversitede Çocuk Edebiyatı derslerine de giriyorum. Bir dönem boyunca “çocuk kitapları nasıl olmalı ki, hem çocuklara okuma yazmayı sevdirebilelim, hem de okuyanlar iyi birer insan/yurttaş olarak yetişsin” sorusuna yanıt arıyoruz. Öğrencilerim öğrendiklerini dönem sonunda birer çocuk kitabı yazarak ortaya koyuyorlar. Biçim yönünden harika şeyler ortaya çıkıyor. Ama en çok yazılan tema “minik tavşan teması” olarak adlandırdığım biçimde oluyor.

Hikâye şöyle: 

Minik tavşanlar
Anne tavşan yavru tavşanla ormandaki evlerinde mutlu bir şekilde yaşardı. Günlerden bir gün, anne tavşan yavru tavşana der ki “bak yavrucuğum, benim çıkıp yiyecek getirmem gerek. Sen evde otur. Sakın dışarı çıkma, ortalığı karıştırma ve beni evde bekle.”


Anne tavşan çıkıp gider. Derken yavru tavşan evde sıkılır. O sırada kapı önünde bir kelebek görür. Merakla kelebeğin peşinden koşarak çıkar ve epeyce dolaşır. Yorulup eve girmek isteyince kaybolduğunu anlar. Korkar ve ağlar. Derken bir ağacın dibinde uyuya kalır. Gözlerini korkunç bir hırlamayla açar. O da ne? Kurt değil mi? “Seni şimdi yiyeceğim” demektedir. Yavru tavşan yalvar yakar olurken, komşu “Ayı Amca” oralardan geçmez mi? (Çocuk öykülerinin kötü sonla bitmemesi gerekiyor) Ayı Amca kötü kurdu kovalar ve yavru tavşanın elinden tutarak annesine getirir. Yolda da büyüklerinin sözünden çıkma, onların “yap” dediklerini yap, “yapma” dediklerini yapma kabilinden öğütler verir. Derken evlerine gelirler. Yavru tavşan ile annenin dokunaklı sarılmalarının ardından yavru tavşan “bir daha onun sözünden çıkmayacağına, yapma dediklerini yapmayacağına...” yemin billah eder.


Minik tavşan yerine minik kuş, minik ayı, minik Ayşe de olabiliyor. Öğrencilerin yüzde sekseni buna benzer öyküler yazıyorsa bunda bir tuhaflık vardır. Neden bu tema anlatılır? Çünkü yıllardır okuma parçalarında, hikâye kitaplarında hep bu temayı okumuşlardır. O kadar tanıdık, aşina olunmuşluk vardır ki bunda!
Peki, bunun ana fikri nedir? Okuyucu bundan ne öğrenir? Araştırma, karıştırma, kurcalama, merak etme!

Dur, otur, bekle, yap denilirse yap!

Biliyoruz ki, merak duygusu insanı araştırmaya, araştırma da öğrenmeye götürür. Biz yakın dönemimizde, yıllardır çocuklarımıza merak etme, araştırma, sadece “yap” denilenleri yapmayı öğretmişiz!

İnisiyatif alamayan, girişken olamayan, deneyim edinme kaygısı olmayan, aklını kullanmayan, korkak, pısırık, edilgen yani “ödlek tavşan yavruları” yetiştirmişiz.

Oysa sıradan geleneksel bir Keloğlan masalı incelendiğinizde Keloğlan aracılığıyla çocuklara tam tersi mesajların verildiği görülür: Keloğlan anasını dinler ama sorunu kendi bildiği gibi çözer; üstelik kendisini korumaya çalıştığını bilerek genellikle anasının öğüdünün tersini yapar. İddialıdır, araştırır, karıştırır, büyük oynar ve büyük ödülü kazanır. Bu masallarla çocuklara Keloğlanın o kel-kötürüm haliyle neleri nasıl başarmış olduğu anlatılır ve dinleyen çocuğa âdeta “sen ondan daha iyi durumdasın, hadi, ne duruyorsun” denilir.

Köroğlu kimdir, nedir?


Hele Köroğlu! Köroğlu, bir ozandır, bir düşünürdür, bir müzisyendir, yavuklusu olan, sevdayı bilendir. Köroğlu kötü yöneticilere ve haksızlığa karşı direnme hakkını kullanan “birey”dir. Unutturuldu. Üniversiteli gençlere soruyorum, “Köroğlu kimdir, nedir?” diye, çok cılız yanıtlar alabiliyorum. Yanıt verenler de Cüneyt Arkın’ın filminden kazara öğrenmişler.

Ama Köroğlu’nun kötü kopyası olan İngiliz eşkıyası Robin Hud herkes tarafından biliniyor!

İnsanımız okumuyor ama televizyon izliyor.

Televizyonda ise Köroğlu dizilerine yer yok.
Dünyada onlarca ülke, kültür ve sineması varken, televizyon kanallarımızın sadece ve sadece Holivud’un, dolayısıyla Amerikan kültürünün acenteliğini/pazarlamasını yaptığı dikkati çekmektedir. Sineması çok gelişmiş Batı dışı ülkeler de var ve bunların bir kısmı, kültürel olarak benzer kültür kodları taşıdıkları için, Türk kültürünün beslenme kaynakları arasında da yer alır.

Türk sineması


Örneğin Azerbaycan, İran, Hindistan hatta Rus sineması bunlar arasındadır. Bunlar bir yana, sinema ve televizyon kanallarımız Fransız, Alman, Bulgar, Yunan, Arap, İskandinav filmlerine bile neredeyse ambargo koymuşlardır.
Türk sineması aşağılanarak etkisizleştirilmiştir. Alay edilen ve defalarca izlendiği için milletin aptallığı üzerine yorum yapılan Kemal Sunal filmlerinde, halk Keloğlanı görmekteydi. Deli Yürek dizisinde Köroğlu’nu görür gibiydi. Bu yapımların izleyici rekorları kırmasının nedeni izleyicinin kendi kültüründen parçalar bulmasıydı. Bu durum yapımcılara bir fikir vermez mi de, Holivud taklidi diziler, sinema filmleri yapılır ve insanlar izlemek zorunda bırakılırlar? Konu sıkıntısı mı çekiyorlar?

Etraflarına neden bakmazlar…

Neredeyse her sokak, cadde, mahalle ve okul bir kahramanın adını taşıyor! Bu adlara kimin gözüyle bakıyorlar? Bu durumu en iyimser biçimde mankurtlaştırılmış okumuşlarımızın ne yapacağını bilememeleri olarak yorumlamak isabetli olacaktır.

Subaşlarını onlar tuttuğu için kültürümüzü biçimlendiren temel kültür kodlarımızdan kopuyor, mankurtlaşıyoruz.
Bunların sonucunda ülke olarak müttefik ya da komşu olduğumuz bazı devletlerin Türkiye’deki terör örgütlerini desteklediği, teröre yataklık ettiği ve finansman sağladığı ortaya çıkmasına rağmen konu kapatıldı.

Birçok ülkenin savaş sebebi sayacağı durum sineye çekildi!

30 bin evladı yok edildi, milyarlarca lira bu uğurda harcandığı için ekonomik krizler uğradı, ülkenin bir kısmında devlet ve toplum hizmetleri felce uğradı, toplumsal doku zedelendi. Yataklık edenlere meydanlar dar edilemedi, sadece bazılarına diplomatik protestolarla yetinildi. Bugün bile bankalar dolandırılmış, bizim paralarımız çalınmış, yapay ekonomik krizlerle sanayimize el konmuş, özelleştirme adı altında yapılan yabancılaştırma ortadayken, kimsede en doğal demokratik tepkiyi verecek mecal bırakılmamıştır. Uluslararası ilişkilerde AB ya da ABD’nin en azından diplomatik nezaketle bağdaşmayacak, saygısız tavır ve isteklerine boyun eğmeyi normal sayar hale gelmişiz.

Ödlek tavşanlar toplumu olup çıkmışız. Mankurtlaşıyoruz!

Üçüncü ateş suyu: Yabancı dilde eğitim

Türk’ün iti şehre inince Farsça ürür.
Atasözü

Dr. İkram Çınar


 

KAYNAKLAR:
(5] Yürükel, Sefa M. Soykırımlar Tarihi I: Batının İnsanlık Suçları. Mersin: Near East Publishing. 2005. s. 22.

[6] Diamond, Jared. Tüfek, Mikrop ve Çelik-İnsan Topluluklarının Yazgıları. (Çev. Ülker İnce) Tübitak Popüler Bilim Kitapları. Ankara. 2002.

[7] Keith, Jim. CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü. İstanbul: Nokta Kitap. 2005. s. 26.

[8] Yürükel, agy. 2005. s. 30.

[9] Jansen, Katherina. “Amerikalı Yerlilerin Eğitim Yoluyla Asimilasyonu” Sömürgecilik ve Eğitim. (Çev. İbrahim Kalın) İstanbul: İnsan Yayınları. 1991. s. 101.

Yorumlar (1)
Zühre şahin 6 yıl önce
Ne doğru bir şekilde yorumlamışsınız tercumanım oldunuz Teşekkür ederim