Sait Faik Abasıyanık Eserleri

Sait Faik Abasıyanık Eserleri

ÖYKÜ:

  • Semaver (1936)
  • Sarnıç (1939)
  • Şahmerdan (1940)
  • Lüzumsuz Adam (1948)
  • Mahalle Kahvesi (1950)
  • Havada Bulut (1951)
  • Kumpanya (1951)
  • Havuz Başı (1952)
  • Son Kuşlar (1952)
  • Alemdağ'da Var Bir Yılan (1954)
  • Az Şekerli (ölümünden sonra, 1954)
  • Tüneldeki Çocuk (1955)
  • Mahkeme Kapısı (Adliye röportajları) (1956)
  • Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, derleyen Muzaffer Uyguner)
  • Açık Hava Oteli (1980, Konuşmalar-mektuplar derleyen Muzaffer Uyguner)
  • Müthiş Bir Tren (1981, deleyen Muzaffer Uyguner)

ŞİİR:

  • Şimdi Sevişme Vakti (1953)

ROMAN:

  • Medar-ı Maişet Motoru (1944, ikinci baskı 1952'de "Birtakım İnsanlar" adıyla)
  • Kayıp Aranıyor (1953)
  • Yaşamak Hırsı

Sait Faik Abasıyanık Hakkında Düşünceler

Nurullah Ataç: Bugünkü Türk hikayesinin, Türk romanının gerçekçi olduğunu söyleyip öğünüyorlar. Hayatı, çevreyi olduğu gibi anlatmak gerekmiş. Nesnel(objektif) bir anlatı… Bir de Sait Faik’i düşünsünler. Hepsi de söylüyorlar: Sait Faik bugünkü hikayecilerimizin en özlüsü, en ustası, en büyüğü. Onda var mı istedikleri gerçekçilik? Bu adam Burgazadası’nda oturmuş, düşleri, anıları karışıyor birbirine; çocukluk, gençlik, yaşlılık yılları karışıyor birbirine, öyle yerler oluyor, anlatılan kişilerle anlatan kişileri seçemiyorsunuz birbirinden. Sait Faik bütün kişileri, her şeyi içten, kendi içinden anlatıyor da onun için. Gerçekçilik arkasından koştuğu yok. Az bulunur onun kadar öznelci yazar. Bir doğru var onda: kendi doğrusu, kendi içindeki doğrusu.

Avni Dökmeci: Sait Faik, evet, o da gitti aramızdan. Eserleri duruyor, duracak. Hem de dipdiri duracak yıllar, yüzyıllar sonrasına. Ama kendi niçin gitsin? O derbeder, o kalender, o insancıllığıyla aramızda dolaşsa ne olurdu sanki? Bilmem ki, yaşamak için kişi oğlunun dünyayı sevmemesi mi gerekiyor?

Sait Faik de Orhan Veli gibi ölesiye seviyordu dünyayı . Gitti.

Muzaffer Erdost: Sait Faik günümüzün en iyi hikayecisi idi ama usta hikayecisi değildi. Zaten Sait Faik usta bir hikayeci olmaya özenmemiştir. Bir biçim kaygusu gütmemesi, bell bir dil anlayışı, daha doğrusu dilde bir davası olmaması düşüncemi doğrular sanıyorum.

Büyük üzüntümüz var. Boşluğunun dolması her halde kolay olmayacak.

Reşat Nuri Güntekin: Hangi tarafından bakarsanız bakın, Sait Faik bugünkü edebiyatımızın en değerli, en orijinal çehrelerinden biriydi. Bütün genç, orta yaşlı ve yaşlı nesillerin; ileri aydınlarla beraber orta halli okur yazarların, bizde pek az görülmüş bir ittifak ile sevip saydıkları bir insandı. Sonra bu sevgi ve saygıyı, sevgi ve saygıların en makbulü saymak lazım gelir. Çünkü içine mevki ve mansıpların, debdebeli gösterişler, kampiyon malı faziletler ve sairelerin parıltıları karışmamış bir sevgi ve saygı idi. Acısı henüz yenidir; fakat zamanla yatışıp durulunca da onun yine bugünkü parlaklığıyla suyun yüzünde kalacağına şüphe etmiyorum. Sait Türkçe’yi en iyi yazanlardan biri idi. Fakat bu kafi değildir; onun içine konacak şeyleri de bulmak lazımdır. İşte o bunu da çok iyi bilirdi. Yaşadığı zaman ve muhitin geniş bir köşesini erişilmesi güç bir kolaylıkla anlatmasını bilmiş bir yazardı. Zaman zaman küçük hikayeden romana geçmiye savaşıyor görünen büyücek yazıları (Medar-ı Maişet Motoru, Kumpanya…) ondan büyük romanların da çok iyisini bekletebilirdi. Daha eski edebiyatlarımız, muhakkak olan değerleriyle beraber, kendilerini bir nevi oyuncakçılık karakterinden sıyıramamış görünürler. Nükteler, cilveler, espriler, sürprizler… duygu ve düşüncelerin en şakaya gelmez olanlarını parlak oyuncak boyaları ile boyamak, teknik denen bir nevi oyuncakçı hüneriyle süslemek… Ayıp denecek kadar mübalağlı duygu gösterileri, ulemalık gösterileri… vs…

Sait Faik bütün bunlara müstağni bir jestle boş vermesini bilmiş görünen bir yazardı. Ancak şunu da ilave etmeliyim ki onun mazi topraklarının kalıntılarının tozu toprağı içinde başarmaya çalıştığı bu temizlik işi yalnız kendisinin değil, cumhuriyetten beri takip etmiş genç neslin ortaklaşa işi ve eseridir ve onların Sait Faik’i bu kadar tutmaları ve sevmeleri onda kendi ruh ihtiyaçları ve isteklerinin kuvvetli temsilcilerinden birini görmelerinden ileri gelmektedir.

Vedat Günyol: Sait Faik bir “sevgi” peygamberiydi. Kırk sekiz yıllık, içine en ufak bir haksızlık karışmamış, tertemiz bir ömrün akışından, içimize “insan sevgisi”nin o ılık, o tatlı, o aziz büyüsünü, en asli tarafıyla bir o salabildi.

Büyük büyük haksızlıklara, namussuzluklara baş kaldıran, hep zayıfın, hakkı yenmişin tarafını tutan, hikayelerine serpili o “oturmaz düşünce” lerinin kaynağını ararken , şu güzel düsturunu nasıl hatırlamazsınız: “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey”

Refik Halid Karay: Dünyayı ve insanları çok sevdiğim halde bu muhabbeti Sait Faik kadar tatlılıkla ve kendime mahsus bir şehfatle belirtemediğimi biliyorum. Tatlı adamdı ve tatlı sanatkar…

Şimdiye kadar her biri kıymetli birer birer etüt olan eserlerini hazırlamıştı. Büyük bir tablo veya bir konstrüksiyon meydana çıkarmasını bekliyorduk.

Ölümü, belki edebiyatımızı dünya edebiyatına katacak beşeri bir kitaptan mahrum bıraktı. Bundan dolayı da kederliyim.

Orhan Kemal: Onu az evvel toprağa verip döndük. Şimdi de Fikret Otyam, “Dünya Gazetesi” için benden onun hakkında bir şeyler yazmamı istiyor. Bu kadar çabuk, bu kadar sıcağı sıcağına ne yazılabilir? “Edebiyatımızın telafisi imkansız büyük kayıbı” mı diyelim? Ama o sevmezdi ki böyle şeyleri.

Sanatı?

Onun da sırası değil. Hem bu işi daha sonra, çok daha liyakatle yapacaklar elbette.

Peki?

Geriye kalıyor dostluğu. Buysa onu tanıyıp, şakalaşmamış olanlarca bile meçhulattan değil. Çünkü Sait, gizli kapaklı tarafı kalmamış, herkesçe bilinen bir insandı. İnsandı da değil, insandır. O ölmedi ki… İnanmazsanız, kitaplarından herhangi birini rastgele açın. Eminim onun çarpan kalbinin sesini duyacaksınız.

Yaşar Kemal: Sait Faik’i yapıda ve özde modern hikayeciliğimizin babası sayıyorum. Sait, bence Türkçenin dar hudutlarını zorlamış, ilk defa doğru dürüst, gerçek anlamıyla Türkçe yazmış ilk Türk yazarıdır. Sait’ten önce hiçbir yazarımızda bütün nüanslarıyla sıcaklığı, açıklığıyla Türkçe yoktur. Kalıplaşmış bir Türkçe vardır. Gerçek Türkçesiyle birlikte, hikayelerinde anlattığı, bir düş içinde görünen insanları da gerçektir. Düş dünyası Sait’in gerçekçiliğinin üstüne çekilmiş bir cila gibidir.

Sait her yönüyle halktandı. Onları seviyordu. İhtiyar hallacı, Ramazan’ı, Panco’yu, Melek’i, Kondosi, hani “Birtakım insanlar” daki Ali Rıza var ya, Hikmet var ya, onları candan seviyordu.

Bıraktığı on üç eseri aşkla, sevgiyle, tonla dolu bir destandır. Bir büyük şehrin, fakir, emeklerinin karşılığını alamayan iyi insanlarının destanıdır.

Said’e yüreğim çok yandı desem kaç para eyler…

Asuman Korad: Hiç tereddütsüz şunu söyleyebilirim ki şimdiye kadar hiçbir hikayecide rastlayamadığım harikulade şiiri realite ile bize sunmasıdır. Dünyada tanıdığım en büyük birkaç hikayeciden birisidir.

Yaşar Nabi Nayır: Sait Faik ile yalnız Türk edebiyatı değil; dünya edebiyatı da en büyük hikayecilerinden birini kaybetti. Şu fakla ki biz işin farkındayız ve döğünüyoruz… Dünyanın ise birşeyden haberi yok, ne kaybettiğimizi bilmiyor. Belki sonraları, çok sonraları farkedecek. O günün gelmesi belki bizim için tek teselli olacak.

Adnan Özyalçıner: Sait Faik'in “Alemdağ'da Var Bir Yılan” kitabının ilk hikayesindeki koz helvacıya geçenlerde rastladım: “haberin var mı, bizim katip ölmüş” dedi.

Oktay Rifat: Said'in ölümüne ne kadar yandım anlatamam, halbuki bir ahbaplığımız arkadaşlığımız da yoktu.

Yirmi yıl kadar önce bir kahvede tanışmıştık. Ayağını iskemlenin altına dayamış yüzüme bakıyordu. Parklarda dolaştığımızı da hatırlıyorum. Orhan da vardı. Birkaç defa da beraber içtik. Bizi aynalı, mermer masalı, fıçılı meyhanelere götürmüştü.

İlk okuduğum yazısı bir yolculuk hikayesidir. İskeleye gidip gidip bir gemiyi seyredişini anlatıyordu. Bu gemi ile ya Fransa'ya gitmiş yahut gelmiş; böyle bir şey.

Arkadan soğan kayığının hikayesi gelir. Bu hikayede karşılıklı iki cins insan vardır. Bir yanda soğan kayığının biçimine vurulan biri; öte yanda soğanlardan edecekleri karı düşünenler. Sait bu soğan kayığının biçimine vurulan adamdı. Ölünceye kadar da hiç değişmedi.

Anlattığı insanlar da çoğu zaman onun gibi şair tabiatlıydı. İşte ağzından mavi dumanlar çıkaran, cam cam, billur billur, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşayan adam. İşte bütün haftalığını bir günde harcayan Panco, işte hikayeciye şairce oyunlar oynayan Yani Usta, işte topal martı ile konuşan balıkçı.

Sait çok iyi bildiği bu insanların yaşama kavgasını pek anlatmıyordu. Bu kavganın hikayesi nedense onu ilgilendirmiyordu. Bizler ondan bu hikayeyi istiyorduk. Gelgelelim anlatmıyordu işte.

Artık anlatamaz da. Ama bizler, bu bizlere en yakın insanların yaşama sevinci ile ilgili davranışlarını derinlemesine, gene en çok onun hikayelerinde bulacağız. Onun hikayelerini okuyup sokağa çıktığımız zaman bir evin damını, uzakta uçan bir kuşu, yaprakların arasında denizi görünce birileri arkamızdan “hişt, hişt!” diye seslenecek.

Ziya Termen: Bir gün Yüksekkaldırım'daki nişancı dükkanlarının birinin önünde Sait Faik'e rastladım.Yakası her vakitteki gibi kravatsız ve ağzında sigarası vardı. Bu basit dükkan önünde niçin böyle dalgın bakındığını sordum.”Askerler” dedi, “şu alkolik patrona oluk gibi para akıtıyorlar.” ve sonra niçin hikaye yazmadığımı sordu. “Kesreti meşguliyet” dedim.Güldü ve yürüdük. Yolda hep düşünüyordu. Başı ağrıdından bahsetti. Yeni kitabından anlattı. “Şu deniz kenarlarından, Rumlardan, balıkçılardan, talihsizlerden kendini kurtarsana” dedim.”İstanbul'da yaşıyorum. Ve İstanbul bu saydıklarındır.” cevabını verdi. Sait üç senedir dünyadan bezmişti. Sait; havai, rind ve kararsız dost! Tanrı senden rahmetini esirgemesin.

Nevzat Üstün: Bin kilometre ötede Said'in ölüm haberi geldi beni buldu. Neden yaptın bunu Said? Sen bu kadar zalim değildin. İyi insandın, büyük insandın. Ölüm haberini almadan iki saat önce sana mektup yazmayı düşünüyordum.

“Ulan” diyecektim “sakın sevgilime sataşma haaaa”

Sonra kimbilir neler yazardım Sait. Araya Hüsam'ı, Fikret'i, Adalet'i, Özdemir'i de katardım, kim bilir ne fiyakalı bir mektuıp olurdu? Daha sonra düşüncemizdeki film işinden bahis açardım. Mektup olur çıkardı. İşte mektup dediğin de nedir zaten.

Sen yaşaması gereken insanlardandın Sait, beş on frenk yazarı ile birlikte kafamda sen de vardın.

Ben şimdi senin ölüm yerinden bin kilometre ötede Erciyas Dağı'nın eteklerindeyim ama, ölüm haberi yanı başımda duruyor. Durmaz olsun.

Sana, Oktay Rifat'ın Orhan Veli'ye teklif ettiği şeyi rahatça edebilirim: Al benim ciğerimi kullan, al benim yüreğimi tak, bunda hilafım varsa namussuzum. Ağlıyorum Sait.

Fazıl Hüsnü Dağlarca (Vatan Gazetesi , Sanat Sayfası, 15 Mayıs 1955)

AĞIT

Ölmüş Sait

Deniz mavisinden erken

Bunca sevgiden sonra

annesini öperken.

Ölmüş, eli ayağı uzak

Camların üstü buğu.

Ölmüş, çocuklar izin vermeden

Yüzünde sarışın çocukluğu

Yıldızlar gitmez, gün doğmaz,

Ölmüş, korkunç uykusu yerde,

Ölmüş hayal meyal

Üşür balıklar hikayelerde

Ölmüş.

Ağaç bir, gölgesi iki.

Ama neden ölmüş,

Ölmek yaşamaktan iyi mi ki.

Behçet Necatigil (Vatan Gazetesi, Sanat Sayfası, 16 Mayıs 1954):

ANLAMAK

Kompozisyon yazıyordu sınıf,

Başlık: Anlamak.

Anlamak uzakken yakın,

kurumuş topraklara, anlamak

Boşalışı sağnağın

Anlamak görmekti süregelen gizliyi.

Doğdu. Adapazarı'nda görmeye

1907.

İnsan ilk girdiği koskoca bir sarayda

Nasıl şaşırır birden

Anlamak şaşırmaktır, darken geniş

Bursa Lisesi'ni bitirdi, İstanbul

Fransa'ya gidiş dönüş.

Anlamak açılışı kapının

Dilsiz ve karanlık konakta

Anlamak hikayelerinde İstanbul

Uzun, kısa.

Darken durdu, 1954

Elleri kesilmiş.

Anlamak birden durmaktır:

Gökyüzü daha geniş…

Başın öne düşmesi,

Anlamak boyun eğiş.

Sait Faik Abasıyanık Eserleri, Hayatı, Kişiliği

Hayatı

18 Kasım 1906
Adapazarı’nda dedesinin evinde dünyaya gelir.
(5 Teşrin-i sani 1322) Doğum günü Ramazan Bayramı’nın ilk günü yani Hicri 1 Şevval 1324 Pazar günüdür.

1910
Babası Mehmet Faik Bey, tahrirat kâtibi olarak Karamürsel’e tayin olunur.

1910-1913
Babasının işi nedeniyle Karamürsel’de deniz kıyısında bir evde yaşarlar.

1913
Aile Adapazarı’na geri döner ve Sait Faik, Rehber-i Terakki’de okula başlar. Babası kereste ticaretine atılır.

1913-1916
Annesi ve babası bir süre ayrı yaşarlar. Annesi Makbule Hanım, babasının akrabalarından Hacı Numan Bey’in hanımı Mürüvvet Hanım’la beraber kalır. Sait Faik ise babasının evinde babaannesi ve dedesi ile yaşar; annesini ancak haftada bir gün görür.

1920-1922
Aile, Yunan işgali nedeniyle diğer akrabalarla birlikte önce Düzce’ye oradan Bolu’ya ve son olarak Hendek’e gider.

1922
Sait Faik, Adapazarı İdadisi’nde öğrenimine devam eder.

1924
Ailecek, İstanbul’a göç ederler. Şehzadebaşı Bozdoğan Kemeri, Kirazlımescit Caddesi No:7’deki evlerine taşınırlar. Sait Faik İstanbul Erkek Lisesi’ne kaydolur.
Şehzadebaşı’nda yaşadıkları yıllarda önce Yakacık’ta sonra da Burgazadası’nda yazlık kiralamaya başlarlar.

1925
İğne olayı nedeniyle İstanbul Erkek Lisesi’nden atılır ve öğrenimine Bursa Erkek Lisesi’nde devam eder. İlk öyküsü olan “İpekli Mendil”i bu yıl, edebiyat dersinin ödevi olarak yazar.

1928
Bursa Erkek Lisesi’nden mezun olur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydını yaptırır.

  1. Aralık 1929
    İlk yazısı “Uçurtmalar” Milliyet gazetesinde yayımlanır. 130 Yurtdışına ilk çıkış. Amcasıyla birlikte vapurla Venedik’e oradan Lozan’a geçerler.

1931
Grenoble Üniversitesi’ne yazılmadan önce Fransızcasını ilerletmek için Champollien Lisesi’nde Fransızca derslerine devam eder ve aynı yıl kısa bir süre amcasının yanına Milano’ya gider.
Birkaç gün sonra Fransa’ya geri döner. Üç ay sonra amcasına bir mektup yazarak Türkiye’ye dönmek istediğini bildirerek gelip kendisini almasını ister.
Paris üzerinden Türkiye’ye dönmek için hareket ederler, Marsilya’ya kadar birlikte giderler ama dönmekten vazgeçerek Grenoble’a geçer.

1932
Yaz tatilinde İstanbul’a gelir.

1934
Babasının isteğiyle Orta Avrupa ve Tuna yoluyla İstanbul’a döner. Aile artık, Osmanbey Rumeli Caddesi’ndeki Rumeli Apartmanı’nda yaşamaktadır.
Öyküleri Varlık’ta yayımlanmaya başlar.

1935-1936
Babası Kırağı Sokak’taki (Bugünkü Nakiye Elgün Sokağı) İkbal Apartmanı’nı satın alır. Bu mülk, ailenin İstanbul’da satın aldığı ilk gayrımenkuldür.
Halıcıoğlu Ermeni Yetim Okulu’nda Türkçe öğretmenliği yapmaya başlar. Öğrenciler üzerinde hakimiyet kuramaması nedeniyle çıkan bir tartışma sonucunda işten ayrılır.

1936
Babası, Sait Faik’e Odunkapısı’nda zahire alım satımı yapmak için bir dükkân açar. Kendi ortaklarından Ali Emali’yi de oğlunun yanına ortak olarak yerleştirir. Ancak bu iş girişimi kısa sürede sonuçsuz kalır, Sait Faik boş dükkânının anahtarını babasına iade eder.
İlk kitabı Semaver Remzi Kitabevi tarafından baskı maliyetini babasının karşılamasıyla yayımlanır.

Eylül 1937
İkinci kez yurtdışına çıkar. Marsilya’ya gider. On sekiz gün sonra geri döner.

Ağustos 1938
Burgazadası’ndaki köşk satın alınır.

29 Ekim 1938
Babası Mehmet Faik Bey yakalandığı ağır bronşitten kurtulamayarak vefat eder.
Babasının ölümünden sonra Sait Faik, kışları Kırağı Sokak’taki evde yazları ise adada annesiyle birlikte yaşamaya başlar.

1939
Sarnıç, Çığır Kitabevi tarafından yayımlanır.

1940
Şahmerdan, Çığır Kitabevi tarafından yayımlanır.

15 Haziran 1940
“Çelme” adlı öyküsü Varlık’ta yayımlanır. (Öykü ilk kez 25 Mart 1937’de Kurun’da yayımlanmıştır.) Bu öykü nedeniyle Askeri Mahkeme’ye verilir.

10 Eylül 1940
Ankara Müdde-i Umumiliği’nde yapılan ve kendisini Avukat Fuat Ömer Keskinoğlu’nun temsil ettiği duruşmaya bizzat katılır ve beraat eder.

28 Nisan 1942-31 Mayıs 1942
Haber-Akşam Postası’nda muhabir gazeteci olarak çalışır ve mahkemelerde yaptığı röportajları izlenimleriyle birleştirerek “Mahkemelerde” başlığı altında yayımlar.

1944
4 Ekim 1940- 21 Şubat 1941 tarihlerinde Yeni Mecmua’da tefrika edilen Medar-ı Maişet Motoru Yokuş Kitabevi tarafından yayımlanır. Kitabın basım maliyetleri Sait Faik, annesinden aldığı para ile karşılar. Kitap yayımlandıktan birkaç gün sonra Bakanlar Kurulu’nun kararıyla toplatılır.

1945
Hastalanır. Doktoru Fikret Ürgüp, içki içmemesi gerektiğini belirtir. Günlerinin çoğunu Burgazadası’nda geçirmeye başlar.

1948
Hastalığının siroz olduğu kesinleşir.
Lüzumsuz Adam Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.

1950
Mahalle Kahvesi Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.

29 Ocak 1951
Doktor Kazım İsmail Gürkan’ın tavsiyesiyle Doktor Justin Besançon’a muayene olmak için Paris’e gider. Doktor, on beş gün kadar hastanede yatması ve karaciğerinden parça alınması gerektiğini söyler. Bütün bunlardan korkan Sait Faik beş gün sonra İstanbul’a döner.

1951
Kumpanya Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.

1952
Havuz Başı ve Son Kuşlar Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.
Medar-ı Maişet Motoru, Varlık Yayınları tarafından ikinci kez basılırken Sait Faik, kitabın adını Birtakım İnsanlar, romanda geçen “Medar-ı Maişet” adlı motorun adını da “Ceylan-ı Bahri” olarak değiştirir.

23 Ocak 1953
Sanatı hanesinde “yok” yazan ama hiç kullanamadığı pasaportunu alır. Amacı tedavi için bir kez daha yurtdışına gitmektir.

1953
Mark Twain Cemiyeti şeref üyeliğine seçilir.
Kayıp Aranıyor Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.
Şimdi Sevişme Vakti Yenilik Yayınları tarafından yayımlanır.

1954
Alemdağ’da Var Bir Yılan Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.

1954
Georges Simenon’dan çevirdiği daha önce Yedigün Dergisi’nde tefrika edilmiş olan Yaşamak Hırsı kitap olarak İstanbul Yayınları tarafından yayımlanır.

5 Mayıs 1954
Şiddetli bir kriz geçirir, Doktor Ahmet Erbelger durumun ciddiyeti nedeniyle Sait Faik’i hemen Marmara Kliniği’ne yatırır. Yemek borusu kanamasıyla başlayan kan kaybı nedeniyle komaya girer.

11 Mayıs 1954
02.35’te vefat eder.

12 Mayıs 1954
Sait Faik’in naaşı saat 11’de Marmara Kliniği’nden alınarak Şişli Camii’ne getirilir burada kılınan namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilir. Az Şekerli Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.
8 Kasım 1954 Makbule Abasıyanık düzenlediği vasiyetname ile Sait Faik’in kitaplarının telif haklarını, Sait Faik’in uzun zaman yaşadığı Kırağı Sokak’taki evi, başka gayrimenkulleri ve Burgazadası’ndaki köşkü Sait Faik Abasıyanık Müzesi haline getirilmesi koşuluyla Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlar. Darüşşafaka Cemiyeti, vasiyetnameyle Makbule ve Sait Faik Abasıyanık adına bir hikâye yarışması düzenlenmekle sorumlu kılınır.

8 Kasım 1954
Makbule Abasıyanık düzenlediği vasiyetname ile Sait Faik’in kitaplarının telif haklarını, Sait Faik’un uzun zaman yaşadığı Kırağı Sokak’taki evi, başka gayrimenkulleri e Burgazadası’ndaki köşkü Sait Faik Abasıyanık Müzesi haline getirilmesi koşuluyla Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlar. Darüşşafata Cemiyeti, vasiyetnamede Makbule ve Sait Faik Abasıyanık adına bir hikaye yarışması düzenlemekle sorumlu kılınır.

1955
Tüneldeki Çocuk Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.
Sait Faik Hikâye Armağanı, ödül parası Varlık Yayınları tarafından karşılanarak verilmeye başlanır.

1956
28 Nisan 1942-31 Mayıs 1942’de Haber-Akşam Postası’nda “Mahkemelerde” başlığı altında yayımlanan röportajları Mahkeme Kapısı adıyla kitaplaştırılarak Varlık Yayınları tarafından yayımlanır.

22 Ağustos 1959
Sait Faik Abasıyanık Müzesi açılır.

21 Ocak 1963
Makbule Abasıyanık vefat eder.

1964
Sait Faik Hikâye Armağanı Darüşşafaka Cemiyeti tarafından verilmeye başlanır.

KAYNAKÇA: A’dan Z’ye Sait Faik/ Sevengül Sönmez

Yorumlar (0)