19. YÜZYILDA MODERN HİKAYE VE ROMANA DOĞRU

19. YÜZYILDA MODERN HİKAYE VE ROMANA DOĞRU

Klâsik edebiyatta mesnevi ve halk edebiyatında halk hikâyesi olarak geçen sözlü ve yazılı edebi ürünler, roman ile tanışmadan önce Türk edebiyatındaki anlatı türlerini oluştururlar. Özellikle halk arasında çokça sevilen Ferhat ile Şirin, Leylâ ile Mecnûn, Yusuf u Züleyhâ gibi anlatılar manzum tarzdaki ürünlerdir.

19. yüzyılda Hançerli Hanım, Muhayyelat-ı Aziz Efendi gibi anlatı örneklerinin nesir biçiminde kaleme alındığı görülür. Bu hikâyeler klâsik hikâye geleneğinin kalıplarından farklı olarak dönemin sosyal hayatına dair izler taşırlar. Bu anlatılardan Muhayyelât-ı Aziz Efendi olağanüstülüklerin yanında mekânlar ve kişileriyle gerçek hayatı bir arada barındırır. Yazarın kurgu bakımından geleneksel hikâyenin dışında bir anlatı oluşturması Muhayyelât-ı Aziz Efendi’nin bir diğer özelliğidir. Kurgu tekniği açısından Binbir Gece masallarının iç içe hikâye yapısıyla kaleme alınmış olan Muhayyelât, Türk edebiyatının roman türüyle tanışmadan önceki geçiş eseri olarak değerlendirilebilir. Türk edebiyatı roman türünü, ilk olarak çeviriler aracılığıyla tanımıştır. Fransızca öğrenen aydınların bu eserleri Türkçeye aktarmalarıyla adaptasyon ve telif roman denemelerine zemin hazırlanmış olur.

İlk çeviri roman sayılabilecek eser Yusuf Kâmil Paşa’nın Fenelon’dan yapmış olduğu Tercüme-i Telemak’ tır (1862). Bu çeviriyi takiben Victor Hugo’dan Sefiller (1862), Daniel Defoe’dan Robinson Crusoe (1864), Aleksandr Dumas Pere’den Monte Kristo Kontu (1871) Türkçeye aktarılır. Çevirilerin ardından başlayan ikinci adım taklit (adapte edilmiş) eserlerdir. Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellâh adlı romanı Monte Kristo’dan; Çengi adlı romanı Donkişot’tan; Namık Kemal’in İntibâh’ı (1876) Kamelyalı Kadın adlı romandan adapte edilmiştir. Tanzimat yazarları telif denemelerinde de bulunmuşlardır. Bu romanlar ilk örnekler olmaları sebebiyle kurgu zayıflığı çekerler. Bu romanlarda halk hikâye geleneğinin izleri görülür. İlk telif roman denemesi Taaşşûk-ı Talât ve Fıtnat’ta (1872) bu zayıflık görülür.

Hikâye türü dönemin yazarları tarafından romandan farklı görülmemektedir. Fakat halk anlatı geleneğinden beslenmesi nedeniyle bu dönemde iç içe hikâye tekniğiyle kaleme alınmış eserler mevcuttur. Bu eserler arasında en çok dikkat çekenler Kıssadan Hisse (1870), uzun yıllar neşredilmiş olan seri Letâif-i Rivâyât (1871-1894) ve yine seri halinde yayımlanan Müsameretnâme (1871-1875) hikâye türündeki ilk örnekler olarak gösterilebilir.

İlk örneklerini 1870’lerde veren roman ve hikâye türü 1880’den başlamak üzere yeni bir anlayışa kavuşur. İlk roman denemelerinde romantizmin etkisi altında işlenen konular, Fransız edebiyatında ortaya çıkmış olan natüralizm akımıyla değişime uğrar. Bu tarihten itibaren Türk romanı gerçekçi konulara yönelir. Nabizâde Nâzım, Mizancı Murat, Samipaşazâde Sezâi, Hüseyin Rahmi, Halit Ziya gibi yazarlar bu yönde eserler vereceklerdir.

Roman konuları gerek toplumu eğitme gerek gerçekçi olması amacıyla dönemin sorunları arasından seçilmiştir. Sergüzeşt (1888) esaret konusunu işlerken, Felatun Bey ve Râkım Efendi (1875) yanlış batılılaşmayı konu edinecektir. Romanda tarihi konulara yönelişin ilk örneği Namık Kemal’in Cezmi (1880-1883)’siyle ortaya çıkar.

Ara dönemin roman konusunda en çok adı geçen yazarı hiç şüphesiz Ahmet Mithat Efendi’dir. Birçok roman denemesine imzasını atan yazar, romanı bir okul olarak algılamış ve onun kitlelere yönelik gücünü bu amaçla kullanmıştır. 40’ı aşkın romanıyla tek başına bir mektep sayılabilecek Ahmet Mithat Efendi, roman kurgusunu bilgi verme arzusuna feda etmesine rağmen, roman türünün geniş halk kitlesi tarafından tanınmasına katkı sağlamıştır. Ara dönem yazarları çeviri ve adapte ürünlerle hem romanı tanımış-tanıtmış; hem de özgün eserler vermeye giden yolda ustalaşmışlardır. Fakat romanın modern bir tarzda ortaya çıkışı Servet-i Fünûn anlayışı içinde eserler kaleme alan Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf gibi romancılar sayesinde gerçekleşir.

Yorumlar (0)