Roman Türü, Roman Türü Nedir?

Roman Türü, Roman Türü Nedir?

Roman, gerçek veya gerçeğe uygun tasarlanmış olayları anlatan kapsamlı metin türüdür. Roman 15. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelişmesini sürdürmüştür. Avrupa’da destan türünün geçirdiği değişimin sonucunda ortaya çıkan roman türünün ilk örneklerini 15. yüzyılda Fransız yazar Rabelais (Rable) vermiştir. Cervantes‘in şövalyeliğe özenen yaşlı bir adamın komik maceralarını anlatan “Don Kişot” adlı romanı ve 17. yüzyılda Daniel Defoe‘nun (Daniel Difo) “Robenson Cruzo” adlı eseri bu türün ilk önemli eserleri kabul edilir.

Roman, bir olay çevresinde gelişen, anlatmaya dayalı bir metindir. Metnin bütün unsurları olay örgüsünün etrafında birleşir. Romanlarda hayatın belirli kesitleri ele alınır ve olayların içindeki kişilerin özellikleriyle, çeşitli çatışmalar eşliğinde sunulurlar. Bu tür edebî metinlerde olaylar belirli bir zaman ve mekânda gerçekleşir. Romanlarda olay örgüsü seçilmiş bir anlatıcı tarafından nakledilir. Romanın en önemli özelliklerinden birisi de kurguya dayalı oluşudur. Burada anlatılan olaylar, gerçek hayatta karşılaşılanlardan farklıdır. Romanda gerçek dediğimiz şey değişikliğe uğrayarak edebî metnin içerisinde yer alır. Kurgu, dış dünyanın romancı tarafından yeniden yorumlanmasıyla oluşur.

Dünya edebiyatında köklü bir geçmişi olan roman türünün en önemli eserleri arasında; Fransız yazarlar Balzac‘ın (Balzak) “Vadideki Zambak“ı ile Flaubert‘in (Flober)”Madam Bovary“si, Rus romancılar Tolstoy‘un “Savaş ve Barış“ı ile Dostoyevski‘nin “Suç ve Ceza” adlı eserleri bu türün önde gelen örnekleri arasında yer alır.

Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde giren roman türünün ilk örnekleri Namık Kemal’in “İntibah“, Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat”, Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası” ve Ahmet Mithat Efendi’nin “Felatun Bey ile Rakım Efendi” adlı eserleridir. Halit Ziya Uşaklıgil’in “Ma-î ve Siyah” ile “Aşk-ı Memnu“, Mehmet Rauf‘un “Eylül” adlı romanları roman türünün başarılı örnekleri arasında yer alır.

Sonraki dönemde Halide Edip Adıvar’ın “Sinekli Bakkal“, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu“, Yakup Kadri’nin “Yaban” adlı eserleri roman türünün edebiyatımızda yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Cumhuriyet Dönemi’nde ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur“, Kemal Tahir’in “Devlet Ana“, Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa“, Yaşar Kemal‘in “İnce Memed” adlı eserleri bu türün önemli eserleri arasında savılabilir.

Romanın Yapı Unsurları

a) Olay örgüsü: Olay örgüsü, kurgusal olayların edebî metinde sıralanışı ile oluşan bir düzenlemedir. Bu bakımdan olay örgüsü, edebî metinlerin kurmaca dünyasının önemli bir parçasıdır ve anlatmaya dayalı her edebî metnin asıl unsurudur. Hikâyelerde tek veya birbiriyle ilintili tek zincir hâlinde olay örgüsü varken romanlarda birden fazla olay örgüsü bir çatışma çevresinde birleşir. “Fatih-Harbiye” romanında Neriman’ın geleneksel yaşam tarzı ile modern yaşam tarzı arasında bocalaması çevresinde gelişenler olay örgüsünü oluşturur. Neriman’ın Şinasi ile arasının günden güne bozulması, Macit ile karşılaşması, Macit’in onu baloya davet etmesi hep bu çatışmanın etrafında birleşen olay parçalarıdır.

b) Kişiler: Romandaki olaylar, genellikle kişiler çevresinde gelişir. Kişiler, olay örgüsünde üstlendikleri işlevlere göre önemli hâle gelirler. Olay örgüsü içindeki tutum ve davranışları ile bireysel veya toplumsal bazı değerleri temsil ederler. Kişileri ve onların olaylar içinde kazandıkları özellikleri belirlemek, romandaki temel çatışmayı anlamakta önemli bir aşamadır. Anlatmaya dayalı metinlerde şahıs kadrosunu oluşturan bireylerin özellikleri bazen davranışlarında, düşüncelerinde ve eylemlerinde kendini gösterir, bazen de kahramanlar ruhsal ve fiziksel özelliklerini ortaya koyan tasvirler aracılığıyla tanıtılır. Romanlarda olay örgüsünün ortaya çıkması için şahıs kadrosundan en az iki kişinin bir arada olması gerekir. “Fatih-Harbiye” romanında Şinasi ve Macit, Neriman ile ilişkileri boyutunda tanıtılırlar. fiinasi, geleneksel yaşam tarzının; Macit, modern yaşam tarzının temsilcisi durumundadır.

c) Mekân: Romanlarda olayın oluştuğu, geliştiği çevre veya yere “mekân” adı verilir. Edebî metinlerde mekân, genellikle kişilerin psikolojik özelliklerini ortaya çıkarmanın bir aracı olarak kullanılır. Mekân birçok romanda sadece bir sahne olmanın çok ötesine geçer.

Mekân bazı romanlarda kahramanların temsil ettiği düşünce veya zihniyeti karşılar.

“Fatih-Harbiye” romanında, Fatih ve Harbiye aynı zamanda birer yaşam tarzının temsilcisi durumundadır. Fatih, Doğu’ya özgü, geleneksel; Harbiye, Batı’ya özgü, modern yaşam tarzının mekânlarıdır.

ç) Zaman: Romanlarda zaman çoğu kez fiiller aracılığıyla anlatılır. Bazen de olayların geçtiği zaman dilimi, gün, mevsim, ay, yıl gibi takvime ait ifadeler metnin zaman çerçevesini oluşturur. Romanlarda olayların kendine özgü bir zaman çerçevesi vardır ve tercih edilen zaman olayların akışını doğrudan etkiler. Romanlarda olaylar genellikle uzun zaman dilimlerine yayılır. Ancak çok kısa zaman diliminde gelişen olayların bulunduğu romanlara da rastlanabilir.

“Fatih-Harbiye” romanında zaman, geçmişe yapılan geri dönüşler hariç, Neriman’ın Batıya özgü modern yaşam tarzına özenip Beyoğlu’na gitmesi ve bu çerçevede Macit ile tanışması ile başlar. Dayısının kızlarından dinlediği Rus kızının hikâyesinden sonra kendi hayatına dönüşü ile sona erer. Olayların yaşandığı zaman dilimi, yaklaşık bir aylık arayış dönemidir.

d) Anlatıcı ve Bakış Açısı: Romanda olay, kişi, mekân ve zamana ait bilgi ve ayrıntıların kim tarafından görüldüğü, algılandığı, nasıl anlatıldığı bakış açısı ve anlatıcı ile ilgilidir. Romanda, olay veya durumları aktaran, anlatan kurmaca kişilik “anlatıcı” olarak adlandırılır. Anlatıcı, yazarın dışında yer alan ve yalnızca o romana özgü olarak kurgulanan bir kişiliktir. Anlatıcı, romanlarda yazarın anlatma işlevini devrettiği, olayların anlatımında okuyucu ile karşı karşıya bıraktığı kişidir. Yazar, yaşadığımız dünyaya ait bir varlıktır, anlatıcı ise kurguda yansıtılan olaylara aittir. Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olay örgüsü ve anlatım dili de bakış açısı ile doğrudan ilgilidir. Romanda yazarın dış dünyadan aldığı izlenimlerin ne kadarının, okuyucuya nasıl yansıyacağı seçilen bakış açısı ile ilgilidir.

Romanlarda üç farklı bakış açısı, dolayısıyla üç çeşit anlatıcı vardır:

1. Kahraman Anlatıcı ve Bakış Açısı: Kendisi de olayların içinde yer alan ve olayları aktaran anlatıcı “kahraman anlatıcı” olarak adlandırılır. Olaylar, roman kişilerinden biri tarafından anlatılır. Bu kişi, genellikle romanın birinci dereceden kahramanıdır. Anlatıcının aktardıkları bu kahramanın bilgisi, ruh hâli, yaşadıkları, gördükleri ve duydukları ile sınırlıdır. Kahramanın bilemeyeceği hiçbir olayı okuyucuya aktaramaz. Okuyucu, roman kahramanının bilgi ve kültür seviyesi, içinde bulunduğu psikolojik ve sosyolojik durum ile baş başa kalır. Bazı romanlarda kahraman anlatıcının bir roman kişisi olarak ismi bile söylenmez.

2. Hâkim (İlahi) Bakış Açısı ve Anlatıcı: Genellikle yazarın görevini bir anlatıcıya devrettiği, “yazar anlatıcı”nın tercih edildiği romanlarda görülen bir bakış açısıdır. Bu bakış açısında anlatıcı, olayların bütün ayrıntılarını bilir. Dolayısıyla olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman ve mekân ile ilgili her şeyi en ince ayrıntısına kadar okura sunabilir. İnsanların iç dünyaları, düşünceleri ve olayların gelişimine dair bütün bilgiler bu bakış açısıyla sunulur ve anlatıcı, romanın bütün akışına hâkimdir. Kurgunun gidişatına göre seçtiklerinden istediğini okuyucuya aktarabilir. Bir anda birden fazla yerde bulunabilir, kişilerin zihninden geçenleri, geçmiş hayatlarının ayrıntılarını istediği şekilde anlatabilir. “Fatih-Harbiye” bu bakış açısı ile kaleme alınmış bir romandır.

3. Gözlemci Anlatıcı ve Bakış Açısı: Romandaki olay örgüsünün tanığı olan anlatıcının bakış açısıdır. Bu bakış açısının tercih edildiği metinlerde, olayların tarafsız bir gözle yansıtılması söz konusudur. Burada anlatıcının bildikleri diğer bakış açılarına oranla daha sınırlıdır. Çünkü anlatıcı, olay örgüsünün birinci veya ikinci dereceden kahramanlarından birisi değildir ve onlardan daha az bilgiye sahiptir. Olayları tarafsız bir gözle izler, kahramanların geçmişleri ve ruh hâlleri hakkında bilgi vermeden gözlemlediklerini sunar.

Roman İle İlgili Kavramlar

a) Anlatıcının Tutumu: Anlatmaya bağlı bir tür olan romanın mutlaka bir anlatıcısı vardır. Anlatıcı, okurla yazar arasındaki bağdır. Anlatım tutumu ise yazarın anlattıklarına karşı takındığı tavrı ifade eder. Anlatıcının tutumu, seçilen bakış açısının da etkisiyle olayların akışını yönlendirir. Romanda tercih edilen anlatım tutumu (eleştirel, alaycı, mizahi, olumlayıcı vb.) romanın dilini ve anlatımını da doğrudan etkiler. Yazarın kendisini gizlediği, duygu ve düşüncelerinden arındırdığı ve bütün görevi kurgudaki anlatıcıya bıraktığı romanlar ile yazarın olayların akışına duygu ve düşünceleriyle müdahale ettiği romanlarda metnin iletisi değişiklik gösterir. “Fatih-Harbiye” romanında da anlatıcı, yozlaşmış bir yaşam tarzını eleştirel bir tutumla ele alır.

b) Konu: Romanda ele alınan, üzerinde durulan düşünce, durum veya sorun metnin konusunu oluşturur. Konu, somut bir durumu veya sorunu ifade eder. “Fatih-Harbiye” romanında konu, Neriman’ın iki farklı mekân çevresinde başından geçen olaylardır.

c) Tema: Bir metindeki temel duygu veya kavram “tema” olarak adlandırılır. Temaları ifade eden kavramlar soyuttur. Örneğin yalnızlık, aşk, umut, yaşama sevinci gibi kavramlar bir romanda tema olarak işlenebilir. Tema, romanlarda çatışma ile birlikte ele alınmalıdır. “Fatih-Harbiye” romanında tema, Neriman’ın yaşadıkları çevresinde işlenen Doğu-Batı çatışmasıdır.

ç) Çatışma: Romanlarda farklı düşüncelere, özelliklere sahip olmaktan veya hayat tarzından dolayı yaşanan anlaşmazlık durumları “çatışma” terimiyle ifade edilir. Edebî metinlerde çatışmalar genellikle birbirine zıt kavramlar, değerler çerçevesinde oluşur. Romanlarda Doğu-Batı, geleneksel ile modern, iyi ile kötü, yoksul ile zengin, idealist ile bir amacı olmayan kişiler; temsil ettikleri mekânlar, yaşam tarzları ve düşüncelerle karşı karşıya getirilirler. Romanlarda bu çatışmaların çeşitli boyutlarda ortaya konulması, farklı yönlerinin çeşitli olay parçaları ile detaylandırılması ve sonuçlandırılması anlatılır.

d) Karakter: Toplum içinde olmakla birlikte, romanda kendi kimliğini ve kişiliğini temsil eden kişiler “karakter” olarak adlandırılır. Bu kişi, toplumsal gerçekleri yansıtsa da dikkati kendi üzerinde toplar. Roman içerisinde bir birey durumundadır. Bir birey olarak kendisini temsil eder ancak hayatın içerisinde ve insanların arasındadır. Başkalarına benzeyen ortak davranışlar gösterse de bunları dışa vuran duygularını, tepkilerini, farklılığını ortaya koyar.

e) Tip: Daha çok toplumsal boyutu ile okuyucunun karşısına çıkan ve kendisi gibi olanları temsil eden kişilerdir. Ait olduğu sosyal durum, statü üzerinden işlenir. Aç gözlü tüccar tipi, idealist öğretmen tipi, iyi kalpli yaşlı adam ve cimri tipi gibi. Karakter özellikleri yerine bağlı bulunduğu statünün, zümrenin, sınıfın özelliklerini gösterirler.

Roman ve Hikâye Arasındaki Farklılıklar:

Romanlar ister kısa ister uzun olsun, en az bir hikâye anlatır. Ancak hikâye anlatmak romanın başlıca amacı değildir. Geleneksel hikâyeci, kendisi veya başkaları tarafından yaşanmış veya yaşanabilir olayları anlatır. Hikâyede anlatılanlar net bir şekilde hatırlanır ve ayrıntılarıyla anlatılabilir. Oysa okunan bir roman tümüyle hatırlanamaz ve ayrıntılarıyla anlatılamaz. Anlatılabilenler romanın hikâye kısmıdır, anlatılamayan kısımlar ise detaylar ve tasvirlerdir.

Bunun dışında okunan roman ve hikâyelerden çıkarılan farklılıklar maddeler hâlinde şöyle sıralanabilir:

a) Hikâye, romandan daha kısa bir türdür.

b) Hikâyede temel öge olarak genellikle olay vardır. Romanda ise temel öge karakter yani kişidir.

c) Hikâye, genellikle tek bir olay çevresinde kurgulanır. Romanda, birbirine bağlı olay örgüsü vardır. Bu bakımdan romandaki olaylardan her biri hikâye durumundadır.

ç) Hikâyelerde kişiler sadece olayı ilgilendiren boyutuyla verilir. Romanda ise kişi tanıtımı detaylıdır.

d) Hikâyelerde olayların sahnesi durumundaki mekân sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olayların geçtiği birçok mekân vardır. Bu bakımdan da mekân ayrıntılı olarak anlatılır.

Romanda Anlatım Teknikleri:

Romanda olay veya durumların etkili bir biçimde anlatılabilmesi veya okurun gözünde canlandırılabilmesi için çeşitli anlatım teknikleri kullanılır. Bu anlatım teknikleri şunlardır:

a) Anlatma: Bu teknik, hâkim bakış açısı ile oluşturulur. Yani anlatıcı kahramanlardan birisi değildir. Anlatmaya bağlı metinlerde başvurulan temel anlatım tekniklerinin en eskisidir. “Anlatma” tekniğinin roman metni içinde oldukça geniş bir yeri vardır. Kahramanlardan birisi olmayan anlatıcı, başta kişi tanıtımı olmak üzere, olay anlatımından iç çözümlemelere kadar pek çok teknik öğeyi bu teknikle uygulayabilir. Okuyucuyu, uzak geçmişe de götürebilir. “Fatih-Harbiye” romanından alınmış aşağıdaki parçada bu tekniğin uygulandığı görülmektedir.

“Oturdular. Neriman’ın buraya üçüncü gelişiydi. Her seferinde burasını biraz daha seviyor ve beğeniyordu. Her şey temiz, her şey güzel. Zevkli bir kadın eliyle döşenmiş küçük bir ev odası gibi. Ve baş başa konuşmaya müsait! Pastacı, muhallebici gibi yerleri daima dükkân fikriyle beraber düşünmeye alışmış Neriman için, bu mahrem küçük salon yepyeni bir şeydi. Fahriye’nin de hayranlığını yüzünden görmek istiyordu. Fakat utanç, Fahri-ye’nin yüzünde, bütün hisleri kırmızıya boyamış ve örtmüştü, sıkıldığı belliydi.”

b) Gösterme: Bu yöntemde roman kişilerinin iç dünyalarının verilmesi amaçlanır. Gösterme yöntemi, sadece figürlerin psikolojik boyutlarını aktarmak, net bir anlatımla sunmak işlevini gerçekleştirir. Anlatıcı bu yöntemde kendini devre dışı bırakır. Okuyucuyu anlattığı figür ile karşı karşıya getirir.

c) Özetleme: Bu teknik, çok uzun süren bir zamanın kısa anlatımıdır. Bu teknik, zaman atlaması ve genellemeler çevresinde oluşur.

“Birkaç ay serseri gibi dolaştım. Arkadaşlarımın çoğu ortadan kaybolmuştu. Babam beni İstanbul’a göndermeye karar verdi. Nereye gideceğimi o da bilmiyor, ‘Bir mektep bul, oku!’ diyordu.”

Yukarıda verilen “Birkaç ay serseri gibi dolaştım.” cümlesi, birkaç aylık zamanda gelişen olayları özetleme tekniği ile anlatmaktadır.
———————–

Türk Edebiyatında Roman

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Roman

Destanlar, mesneviler ve halk hikâyeleri edebiyatımızda roman türünün oluşumuna zemin hazırlamıştır. Edebiyatımızda roman türüne ait ilk örnekler 1860’tan sonra ortaya çıkmıştır. Fransız romanından çevrilen romanları kısa bir süre sonra yerli romanlar izlemiştir. Edebiyatımızdaki ilk çeviriroman Tercüme-i Telemak’tır. Bu eseri Yusuf Kamil Paşa Fransızcadan çevirmiştir. İlk yerli roman örnekleri 1870’ten sonra ortaya çıkmıştır. Ahlâki bir anlayışla yazılan ve romantizm akımının etkisinde kalan bu eserler dil, anlatım ve teknik bakımından yetersizdir.

Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat eseri ilk yerli romanımız sayılır. Bu dönemin diğer bir önemli yazarı Ahmet Mithat Efendi’dir. Ahmet Mithat Efendi roman, hikâye ve tiyatro türlerinde iki yüze yakın eser vermiştir. Bu eserlerinde halka bir şeyler öğretmek ve okumayı sevdirmek amacını gütmüştür. İntibah, Namık Kemal’in Batilı anlamda yazdığı ilk eser olarak karşımıza çıkar. Asıl adı Son Pişmanlık olan bu eser 1874’te yazılmış, 1876’da İntibah yahut Sergüzeşt-i Ali Bey adı altında yayımlanmıştır. Namık Kemal‘in 1880’de yazdığı Cezmi, ilk tarihî roman özelliğini taşır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanı (1898) dönemin önemli romanlarındandır. Nabizade Nazım köy hayatim, köy insanını konu edinen gerçekçi bir roman örneği olan Karabibik’i yazmıştır. Bu dönemin en dikkate değer eseri Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanıdır. Realist anlayışla yazılan eser, üslup ve teknik bakımından mükemmele yakındır.

Serveti Fünun Dönemi’nde Roman

Serveti Fünun Dönemi’nde hikâye ve romanda teknik yönden gelişmeler gözlenir. Kısa hikâye, bu dönemde edebiyatımıza girmiştir. Hikâye ve romanların sanat değeri artmıştır. Romanlar teknik ve yapı bakımından olgunluğa erişmiştir.

Olayların örgüsü, işlenişi ve konuşmalar başarılı bir biçimde verilir. Eserde yazar kişiliğini gizler. Psikolojik romanın ilk örneği bu devrede görülür. Kişilerin ruh durumları anlatılır ve çözümlenir; sosyal hayat tasvir edilir. Gerçek hayat sahnelerine yer verilir. Hayatta görülen ve görülmesi mümkün olan olay ve kişiler anlatılır.

Tip yaratmada, tasvir ve portrelerde başarı sağlanır. Edebî akımlara göre romanlar yazılmaya başlanır. Romanda romantizmin etkisi belirgin biçimdedir, bu etki zamanla yerini realizme bırakmıştır. Romanda realizme geçiş, gözlemi getirir, hayali ikinci sıraya iter. Yazarlar realizmin ve natüralizmin etkisinde kalmışlardır.

Roman, toplum yaşantısını dile getirilir. Konularını İstanbul’daki seçkinler tabakasından -özellikle-Batılı çevrelerden alırlar. Bu nedenle “salon edebiyatı” oluşturdukları öne sürülür. Hayal kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar, hikâye ve romana giren belirgin temalardır. Batı’ya ayak uydurma yolundaki çabalar romana konu olur. Sanatçının yol gösterici olduğuna inanan romancılar, Batılılaşma sürecinde kendilerine göre uygun buldukları örnekleri romana sokarlar. Romanda sosyal davalara yer verildiğine-dönemin şartlarından dolayı pek rastlanmaz.

Süslü ve sanatlı anlatım tutkusu ileri ölçüdedir. Estetik uğruna Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar, hikâye ve romanda geniş ölçüde vardır. Üslup anlayışı ve arayışı, Türkçenin kimi zaman anlaşılmaz hâle gelmesine sebep olur. Fransız dilinin etkisiyle Türkçenin söz dizimi genişlik kazanır. Cümlenin ögeleri yer değiştirir; bazen cümleler yarıda bırakılır, eksiltili cümlelere yer verilir. Cümleler isteğe bağlı olarak kısa tutulur veya uzatılır.

Serveti Fünun Dönemi’nin önemli romancıları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmed Hikmet Müftüoğlu, Safvet Nezihi ve Ali İhsan Tokgöz’dür.

Millî Edebiyat Dönemi’nde Roman

1911 ile 1923 yılları arasında etkili olan Millî Edebiyat Dönemi aynı zamanda Türk toplumunun en çalkantılı yıllarına denk gelir. Bu dönem büyük toprak kayıplarının, savaşların ve işgallerin yaşandığı bir dönemdir. Romancı yaşadığı toplumun aynasıdır, görüşüyle yola çıkan Millî Edebiyat romancıları, bu dönemde yaşanan büyük savaşları ve kurtuluş mücadelesini tüm gerçekliğiyle anlatmışlardır. Romanlarda en belirgin konuların başında Millî Mücadele gelir. Birçoğu bu mücadeleye katılmış olan sanatçılar, yaptıkları gözlemleri başarıyla romanlarına aktarmışlardır. Bu durum, Servetifünun Edebiyatı’nın bireysel roman anlayışının konu ve tema olarak tam zıddıdır. Romanda İstanbul dışına çıkılıp Anadolu işlenmiş ve bu dönemde yaşananlar realist bir bakış açısıyla anlatılmıştır.

Millî Edebiyat romancısı kendini, dönemini yansıtmakla görevlendirmiştik Sanatçılar bu dönemde yaşanan siyasi mücadeleyi ve halkın kurtuluş mücadelesini anlatmışlardır. Bu dönem romanlarında konuşma dili yazı diline aktarılmış, Arapça ve Farsça sözcüklerden mümkün olduğu kadar uzak durulmuştur. Bu dönem romanları tema bakımından Servetifünun romanlarından oldukça farklıdır. Millî Edebiyat romanlarında bireysel temalardan daha çok “Türkçülük, Millî Mücadele, yanlış Batılılaşma, çağdaşlaşma, yoksulluk, “Yeni Lisan” makalesiyle başlayan bu dönemde diğer edebî ürünlerde olduğu gibi romanda da sade bir dil kullanılmıştır.

Millî Edebiyat Dönemi’nde Halide Edip kişiliği, kültürü, Mustafa Kemal’e yakınlığı, kadın kahramanları, Doğu-Batı kültürleri karşısında takınacağımız tavrı araştırmasıyla dikkati çeker.

Yakup Kadri, Tanzimat’tan itibaren Türk toplumun geçirdiği değişimleri, bunların getirdiği sosyal konuları, aydın-halk ilişkilerini işler.

Reşat Nuri Güntekin Anadolu’yu, yerli hayatımızı romana geniş çapta sokması, tasvir ve tahlilciliği, özellikle kendisine büyük bir ün kazandıran Çalıkuşu’nda çizdiği öğretmen tipi, ayrıca batıl inançlar, din ve Batılılaşma üzerine geliştirdiği görüşleri ile öne çıkmıştır.

Refik Halit Karay gözlem yeteneği, sade ve akıcı üslubu, betimlemedeki ustalığı, mizahi görüş yeteneğiyle tanınır.

Aka Gündüz, teknik bakımdan ustalığa ulaşamamış

Yorumlar (0)