ÇUKUROVALILIK ÜZERİNE

ÇUKUROVALILIK ÜZERİNE

   Bu topraklarda, demek Çukurova’da gizemli sanılabilecek birtakım nenler vardır. Çukurova’nın bitelgesi, sıcağı, bunlara bağlı olarak doğasının güzelliği, söz konusu “gizem”i açıklamada bize yardım edebilir. Ancak, nice ekine, uygarlığa barınaklık etmesi, bu arada sayısı bellisiz göçle kişi varlığının soyu karışarak ayrıtürdenleşmesi, bu bağlamda anılması gereken başka etmenlerdir. Ne olursa olsun; Çukurova – Çukurovalı olmayanların kolay kolay anla(ya)mayacakları – bir varsıllığın yöresidir. Bundan ötürü, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Ruhi Su, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ib. gibi büyük yaratıcıların Çukurova’da yetişmiş olmaları bir düşgelim değildir, sayılamaz.


   Çukurovalıları “dışarı”da kaba, saldırgan, giderek yavuz sanıp sayanlar pek çokturlar. Gelgelelim bu bir yanılgıdır. Ozanın dediği üzere, bir salkımsöğüde su verircesine söven Çukurovalı gerçekte altın gibi bir yürek taşımaktadır. “Çukurova yiğidi” sözü nedensiz yere söylenmez anlayacağınız. Yiğitlikse kabadayılıktan ayrımlıdır. Bütün bunları kendim de Çukurovalı olduğu için anlatıyor ya da bir ayırımcılık çeşidi olan yörecilik güdüyor değilim. Yalnızca bir gerçeği ya da olguyu kendimce dile getirmeye çalışıyorum. Buracıkta bir anımı aktarırsam, Çukurovalılığı yeğ bir biçimde açıklayabileceğim kanısındayım.


   Çukurova’da ilkyazdı. Bense o sürevler bir üstokul öğrencisiydim. Demek ergendim ya da gençliğimin başlangıcındaydım. Bir gün okuldan eve dönüyorken, o uluyolun kıyısındaki araba sergiyerlerinden birinde ortaya gelen olağanüstü bir devinimlilik, uyanıklığımı çekti. Kaldırımın kıyısında bir araba vardı. Besbelli bozulmuştu. Sergiyerinde çalışanlar işi gücü bırakıp o taşıtın başında toplanmışlardı. Harıl harıl arabayı onarmaya çabalıyorlardı. Arabanın iyesiyse Birleşik-Amerikalı bir sarışın kadındı. Ben yanından geçiyorken, acınası kadının sestaşırıyla – büyük bir olasılıkla kocasına – “Onlar şimdicik arabayı onarıyorlar.” dediğini işittim. Gerisini – oradan uzaklaştığımdan – bil(e)miyorum.

Ne ki, kestirebiliyorum: Bizimkiler sonunda arabayı onarmayı başarmışlardı. Birleşik-Amerikalı kadın onlara akça vermeye kalkmıştı da sergiyerinin iyesi, gözlerinin içi gülerek, “Yok, bacım!” demişti. “Akçaya gerek bulunmuyor. Ödevimizdi: Taş attık da kolumuz mu yoruldu!” diye o dolarları geri çevirivermişti. Kadıncağız bu Türkçe sözleri kuşkusuz anlamamıştı. Gene de, karşısındaki Çukurova yiğidinin ne demek istediğini kavrayıvermişti. Elindeki dolarları çantasına geri koymuştu. “Beni bir sıkardan kurtardınız. Sağ olasınız!” diyebilmişti. Sergiyerinin iyesiyse bu İngilizce sözleri anlamamıştı. Şu var ki, iletiyi almıştı. Birleşik-Amerikalı kadın o ulugönüllü kişileri hiç unutmayacaktı. Arabasına binip İncirlik’teki Amerikan konumluğunda bulunan evine doğru yola çıkmışken, yaşamın anlamını düşünüyordu. Gözleri bulutlanmıştı. Bizim Çukurova yiğitleriyse hiçbir nen olmamışçasına işlerinin başına dönmüşlerdi. İşte, Çukurovalılık öyle bir nendi...

Gökhan Çağlayan

2020 Açarayı
Seyhan

Yorumlar (0)