Aşkınlık ve Aşk - Doç. Dr. Haluk Berkmen



Aşkınlık ve Aşk


Doç. Dr. Haluk Berkmen

Tüm var olanların sonsuz ve bütünsel bir enerji alanı içinde yerel bir yoğunluk olduğunu birçok yazımda belirtim. Bu enerji alanının var olduğunu kavramak için akıl ve mantığı aşarak ani bir zihinsel sıçrama yapmak gereklidir. Var olanlar akıl ve mantık kullanarak bir noktaya kadar anlaşılır ve açıklanabilir. Ondan ötesi ise aşkınlık gerektirir. Bu aşkınlığa ulaşıldığında sözler yetersiz kalır. Zira söz ile ifade edilen her olgu veya nesne betimlenmiş ve sınırlanmış olur. Aşkın duruma geçen zihin için öğretilmiş olan gerçeklik tanımı sona erer ve an içinde farklı bir boyuta bir tür “Kuantum sıçraması” ile geçer. Kuantum sıçramasının insandaki etkisi ise farklı bir gerçeklik algısı ve duygusal aşkınlık olarak tanımlanabilir. Ancak her tanım gibi, bu tanım da eksik ve yetersizdir.

Aşkınlık durumunu sürekli yaşayabilmek elbette ki zordur. Fakat bu düzeye ulaşmış ve yaşamlarına katmış olanların ifadesine göre aşkınlığı tanımlayan tek sözcük ‘aşk’ sözcüğüdür. Çünkü aşk, sözle anlatılamaz ve tüm varlığımızı kapsayan bir aşkınlık durumudur da ondan. Âşık insan, beş duyusundan gelen verileri yorumlamakla ilgilenmez, yani aşık olan insan için özne-nesne ayrılığı biter. Varoluş bütünsel bir gerçekliğe dönüşür. Canlı varlıklar arasında oluşan aşk, enerji bedenleri arasında gerçekleşir. Enerji bedeninden dünkü yazımda söz ettim. Fizik bedenimizi yönlendiren arzu, enerji bedenimizi yönlendiren ise istençtir. Aralarındaki farkı anlamak için son birkaç yazımı okumanızı öneririm. Enerji bedenleri birbirlerine istenç ile bağlandıklarında aşk denen duygu yaşanır. Enerji bedenleri arasında gerçekleşen bağımlılık bunalıma da yol açabilir. Zira insan âşık olduğunda özgürlüğünü bir miktar kaybeder. Bu da ruhsal bunalıma yol açabilir.

Aynı duyguları Tanrı aşkını arayan Sufiler de yaşarlar. Manevi âlem ile bağ kurduklarında ‘Kabz’ ve ‘Bast’ adını verdikleri aşkın duygular yaşarlar. Kabz daralma ve Bast genişleme halleridir. Korkusunu yenen sûfi kalfalık düzeyine ulaştığında tereddüt etmekten ve şüphe etmekten henüz kurtulmuş değildir. Hakikat bilgisine ulaşamamış olduğundan dünyevi beklentiler onda daralma, şüphe ve depresyon durumları yaratır. Fakat girdiği yolda kendine acımadan daralma ve depresyonu mutlaka aşması gerekir. Bu tür duygulara Sûfiler ‘hal’ adını vermişlerdir. Sufi kişi halden hale girer ve en ileri hal durumunda aşkın bir gerçekliğin farkına varır.

Aşkınlık halinde özne-nesne ayırımı ortadan kalkar. Algılara düşünceler ve varsayımlar karışmaz. Bütüncül bakış gelişir. Nesneler düşüncenin kavramlarına kalıplanmaz. Dolayısıyla nesnelerin görüntüsüne değil hakikatine ulaşılır. Anadolu âşıkları köy köy dolaşan ve bildikleri hakikatleri şiir ve saz yardımıyla anlatan bilge kişilerdi. Aşkınlığa ulaşmış büyük Sufi ve mistik bilge olan Yunus Emre’nin bu şiiri hepimize örnek olmalıdır:

Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır.
Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır.

Gönüllerin pasını eğer sileyim der isen,
Şol sözü söylegil ki, sözün hülasasıdır.

“Külli Hak” dedi Çalap, sözü doğru desene,
Bugün yalan söyleyen erte utanasıdır.

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan,
Hakka müderris ise hakikatte asidir.



Yorumlar (0)