Roman ve Hikâye Arasındaki Farklılıklar

Roman ve Hikâye Arasındaki Farklılıklar

Romanlar ister kısa ister uzun olsun, en az bir hikâye anlatır. Ancak hikâye anlatmak romanın başlıca amacı değildir. Geleneksel hikâyeci, kendisi veya başkaları tarafından yaşanmış veya yaşanabilir olayları anlatır. Hikâyede anlatılanlar net bir şekilde hatırlanır ve ayrıntılarıyla anlatılabilir. Oysa okunan bir roman tümüyle hatırlanamaz ve ayrıntılarıyla anlatılamaz. Anlatılabilenler romanın hikâye kısmıdır, anlatılamayan kısımlar ise detaylar ve tasvirlerdir.

Bunun dışında okunan roman ve hikâyelerden çıkarılan farklılıklar maddeler hâlinde şöyle sıralanabilir:

a) Hikâye, romandan daha kısa bir türdür.

b) Hikâyede temel öge olarak genellikle olay vardır. Romanda ise temel öge karakter yani kişidir.

c) Hikâye, genellikle tek bir olay çevresinde kurgulanır. Romanda, birbirine bağlı olay örgüsü vardır. Bu bakımdan romandaki olaylardan her biri hikâye durumundadır.

ç) Hikâyelerde kişiler sadece olayı ilgilendiren boyutuyla verilir. Romanda ise kişi tanıtımı detaylıdır.

d) Hikâyelerde olayların sahnesi durumundaki mekân sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olayların geçtiği birçok mekân vardır. Bu bakımdan da mekân ayrıntılı olarak anlatılır.

Romanda Anlatım Teknikleri:

Romanda olay veya durumların etkili bir biçimde anlatılabilmesi veya okurun gözünde canlandırılabilmesi için çeşitli anlatım teknikleri kullanılır. Bu anlatım teknikleri şunlardır:

a) Anlatma: Bu teknik, hâkim bakış açısı ile oluşturulur. Yani anlatıcı kahramanlardan birisi değildir. Anlatmaya bağlı metinlerde başvurulan temel anlatım tekniklerinin en eskisidir. “Anlatma” tekniğinin roman metni içinde oldukça geniş bir yeri vardır. Kahramanlardan birisi olmayan anlatıcı, başta kişi tanıtımı olmak üzere, olay anlatımından iç çözümlemelere kadar pek çok teknik öğeyi bu teknikle uygulayabilir. Okuyucuyu, uzak geçmişe de götürebilir. “Fatih-Harbiye” romanından alınmış aşağıdaki parçada bu tekniğin uygulandığı görülmektedir.

“Oturdular. Neriman’ın buraya üçüncü gelişiydi. Her seferinde burasını biraz daha seviyor ve beğeniyordu. Her şey temiz, her şey güzel. Zevkli bir kadın eliyle döşenmiş küçük bir ev odası gibi. Ve baş başa konuşmaya müsait! Pastacı, muhallebici gibi yerleri daima dükkân fikriyle beraber düşünmeye alışmış Neriman için, bu mahrem küçük salon yepyeni bir şeydi. Fahriye’nin de hayranlığını yüzünden görmek istiyordu. Fakat utanç, Fahri-ye’nin yüzünde, bütün hisleri kırmızıya boyamış ve örtmüştü, sıkıldığı belliydi.”

b) Gösterme: Bu yöntemde roman kişilerinin iç dünyalarının verilmesi amaçlanır. Gösterme yöntemi, sadece figürlerin psikolojik boyutlarını aktarmak, net bir anlatımla sunmak işlevini gerçekleştirir. Anlatıcı bu yöntemde kendini devre dışı bırakır. Okuyucuyu anlattığı figür ile karşı karşıya getirir.

c) Özetleme: Bu teknik, çok uzun süren bir zamanın kısa anlatımıdır. Bu teknik, zaman atlaması ve genellemeler çevresinde oluşur.

“Birkaç ay serseri gibi dolaştım. Arkadaşlarımın çoğu ortadan kaybolmuştu. Babam beni İstanbul’a göndermeye karar verdi. Nereye gideceğimi o da bilmiyor, ‘Bir mektep bul, oku!’ diyordu.”

Yukarıda verilen “Birkaç ay serseri gibi dolaştım.” cümlesi, birkaç aylık zamanda gelişen olayları özetleme tekniği ile anlatmaktadır.
———————–

Türk Edebiyatında Roman

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Roman

Destanlar, mesneviler ve halk hikâyeleri edebiyatımızda roman türünün oluşumuna zemin hazırlamıştır. Edebiyatımızda roman türüne ait ilk örnekler 1860’tan sonra ortaya çıkmıştır. Fransız romanından çevrilen romanları kısa bir süre sonra yerli romanlar izlemiştir. Edebiyatımızdaki ilk çeviriroman Tercüme-i Telemak’tır. Bu eseri Yusuf Kamil Paşa Fransızcadan çevirmiştir. İlk yerli roman örnekleri 1870’ten sonra ortaya çıkmıştır. Ahlâki bir anlayışla yazılan ve romantizm akımının etkisinde kalan bu eserler dil, anlatım ve teknik bakımından yetersizdir.

Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat eseri ilk yerli romanımız sayılır. Bu dönemin diğer bir önemli yazarı Ahmet Mithat Efendi’dir. Ahmet Mithat Efendi roman, hikâye ve tiyatro türlerinde iki yüze yakın eser vermiştir. Bu eserlerinde halka bir şeyler öğretmek ve okumayı sevdirmek amacını gütmüştür. İntibah, Namık Kemal’in Batilı anlamda yazdığı ilk eser olarak karşımıza çıkar. Asıl adı Son Pişmanlık olan bu eser 1874’te yazılmış, 1876’da İntibah yahut Sergüzeşt-i Ali Bey adı altında yayımlanmıştır. Namık Kemal‘in 1880’de yazdığı Cezmi, ilk tarihî roman özelliğini taşır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanı (1898) dönemin önemli romanlarındandır. Nabizade Nazım köy hayatim, köy insanını konu edinen gerçekçi bir roman örneği olan Karabibik’i yazmıştır. Bu dönemin en dikkate değer eseri Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanıdır. Realist anlayışla yazılan eser, üslup ve teknik bakımından mükemmele yakındır.

Serveti Fünun Dönemi’nde Roman

Serveti Fünun Dönemi’nde hikâye ve romanda teknik yönden gelişmeler gözlenir. Kısa hikâye, bu dönemde edebiyatımıza girmiştir. Hikâye ve romanların sanat değeri artmıştır. Romanlar teknik ve yapı bakımından olgunluğa erişmiştir.

Olayların örgüsü, işlenişi ve konuşmalar başarılı bir biçimde verilir. Eserde yazar kişiliğini gizler. Psikolojik romanın ilk örneği bu devrede görülür. Kişilerin ruh durumları anlatılır ve çözümlenir; sosyal hayat tasvir edilir. Gerçek hayat sahnelerine yer verilir. Hayatta görülen ve görülmesi mümkün olan olay ve kişiler anlatılır.

Tip yaratmada, tasvir ve portrelerde başarı sağlanır. Edebî akımlara göre romanlar yazılmaya başlanır. Romanda romantizmin etkisi belirgin biçimdedir, bu etki zamanla yerini realizme bırakmıştır. Romanda realizme geçiş, gözlemi getirir, hayali ikinci sıraya iter. Yazarlar realizmin ve natüralizmin etkisinde kalmışlardır.

Roman, toplum yaşantısını dile getirilir. Konularını İstanbul’daki seçkinler tabakasından -özellikle-Batılı çevrelerden alırlar. Bu nedenle “salon edebiyatı” oluşturdukları öne sürülür. Hayal kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar, hikâye ve romana giren belirgin temalardır. Batı’ya ayak uydurma yolundaki çabalar romana konu olur. Sanatçının yol gösterici olduğuna inanan romancılar, Batılılaşma sürecinde kendilerine göre uygun buldukları örnekleri romana sokarlar. Romanda sosyal davalara yer verildiğine-dönemin şartlarından dolayı pek rastlanmaz.

Süslü ve sanatlı anlatım tutkusu ileri ölçüdedir. Estetik uğruna Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar, hikâye ve romanda geniş ölçüde vardır. Üslup anlayışı ve arayışı, Türkçenin kimi zaman anlaşılmaz hâle gelmesine sebep olur. Fransız dilinin etkisiyle Türkçenin söz dizimi genişlik kazanır. Cümlenin ögeleri yer değiştirir; bazen cümleler yarıda bırakılır, eksiltili cümlelere yer verilir. Cümleler isteğe bağlı olarak kısa tutulur veya uzatılır.

Serveti Fünun Dönemi’nin önemli romancıları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmed Hikmet Müftüoğlu, Safvet Nezihi ve Ali İhsan Tokgöz’dür.

Millî Edebiyat Dönemi’nde Roman

1911 ile 1923 yılları arasında etkili olan Millî Edebiyat Dönemi aynı zamanda Türk toplumunun en çalkantılı yıllarına denk gelir. Bu dönem büyük toprak kayıplarının, savaşların ve işgallerin yaşandığı bir dönemdir. Romancı yaşadığı toplumun aynasıdır, görüşüyle yola çıkan Millî Edebiyat romancıları, bu dönemde yaşanan büyük savaşları ve kurtuluş mücadelesini tüm gerçekliğiyle anlatmışlardır. Romanlarda en belirgin konuların başında Millî Mücadele gelir. Birçoğu bu mücadeleye katılmış olan sanatçılar, yaptıkları gözlemleri başarıyla romanlarına aktarmışlardır. Bu durum, Servetifünun Edebiyatı’nın bireysel roman anlayışının konu ve tema olarak tam zıddıdır. Romanda İstanbul dışına çıkılıp Anadolu işlenmiş ve bu dönemde yaşananlar realist bir bakış açısıyla anlatılmıştır.

Millî Edebiyat romancısı kendini, dönemini yansıtmakla görevlendirmiştik Sanatçılar bu dönemde yaşanan siyasi mücadeleyi ve halkın kurtuluş mücadelesini anlatmışlardır. Bu dönem romanlarında konuşma dili yazı diline aktarılmış, Arapça ve Farsça sözcüklerden mümkün olduğu kadar uzak durulmuştur. Bu dönem romanları tema bakımından Servetifünun romanlarından oldukça farklıdır. Millî Edebiyat romanlarında bireysel temalardan daha çok “Türkçülük, Millî Mücadele, yanlış Batılılaşma, çağdaşlaşma, yoksulluk, “Yeni Lisan” makalesiyle başlayan bu dönemde diğer edebî ürünlerde olduğu gibi romanda da sade bir dil kullanılmıştır.

Millî Edebiyat Dönemi’nde Halide Edip kişiliği, kültürü, Mustafa Kemal’e yakınlığı, kadın kahramanları, Doğu-Batı kültürleri karşısında takınacağımız tavrı araştırmasıyla dikkati çeker.

Yakup Kadri, Tanzimat’tan itibaren Türk toplumun geçirdiği değişimleri, bunların getirdiği sosyal konuları, aydın-halk ilişkilerini işler.

Reşat Nuri Güntekin Anadolu’yu, yerli hayatımızı romana geniş çapta sokması, tasvir ve tahlilciliği, özellikle kendisine büyük bir ün kazandıran Çalıkuşu’nda çizdiği öğretmen tipi, ayrıca batıl inançlar, din ve Batılılaşma üzerine geliştirdiği görüşleri ile öne çıkmıştır.

Refik Halit Karay gözlem yeteneği, sade ve akıcı üslubu, betimlemedeki ustalığı, mizahi görüş yeteneğiyle tanınır.

Aka Gündüz, teknik bakımdan ustalığa ulaşamamış olsa da milliyetçi, realist

Yorumlar (0)