12.09.2020, 14:19

Gencekçe/Kencekçe Sözcükler

GENCEK YÖRESEL SÖZLÜĞÜ

GENCEKÇE / KENÇEKÇE KELİMELER

Kençekçe, köken itibari ile ilk Türk boylarından olan Kaslarla (Guzlarla) aynı dildir. Yani Kençekçe aslında Oğuzca ve Uygurcanın karışımı eski bir Türkçe’dir.

Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi, Hotanlılarla Kençekler ana’ya “hana”, ataya “hata” derler. Kas’ların Hana (ana) kenti gibi. Hotanlılarla Kençekliler kelimelerin önünde bulunan elifleri, h’ye çevirirler. Kaşgarlı bunun Türk dilinde bulunmadığını söyler. Ancak bu yanlıştır. Oğuzların atası konumundaki Kaslar’ın dilinde bu yaygın bir şekilde vardır. Dahası Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesi’bde de “h-“ sesi kullanılmaktadır. Hatta Uygur’cada “h-” sesiyle başlayan yüzlerce sözcük vardır. Oğuzca, Orhun Türkçesi, Uygurca, Kıpçakça,  Karahanlı Türkçesi ve Kençekçe’yi dikkatlice incelediğimizde; Kençekçe bu öz Türk dil gruplarının bağlantı halkası olmaktadır. Yani Kençekçe bu dil gruplarının etkileşimi ile oluşmuştur.


Kaslar, Kençekler’in ata kavmidir. Sümer Devleti, Babil Devleti, Turukku Devleti, İskit Saka Devleti, Hun İmparatorluğu ve Göktürk Devleti gibi en eski Türk devletilerinin kurucu kavimlerinden birisi olan Kençekler, en eski Türkçe olan Kas dili ile konuşmaktadırlar. Kençekler’in dilleri, Kaslar’ın kullandıkları dil ile tam manada örtüşmektedir.

Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli husus Göktürkçe, Karahanlıca  Oğuzca,  Çağatayca ve Osmanlıca’da “G” sesinin olmamasıdır. En eski Türk dili olan Kas dili ili konuşan Gencekler’in / Kençekler’in ise aksanlarında birçok kelime “G” sesi ile başlar. Bu yüzden Gencek kelimesi tüm yazıtlarda ve yer isimlerinde Kençek şeklinde geçer, ancak Gencek şeklinde seslendirilip okunur.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi şivelerdeki farklılıklar herhangi bir boya “Türk” veya “Türk değil” deme hakkı vermez. Zaten günümüzde Kençekler’in Türklerin ata kavimlerinden birisi olduğu ispatlanmış ve Kaşgarlı’nın sadece dildeki birkaç kelimeye bakarak söylediği bazıifadelerin de yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Günümüzde bile insanların bir çoğu, hala eski Türkçe, Osmanlıca şiveleriyle konuşmaktadırlar.

Uygurcadaki bazı “h-” ile başlayan sözcükler : haç, haçan, halın, haltı, han, hangsız, hara, harın, harga, harı, hat, hatıg, hatun, hıl, hılınç, hılmak, hul, huş... [1] Yani Uygurlar ve Kençekler en eski Oğuzca’yı konuşuyorlardır. Zaten Uygur sözcüğünün aslı  da Gur’dur. Önce Ugur, Yugur, sonra ise Uygur olmuştur.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Kençekçe diye gösterdiği 23 kelime isim cinsindendir. Bunlar daha çok kab- kacak, meyve, sebze, bitki, akrabalık ismi gibi kültür kelimeleridir. Bu tip kelimelerin diğer dillerden alıntılanması kolaydır. [2] Bazı kelimeler diğer dillerden geçmiş olabilir. Ancak bu Kençeklerin yabancılarla karışmış bir topluluk olduklarını göstermez. Bir de bu kelmelerin yalnızca Kençekçe’ye ait olması gerekir ki; fonetik farklarla hana, hata, çaha, ühi, sin gibi kelimelerin diğer Türk lehçelerinde olduklarını Kaşgarlı bizzat ifade etmektedir. Kaşgarlı 265 adet Oğuzca kelime vermiştir. Bu 265 kelime muhtemelen Hakaniye Türkçesinden farklı olanlardır. Kençekçe kelimeler için de aynı şey düşünülebilir. Kençekçe olarak verilen kelinmelerin kökence aynı veya yakın olanları Divan-ı Lügati’t Türk’te bulmaktayız. [3] Kaldı ki, Uygur, Kanglı, Kıpçak ve Kençeklerin lehçe ve şivelerindeki Oğuzca ile olan farklılık gayet normal bir durumdur.

Ayrıca Kençekler’in köken itibari ile tarihte; Gandzaklar, Kanzaklar, Kengeresler, Kangarlar, K’angüchü, Kence, Kenzek, Gancek, Güncek, Gencek gibi isimlerlerle anılmış olması ve bu isim değişikliklerinin diğer tüm boylarda da yaşanmış olması bize öz ana Türkçe’deki bazı sözcüklerin boylara göre farklı lehçe, şive ve aksana uğramış olabileceğini gösterir.

Kaşgarlı Mahmus’a göre iki dil bilenler Soğdak, Kençek, Argu boylarıdır. Gezginci olarak yabancılarla karışanlar Hotan ve Tübüt halkı ile Tangutların bir kısmıdır. Tübüt ve Hotan’ın ayrı dilleri ayrı yazıları vardır. Bunların ikisi de Türkçeyi güzel konuşamaz. (DLT, I,29) Kaşgar’ın Kençekçe konuşan köyleri vardır. Şehrin içindeki halk Hakanlı Türkçesiyle konuşurlar. (DLT I-30) Görüldüğü gibi Kençekler bu gruba dhil edilmemiştir. Yani Türklelinin yerlis öz bir Türk boyudur. Ayrıca Kaşgarlı’nın iki dil dediği kendi dilleri olan Kençekçe’dir. Oysa Kençekçe ayrı bir dil değil, en eski öz Türk dilinin farklı bir lehçesidir.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, “ha ve güzel h” harflerinin Türkçede olmadığından hareketle dilin arı bir dil olmadığını söylemiş, ühi, çaha ve eveh kelimelerini örnek vermiştir. Oysa onun Türkçede yok dediği harflerin yazı dilinde bir karşılığı yoktur, yoksa konuşma dilinde vardır. Dahası Kaşgarlı, “baykuş” anlamına gelen “ühi” kelimesinin Kıpçak Türkçesinde “ügi” olduğunu söylemiştir.

Kaşgarlı sesin harf değerini vermektedir. Bu “he” sesi fonolojik olarak “güzel h”ye bu dillerde çevrilmiş olamaz mı? Verdiği örnekler aslında “g” ve”k”nin diğer lehçelerde “h”ye dönüştüğü örneklerdir. Kıpçakça “ügi”, Kençekçe “ühi” baykuş, genel Türkçe çakmak, Kençekçe “çaha” (I/) [4]

Bailey de Kençekçe’deki bu farklı kelimelerin yerli Kaşgar dilinin kalıntıları olduğunu savunmuştur. Ayrıca Kaşgar’ın eski Çin belgelerinde Say (Sek, Saka) halkının yaşadığı bölge olarak gösterilmesinden hareketle Kençekçe’nin İran dil ailesinden Sakacanın bir kolu olduğunu söylemiştir. [5] Ancak o bölgedeki Türk varlığı İran varlığından eskidir.

Kaşgarlı’nın bildirdiği kelimelerden “kendük(kentük), Karahanlı’da “kentük”, Türkçede “kentüg”, Özbekçe’de “kantik”, Kırgızca’da “kendik”, Çuvaşça “kandi”, Moğolca “kundaga”, Tunguzca “kondi”, eski Japonca “kuda” şeklindedir. Yani Altayca “kiantu-k” şeklinden türemiştir (Starostin 2003-I:688-689). Usmanova ise “kendük” kelimesi hakkında Altayca “kian” “delik, oyuk” tan gelmiş olabileceğini söyler. Aslında diğer kelimelerde de aynı sonuç çıkmaktadır.

Kaşkarlı Mahmud’un bildirdiği 23 kelimeye takılıp kalmaktan ziyade, günümüzde Asya, İran, Azerbaycan ve Türkiye’de yaşayan Genceklilerin dillerini incelemek daha uygun olacaktır.

Kençekler; Türkmenistan ve Azerbaycan ve hatta Tuva Türkçelerindeki gibi “t” harfini “d” olarak seslendirmektedirler. Mesela; tadı > dadı, taş > daş, tırnak > dırnak, tane >daane, tepe > depe kelimelerindeki gibi.

Kençekler’de “ç” sesi ise Kazak Türkçesindeki gibi “ş” olarak seslendirilmektedir. Örneğin; göçtü  > göştü, biçti > bişti, uçtum > uştum, kaçtım > gaçtım gibi.

Yine Kazak Türkeçesindeki gibi “n” sesinin “g, ğ” olduğunu da görmekteyiz. Mesela; şuna  > soğa, bana > bağa, sana > sağa, ona > oğa gibi.

Kençek Türkçesine has bir diğer durum ise çokluk eklerinde kendini gösterir. Kazak, Kırgız, Tatar ve Sibir Türklerindeki gibi çoğul eki olan “lar, ler” ekleri, eğer kök kelime veya çoğul öncesi kelime “n” ile biterse, çoğul eki “nar, ner” şeklini almaktadır. Örneğin; bunlar  > bunnar, onlar > onnar, şunlar  > şonnar, yorganlar  > yorgannar kelimelerinde olduğu gibi.

Kaşgarlı Mahmud, Uzmanova, Zeki Veledi Togan, Starostin Segei, Barthold, Bailey, Yar Shater, Recep Toparlı, Bilgehan Gökdağ, Galip Güner ve Besim Atalay gibi birçok dil araştırmacısının verdikleri bilgiler ve günümüz Genceklilerin konuşma dili ışığında şunu rahatlıkla diyebiliriz:

Kençekçe; beş farklı ana Türk oymağı olan Oğuz, Uygur, Kıpçak, Karluk, Kanglı boylarının en eski ortak dillerinden bir lehçe, bir kalıntıdır. Günümüz Gencek dilinde Sibir, Kas, Saka, Oğuz, Orhun, Uygur, Kıpçak, Kanglı ve Karluk Türkçeleri ile Selçuklu, Osmanlı ve Azerbaycan dillerinden fonetiği farklı kalıntılar mevcuttur.


Gencekçe – Kençekçe Kelimeler
Aba: Ana, abla

Abalamak : Gizlemek

Abanmak: Bir kimseye ya da birşeye yaslanmak, çöküp çullanmak

Abış: Yemeği çok iştahlı bir şekilde yiyen kişi

Abdal: Derviş, gezgin, kalender. Serseri, avare, dilenci, tembel, beceriksiz, itibarsız, kul, köle, aç gözlü, cimri

Abdalel: Gencek’te bir sülale ismi. Abdallar

Abıla: Abla, büyük kız kardeş. Yenge. Hanım, hanımefendi. Karı, zevce. Görümce

Abdalın boğaz: Gencek’te bir yer adı

Abılağı: Gencek’te bir yer adı

Acat sakızı: Bitkilerin köklerinden kesilmesiyle çıkan sütünden elde edilen sert ve çürümeyen bir sakız çeşidi

Accık: Azıcık

Açımak: Ekşimek, acımak

Adak: Farklı amaçlara yönelik isteklerin yerine getirilmesi için yüce varlıklara, ermişlere, tapınaklara adanılan şey

Adağel: Gencek’te bir sülale ismi. Adaklular

Ağartmış: Namuslu, dürüst, alçak gönüllü, mütevazi

Ağırt: Ağırbaşlı, olgun, saygın

Ağıt: Mersiye, ölüm türküsü, göğe yükseleln feryat

Ağlamış: Çileli, çile çeken. Ağlamış

Agdarmak: Aktarmak

Ağnamak: Anlamak

Ağnadmak: Anlatmak

A(g)rımak: Ağrımak

Ağşam: Akşam

Ağu: Zehir

Ahat: Ahit, kendi kendine verilen söz

Ahatlı: Verilmiş söz, verilmiş sözü olan

Ahlamak: Ahlamak, ağlamak

Ak: Beyaz, ak

Akar: Dere, akarsu. Çeşme, pınar, kaynak, su oluğu. Çeşme yalağı Çağlayan, akıntılı yer. Daima akan çıban, sıraca. İşleyen yara. Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağ vb. mülk, akaret

Akarca: Dere, akarsu

Akbacık / Akbacak: Bembeyaz

Akbaş: Dürüst, namuslu

Akbel: Dürüsüt, sözüne güvenilir kişi

Akça: Akçe, eski para birimi

Akçalı: Zengin, mal sahibi

Akça gatık: Çörek otu katılarak yapılan sert peynir çeşidi

Akdağ: Gencek’in kıble yönünde eski Likya ve Hitit bölgesi olarak gösterilen dağ

Akı: Eli açık, cömert, zengin gönüllü

Akın: Saldırı, hücum. Müzisyen

Akıncı: Akın eden, saldıran

Aksak: Aksayan, seken, yükselen, çıkan

Aksoy: Soylu

Al: Al renk,  Ipek kumaş. Elin bilekten aşağı kısmı

Ala: Karışık renkli, benekli

Alagün: Gün ortası

Alaf: Öküzlere verilen saman, yem

Alaflamak: Hayvanı yemlemek, hayvana saman vermek

Alan: Orman içindeki açık, düz ve ışıklı bölge

Alası: Erek, amamç, sahip olunması istenen nesne

Alataş: Kaarılık renkli taş. Ateş parçası, köz

Alav: Alev

Albengi: Çekim, cazibe, albeni

Aldangıç: Yapalın üstüne konur

Alev: Ateşten çıkan ışık

Alettirik: Elektirik

Alıç: Akdiken. Kırlarda kendiliğinden yetişen, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, sert odunlu bir ağaç. Gövem eriği

Alım: Pekmez kaynatılan tava veya kazanın ölçüsü: Senin bağdan iki alımlık pekmez olur.  Genişlik, hacim: Bu çuvalın alımı fazla.Çalım. Çekim, cazibe. Vergi

Alımga: Beyin yanındaki ferman yazıcı kişi

Alımbalel: Gencek’te bir sülale ismi

Alımlı: Çekici, cazbeli

Alıngan: Alınan, incinen, gücenen

Alma: Elma

Almalık: Elma bahçesi

Amatçanın Boğaz: Gencek’te bir yer adı

Ambar Böğet: Gencek’te Seki Deresi üzerinde doğal  olarak oluşmuş bir havuz

Anasınınoğlu: Binbir güçlükle büyütülmüş bir evin bir oğlu

Anatüter: Güzel kokulu bir çiçek

Anaz: Çaresiz, umarsız

Ança: Böylece, ancak

Andaç: Kurban, bağış, adak

Angı: Aklı az, salak kimse

Angırmak: Eşeğin anırması

Annah: Hatıra, annak. Yadigar

Annemel: Gencek’te bir sülale ismi

Alma: Elma

Almalık: Elmalık, elma yetiştirilen yer

Anduz: Andı

Ang: Sınır, araziler arasındaki sınır, an

Angız: Anız, tarlada kalan kök,ekin sağları

And: Yemin, ant

Apa: Ulu, büyük, saygıyı ve hürmeti hak eden kişi

Apak / Apag: Temiz, namuslu, iffetli

Apalamak: Emeklemek. Çocuğun yürümeden önceki hareketi, diz ve eller üzerinde ilerlemesi

Aparmak: Alıp gitmek, götürmek, yürütmek

Apdal: Gezgincilikle, çadır hayatı yaşayarak ve vakitlerini daha çok çalgıcılıkla, deşiricilikle, sepet vb. örmekle geçiren, esmer, yapılı, Çingenelere benzerlikleri olan bir insan topluluğu. Anlayışı kıt

Apış: Butların iç tarafı. Çabuk, hızlı

Apışmak: Bocalamak, şaşırmak, donup kalmak, ne yapacağını bilememek. Yorgunluktan bacaklarını ayırarak çömelmek. Bağdaş kurmak

Apışıp galmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek

Ara: Orta, orta yer, ortalık, boşluk

Ara Çal: Gencek’te bir yer adı

Araplar: Gencek’te bir yer adı

Ardıç: Servigillerden, yapraklarını kışın dökmeyen, yuvarlak kaara yemişli, katran elde edilen, güzel kokulu bir ağaç

Ardıçlı Asar: Gencek’te Asar mevkiinde ardıç ağaçlarının bulunduğu eski bir yerleşim bölgesi

Ardıç Arası: Gencek’te bir yer adı

Ardıçlı Mezer: Gencek’te bir yer adı

Arı: Saf, arı, temiz

Arıg: Arı, arınmış, temiz. Narin, ince yapılı

Arın: Alın

Arınmış: Temiz, gönüllü

Armıt: Armut

Arılık: Hediye

Ark: Arıg, su yoluk

Armaan: Hediye, armağan

Arpa: Tahıl. Büyü, tılsım

Artıg: Fazlalık, üstünlük

As: Esas, ana. Asmak

Asan: Kolay

Asar: Gencek’te yüksek ve kayalıklı, mağaralar ve inler bulunan eski bir yerleşim yerinin adı. Kayalık tepe, kale, burç. Miras, eser, yadigar

Asarın Başı: Gencek’te bir yer adı

Ası: Fayda, faydalı, as, gerekli, olmazsa olmaz

Asıdana: Olmazsa olmaz. Kapının eşiği, eşik

Asıtana: Kendi bildiği doğrudan şaşmayan yiğit delikanlı genç

Asma: Asılmış, asılı. Asmagillerden, dalları çardak üzerine yayılan üzüm. Üzüm veren bitki

Asmak: Bir şeyi ağağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak. Görevini yerine getirmemek. Üzüm ve soğan gibi meyva ve sebzeleri kış için saklamak üzere hevenk yapmak. Yemek kabını ısıtmak için ocağa koymak

Ası Tana: Yetişkin dana

Aş: Yemek, pişirilmek suretiyle hazırlanan yiyecek

Aşağı Kaygış: Gencek’te tarla ve bahçelerin, ekilip dikilen arazilerin bulunduğu bir yer adı

Aşermek: Hamilelikte bazı yiyecekleri çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek

Aşırmak: Çalmak, çalıp gmtürmek, araklamak. Yüklü hayvan yükünü yıkmak. Savmak, atlatmak. Yolcu etmek.

Aşlık: Buğdayın kırılmış olarak kaynatılmış hali

Ata: Ulu, baba, dede, ced. Kök, soy

Atadan: miras, manevi miras

Ataş: Ateş

Ataşlık: Ateş yakılan yer, ateş yakmaya en uygun yer

Atmaca: Yırtıcı bir avcı kuş

Atık: Yayın kirişine takılan parçası. Yün, kıl ve pamuğu ip yapılabilecek şekilde kopartırken, elle ve yayla birlikte kullanılan, büyük makara şeklinde bir ağaç alet. Küçük yayık

Atılgan: Atak, gözüpek, cesur

Avar: Heybet, büyüklük. Dayanıklılık

Avaz: Nara, yüksek perdeli ses, çığlık

Avcar: Ardıç ağacının gövdesinden soyulan ve pamuk gibi yumuşatılan kabuğu

Avcı: Av yapan, avlayan

Avcu: Avcı, avcılık yapan kimse, iyi av avlayan kimse

Avlak: Av yeri, av alanı

Avrıl: Nisan ayı

Avuntu: Teselli, avunduk

Avurtlamak: Karıştırmak

Ay: Dünyanın uydusu. Güzellik, temizlik, ahlaklılık sembolü

Ayas: Ay ışığı, saf, berrak hava, mehtap, gece aydınlığı

Ayaz: Duru, sakin havada (ayasda) çıkan kuru soğuk. Işık aydınlık. Kel. Avlu, açık arsa

Aydın gillik: Barbunya

Ayazlık: Yerden birkaç metre yükseklikte, evlere bitişik ve üstü açık olarak yapılan ve sebze, meyve, buğday vs. serip kurutmakta kullanılan düz ve genişçe yer

Aycel: Gencek’te bir sülale ismi. Son yıllarda “ayıcel” şeklinde de söylenmektedir. Ay Sakaları.

Aygır: Erkek at

Ayı gülü: Şakayık. Pembe, kırmızı alacca çiçekler açan otsu bir bitki

Ayıtmak: Söylemek, uyarmak, bildirmek

Ayırtmak: Farklı olanı ayırmak, ayrım yapmak

Ayla: Ayın çevresindeki ışık halesi

Aymaz: Başına buyruk, vurdumduymaz. Utanmaz, edepsiz

Ayrı: Farklı, değişik, başka

Ayrık: Ayrılmış, başkalarına benzemeyen. Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığı yer

Ayrık otu: Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan, otsu yabani bitki. Ayrık kökü

Azgın: Zaptedilemesi zor, sınırı aşmış, tahrik olmuş

Azıg / Azık: Yol yiyeceği, erzak

Azizbeğlü: Kençekler’in ulu yörük taifesindeki ata cemaatlerinden birisinin adı

Ayoluğu: Gencek’te Ay ışığının yansımasıyla tanınmış bir yer ve çeşme adı

Bacı: Kız kardeş

Badılcan: Patlıcan

Bağır: Göğüs, sine, ciğer. Bayır,, yamaç.

Bahça: Bahçe, küçük bağ

Bakı: Devamlı. Besleme. Güneş ışınlarına göre dağın yamacının konumu

Bala: Yukarı, yüksek, yüce. Çocuk

Balat: Derebucak yakınında mağara ve yeraltı sukaynakları bulunan Hitit döneminden kalma eski bir yerleşim yeri

Balkır: Yağmur arasında çıkan güneş

Ballıcak: Gencek’te bir yer adı

Banzı: Bağ bozulduktan sonra asmaların üzerinde kalan üzüm kalıntıları, neferneme

Barabar: Beraber

Barış: Sükunet, sulh

Barmak / barmah: Parmak

Barmahlıh: Parmaklık

Basar: İleriyi görme yetisi, algılama

Basara: Bitki, bostan, meyve ağaçları ve bağlara zarar veren bir hastalık, külleme

Basgın: Ani yapılan saldırı. Basık, yaygın genişlemiş

Başak: Buğday başı. Ok ucu. Sümbül çiçeği

Başbağı: Öküzlere bağlanan, kalın ip ve ardıçtan kesilmiş kısa ağaç parçası. Düğünde geline elbise giydirilirken alınan bahşiş

Başbuğ: Ordu komutanı

Başdaş: Denk, akran

Başnak: Baaşında tolgası, zırhı olmayan er

Badılcan / batlıcan: Patlıcan

Batma: Hayvanların saman, ot vb. yiyeceklerinin konulduğu ağaç oluk

Batman: Çok büyük, ahşap kepçe

Bayıroluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Bayraktar: Düğünde bayrağı taşımaklı görevli kimse

Bedavra tahta: Çam ağacının tahtaları

Beğirmek: Bağırmak, kuvvetli ve yüksek ses çıkarmak

Bel: Gencek’te bir yer adı

Bel Dağı: Gencek’te Beyşehir yönünde bir yer ve dağ adı

Belemek: Bebeği beşiğe veya kundağına sarmak

Belen: Dağın üst yamacı

Belermek: Bir yere dikkatli ve kötü bakmak

Belin Başı: Gencek’te bir yer adı

Belkenti: Eğimden dolayı duvar ile ayrılmış ve teraslandırılmış arazi parçalarından her biri

Bellik: İşaret, delil. Diğerlerinden ayırt etmeye yarayan işaret

Bertimek: Sakatlanan eklem yerinin tekrar burkulması

Bestembil: Gencek’te bir yer adı

Beşdaş: Beş küçük taşla oynanan oyun

Beşgardaş: Gencek’te bir yer adı. Gencek Huğlu yolu üzerinde aynı kökten çıkmış beş büyük dalı olan koruma altına alınmış bir karaçam ağacı

Bıçgı: İki saplı büyük testere

Bıçgı biçmek: İki başlı büyük testere ile ağaç kesmek

Bıdırdamak: Konuşup durmak

Bıngıldak: Bebeklerin, başlarının ön üst kısımlarındaki yumuşak kısım

Bicimcik: Çok az, az bir miktarda

Biçik: İneğin küçüğü

Bi dahı: Bir daha

Bilavelet: Çocuğu olmayan

Bilig: Bilgi, akıl

Biris: Birsel, hareketli, canlı

Birisel: Gencek’te bir sülale ismi. Birikler

Bişik: Issılık, issilik

Bişirgeç / Çevürgeç: Hamurdan eylenip hazırlanan yufka ekmeği saç üzerine koymaya ve çevirerek pişirmeye yarayan, düz, ince ve uzunca ağaç alet

Bitlel: Gencek’te bir sülale ismi. Bitliler

Boba: Baba

Boduk: Büyümemiş ve kısa kalmış olan şeylere denir. Tabiî boydan kısa olan manasınadır. Ağaç kovuğu

Boduğel: Gencek’te bir sülale ismi. Boduklar

Boğ: Gelinlik kız ile damadın giyecek eşyalarının toplandığı bohça

Boğça: Bokça

Boğurtlak: Ekinin kelle verme zamanından önceki başağın açma zamanı

Borta: Evlerin ön girişlerindeki büyük kapı, iğne

Bosdan: Sebze türü bitkilerin ekilip yetiştirildiği arazi, bahçe

Boyunduruk: Çifte veya arabaya koşulan hayvanların boynuna takılan ve saban veya araba okuna bağlanan çerçeve

Bozulamak: Bağırmak, çağırmak

Boz armıt: Sert, susuz, aşıllanmamış yabani armut

Böcü: Böcek

Böğ / Böğü: Akrep

Böğemek: Suyun önüne set yapıp biriktirmek

Böğet: Gölleşmiş su birikintisi, suyun önüne set yaparak oluşturulmuş su birikintisi

Böğün: Bu gün

Böğrülce: Fasulye

Bördemek: İnsanın şahsiyetini, gururunu incitici veya aşağılayıcı davranışlar yapmak

Börkmek: Kavurmak

Böyük / Beyik : Büyük

Böyütmek / Beyitmek: Büyütmek, yetiştirmek

Buharı: Ocaklık ya da sobadan çıkan dumanı dışarı atan, çatı üstüne yapılan baca

Buğdey: Buğday

Bulak: Kaynak pınarı

Bulamaç: Un pekmez ve şekerden yapılan bir tatlı çeşidi

Buldunı: İçerisine yaş ya da kuru üzüm koyulan hoşmerim

Bunalmak : Sıkıntı, sıkılmak, daralmak

Burma: Genellikle haziran ayı sonlarında, biçilerek yaşken burulan ve kurutulan hayvan yemi

Buturak: Daha çok tarlalarda biten, gövdesi üzerinde küçük dikenlerle örülü ve buğday tanesinden biraz fazla büyüklükte çokça yumruları oluşan ve elbiselere, pantolon paçalarına takılan bir ot türü

Büğü: Büyü

Bük: Yamaç, sırt

Bülüç: Kuş yavrusu

Bürgü: Kadınların başını örttüğü, yer yer daltellerle süslenmiş beyaz renkli örtü, yazma

Bürnez: Bir evin toprak içine kazılmış temelleri

Büşincek: Üzüm salkımı

Callaklamak: İş yapmaktan vazgeçmek, işten yan çizmek

Canavar: Kurt

Cangar : Can kardeş, kan kardeş

Cangara: Can kardeş, kan kardeş, can kara

Cangarel: Gencek’te bir sülale ismi. Çongarlar.

Cascavlak: Çırıl çıplak, hiçbirşeysiz

Cel: Baş

Cengil: Yavaşça, hızlı, çabuk, hafif

Cengilel: Gencek’te bir sülale ismi.

Cavlak: Çıplak, zayıf, tüysüz, cansız.

Cıbıl: Çıplak, çulsuz, cılız, zayıf, yoksul

Cıbılel: Gencek’te bir sülale ismi. Cıbıllar

Cığa: Eskiden gelin götürülürken gelinin başına süs olarak takılan horoz vb. kuş tüyü

Cığındırak : Düz bir alana, yerden iki metre kadar yükseklikte ve sağlamca dikilen, bir ağaçla, onun tepesine değen kısmı oyularak oturtulan, 4-5 metre uzunlukta daha büyük başka bir ağaçtan meydana gelen, eskiden bayramlarda daha çok kızların iki uç kenarına karşılıklı olarak binip döndükleri eğlencelik bir ağaç oyuncak

Cılgısız: Aşırı ve cıvık hareketler yapan, şımarık

Cıngar: Gürültü, kavga, kargaşa, şamata

Cıngıbış: Kalabalık, dağınık bir halde ve bağırıp çağırarak oyun oynama

Cır cır oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Cırım: Küçük parça, ince kesilmiş bez, belli yer

Cırkla / Gığıla: Dağlarda yaşayan, kahverengiye benzer renkte ve avlanılan bir kuş.

Cırlavuk: Cırcır böceği, çok gürültü çıkaran yaz böceği

Cırmalamak: Tırmalamak

Cırmıklamak: Tırmaklamak

Cırt: Cırtık, yaramaz, arsız, soğuk vuran meyve. Ses ifade eden bir söz, gürültülü yellenme

Cırtel: Gencek’te bir sülale ismi. Çağırganlılar

Cıvlak: Çıplak

Cibinlik / cibindirik: Sineklik, sineğe karşı yapılan korunak

Cici mavık: Yaprakları yenen bir dağ bitkisi

Cimbar: Eskiden ağaçtan kurulu el dokuma tezgâhlarında kullanılan bir alet

Cingan Çivisi: Küçük çivi

Cözdürmek: Gezdirmek,

Çiş Etmek: Çiş ettirmek, abdest bozdurmak

Comak: Bir ucu topuz gibi yuvarlakça olan değnek

Cuk deliği: Karasabanın ok ile ökçesini birbirine bağlayan delik

Cula: Kargaya benzeyen, siyah renkli bir kuş

Culuk: Hindi

Cumba: Binanın yüzünde dışarıya doğru çıkıntı halinde yapılmış pencere

Çabıh: Çabuk

Çabıt: Eski bez parçası, paçavra

Çağar / çawar: Ateş yakmaya yarayan nesne

Çağlı / Çawlı: Ateş yakılan meyve kabukları, çalı çırpı, küçük çubuklar vs

Çağlıöğü: Gencek’te bir yer adı

Çağşak: Beyaz fasulye

Çağşatmak: Parçalamak, dağıtmak, eskitmek

Çaha: Çakmak

Çakal: Kurttan küçük bir yaban hayvanı. Kurnaz, yalancı, açıkgöz,  aşağılık, titiz, huysuz, ipsizgörgüsüz. Koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik. Havlayan ama ısırmayan köpek

Çakalel: Gencek’te bir sülale ismi

Çakal Eriği: Çok ekşi, sert, iri çekirdekli, nisan aylarında gül gibi beyaz çiçekler açan, dikenli  bir tür yaban eriği.

Çakış:Çakma işi

Çakışel: Gencek’te bir sülale ismi. Karamusalılar

Çal: Gencek’te bir yer adı

Çaltı: Çalılık, tarla sınırına dikilen dikenli çalı

Çangara: Gürültü, kavga

Çapa: Bahçe ve tarlada toprağı çevirmek için kullanılan, iki tarafı düz olan bahçıvan aleti

Çapıklı don: Öncek altına giyilen, paçaları büzgülü, diz altına kadar göynek kumaşı, paçalara kadar da enteri kumaşından dikilen kadın giysisi

Çaraş: Üzüm pekmezi yapmak için üzümlerin şırasının çıkarıldığı büyük oluk

Çardak: Küçükbaş hayvanların kışı geçirdiği, kapalı, geniş, yüksekliği düşük ağıl

Çarık: Ham deriden yapılan basit ayakkabı

Çark: Elle iplik bükmeye yarayan bir ağaç alet

Çat: İki dere veya iki yolun birleşimi, orta yer bel, iki tepe arası geçit,

Çatak:İki dağ yamacının kesişmesi ile oluşmuş dere yatağı. Yapışık. İki tepe arası geçit. dAğlarda su akıntılı yerler, derin dereler

Çatalgaklık: Gencek’te bir yer adı

Çatallaşmak: Zıtlaşmak

Çatlı: Bitişik, ekli, ulanmış

Çatmag: Gelmek, ulaşmak, varmak, birleştirmek, bulaşmak

Çayırlık: Gencek’te köyün ön tarafında bir yer adı

Çayırlık Deresi: Suyu ile Gencek Göleti’ni besleyen küçük bir dere

Çebiç: Erkek olan oğlak

Çecik: Kazan kulpu

Çeç: Harmanda samandan ayrılarak huni biçiminde yığılmış buğday tepeciği

Çelgi: Kenarları süsleme yapılmış bürgüye verilen ad

Çelpere: Çok sesli olarak ve fazla konuşan kişi

Çeki: Bir arazinin yaklaşık elli metre uzunluğunda ayrılan bölümleri. Tarla ekerken tarlanın boyuna doğru öküzün varıp döndüğü yer. Bebeklerde alından dolandırılarak başa sarılan bez

Çelce:

Çelen: Saçak, çatının üst kısımları

Çelme: Biri yürüken ayağının arasına ayak uzatmak

Çelme çelmek: Çelme atmak, yıkmaya çalışmak

Çemçilemek: Sahiplenmek düşüncesiyle bir iz veya işaret koymak

Çemkirmek: Yüze karşı ileri geri bağırıp çağırarak konuşmak, ağlayıp bağırmak

Çengek: Üzerine ekin veya ot yığılan, bir kağnının yükünü sıkılaştırıp sağlamlaştırmak için urgana takılarak kullanılan, iki çatal uçlu bir ağaç alet

Çengi: Masalda bir aracı olarak görülen ve çok konuşan bir kadın tipi. Müzik eşliğinde oynayan kadın

Çengil: Bakır kova, müzik eşliğinde oynayan kadın

Çentmek: Yontmak, kesip parçalamak

Çentilmiş: Yontulmuş, oyulmuş, keslip parçalanmış

Çerçici: Plastik leğen, mandal, tahta kaşık gibi ufak tefek eşyalar satan kişi

Çeşgel:Çanak, çömlek

Çetme: Kesilip parçalanmış odun. Bir çeşit yemek. Olmamış karpuz.

Çetmek: Odun kesmek

Çetmelel: Gencek’te bir sülale ismi

Çezek: Dokumacılıkta çivilerin çakıldığı yer

Çıbartmak: Morartmak

Çığırmak: Çağırmak

Çığrele: Çığır hele, çağırırı mısın, çağır hele

Çığıt: Kadının erkek çocuğuna hamileyken yüzüne vuran alalık

Çığrışmak: Bağrışmak

Çıkı / Çıkılamak: Küçük bohça / Bohçalamak

Çıkışmak: Yetmek, bir kimseye hoşa gitmeyen davranışından dolayı sert sözler söyleyip azarlamak

Çıkla: Katıksız, sade

Çıkne: Çifçilerin kullandığı sürgü aygıtı

Çılık: Oğlağı çağırmak için kullanılan bir söz, çık

Çınglamak: Çınlamak

Çıprık: Yaş söğüt dalından yapılma ince, uzun çubuk

Çıtak: Kavgacı, huzursuz,açıkgöz, kurnaz, kaba. Taş oyunu. Çobana dışardan katılan davar. İyi giyinmiş yakışıklı delikanlı

Çıtlık: Melengiç, çitlembik, sakız ağacının meyvesi, kenevir tohumu, kökünden sakız yapılan karakavuk otu ve bu ottan çıkarılan sakız, çalı süpürgesi

Çikin: Çirkin

Çilbir: Yuların ipine takılan demir halka

Çilemek: Yaşartmak, ıslatmak

Çili / Çalı, çırpı, Ormanlık yerlerde bulunan, kuru, küçük ve döküntü ağaç dalları

Çingan: Çingen, ses çıkaran

Çingil / Dıngıl: Üzüm salkımı

Çingir: Keskin ayaz

Çimke: Kıvılcım

Çimmek: Banyo yapmak

Çiriş: dağlarda kayalık yerlerde biten pırasaya benzer bir yenilebilen bir ot

Çirpimek: Sıçramak, bulaşmak

Çiş: Kadınlar çocuğu işetmek istediği zaman söyler

Çitil: Süt sağmada ve su, süt, yemek taşımada kullanılan bir çeşit kova.

Çitilemek: Çamaşırı iyice ovalamak.

Çizi: Bahçeye sebze ekerken, sebzelerin hizalı bir şekilde,  yan yana dizeli şekilde ekilmesiyle oluşturulmuş ekili alan. Sulama yapılmak için açılan küçük ve biraz uzunca oyukların her biri

Çoğlu / Çowlı: Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılan uzun saplı tutmaç süzgeci, kepçe

Çoğurganmak: Çok bulmak, çok görmek

Çomak: Asa, çomak

Çomçu: Ağaçtan yapılmış kaşık

Ço’ungar: Sol kol, can kara

Çongar: Can kardeş, sol kol, kan kardeş

Çontur: Pürüzlü, eğribüğrü, kambur. Öok oturan, tembel, çömez, acemi

Çonturel: Gencek’te bir sülale adı

Çor: Çoluk çocuk, cin, hastalık

Çotak / Çotaklamak: Deste, küme. Bir araya toplamak, destelemek

Çotura: Çamdan oyulan matara

Çöğdellemek: Topallayarak yürümek

Çöğre: Kayalık yerlerde yetişen, burçağa benzeyen ve yenilen yeşilimsi renkte meyvesi olan küçük bir ağaç türü ve meyvesine verilen isim

Çökertme: Pekmez kaynatılmak üzere hazırlanmış ve bir kenarı doldurulmuş meşe külü çalınan çıra

Çökük: Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş. Çukur

Çöküğel: Gencek’te bir sülale adı. Çukurlular

Çöldürüm: Büyüklü küçüklü çukurluklarla kaplı, geniş, ıssız ve kayalıklı dağ bölgesi

Çöllü: Kısa boylu

Çöm: Çömez, bir ustanın eğittiği, onun yolundan giden kimse

Çömlek Dağı: Gencek’in Seydişehir tarafında bir dağ adı

Çömelmek / Çömeşmek: Dizlerini kıvırıp topuklar üzerinde durmak, yarı oturmak

Çömmek: Dalmak, çimmek, çömelmek

Çöndür: İşemek

Çöntür: Çırak, kısa boylu, küçük ağızlı,  çok oturan, tembel, çömez

Çöreg: Ekmek

Çöte: Dirgene benzeyen, fakat daha kısa saplı ve dikenli ot biçmekte kullanılan bir ağaç alet

Çözdemek: Bilinmeyen bir şeyi bir kimseden sorarak anlamaya ve öğrenmeye çalışmak

Çözgü:Halı dokuma aleti

Çufralık : Eski el dokuma kumaşlarının yapıldığı ağaç tezgah

Çuhacı: Terzi

Çukurbağ: Gencek’te bir yer adı

Çul: Keçi veya koyun kılından örülmüş kaba dokuma halı veya kilim

Çulıman: Su birikintisi, içinden çıkılamayan iş

Çulluk: Kıldan yapılmış yaygı, kilim

Çum: İnsanın suya dalması

Çumçuluk: Sırıl sıklam

Çurfalık: Balık ağı

Çürüğün Yüzü: Gencek’te bir yer adı

Daban: Ayağın altı, taban, sürgü, tırmık, verimli toprak, değirmen taşı kirişi

Dabanel: Gencek’te bir sülale adı. Tabanlılar

Dağarcık: Yeni doğmuş kuzu  veya oğlak derisinin ateşte ütülüp, ayaklarının bağlanmasıı ile yapılmış azık torbası

Dağın Ardı: Gencek’te bir yer adı

Dak: Kağnının kolları

Dalcın-: Girişmek

Dalkılıç: Zırhsız, korumasız

Damak:Kapılara eskiden yapılan bir nevi ağaç kapı kolu. Ağız içinin üst kısmı

Dang: Dan diye ses verme,

Darı: Mısır

Daşapbel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar

Daçbaşel: Gencek’te bir sülale adı. Taşbaşlar

Daş erik: Sert, susuz, yabani erik

Daşosmanel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar

Daşbaşı: Saygısızca, edepsizce

Daylak: Tüysüz erkek deve

Davıl: Davul

Davşan: Tavşan

Davşancıl: Gencek’te bir yer adı

Deleme (peynir): Özü olmayan, maya çalınmış peynir

Delalel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler

Deliğannı: Delikanlı

Demir: Demir. Güçlü, kuvvetli, ser kimse

Dene: Tane

Deneli: Taneli

Densermek: Karşısındakine vuracakmış gibi el hareketleri yapmak

Depit / depik: Ortası oyulmuş genişçe ve uzun bir ağaçla; onun içine yerleşecek biçimde, birbirine değen, taban kısımları çarka benzer şekilde oyularak yapılan ve daha uzun başka bir ağaçtan meydana gelen, sıcak suyla ıslatılarak arasında yün tepmekte kullanılan ağaç tezgah. Tekme.

Dercimek: Dertleşmek

Derebağ: Gencek’in ön tarafında bir yer adı

Dereyüzü: Gencek’te bir yer adı

Deste: Onlarca şelevreden oluşan ve omuzda taşınabilecek miktarda buğday, arpa vs. Demeti

Destur: Ahşap evlerde iki hatıl arasında kalan kısım

Deşirme: Dilenmek

Deşirici: Dilenci, hırsız

Deve oluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Devlek: Def, tef. Bir kasnakla onun üzerine gerilmiş deriden meydana gelen musiki aleti

Devleğel: Gencek’te bir sülale adı

Deyesek / Değesek: Sevgi, gurbet, ayrılık gibi konularda değişik sebeplerle söylenilen ve genellikle kafiyeli söz dizileri

Dıkı / dıkıcık: Azıcık, birazcık

Dıkım: Yufka ekmekten tek lokma olacak şekilde koparılan parçanın, ortası oyuk şekilde elle hazırlanarak yemek yemeye müsait hale getirilmesiyle oluşan şekil, az

Dıncalmak: Karşı gelmek

Dınırganmak: Dinlemek

Dibek taşı: İçinde tokmakla buğday, arpa vb. dövülen, ortası çukur, büyük taş

Diğnemek: Dinlemek

Diğren / Dirgen: Ekin tarlasında, harmanda, kağnıya veya arabaya ekin, ot atmada kullanılan, ağaçtam yahut demirden yapılan, 3-4 parmaklıklı ve uzun saplı tarım aleti. Daha eski zamanlarda dirgen ağaçtan yapılır idi. Ağacın genç olanı ısıtılarak istenilen şekle dönüştürülürdü. Parmaklar istenilen yöne eğilir, bükülür, şekillenirdi. Ağaç dirgenden sonra parmakları daha fazla olan demir dirgenler de yapıldı. Dirgenler; ot toplamak, deste yapmak, sap saçmak için kullanılır

Dil: Kilidi açmak için kullanılan araç, anahtar, açar, açkı

Dilki: Tilki. Değirmen taşının üzerinde döndiği ağaç

Dilkalel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler

Dillemek: Kapıyı kilit dilini indirerek kilitlemek

Dimdik: Gaga

Dinelmek: Gergin bir vaziyette ayakta dikilmek

Direğel: Gencek’te bir sülale adı.

Dişehli: Kadın, hanım

Dişenmek: Tavır değiştirmek, kaşınmak

Dişlen: Seyrek ve büyük dişli adam

Dokuz Kuyular: Gencek’te bir yer adı

Dolak: keçi kılından, tezgâhlarda dokunan, 20-25 cm. eninde, 1-1,5 m. Boyunda olan, ayağa sarıldıktan sonra üstüne çarık giyilen nesne

Dolpumak: Yemeğe katılan malzemeleri karıştırmak

Don: Elbise, kadın elbisesi

Doru: Ladin, çam vb. ağaçların uç kısımları

Dorum / Köşek: Deve yavrusu

Döndürme: Un, yağ, yumurta ve pekmezden yapılan bir yiyecek

Dönek: Girdap, suyun daire çizerek, döndüğü yer. Fikrinden sürekli dönen, sözünde durmayan, kaypak, caygın kimse

Dönelik: Gencek’te bir yer adı

Döş: Göğüs, göğüsün ön ve üst kısmı

Dudu: Kadın, hanım

Dumağı: Nezle ve öksürük

Dutanel: Gencek’te bir sülale adı.

Duz: Tuz

Düğdü: Balta, keser, çekiş gibi aletlerin bir şeyi dövmeye ve ezmeye yarayan tarafı

Düğe: Ergenleşmemiş dişi inek

Düğer ağacı: Bir damın dört köşesinden uzatılarak uçları tepede birleşen ve evin tavan çatısını meydana getiren uzun ağaçlara verilen isim

Dünek: Tünek, tavukların tünediği kümes, kuş yuvası

Dü(g)nürcü: Dünür. Evlenecek olan veya evlenen çiftlerin aileleri

Dünüşge: Sülüklü pancar denilen sebze

Dürmeç: Elde yemek üzere yufka ekmeğin tomar şeklinde sarılmış hali

Düvel: Ahşap evlerde ana yükü çeken ağaç

Düven/ Düğen: Harmanda tahıl gövdelerini saman haline getirmekte, öküz veya atla kullanılan, genişçe ve alt tabanı çakmak taşıyla dizeli olan bir tahta araç

Ebembük: Sarı hindiba

Ebişmek: Çocuğu veya başka bir nesneyi sırtına bir ip veya kolan yardımıyla yüklenmek

Edik: Gönden dikilen ayağa giyilen, çizme biçiminde, telden geçirmeli çeprez denilen ayakkabı

Eğef: Makara gibi kullanılan daire biçimli bir alet

Eğleşmek: Birbirine uyup durmak; bir şeyi ayakla çlğnemekte birblrine yardım etmek

Eğrel: Gencek’te bir sülale adı. Eğriler

Eğrilce: Kuruduğunca insanları kaşındırıp rahatsız eden saçak köklü bir ot. Hayvanlara dadanan eğri belli, boz renkli sığır sineği, büvelek. Sarı renkli cılız bir kuş

Eğrik: İp yapmak üzere yün veya kılı bükmede (eğirmede) kullanılan bir ağaç alet

Eğrik eğirmek: Eğrik yardımıyla yün ve kıldan ip elde etmek

Eğren: Kızılcık, su kenarlarında yetişen, kuşburnuna benzeyen, kırmızı renkli mayhoş meyve

Eğrilce: Büyük baş hayvanları ısıran bir çeşit sinek

Eğrim: Girdap, düden, suyun toplanıp kaynayarak dönerek aktığı yer

Eğleşmek: Oyalanmak

Eğsi / eğseleç: Ateşin sönmemesi için karıştırmaya yarayan ucu yanmış değnek

Ehdimal: İhtimal

Ekin: Tarlaya ekilmiş tahıl

Elbatmaz: Gencek’te bir yer adı

Elek: Tane halindeki tahılı yabancı maddelerden ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak için kullanılan, tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş, gözenekli tel, kıl, bez vb.nden oluşan araç

Eletmek: Götürmek, iletmek

Elleğem: Galiba, herhalde, sanırım, Allah bilir, Allahu alem

Ellik: Ekin biçerken bir elin parmaklarına takılan ve şimşir ağacından yapılan, uzun parmak şeklinde bir alet

Elver: Tahtalık olarak kesilmiş kalın ağaç

Em: İlaç

Embil / Embel: Hayvanları sürmek için öğendirnin (uzun ya da kısa bir değnek) ucuna geçirilen başsız çivi, nodul

Embilel: Gencek’te bulunan bir sülale ismi

Emdiğel: Gencek’te bir sülale adı

Embel: İnce, uzun bir değnek olan öğendirenin bir ucuna takılan çivi

Embilel: Gencek’te bir sülale adı

Emmi: Amca

En: Hayvanların, hangi aileye ait olduklarını gösteren, kulak yumuşağındaki özel işaretler

Endik: Şaşkın

Enemek: Enemek, kulaktan bir parçasını keserek imlemek

Eneği kemiği: Kaburga kemiği

Engef: Fazla acıkmak neticesinde ortaya çıkan halsizlik ve zayıf düşme hali

Enimek: Baygın ve cansız hale gelmek

Enemek: İğdiş etmek. Hayvanlara işaret koymak amacıyle kulaklarını kesmek ya da boynuzunu kertmek. Tohum elde etmek için pancar, turp vb. bitkilerin tohumlarını kök bölümünden keserek yumru gövdesini toprağa yeniden dikmek

Eniz: Buğday, arpa gibi tahılların biçildikten sonraki tarlada kalan kökleri

Enük: Enik. Aslan, kurt, köpek, sırtlan yavrusu

Enteri: Üç etekli, saten, desenli kumaştan dikilen, kadın giysisi

Entig: Şaşkın

Er: Erkek, adam, er

Erbişim: İbrişim. Bükülmüş ipek ipliği, ipek

Erdem: Fazilet, terbiye, hüzer, edep

Eriklibucak: Gencek’te bir yer adı

Erikoluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Erinen: Eringen, bekar

Erkan: Direk, sütun

Ermil: Kağnı tekerleğinin göbeğine konan dingilin geçtiği küçük demir boru.

Ermilit: Gencek Derebucak arasında tarım arazilerinden oluşan bir yer adı

Erten: Sabah güneşin doğduğu zaman, gün

Esbep / asbap: Gelin olacak kıza gelinlik olarak hazırlanan giyim eşyaları, elbise

Esen / Esenlik: Sağ salim, sağlık sıhhat

Esger: Asker

Eshab: Sahip, sahipler

Esin: Gönül

Esirgemek: Acımak, korumak

Esne gecesi: Pazarı pazartesiye bağlayan gece

Eşgıya: Eşkıya

Eşidmeg: Duymak

Eşme: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymak, süt kaymağı. Yeraltındaki suların yer yüzüne kendiliğinden çıktığı yer, göze, pınar, bulak. Yerden kaynayarak çıkan su

Eşmeli: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymaklı

Eşitmek: İşitmek, duymak

Eşşek / eşyek: Eşek

Etlenmek: Şişmanlamak, etlenmek

Evermek: Evlendirmek, aile kurmasını sağlamak

Evmek: Hızlı olmak, acele etmek, elini çabuk tutmak

Evişdirmek: Kavuşturmak, birbirine değdirmek

Evlek: Bir dönüm arazinin dörtte biri. Bir tarla sürülürken, yaklaşık 4-6 öğendire eninde, kara saban yahut pulluk çizisi ile kesilerek dikdörtgen biçiminde ayrılan her bir bölüme denir

Evram: Güzün sararıp yeşermeyen, buzağının otlatıldığı çayır

Evtüklemek / Evtüklenmek: Oyalanmak, beklemek, meşgul olmak

Eydi: Birşey anlatırken, anlatılanın dinlendiğinden emin olma amaçlı kullanılan bir çeşit bağlaç

Eylemek:  Yapmak, etmek

Eyleşmeg: Oyalanmak

Eyme: Eğilip duvara yaslanan çalı, kavak, toprak damlı evlerin üzerinde kullanılan yuvarlak taş

Eymeli: Utangaç

Eynel: Ekin biçme alanı

Eyren / eyran: Ayran

Eyseri: Demir kazık

Ezelgiç: Koşum halkasından ve boyunduruktan, karasabanın çıkıp sıyrılmasını engelleyen ve halkanın dışından, sabanın çekeceğindeki deliklere geçirilen meşe ağacından yapılan, kısa, sağlam, ahşap, kalın saplama

Ezeldaşı: Gencek’te bir yer adı

Ezen: Ezan

Ezze: Ölüm, cenaze

Fagretmek: Gurur duymak, iftihar etmek, övünmek

Fakır: Fakir

Falak: Ayı yavrusu

Fasil: Hem insanın hem de hayvanın yiyebileceği yiyecek

Felek süpürgesi: Kürk ağacının genç sürgünlerinden, demet haline getirilerek sıkıştırılan, sap takılan; ahır ya da harman süpürmeye yarayan alet

Felfes: Eğreti iş yapan

Felk: Geniş ağızlı, uzun saplı, ekin, ot biçmeye yarayan ve ayakta sallanabilen tarım aleti, tırpan

Fenez: İnce bez

Fındığel: Gencek’te bir sülale adı. Budaklılar

Fikirleşmek: Düşünmek, danışmak

Fing: Hayvan yemi

Fitire: Ekinlerin yeni yeşermiş hali

Gabahatlı: Suçlu

Gabag: Kabak

Gabık: Kabuk

Gabış keçi: Boynuzu olmayan keçi

Gadısarık: Yabani, yenilebilen bir ot türü

Gafleten: Ansızın

Gağnı: Kağnı

Gakılı: Bir sürü, çok

Gaklık: Bazı taşların üzerinde bulunan ve kar, yağmur sularının toplanmasına müsait oyuk veya çukurluklar

Gaklık: Gencek’te bir yer adı

Galesiz: Kaygısız

Gancak: Kan özü, gan kardeş, kan birlikteği

Ganıkdırmak: Kana kana doyurmak

Ganırtmak: Bir şeyi sökmek veya kaldırmak için, destekli şekilde zorlamak

Ganlı Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu adı

Gannık: Kalınca olan, köklerinin kabuğu kaldırılınca kök özünden kırmızı renk boya çıkan bir ot

Gaplanbaga: Kaplumbağa

Garacel: Gencek’te bir sülale ismi. Karacalar

Garagasbennek: Göz göre göre

Garagavuk: Yaprakları biraz acımsı ve yenen bir bitki

Garagaklık: Gencek’te bir yer adı

Garagasık: Gencek Derebucak arasındaki derin vadi, boğaz

Garagasık İni: Gencek garagasıkda bir in

Garageven: Bir çeşit bitki

Garagızel: Gencek’te bir sülale ismi.

Garamık: Dikenli, sarı çiçekli bir çal türü.Taze kökü, kabuğu, yaprakları ve meyvesi şifalıdır. Kabuk ve taze kökler sonbaharda, yaprakları mayısta, meyveleri eylülde toplanır

Garanaya: Rastgele, tesadüfen

Garannık: Karanlık

Garatoyuk Muyarı: Gencek Gökbel tarafında bir pınar, çeşme

Garı / harı: Karı, kadın

Garının Oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Garışdırmag: Karıştırmak

Garin / Karin: Gencek’te yaylak bir yer adı

Garlık: Kışın içine kar depolanan ve yazın gerektiğinde kullanılan dağ oyukları

Gartlan: Kayalık dağlarda bulunan derin çukur veya mağaralar

Gasalmak: Övünmek, övgüyle konuşmak veya hareket etmek

Gasnak: Bir çeşit elek

Gaşşık: Kaşık

Gaşşığınan: Kaşıkla

Gatıran / Gatran: Sedir ağacı

Gatıg: katı, sert, sağlam, azık içeriği

Gatrang: Katran. Petrol, odun, kömür gibi karbonca zengin malzemelerin damıtılması sonucu elde edilen, sıvı yağ kıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu, suda erimeyen yapışkan, sıvı bir madde

Gatranglı Belen: Gencek’te ladin ağaçlarının bulunduğu bir yer adı

Gatranoluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Gav: Bazı ağaçların kabuğunda yetişen, asalak kavmantarından elde edilen, hafif, çabuk tutuşur madde

Gavete: Domates

Gavır: Gavur

Gavırga: Ateşte kavrulmuş buğday ve nohut

Gavırma: Kavurma

Gavur Galesi: Gencek’te yüksek bir yer adı

Gaya Muyar: Gencek’te bir yer ve pınar adı

Gayıl: Gail, razı

Gayırmag: Ayrımcılık etmek, kayırmak

Gayıtmag: Dönmek

Gaynana: Eşinin annesi

Gaynata: Eşinin babası

Gaypışda: Eğim, meyil

Gayrak: Kırmızımtırak Verimsiz  kumlu toprak toprak

Gaysi: Kayısı

Gaytarmag: İşten kaçmak

Gazel: Dökülmüş, kurumuş ekin veya yaprak

Gedik: Bir düzey üstündeki yıkık, çatlak veya aralık, rahne. Dağ geçidi. Boşluk, eksiklik. Güçlük, güç durum. Yarma saldırısında düşman mevzilerinde açılan yer. Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz. Eksik dişli. Bahçe, bağ kapısı. Bahçe ya da tarlalara hayvanların geçmemesi için yapılan engeller, çit. Çocuk ayakkabısı, patik

Gedik Mehlesi: Gencek Gedik Mahallesi

Gelin Kaya: Gencek Dağı ile Gencek arasında meşhur bir kaya

Gence: Taze, yavru, genişleyen, gelişen

Gencek: Gen özü, gen örneği / Gan özü,  gan örneği, kan birliği

Gencek-i Bala: Gencek Yukarı Mahalle eski adı

Gencek-i Süfla: Gencek Aşağı Mahalle eski adı

Gencek Dağı: Eteğinde Gencek yerleşim yeri olan, ladin ve karaçam ağaçlarının sık bulunduğu, ismin Gencekler’den alan dağ

Geng: Ekilmemiş tarla

Genlik: Genişlik, sağlık, şifa, mutluluk

Ger / Gerce: Beyaz ve siyah karışımı bir renk ve keçiler için kullanılan bir sıfat

Gerdeme: Bazı sulak yerlerde yetişen, yayvan ve biraz acı yapraklı ve yenilen bir ot. Gencek’te bir yer adı

Geri: Tahıl, saman, sebze, meyve taşımak için kağnıya yerleştirilen ve sağlam dokunmuş iki büyük çulun birleştirilmesiyle meydana getirilen bir çeşit kağnı kasası

Geven: Ormanlık yerlerde yetişen, kök kısmı kazılarak hayvanlara yedirilen bir çeşit dikenli bitki

Gevreğen: Dağlarda yetişen ve kaynatılarak çayı yapılan bir bitki, adaçayı

Gevretmek: Ateşin üzerinde ısıtıp çıtır çıtır bırakmak

Gezinmek: Boş boş gezmek

Gıbıtmak: Koşmak

Gıcı Gıcı: Koyun, köpek vb hayvanları çağırma ünlemi. Kökü yaralara iyi gelen, tüylü ve büyük yapraklı, yenilebilen, gelinciğe benzer bir çeşit semizotu

Gıcıgıcel: Gencek’te bir sülale ismi

Gılınç: Kılınç, iş

Gındımlanmak: İsteksiz ve yavaş yemek

Gındıra: Dere kenarlarında yetişen, enli ve uzun yapraklı bir çayır

Gıran: Öldürücü salgın hastalık. Ahlaksız terbiyesiz çocuk. Kenar, kıyı, çevre, karşı taraf, tepe, dağ sırtı

Gırangaya: Gencek’te kayalık bir yer adı

Gıransücük: Serçe büyüklüğünde ve boyun kısmı biraz daha renkli bir kuş

Gırçıl: Dağda taşlık yerlerde yetişen buğday benzeri  küçük taneli bir bitki

Gırçılel: Gencek’te bir sülale adı

Gırgaş: Kırgız, kırkkız, kırklı, kırklar

Gırdağ: Gencek’te bir dağlık yer adı

Gırgaşel: Gencek’te bir sülale adı. Kırkızlar

Gırgaşın Boğaz: Gencek’te bir yer adı

Gırıntı: Ufak tefek, meyve, çerez

Gırışmah: Öküz, boğa, keçi vs dövüşmesi, kafa kafaya vuruşması.Kırışmak. Başını dikerek gösteriş yapmak, kasılmak, kendini beğendirme çabasında olmak

Gırıtmak: Pişmiş kelle gibi gülmek

Gırklık: Koyun yünü veya keçi kılını kesmekte kullanılan büyük bir makas

Gırtdınlanmak: Bir işle meşgul olmak

Gışgırmag: Bağırmak

Gışgırtmag: Kışkırtmak

Gıymat: Kıymet

Gızhasanel: Gencek’te bir sülale adı

Gızılca ğayrak: Dağlarda ve tarlalarda yetişen, kırmızı-pembe renklerde çiçekler açan bir bitki

Gızınmak: Isınmak

Gicişmek: Kaşınmak

Gildirel: Gencek’te bir sülale adı

Gilli: Ardıç ağacının siyah, boncuk büyüklüğündeki meyvesi

Gilik: Kuru fasulye tanesi

Gillik: Keçi, koyun gibi hayvanların pisliği

Giliç: Dolu taneleri

Gine: Yine, tekrar

Gocacık: Semerin arka üst kısmında bulunan ve ip takmaya yarayan demir ve ağaç kancalar

Gocagele / gocagaler: Kertenkeleye benzer ama ondan daha büyük olan bir sürüngen

Gocaosmanel: Gencek’te bir sülale adı

Goca Muyar: Gencek’in orta kesiminde, köyün tarihiyle eş tarihli pınar

Goca Şam: Gencek’te bir yer ve ağaç adı

Goğuk / Goyuk: Oyuk, boşluk

Golan: Kıl veya yünden ipten yapılan, değişik renk ve desenlerde dokunan, ince, uzun ve yük sarıp taşımakta kullanılan bir çeşit ip

Golustur: İki kişi ile kullanılabilen, geniş, kalın, büyük testere

Gonur: Sarı rengin kırmızıya kaçan bir tonu.(Büyükbaş hayvanlarda görülür)

Gonşu: Komşu

Gor: Mezar

Gosdak: Zarif, kibar, güzel, biçimli, çalımlı

Goyak: Dağ başındaki çukurlara verilen ad

Goyvermek: Bırakmak, aşağı koymak

Goz: Ceviz

Gozdibi Mehlesi: Gencek’te bir mahalle ismi

Göbek: Bahar mevsiminde, ormanda karın eridiği yerlerde ve genellikle ağaç diplerinde çıkan, huni şeklinde, kahverengi ile siyaha yakın renkte ve yenilen bir tür mantar. Kuzu göbeği

Göbek Ocağı: Gencek’te bir yer adı

Göbürge: Ormandaki ağaç diplerine dökülüp çürüyerek bir çeşit gübre veya toprak haline gelen yaprak birikintileri

Göcek: Eski yapı evlerin duvarlarına 1m. yükseklikte ve aralıklarla duvar boyunca yerleştirilen tahtaların üzerine ters istikamette ve aralıklı olarak dizilen, düzgün yapılı ağaç dalları

Göcen: Tavşan yavrusu

Göğercin: Güvercin

Gökbel: Gencek’te bir yer ve dağ adı

Gökbel Sarınçöğü: Gfencek’te eski bir yerleşim yerinin adı

Gök görmedik: Sonradan görme

Göklen: Gökle alakalı

Gökmen: Mavi gözlü. Kül renkli hayvan. Sarışın kimse

Gökmenel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler

Göktepe: Gencek’te bağların bulunduğu bir yer adı

Gölenmek: Vücudun tamamı ıslanana kadar suya girmek, başkasının malına konarak zengin olmak, faydalanmak

Gölemez: Buğday ile arpanın karıştırılmış hali

Gölet: Gencek’in güney yönündeki baraj

Gömböğet: Gencek seki bölgesinde dere içerisinde oluşmuş doğal havuz

Göplü: Köprü

Görpe: Marttan zonra doğmuş hayvan

Görüm: bakış, nazar, gözlem. Düş, rüya

Gövelek: Çam, ladin ve armut ağaçlarında asalak olarak yetişen ve hayvanlara yedirilen bir bitki.  İlkbaharda görülen, arıya benzeyen, sarımtrak renkte ve büyükbaş hayvanları rahatsız eden bir böcek türü

Göynek: Kaput bezinden yapılan bir çeşit kollu atlet

Göynümek: Yanmak

Gözel: Güzel

Gözelel: Gencek’te bir sülale adı. Gözeller

Gözetkaya: Gencek’te kayalık bir yer adı

Gözgü: Ayna, güzgü

Gudurmak: Kudurmak, azmak, hasetten çatlamak

Gula: Kırmızı ile kahverengi arasında bir renk, genellikle keçilere sıfat olarak kullanılan bir renk

Gulag: Kulak

Gullap: Kapılara takılan halka

Gulun: Yeni doğan tay

Gumbul: Pilastik bidon

Gumbulel: Gencek’te bir sülale adı. Kum Beyliler

Gundak / Kundak: Yeni doğmuş çocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez. Sıkı sıkıya sarılmış şey. Tüfeğin namlu yatağı

Gundu: Bir çuval ismi

Gunnamak: Eşek ve atın yavrulaması, doğurmak

Gumpir: Patates

Gupa: Bardak

Gupey: Av köpeği

Guracan: Kuracaksın

Gurdalamak: Karıştırmak

Gurna: Ağzı, boru şeklinde, sürekli su akıtan, çeşme musluğu

Gurla: Katıksız sade ekmek

Gutmu: İpekten dokuma ve kadınların süslü giyim eşyası yapmakta kullandıkları bir çeşit kumaş

Guzgun: Bazı karga türlerine ve karakargaya verilen ad

Guzulamak: Koyun veya keçinin yavrulaması

Guzuluk: Küçük kuzuların kapatıldığı yer

Guzuluk Dağı: Küçük kuzuların kapatıldığı kuzuluğun bulunduğu dağ

Güçcüg: Küçük

Güçcüğkene: Küçükken

Güğüm: Uzunca boylu, geniş gövdeli kulplu su kabı

Gülbü: Testi

Güllel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler

Güncek: Gün özü

Güneyik: İlkbaharda yetişen, mavi çiçekler açan bir ot

Günaşşıh: Ay çiçeği

Günnük: Ay çiçeği

Güpleğe: Kazma, çapa gibi aletlerin saplık takılan, delik bölümü

Güssün: Gülsüm

Güyeği: Damat

Güz : Sonbahar, hazan, güz

Güzün: Sonbaharda, güzde

Haba: Yün ve kıldan dokunmuş kollu, kalın kıyafet

Hacıbakel: Gencek’te bir sülale adı

Hacıvelel: Gencek’te bir sülale adı

Haf: Kuruntu

Haf Sezmek: Birşey sezmek

Haddalmak: Vazgeçmek

Halbuysa: Hâlbuki

Halda: Halde

Halek olmak: Helak olmak, yok olmak

Halitefendel: Gencek’te bir sülale adı

Halidin Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu / sarnıç adı

Hallel: Gencek’te bir sülale adı. Haliller

Hamzel: Gencek’te bir sülale adı

Hana:  Ana

Haney: Evlerde odaların dışında kalan salon veya koridor

Hamır: Hamur

Hamıt: Atın göğsüne takılan ve boyunduruk vazifesi gören ağaçtan yapılmış bir koşum aleti

Hangı: Hangi

Han: Kan, hükümdar, baba

Hangsız: Kangsız, babasız

Han Öğü: Gencek’te bir yer adı

Hapaz: Avuç, avuç içi

Hapazlamak: Avuç içi / Avuçlamak

Haranı: Kazanın küçüğü

Harım: Köyün içinde veya kenar kısımlarında bulunan geniş ve çayırlıklı arazi, harman yeri, tarla

Harımak: İhtiyarlamak

Harman Beleni: Gencek Dağı eteklerinde bir yer adı

Harman Yeri: Gencek’te harman ve patoa verme işlerinin yapıldığı bir yer adı

Hartama: Kiremit icat edilmeden önce, çatı örtüsü yerine kullanılan, ince, yarma,kaplamalık tahta

Hasan Daşı: Gencek’te bir yer adı

Hata. Ata, ced

Hatap : Dayanıklılığı sağlamak için deve semerlerinin iki yanına konulan ağaç parçaları, koyun ve keçilere takılan küçük çan

Hatçe: Hatice

Hatem: Ar. Mühür, yüzük, cömert. Son, en sonuncu

Hatemel: Gencek’te bir sülale adı. Hatemler

Hatıbel: Gencek’te bir sülale adı. Hatıplar

Hatma / Hapba: Fatma

Hatmana: Fatmana

Hatıl: Ahşap evlerde, dış cephede yatay olarak konan ağaçlar

Hatıp: Konuşmacı, hatip

Hattatel: Gencek’te bir sülale ismi. Hattatlar

Havakgınmak: Açık bırakılan bir yaranın hava alıp sulanarak kötüleşmesi

Haveyi: Havayı. Ölçü birimi

Havıt: Deve semeri

Haykırık: Kavga, dövüş

Havlıcan: Bir ot türü

Havlılanmak: Halka yaparak çevrelemek, halkalanmak

Hayta: Başıboş, bir baltaya sap olamamış, serseri. Karı, eş, aile. Duygusuz. Hayvan besleyen kimse.Zorba, asi, şaki.

Haytel: Gencek’te bir sülale ismi. Haytalar

Hazaar: Ha zahir, öyle ya, belki

Hazele: Güz mevsiminde gazel olmuş toprak

Hebil: Küçük yapılı madeni bıçak

Heç: Hiç

Heçsinmek: Mühimsemek

Helke: Su veya sıvı madde taşımaya yarayan, demir saplı, kalaylı bakır kap

Helik: Küçük taş parçalarına verilen isim

Hemeşe: Sanki

Hemişe: Hep, her zaman

Herden: Bazen

Herif: Adam, ulen herif!

Heybe / heğbe: Kıl veya yün ipten dokunmuş, iki gözlü, yük taşıma eşyası

Heyre: Un ve et suyunun (varsa) karıştırılıp ateşte on dakika pişirilmesi ve daha sonra süt ve yumurta sarısıyla terbiye edilmesi yoluyla yapılan çorba

Hıbıd: Hızır, hızır gibi

Hıbıdın Pınarı: Gencek’te Hızır çeşmesi manasına gelen bir yer ve çeşme adı

Hıdır: Hızır

Hıllangaç: Salıncak

Hımbıl: Tembel, uyuşuk

Hısta / hıssa: Hisse, pay

Hızar: Kereste biçmekte kullanılan büyük bıçkı

Hızmatçı: Hizmetçi

Hilim: Hile, oyun, tuzak

Hollamak: Gevşemek

Holluk: Tavuk kümesi, folluk

Holus: Kalburdan biraz daha büyük yapılı ve tahıl elemekte kullanılan bir harman aleti

Horaz / Horuz: Horoz

Hoşaf: Dilimlenmiş yaş veya kuru meyvelerin şekerli suyla kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlı, içecek

Hotah: Yuvarlak, yassı taşlarla oynanan bir çocuk oyunu

Hödük: Görgüsüz, kaba, anlayışı kıt. Korkak. Ürkek, çekingen. Uyuşuk, beceriksiz kimse. Acemi, toy. Kısa boylu, göbekli kimse. Aceleci (kimse). Şüpheli. Kabadayı (kimse). Tuhaf, acayip şey

Hökele: Ukala

Hökm: Hüküm

Hömürdemek: Öfkelenmek, hiddetlenmek, kabadayılık taslamak, birine kızarak saldırıya başlamak

Hörükcük: Kuyruk

Hörümcek: Örümcek

Hurun: Fırın

Hüslük: Eşarptan daha büyükçe ve eskiden erkeklerin başa sarık yapmakta kullandıkları, turuncuya yakın renkte örtü

Hüsem: Hüseyin

Hüsel: Gencek’te bir sülale ismi.

Iğranmak: Kıpırdamak, hafif fakat sürekli hareket etmek

Iğradmak: Yerinden oynatmak

Ik: Soğuk sudan sonra çıkan hışkırık, hık

Ikdıza: Önemli, mühim

Iktü: Kadın kişi adı

Ildız: Yıldız

Ilgıdır: Dokuma yapmak için hazırlanan iplikleri düzgün olarak sarmaya yarayan çubuk şeklinde bir ağaç alet

Ilkı: Hayvan, koyun, keçi sürüsünün köyün yakınına getirilerek sütlerinin sağılması ve bu yere verilen ad

Ilkıcı: Keçilerden süt sağmaya giden kimseler

Ilkı yolu: Ilkıya giderken, süt sağmaya giderken kullanılan yol

Inı: İşte

Irahmetlig: Rahmetli

Irgalamak: İlgilendirmek, ırgalamak

Irlamak: Sallamak, sarsmak. Kendi kendine türkü şarkı söylemek

Irızg: Rızık

Irra: Utanç

Irz: Bir kimsenin başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti

Irzel: Gencek’te bir sülale ismi

Isdar: Kilim veya halı dokumaya yarayan ağaç tezgah

Issılık: Pişiklik

Işıglık: Pencere

Işımak: Aydınlanmak

Ivrık: İbrik

İbbişel: Gencek’te bir sülale ismi

İbdili: Önce

İçlik: İç don

İçerlemek: Alınmak

İf: Yok, kayıp

İdare Gandili: Az ışık veren küçük gaz lambası

İğ / Dingil: Kağnının tekerlerini birbirine bağlayan ve üzerine kağnının iskeletinin yerleştirildiği kalın çelik bağlantı

İğne urdu: İğne deliği

İlabada: Geniş yapraklı bir ot

İlan: Yılan

İlbiz: Sümüklü böcek

İleçber: Rençper, çiftçi, fakir

İledin: Ladin ağacı

İleğen: Legen

İlenmek: Beddua etmek, kötü dua

İlki: Kısa boylu, çalılık ağaçlar

İlme: Tarlayı sürerken sabanın takıldığı nesne

İlvan: Cilve, naz. Is, gösteriş, çalım, kibir

İkletmek: Çiğnetmek, ttekrarlatmak, bastırmak

İngin: Alçak, yükseğin zıddı

İni: Evli bir kadının, kocasının erkek kardeşleri için kullandığı isim

İndi: Şimdi

İma davarı: Geyik

İmalı: Büyük boynuzlu geyik. Üstü kapalı, örtülü laf.

İmalık Tepesi: Gencek’te büyük boynuzlu geyiklerin geldği bir tepe

İmir: Aydınlıkla karanlığın birbirine karışması, sis

İmir Harmanı: Gencek’te bir yer adı

İncebel: Gencek’te bir yer adı

İnöğü: Gencek’te bir yer adı

İntaap: İltihap

İpburnu / itburnu: Kuşburnu

İradyo: Radyo

İrampas: Kağnının taban kısmının ve iskeletinin ana yapısını meydana getiren uzun ve büyükçe iki ağaca verilen isim

İrast gelmek: Denk gelmek, rastlamak

Iraz / uraz: Mutlu, bahtiyar, kut, baht

İreze: Kilit çakmak için birbirine geçmeli olacak şekilde kapılara çakılan demir halka

İrim: Tarla veya bahçenin etrafını çalı türünden dikenli ve canlı ağaçlarla çevreleyerek yapılan çit

İrkilmek: Toparlanmak

İsbit: Kağnı tekerleğinin yuvarlak ağaç kısmını meydana getiren kavisli parçaların her birine verilen ad

İslel: Gencek’te bir sülale ismi

İsli: Islı. Abdan, mamur. İsi olan, islenmiş, is bulaşmış

İsti: Sıcak

İy: Koku

İylenmek: Kokmak

İşlemeg: Çalışmak

İşli ekmek: İçli ekmek. Saç böreği

İşlik: Gömlek

İvreğem: İbrahim

İvra: Rüya, düş

Kadaş/ Akadaş: Akraba, arkadaş

Kak: Meyve kurusu

Kakaç: Fazla zayıflık ve takatsizlik

Kakdırmak: İtelemek

Kakışık: Sesli ve karışık bir şekilde tartışmak

Kaklık:Kuyu ve ağaç ovuklarındaki su birikintisi, içine su biriken çukur

Kancak: Kan özü

Kangar: Orta Çağ Kazak,Özbek ve Karakalpak uluslarının parçası olan Kangly insanları için bir ortaçağ adıdır

Karaayşel: Gencek’te bir sülale ismi

Karabakı Harmanı: Gencek’te bir harman yeri ismi

Karahardaş / Karaghardaş: Kara kardeş, can kardeş

Karamık: Bir çeşit meyveli ağaç

Kav: Meşe ağaçlarında biten mantar çeşidi

Kavuz: İçecekteki çer, çöp. Havuz

Kaygış / Gaygış: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı

Kayış: Kuşak ve ip yerine kullanılan uzun ve dar kösele parçası

Kebe: Yün veya kıldan yapılan büyük ve kaba yapılı bir ceket

Keçe: Yünden tepilerek elde edilen; beyaz, sade ya da desenli, düz, geniş, kilime benzer sergi

Keferete yaramak: İşe yaramak

Kefin: Kefen

Keğli / kewli: Irmak ağzı

Kekeç: Kekeme, peltek. Çene. Kuru, katı. Ters

Kekecel: Gencek’te bir sülale ismi. Kekeçler

Keklik Suyu: Gencek’in girişinde küçük bir pınar

Kel: Saçı dökülen kimse. Küçük. Çıplak, örtüsüz, ağaçsız, otsuz. Meşe çalısı

Kelermek: Eskimek

Keles: Bir kertenkele türü, bir sincap türü. Kençekler’den bir oymak adı

Kelp: Köpek

Kelsu: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı

Kembere: Hayvan gübresi

Keme: fare

Ken: Kent, her yeri kaplamış kuşatmış, en kıymetli şey

Kence: Yaşça en küçük çocuk. Hazine, Tahıl Deposu

Kencebay: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kencekey: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kenceke: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kençe: Turuncu renkli bir bitki türü. Halı ve kilim dokumada kullanılan turuncu, gök, sarı ve beyaz renklerinden oluşan bir motif adı. Sarıya dönük turuncu rengi

Kençe: Küçük kent. Kağanın küçük kardeşinin ve atalarının yaşadığı şehir. İkinci ordugah şehir.

Kencek / Kençek: Gencek. Talas civarında yaşamış olan, iki dil bilen, kendilerine özgü şiveleri olan, birçok Oğuz boyunun birleşimi ile oluşan bir Türk bölüğü

Kençek Sengir: Gencek Dağı

Kençek Senir: Kençek Şehri

Kençeklenmek: Kençek kılığına girmek, Kençeklilere benzemek, Kençekleşmek

Keneş: Danışma, görüşme, düşünme, tedbir alma

Keneşmek: Karşılıklı danışmak, istişare etmek

Keneşsiz: Tedbirsiz, danışıksız

Kendir: Kenevir. Kenevirden yapılmış urgan. Urganın incesi, ip. Deriden, çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı, sofra örtüsü.

Kendirel: Gencek’te bir sülale ismi. Kendirler

Kendük: Küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap

Kengek: Baston

Kengeş: Şura

Kenpe: Bir ot adı, keten

Kepenek: Yünden yapılan ve havaların soğuk olduğu zamanlarda çobanların giydiği, kolsuz, uzun ve kalın yapılı bir çeşit palto

Kepir: Bayat, ot bitmez

Kerekli: Gerekli, zorunlu, farz

Kerkenes: Gündüz avlanan, 30-35cm boyunda yırtıcı bir kuş türü. Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına sabit kaldığı için görüş yeteneği hep mükemmeldir

Kertlek: Zayıf, sıska

Kesel: Gevşeklik, tembellik, uyuşukluk

Kesene: Götürü, keseniye

Kesmik / kesmük: Samanın çöplü, talaş kısmı

Kestirmek: Geçici ve kısa bir an için uykuya dalıvermek

Keş: Süzme yoğurttan yapılan sert çökelek, kurutulmuş yemek

Keşgek: Buğdaydan yapılan bir çeşit yemek

Keşik: Nöbet, sıra

Keşir: Yiyecek, gıda

Keşli: Üstü başı pis olan, kirli, pasaklı

Ketez: Kağnı tekerleğinin çevresinde takılı bulunan demir çember

Kevkir: Delikli kab

Keyel: Gencek’te bir sülale ismi

Keyessimek: Tembelleşmek, miskinleşmek

Keyri: Sonra (Bundan keyri: bundan sonra)

Kılıç: Saban ve ökçeyi birbirine bağlayan demir çubuk

Kır: Basık dağ, açık  yer, kır, su bendi

Kırağı tavı: Güz vakti yere düşen kırağı

Kırklamak: Doğumdan kırk gün sonra bebeği törenle kırk defa yıkamak. Lohusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak

Kıskaç: Bir çeşit metal maşa. Kalaycılıkta kullanılan maşa

Kıyık:Kıyıcı, yırtıcı, zalim, gaddar

Kızılkaya: Gencek’te bir yer adı

Kızıltoprak: Gencek’te kızıl topraklı bir yer adı

Kile: Bir çeşit ağırlık ve hacim ölçüsü, hububat ölçüsü. Şiniğin sekiz katı büyüklüğünde hububat ölçüsü.

Kirez: Kiraz

Kirkit: Istarda, halı, kilim dokurken, ipin sıkıştırıldığı büyük ve ağır tarak

Kirli çıkı: Fakir görünen ama çok para biriktiren kimse, gizli saklı para biriktiren kimse

Kisiren: Hamur teknesinden hamur almakta kullanılan, düz, demir bir alet

Kizlemek: Saklamak

Kocamusel: Gencek’te bir sülale ismi

Kokuşmak: Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak. Sasımak

Kor: Öz, maya, asıl. Ateş paröası, ateş

Korug: Koru, koruluk, korumaya alınmış ağaçlık bölge

Koruk: lmamış üzümden elde edilen şıra

Koşum: Bağlı, yan yana. Atın eyer, kulan, üzengi gibi malzemelerinin tümü

Koy: Koyun, merhamet

Koyunlu: Merhametli

Kozak: Kozalak. Çam, selvi gibi ağaçların sert çiçeği

Köfün: Yedi ila sekiz sepet dolusu üzüm koyulabilen büyük sepet, küfe

Kömbe: Daha çok mısır unundan yapılan, kızgın korlu külde veya soba fırınında pişirilerek yenilen kalın ve yuvarlak ekmek

Kömek: Yardım

Körke: Ağaçtan yapılmış tabak

Kör Kuyu: Gencek’te bir sarnış ismi

Körpe: Bebek

Körük: Ateşin harlanması için kullanılan, genellikle manda derisinden yapılmış hava üfleyen malzeme

Köse: Sakalı bıyığı olmayan. Ateş karıştırmaya yarayan odun.

Kösel: Gencek’te bir sülale ismi. Köseler

Kösülmek: Büzülmek, boylu boyunca uzanıp yatmak

Köş: Çatı kat

Köşgü: Evin balkon kısmı

Kudur: Kudret, güç, gazap

Kudurmak: Azmak, öfkelenmek

Kulağel: Gencek’te bir sülale ismi. Kulaklılar

Kumüs: Gümüş, kadın kişi adı

Kurgan: Kale, anıt, mezar

Kurşunbaşel: Gencek’te bir sülale ismi.

Kuskun: Atın kuyrğundan geçirilip eyere bağlanan kayış

Kut: Uğur, alih, baht. Mübarek. Can, ruh, dirilik, yaşam gücü. Kader, yazgı. Erk, iktidar. Bereket, nasip

Kutlu: Mübarek, tanrısal. Bahtiyar. Kabul görmüş

Kuyucel: Gencek’te bir sülale ismi.

Kücü: Uç kenarlarına dik olarak çekilmiş iki çivi bulunan ve düzgünce ip sarmaya yarayan bir ağaç değnek

Küçe: Sokak

Küçek:Güçlü

Küçüleme: Halı dokuma aleti

Kükremek: Kükreyiş, bağırmak, kabarmak, taşmak, coşmak, yüksek sesle bağırmak

Kül: Ateş, yakıcılık, yok edicilik. Yenilmezlik. Ulu, ünlü. Gözü karalık. Ateşten arta kalan toz

Külek: Rüzgar

Külünk: Balyoz

Külümbe: Elle çevrilerek su çıkarılmada kullanılan çarkın kolu

Kümbemek:Sıçramak, atlamak

Kün: Gün, güneş, gündüz

Küncek / Güncek: Güneş özü, güneşin aynısı, gün özü

Künçek: Güneşlik, şemsiye

Künk: Suyu bir yerden başka bir yere akıtmak için küçük bir kanal açılıp oluk gibi taş döşemek ve üzeri tekrar toprakla kapatılmak suretiyle meydana getirilen toprakaltı su tesisatı

Kündüz: Gündüz

Kürt: Kurt, dağ Türkmeni

Kürdel: Gencek’te bir sülale ismi. Kurtlular

Kürk: Kırlarda yetişen, yazın, siyah, küçük meyveleri olan ve yenilebilen bir meyve

Kürümek: Sürüklemek götürmek

Küsge: Ağaçtan, küçük huni şeklinde yapılıp bir değneğe bağlı iple döndürülen bir oyuncak

Laylay: Ninni

Lengirdeşmek: Gevezelik etmek, bağırarak konuşmak

Leşvetmek: Bir yere su taşması sebebiyle oranın bataklık ve çamur haline gelmesi

Letir: Kök kısmı topraktan çıkarılarak yenilen ve taze nohuda benzer tadı olan bir ot

Leyleğel: Gencek’te bir sülale ismi.

Löklemek: Kırılmı, çatlamış çanak çömlek gibi kabları yumurta akı, sabun ve kireçten yapılan özel bir macunla  yapıştırmak

Löküs: Tüplü lamba

Lüçnüt: İmece, buğday ve buğdaya benzer şeyleri temizlemekte köylülerin yardımlaşması. Köylülerin bir köle veya bir hayvan göndererek harman dövdürmek için yaptıkları yardım

Lüt: Çıplak

Mağ: Su birikintilerinde oluşan yosun

Mahana: Bahane

Mah: Ay yüzlü, ay

Mahgeme / Maggeme: Mahkeme

Makta: Kereste

Malak: Manda yavrusu. Aptal

Malama: Bir-iki gün düvenle sürülen ekin

Malamat Etmek: Rezil etmek

Mamak: Sakin , kendi halinde

Mamir: Memur

Manas: Huy, mizaç, heybetli, heybet

Marag: Merak

Maraglı: Meraklı, ilgili, ilginç

Maral: Ceylan

Masır: 10-15 cm. uzunluğunda, çubuk biçiminde, yuvarlak ve küçük kamış boru

Maşala: Alevli çıra

Maşat: Hıristiyan mezarlığı

Matetmeg: Rezil etmek, ayıbını herkese göstermek

Mat: Şaşı

Mavrı: Kedi yavrusu

Mavuş: Maviş. Mavi nesne. Gök rengi nesne

Mavuşel: Gencek’te bir sülale ismi.

Maya: Dişi deve

Mazarat: Şımarık

Mehek: Görüşüp konuşmaya müsait yer

Mehle: Mahalle

Meleksi: Yufka ekmek yapmak için yoğrulan hamurdan bir ekmek yapılabilecek kadar ayrılan ve oklavayla eylemeye hazır hale getirilen yuvarlak hamur parçası

Melez: Kırk günlük yazlık buğdayı ile arpanın karışımı

Melham: Merhem, krem

Melle: Duvarcı aracı, mala

Mellec: Gencek’te bir yer adı. Ezik, ezilerek birbirine karışık

Melli: Göçten geri kalan

Mencilis: Meclis, topluluk

Mengen: Nişancı, iyi ok atan. Becerikli

Mengene: Onarma, işlemi, düzeltme işlemlerinde nesneyi sıkıştırıp sabit tutmaya yarayan alet

Merdane bilmek: Karşısındaki insanı kendinden daha iyi, güçlü olduğunu göz önüne almak

Merçem: Kakül, perçem

Merdek: Düzgün yapılı, biraz ince ve uzunca kesilmiş kerestelik ağaç

Meres: Miras.Veraset yoluyla geçen şey, ölen bir kimsenin bıraktığı mal, mülk

Merkep: Eşek

Meslel: Gencek’te bir sülale ismi.

Mezer: Mezar

Mıh: Çivi

Mindanat: Tarladan biçilen tahılı kağnıya yığma esnasında kullanılan, uç kısmında üçgen şeklinde üç çatalı bulunan ve uzun saplı bir çiftçi aleti

Miyar / Mınar: Pınar

Moza: Domuz yavrusu

Mönük: Halı dokurken el üzerine dolanan ip yumak

Mucuk: Meyve ve sebze çürüklerine, sirkeye konan küçük sinek, kumuç. Sevimli güzel göz.

Mucuğel: Gencek’te bir sülale ismi. Mucuklar

Mudul: Tomurcuk. Öğendire çivisi. Nodul

Mudullamak: Hayvanı öğendire ucuyla dürtmek

Muduloturdumu: Gencek’te eski bir yerleşim bölgesi

Muh: Tomurcuk. Çivi

Muhanet: Hayırsız, kötü

Muhdamat: Tomurcuk damat, yeni damat manasına gelen Gencek’te bir yer adı.

Mulla / mul: Karaağaç, değirmen

Mullel: Gencek’te bir sülale ismi.

Mullalel: Gencek’te bir sülale ismi

Muraf: Karşı karşıya, yüz yüze

Mureyi: Dedikoducu, laf götürüp getiren kimse

Musa Yurdu: Gencek’te bir yer adı

Musdan: Mustafa

Musdanel: Gencek’te bir sülale ismi

Muşduluk: Müjde hediyesi

Mücürüm: Beceriksiz, elinden bir iş gelmeyen

Mülcem: Şaşkın, beceriksiz. Ondan dolayı

Münnez: Evin temeli

Müsefir: Misafir

Nacak: Tek ağızlı bir çeşit balta

Namlı: Ünlü, meşhur. Namlu, ateşli silahların fişek yerleştirilen metal bölümü

Neçe: Kaç, ne kadar

Nefer: Kişi

Nenni: Ninni

Nen çekmek: Çocuklara dinni söylemek

Neniklerile: Ne emekler sarfederek

Nezgep: Kadınların başına taktıkları, gümüş paralarla süslü evlilik sonrası takılan ve atadan ataya intikal eden başlık

Nişlen: Ne yapıyorsun?

Oba: Yurt, mekan, mesken, diyar, çadır, kabile, aşiret

Obusa: Çift sürerken pulluğun bıçağına yapışan çamuru sıyırmak için öğendirenin arkasına takılan kisren

Ocak: Otak, odak. Ateşlik, ateş olan yer

Ocaklı: Ocak sahibi

Ocaklık: Evlerin bir kenarına ve duvarın içine doğru oyuk olarak yapılıp üst kısmı bacaya açılan ve yemek vs. pişirmekte kullanılan yer

Od: Ateş, ot

Oğlak: Keçi yavrusu

Oğraş: Uğraş, mücadele, meşgale

Oğru / Oğrun / Uğrun: Hırsız

Oğul: Oğlan, erkek çocuğu, evlat

Oğurlamag: Çalmak, adam kaçırmak

Oğrun oruun: Gizli gizli, hırsız (oğrun ) gibi

Oktar: Bilgili, akıllı. İyi ok atan. Davetçi, davetkar

Olgun: Yetişkin, olmuş, kamil

Oltan: Ayağı muhafaza etmek için

Omaca: Üzüm ağacı

Omarel: Gencek’te bir sülale ismi.

Omur: Umur. İlgi, heves, güç, dayanıklılık

Ongarmak: Ttamir etmek, bir işi yanlış yada eksik yapmak

Ongun: Bolluk, bereketlilik, uğurluluk ve verimlilik

Onmak: Hayatta talihli ve şanslı olmak

Ondan kericeğim: Ondan başka

Orum: Mera, otlak

Ot: Ateş, ocak, ev. Nebat, bitki

Otluk: Ateşli

Ot süpürgesi: Evi süpürmeye yarayan süpürge

Otul: Sazlık

Otulel: Gencek’te bir sülale ismi.

Otururkana: Otururken

Oya: Oyularak yapılan el işi

Oyma: Kadın elbisesi

Oymak: Yığın, kitle. Obadan büyük, boydan küçük olan akrabalar topluluğu

Oynak: Gencek’te bir yer adı.

Oynak:Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli, güvenilmeyen, kararsız. Yeraltı suları nedeniyle kayan toprak arazi. Üstü çayır altı bataklık yer.

Öd: Safra

Ödem: Vücut içi iltihaplanma. Borç, bakiye

Ödün: Uzlaşmaya varabilmeki için bazı haklarından vazgeçmek

Öğ: Ön

Öğendire: Kağnıya, çifte, dövene koşulan hayvanları idare etmekte kullanılan, bir ucunda küçük bir çivi bulunan, ince ve uzunca ağaç değnek.

Öğeyin: Bir çeşit zararlı böcek

Öğselemeç: Ateşi karıştırmaya veya yanan korda bir şey pişirmeye yarayan uzunca değnek

Öğsü / eğsi: Bir ucu ateşte yanmış odun

Öğsüz: Öksüz

Öğün: Yemek vakti. İtina, dikkat, sıra

Öğük: Çok sevimli, cana yakın, sevgili

Öğünmek: Övünmek, gururlanmak,

Öğünmüş: Öğünmeyi hak etmiş, övünmüş, gururlu

Öğünür: Gururlu, mağrur

Öğüt: Nasihat, tavsiye, deneyim aktarımı

Ök: Öz, doğuş, gelişme. Zeka, bilme, us, yetenek. Ana, doğuran

Öksüm: Arzu, murat

Öksüz: Anası ölmüş olan çocuk. Desteksiz, arkasız, gelişmeye engel durumu olan

Ökte: Ökeli, akıllı, deneyimli

Öküz: Öküz. Irmak, nehir, akarsu. Uzman, bilge, ehil, dahi

Ölçermek: Sönmeye başlayan ateşi yeniden alevlendirmek

Ölmez: Dirayetli, dayanıklı,unutulmaz, iz bırakmış

Ön: Doğu, güneşin doğduğu yön. İlk başlangıç, doğuş. Öncelik, ön taraf

Önmek: Takip etmek

Önceğez: Önündeki söz. (Bu deyeseğin bir önceğezi varıdı amma…)

Öncek: Koyu lacivert pamuklu kumaştan yapılmış, kadınların giydiği uzun etek

Öneze: İz sürmek, iz takip etmek

Öncü: İlk, orijinal, lider, yol açan, önde olan

Örü: Geceleyin uyuyan koyun sürüsünün uyandığı zaman

Örüm: Çit, ağıl. Saç örgüsü

Örün: Saç örgüsü, beyazlık, temizlik. Ürün, hasılat

Örtmek: Gizlemek, korumak, saklamak, görünmez duruma getirmek, kapamak, kaplamak

Öteyaka: Gencek’te bir yer adı

Öteyüz: Gencek’te yaylanın uzak tarafı

­­Ötmeg: Geçmek

Ötmek: Ötmek

Öyke: Öfke, hiddet, hınç

Öykü: Hikaye, taklit, benzetme

Öyük: Çoşku, çoşkunluk

Öz: Benlik, ben, tin, can, ruh, gönül. Asıl, esas, temel. Şahsi, kişisel, kendi

Özbek: Cesur, kendine güveni tam

Palan: Binek ve yük hayvanlarına vurulan geniş ve süslü bir cins eğer

Palaz: Kaz, ördek, güvercin gibi hayvanların civcivlikten sonraki durumu. Gürbüz, şişman, dağınık, düzensiz kişi. Çirkin, kötü. Manda yavrusu. Ekin biçildikten sonra tarlaya dökülenleri toplarken, tırmığın dişlerine takılan ince saplar. Keçi kılından yapılmış ve eskimiş kilim, çul, çuval, keçe.

Pambık: Pamuk

Papara:

Papk: Şapka

Park: Ev, bark

Patgı: Ağaç köprülerin yan kenarlarına dikey olarak ve belli aralıklarla sağlam bir şekilde dikilen kalın ağaç kazıklar

Patı patı: Darı(Mısır) ekmeği

Pavguş: Baykuş

Payam: Badem

Pek: Sağlam, berk

Pelit: Meşe ağacı ve meyvesinin ismi

Pelitli: Gencek’te pelit / meşe ağaçlarının bol olduğu bir yer adı

Perikmek: Hayvanın yuvasını terk etmesi

Peyke /Seki: Taraça, merdiven payı

Peynirli İni: Gencek’te içerisinde tarihi yazıtlar ve küçük yeraltı su birikintileri bulunan, ince, uzun, tünel geçit şeklinde bir in

Pınarlı Yorak: Gencek’te pinar ağaçların yoğun bulunduğu bir yer adı

Pite pilte: Fitil fitil

Pis: Kötü, kirli

Pise: Çam reçinesinin damıtılmasıyla elde edilen siyah renkli sıvı yağ

Pişgin: Pişkin, olgun, pişmiş. Gururlu

Pişik: Kedi.

Pıskırmak: Hapşurmak, aksırmak

Polat: Dayanıklı, güçlü, demir, çelik

Poşu: Başa sarılan ipek veya pamuktan dokunmuş parlak kumaş, dolama

Pökeç: Suyun önünü kesmek için yapılan boğum

Pul: Para

Pür: İğne yapraklı ağaçlarda yaprak

Püs: Badem ve erik ağaçlarının gövdelerinde çıkan sıvı bir madde, reçine

Rapçat: Angarya, beyin halkın gönlünü alarak üzerlerine yük yüklemesi

Saban- karasaban: Çift sürmekte kullanılan , toprağı kazıp alt üst ederek ekime hazırlayan demir uçlu alet

Sabı: Aklı ermeyen küçük yaştaki çocuk. Yeni doğmuş bebek. Söz , sohbet

Sadaka tası: Sadaka istemeye gelenlere verilen kıyma, fasulye veya buğdayın ölçüldüü tabak

Sadığel: Gencek’te bir sülale ismi. Sadıklar. Sıddıklar

Sağanak: Sağanak, sert vehızlı yağan yağmur

Sağdıç: Sağlıklı günlerin arkadaşı. Damadın en yakın en güvenilir arkadaşı

Sağlıcak: Sağlıklı, diri, esenlikli

Sağsak: Kötü kokmuş

Saife: Sayfa

Saka: Akıllı, arif, düşünceli, saygılı, sakal, saklı, saklayan, koruyan. İlk Türk kabilelerine verilen ad

Sakağa: Grip hastalığına tutulmuş hayvan

Sakar: Uğursuz, sakıncalı. Sakar. Alnında beyaz lekesi bulunun at, keçi. Ağzı burnu kara kuzu

Sakardaş: Gencek’te bir yer adı

Saklı / saglı: Gizli, mahfuz, korunmuş, esirgenmiş

Salmak: Salmak, bırakmak, saldırmak, serbest bırakmak, uzatmak, yaymak

Salık: Serbest, azade, hürriyetine kavuşmuş

Salkanak: Öküzün boynuzunun altındaki gerdan

Salkım: Sarkmış, salınmış. Üzüm dalı

Salta: Eskiden el dokuma kumaşlarından yapılan uzunca bir ceket

Sap: Erkek. Tahılgillerin, buğdayın harman yerinde yığılmış hali

Sap sapa: Erkek erkeğe

Sapa: Gidilen yol üzerinde olmayan, dolanbaçlı,, engelli yol, dik yokuş. Yolza uzak yer

Sapıtmak: Kaçıp izini kaybettirmek

Sarı çiçek: Çiğdem

Sarı töyün: Sincap

Sarıg: Erik, zerdali, kayısı. Suv kenaraında toplanan sarı su.Sarılı, sarılmış, örülü

Sarıklel: Gencek’te bir sülale ismi. Sarıklılar

Sarınç: Sarnıç, kuyu

Sarınç: Gencek’te yaylak bir yer adı

Sarınç Öğü: Gencek’te Sarınç’tan önce gelen bir yer adı

Sası: Tatsız tuzsuz

Satıh: Yüzey, görünen bölüm. Hat

Sav: Atasözü, söz

Savıkdırmak: Savurmak

Savun: Davet, çağrı, ağıt, mersiye

Savurgan: Eli açık, savurgan, cömert

Say: Bir sebzelik arazinin ekim yapılırken ayrılan ve çizilerden meydana gelen bölümlerin her biri. Bir miktar taşlı vadi

Sayacak: Üç ayağının üzerinde yuvarlak bir çember olan, yada üç ayağı üçgen şeklinde birleştirilmiş üzerine tencere konulan, ateş üstüne oturulan demir düzenek

Saygı: Hürmet, önem, değer, edep

Saygın: İtibarlı, hürmet gören, hatırı sayılır, saygı gören

Sazılamak: Söylemek

Saflaşmak: Sıkışıp yerleşmek

Seçgin: Farklı, seçilmiş, göze batan, itibar gören

Seğirtmek: Koşmak

Seğrimek: Tiremek, tiril tiril titremek

Sekere: Zekeriya

Sekereli: Zekeriyalı

Seki: Toprak üstündeki yükseklik, doğal set, taraça. Akarsuların iki yakasındaki yamaçlarda, bazı deniz ve göl kıyılarında görülen basamak biçiminde yeryüzü şekli, teras

Seki: Gencek’te köyün girişinden evvel teras şeklinde doğal oluşum bir yer adı

Selbin: Kilim dokuma tezgahında, örgü veya dokuma işinin yapıldığı ipleri düzgün olarak tutmaya yarayan ve iplerin arasına yatay şekilde sokulan bir çubuk

Selen: Ses, söylenti, haber

Selinti: Yığılan çıra budaklarından yağmur ve sel suyuyla inenlerine denir

Selindi / senit: Üzerinde yufka ekmeğin yapıldığı düz, geniş ve kısa ayaklı ağaç masa.

Semer: Yük taşıyan büyükbaş hayvanların sırtına vurulan, palan ile hayvana

bağlanan ve sabitlenen yük taşıma gereci

Semiz: İri yarı, şişman, besili, bakımlı

Senmek: Islak bir şeyin kurumaya yüz tutması

Seroş: Sarhoş

Seve: Ahşap evlerdeki ağaç çıkıntı

Seven: Kağnıların yan taraflarında, yüklerin düşmesini engelleyen dikmeler

Sevgü: Sevgi, aşk, sevi

Sevünç: Sevinç, neşe, coşku

Sevünçlü: Sevinçli, mutlu, neşeli, coşkulu

Sevümlü: Sevimli, çekici, sempatik

Seyidel: Gencek’te bir sülale ismi. İlbeyliler

Seyirtgen: Afacan, ele avuca sığmaz, çalışkan

Seyreltmek: Seyrekleştirmek. Yoğunluğunu azaltmak

Seyvan: Çoban kulübesi, ağaç direklerin üzerini dallarla örterek yapılan çoban evleri

Sıdırmak: Yumurtayı kırıp akıtmak. Limon gibi meyvelerin suyunu sıkmak

Sıg: Sığ

Sıgamak: Sıvamak, büzmek, sürmek

Sığınak: Sıkı korunan, sığınılcak yer

Sıhrat: Vergi

Sıkı: Katı, yoğun, sıkılmış

Sıkılgan: Daralmış, daralan, utangaç

Sıkın: Sıkıntı, keder, yas, üzüntü

Sık Mezer: Gencek’te bir yer adı

Sınarlanmak: Yerleşmek, gizlenmek

Sındı: Makas

Sındırmag: Kırmak, bitirmek, kesmek, yenmek

Sınmag: Kırılmak, bitmek, yenilmek, kesilmek, sındırmak

Sırça: Cam, camdan yapılmış. İçi sırlı çömlek. Şişe.Tabak.

Sırçalı: Cam işlemeli. İçi sırlanmış çömlek

Sırçalık: Gencek’te muhtemelen Lidya veya Hitit dönemlerinden kalma eski bir şehir kalıntısı yer adı. Çömlek yeri

Sırlak: Düzgün, sırlanmış

Sırlağel: Gencek’te bir sülale ismi. Sırlaklar

Sırt: Çamaşır. İnsan bedeninde omuz ile bel arasındaki kısım. Geçit veren, açık dağ eteği, bayır, yokuş

Sırtlık: Dövenle boyunduruğu birbirine bağlayan uzun ve kalınca bir ağaç alet

Sıvan: Hıdırellez’de (6 Mayısta) toprağın altındaki tabaka nemli, üstü kuru iken

nemini üste vermesi sonucu toprağın üst tabakasının ıslanması

Sıvışmak: Yapışmak

Sıvrıngaç: Dile, kaygan taşlı, tırmanması zor yamaç

Sızak: Çayırlıklı ve sulak yer

Sibek: Yayık tokmağı. Beşikte yatan bebeğin küçük abdestini yapmasını temine yarayan tahta veya naylondan yapılmış küçük boru. El değirmenlerinde alt taşın ortasına çakılan, üst taşın dönmesini sağlayan küçük kazık ya da sivri demir. Ağaçların toprağa dikine uzayan kökü, dik kök, kazık kök

Sibekçel: Gencek’te bir sülale ismi.

Siglim: Kavrulmuş taze nohut

Silbiç: Beşik malzemelerinden biri

Silgi: Arınma, temizlik, parlaklık. Marangoz rendesi. Hamam havlu takımı.Silgi.

Silis: Sır Derya’nın aşağı kısmında göçebe yaşayan Sakalar’ın Sır Derya’ya verdikleri isim

Sin: Mezar, sen

Sinmek: Saklanmak, kendini göstermemek

Sinişmek: Bir şeyin eşyanın bünyesine nüfuz etmesi

Sirken: Bostanlarda sebze aralarında yetişen bir ot

Sivtmek: Ufalamak

Siymek: İşemek, orucu bozmak

Siyek: Gencek’te bir yer adı. Koyun, keçi gibi hayvanların kızgınlık dönemlerinde organlarından akan sıvı. Domuz, kurt gib hayvanların dağda buluştukları uğrak yeri. Ayak yolu, hela.

Siyeğin Ardı: Gencek’te bir yer adı

Soğan erkeği: Kılıbık, karısından korkan erkek. Mıymıntı, sünepe. Erkekliğin gereklerini yerine getirmeyen

Soğna: Sonra

Soku: Dibeklerde buğday, mısır ezmeye yarayan, saplı, ağır, kalın tokmak. Taş dibek. Kilim tezgahlarında ipleri gergin tutmaya yarayan deynek. Kappı sürgüsü. Sokulmuş şeyler

Sokulgan: Cana yakın

Sokum: Kurban, adak. Lokma. Azıcık. Ağza bir defada sokulan yiyecek

Sokumluk: Bir lokmaya yetecek kadar

Sorgun: Söğüt türü bir ağaç.

Sorguç: Başa takılan çelenk. Bazı kuşların tepesindeki uzun tüy

Sorkuç: Çam ağaçlarından akan katı, yapışkan madde

Sorkun: Söğüt ağacının bir türü. Yüksek dağ sırtı. Gencek’te söğüt ve kavak ağaçlarını bol olduğu Gencek Dağı’nın sırtında sulak bir yer adı

Soydan: Soylu bir aileden gelen

Soydaş: Aynı soydan gelen

Soylamış: Soyunu çoğaltıp, kutsayan, örgütleyen

Soyug: Soğuk

Söndürmeg: Kapatmak, söndürmek

Sönmek: Güçten kesilmek, azalmak, bitmek, tükenmek

Sönmez: Canlı, enerjik, ateşli, parlak, göz alıcı

Subay: Yakışıklı erkek

Su Çökeği: Gencek Dağı’nda bir yer adı

Sulak: Sulu, verimli. Asker sevk eden

Suluk: su içebilmesi için hayvanlara su katılan kap

Sumak: Gövde kısmı ve yaprakları üzüm çubuğuna benzeyen bir dağ bitkisi

Sumsuk: Yumruk

Suna: Emsalsiz güzellik. Yeşilbaş ördeği

Sunak: Adak, kurban

Sungur: Kartal, şahin

Suvık: Sulu, cıvık

Suy: Cihet, yön, yan, taraf

Süfla: Aşağı, alçak

Süğsü: Baş, kafa

Sülek: Keklik kuşunun erkeği. Saldırgan, akıncı

Süleğel: Gencek’te bir sülale ismi. Sülekler

Süleğel: Gencek’te bir sülale adı. Akıncı

Süllem: Merdiven

Süllüm: Sünepe. Beceiksiz, elinden iş gelmeyen, kılıksız, uyuşuk. Dibi dar üstü geniş tas

Süllümbeç: Kendini koyveren insan

Sülüklü: Gencek Dağı’nda bir yer adı. Sülük olan yer

Sülün: Uzun kuyruklu renkli bir kuş

Sümsük: Arsız, açgözlü, gördüğünü isteyen, utanmaz, aptal, mıymıntı, sünepe, yüzsüz

Sümük: Kemik, sümük

Süngü: Kesici ve delici uzun bıçak. Kemik parçası, kemikle yapılan mızrak. Eskiden mezar taşlarına dikilen sırık

Sünmek: Uzamak

Sütleğen: Yaprakları söğüt yaprağına benzeyen, gövdesinde beyaz ve acı bir sıvı bulunan büyükçe bir ot

Süpürge: Karamık ağacından veya kürk ağacından yapılan, ev veya ahır temizliğinde kullanılan eşya

Sürge: Karasaban veya pulluk ile sürülen bir tarlanın sathının düzlenmesi için kullanılan, çok kalın ve ağır, geometrik bir ağaçtan yapılan, öküz ve atla çekilen, tarım aleti

Sürgü: Kapı, pencere veya herhangi bir kapağı kapalı tutmak için yana doğru sürülerek kullanan ahşap veya madeni parça

Sürgün: Yelin çukur yerlere yığdığı kar birikintisi. Ağaç filiz. Dokumalardaki seyreklik. Ceza olarak başka bir yerde oturtulan kimse

Sürk: Kızılcık hastalığına karşı

Süsmek: Baş vurmak, boynuz vurmak, tos vurmak

Süyüm: Sevimli, sempatik

Süzgü: Süzgeç, tarak

Sizge: Çok ince dişli saç darağı

Şahan: Şahin

Şakımak: Ötmek, şarkı söylemek

Şakır: Öter, çakır

Şalvar: Bilhassa ağı bol, uçkurlu, paçaları dar üst donu

Şam: Çam.

Şamar: Açık elle yüze vurulan tokat

Şam Bardak: Gencekli ustalar tarafından, ormandaki,  bardak olacak kalite olan ağaçlardan kesilerek yapılan ahşap bardak

Şam Köyü: Gencek’te bir yer adı

Şanişir: Balkon

Şaplak: Tokat, şamar

Şarapana: Şarahhane, şaraphana. Gencek’te Hitit döneminde asma bahçeleri ve şarap üretim merkezi olarak kullanılan eski bir yer adı

Şarahmana: Üzümü içerisinde çiğnenip ezerek şırasını çıkarmakta kullanılan ve tahtadan yapılan bir oluk

Şaş: Şiş, sivri uçlu et pişirme aracı. Taş. Dış kısım, dışarıda kalan. Orta Asya’da yer ismi

Şaybal: Şımarık, nazlı

Şebek: Bir boynuzu kırık öküz

Şekar: Şeker

Şekirel: Gencek’te bir sülale ismi.Şekerliler

Şelevre: Ekin biçerken bir elle tutulabilecek kadar biriktirilen tutam veya küçük deste

Şemsi: Kadınların eskiden bugünkü kolye yerine kullandıkları gümüş yapılı ve süslü zincir

Şenbuy: Başka bir davetten sonra geceleyin gidilen ziyafet

Şerbet: Meyva suyu ile şekerli su karıştırılarak yapılan tatlı içecek

Şerik: Yük olarak denklik

Şeytan tiyarisi: Yusufçuk böceği

Şıllımşırk: Sırılsıklam

Şırkmak: Ezerek suyunu çıkarmak

Şıvga: İnce, uzun ve canlı ağaç dalı

Şimşir Darak: Araplar Dağı veya Çölmek Dağı’nın şimşirinden Gencek’li ustalar (Mehmet Güner Usta) tarafından yapılan tarak

Şinik: Tahıl ölçeği kilenin sekizde biri

Şişek: Şişman

Şivli enteri: Entarinin yırtmaçlısı

Şorda: Şurda

Şorlak: Şorul şorul akan su

Şölen: Yalnızca fakir kimselere verilen yemek ziyafeti

Şüyün: Müjde

Taban: Daban, zemin

Tabana: Gencek’te bir yer adı

Tafra: Böbürlenme, büyüklük taslama, büyüklenme

Taha: Kuyruklu yıldız (Ta, yıldız; ha, su, insanı oluşturan sperm)

Takdeleğen: Sağlam sivri gagalı ve serçeden biraz daha büyük bir kuş

Takel: Gencek’te bir sülale ismi

Takgalı: Köy yakınlarında yaşayan, kafasının üzerinde küçük bir takkesi bulunan ve serçeden büyük bir kuş

Takış / Takır: takı, ziynet

Talan: Yağma, yağmalama, üşüşme, saldırı

Talas: Kençeklerin Orta asya’da yaşadıkları yerin adı. Başlangıç ve bitiş çizgisi. Dalga. Fırtına

Talaş: Odun parçaları

Talaşlel: Gencek’te bir sülale ismi. Talaşlar

Tamaşa: Temaşa, setretme, hoşlanarak bakma

Tamaşel: Gencek’te bir sülale ismi. Tabanlılar

Tamat: Damat

Tamlı: Bıçağın sapı dışında kalan madeni kısmı

Tan: Gün doğumu, şafak

Tandır: Bir çeşit ocak

Tandırel: Gencek’te bir sülale ismi.

Tangaç: Biçimsiz, yakışıksız

Tar: Dar, darlık, zahmet, sıkıntı

Tara: Ağaç dallarını budamakiçin kullanılan bıçak

Tarak: Keçi yolu veya patika yol

Taraş: Tarla, bağ, bahçe vb ürünlerden toplananlardan arda kalanlar

Tarzanel: Gencek’te bir sülale ismi.

Taş: Kaya parçası. Dışta olan, görünürde olan

Taşgın: Cogun, ateşli.Taşmış, dışa vurmuş

Tatar: Uzakta kalmış, yabancılaşmış. Kent dışında yaşayan. Mera, çayırlık

Tav: İşlenecek madde için gerekli olan belirli ısı

Tavlı: Dağlı, hızlı, atik

Tayak: Dayanak, dayanılacak nesne

Tazzig / Tanzigh: Tanzik, suyun şiddeti, düşmanlık, gerginlik

Tederik: Tedbir, tedarik

Rederikli: Tedbirli

Tefek: Üzümün çubuğu

Tehne: Tenha

Tenikel: Gencek’te bir sülale ismi. Fidanlar

Teyin: Sincap

Teylemek: Dikkatlice takip etmek, bakmak, izlemek

Tellik: Gencekli kızların evlilik öncesi kafalarına giydiği başlık

Temir: Demir

Tengerek: Erkeklerin ip bükmek veya eğirmekte kullandıkları bir ağaç alet

Tenik: Azim, kararlı, kararlılık

Tenikel: Gencek’te bir sülale adı. Azimliler.

Tepe: Uç, sınır, yükseklik, yüksek yer, yığın, kütle

Terek: Siper, korunak

Ters: Hayvan gübresi

Tersliağıl: Gencek’te hayvan ağıllarının bulunduğu bir yer adı

Tetmek: Bir kuşun yuvasını terk edip gitmesi

Tığla: Öamdan yapılan tahta bardak

Tıkga: Tepe, en yüksek uç

Tılsım: Büyü, efsun, sihir

Tınas: Ekinlerin uzununa toplanmasıyla oluşan şekil

Tırka: El arabası

Tıynık: Küçük ağaç parçacığı

Tiken: Diken

Til: Dil

Tilki pavkırması: Tilkinin havlamaya benzer çıkardığı ses

Tin: Can, ruh, öz. Soluk, nefes, yel. Dinmiş, sakin

Tineşmek: Soğuktan üşüyerek büzülmek

Tiridel: Gencek’te bir sülale ismi. Sarıklılar

Tirit: Yaşlı ve çok zyıf kimse, et suyuna kızartılmış ekmek doğrayarak yapılan yemek

Tirilmek: Dirilmek, canlanmak

Togh / Tok: Aç olmayan, tok

Toğrıl / Toğrul: Et ve baharatla doldurulan bağırsak, bumbar dolması. Bağırsağın doğrulması

Toğru: Doğru

Tohtur: Doktor

Tok: İri, katı, dayanıklı, yoğun

Toka: Tok, sert, katı. Usul, yol, yordam. Huy, hilkat

Tokmak: Vurma, ezme, dövme aracı. Kalın geniiş, ağaçtan yapılmış çekiç

Tokucak: Tek elle kullanılabilen, sert ağaçtan yapılan ve çamaşır yıkamakta kullanılan bir alet

Tokuş: Dövüş, savaş. Direnç, yaşam. Değişim

Tokuşmak: Kafa kafaya çarpışmak

Tokuz / Dokuz: Dokuz

Tolun: Dolu. Tam, bütün, eksiksiz

Tomruk: Kalın ağaç kütüğü

Ton: Don, giyim, giysi, elbise

Tonatmah: Donatmak, giydirmek,

Tong / Tung: Arslan

Tongaya düşmek: Güvenilmez, sahtekar ve hilekar birisinin oyununa gelmek

Tonguç: Düğüm

Tonsuz: Yoksul, donsuz

Topalak: Bir tür meyve

Top böcü: Tesbih böceği

Topaç: Toparlak, ibrik, sele

Topak: Topluca, toplanmış, yığın

Topalel: Gencek’te bir sülale ismi. Karagözler

Topdaş: Gencek’te köyün eteklerinde bir yer adı

Toprak / Torpak: Toprak, yer, yurt, arazi

Topuç: Çiçekten yeni dökülüp biraz büyümeye başlamış küçük kavu

Topuk: Bazı bitkilerin yumru şeklindeki kök kısımları

Topurdum: Gencek’te büyük bir yayla adı

Topuz: Toplanı kurutulmuş, katılaşmış. Ilah, dövme ve ezme aracı

Tor: Mevki, makam, mertebe, şeref. Evlat, çocuk, nesil. Ağ, tuzak. Giysi. İnce, zayıf

Torçuk: Kozalak çeşidi

Torlak: Genç, toy, işe alışmamış, güzel, yakışıklı. İyi gelişmiş, ağaç fidanı.

Toruk / Torug: Doruk, zirve

Torun: Evladın evladı. Genç boğa. Acemi, ham, yetişmek üzere olan

Toslangaba / Tosbağa: Kablumbağa

Tosbuga: Kençekler’in ulu yörük taifesindeki ata cemaatlerinden biri

Tosun: Genç boğa. Azmış, saldırgan, azgın

Tovuz: Tavuz kuşu

Toy: Şölen, düğün dernek, yemekli eğlence. Genç, gençlik, acemilik, çıraklık

Toygar: Tarla kuşu

Toygun: Doymuş. Genç, taze, deneyimsiz

Toylak / Toyluk: Toy yapılan yer

Toymadık : Hırslı, doyumsuz, özlenen

Toyuk: Tavuk

Töltü: Bir çeşit kuş, söğüt bülbülü

Töngülük: Bir çeşit meyve

Tör: Toz, evin veya odanın sedirli yeri. Makam, mevki onur yer. Türemek, çoğalmak

Törel: Gencek’teki bir sülale ismi. Çobanlar

Töreli: Töresi olan, töreye bağlı, geleneklerine  bağlı

Töreme: Torun, üreme ve çoğalma

Törü: Yasa, devlet düzeni

Töştük: Düş, rüya

Tufran: Topraktan yapılan, içi sırçalı, yanlarında iki sapı ve ortasında küçük bir deliği bulunan büyük çömlek

Tugan: Küçük ırmak, akarsu, dere

Tuğ: Sancağın tepesine takılan at kuyruğu, kıldan yapılan flama. Tıkaç, kapak, bent, set

Tuğlu: Tuğ sahibi, kutlu, uğurlu

Tuluk: Tabaklanmış ve bütün olarak çıkarılmış küçükbaş hayvan derisinden yapılan, içinde yoğurt biriktirerek, depolanan yaş, esnek, tereyağı da çıkarılan deri kap. Dolu, olgun, bilge. Yayık, çömlek

Tuluklel: Gencek’te bir sülale ismi. Karalar

Tulun: Dolu, çene kemiği

Tunga: Kaplan, asya kaplanı. Kudret, ihtişam, fevkalede. Tuzak, oyun

Tuman: Sis, duman

Turf: Eski

Turmak: Durmak

Turak: Durak, durulan yer

Turgut / Durgut: Ömürlü, uzun yaşamlı, Durucu

Turmuş: Ömür, yaşam, uzun ömürlülük, durmuş

Turudu: Sıkıntı ve yokluk görmemiş kimse, nazlı

Turudlu: Manisa Turgutlu bölgesine yerleşen bir Gencek yörük cemaatinin adı

Tutaç: Komşu, yakın, dost. Tutunulacak şey

Tutu: Esir, tutsak, rehine. Çekici, güzel, ağırbaşlı, utangaç

Tutgu:  Bağlanma, bağlama, ele geçirme

Tutgun: Tutsak, esir, hapis, tutulu, bağlanmış, bağlı

Tutuşmak: Paniklemek, telaşlanmak

Tuttuğubillah: Hışımla sertçe tutmak

Tuygu: Duygu, his

Tuzağı: Sevgili için söylenen söz

Tüğlenti: Ele veya ayağa diken batması neticesi yara şeklinde oluşan küçük şişkinlik

Tülek:  Zeki, kurnaz, fettan, tüylü, kıllı

Tünek: Gece kalınan yer

Tünkürmek: Tükürmek

Tür: Soy, kök, çeşit, kan

Türüdü: Başkasının sırtından geçinen. Sonradan görmüş. Saygısız, haylaz, serseri, hırsız. Soyu sopu belli olmayan. Gencek’te bir yer adı

Tüş: Rüya, düş

Tütsük: Tütsü, tüten koku. Öfkeli, kinci

Tütü: Güzel, hoş koku

Tütük: Güzel koku, duman, düdük

Tüz: Düz, kök, esas, kural, doğru

Tüze: Düz, doğru, düzen, uyum

Tüzen: Düzen, uyum

Tüzlü: Düzenli, uyumlu

Tüzlüg: Uyum, ahenk, geçim. Düz alan

Tüzük: Düzük. Düzen, düzülü, sıralı, düzenli, İç kurallar bütünü

Uç: Son, bitim, sınır, kıyı. Aşırı. Bir nesnenin sivri kenarı

Uçar: Gaber, havadis, kanıt, delil, göğe yakın

Uçarı: Vurdumduymaz

Uçgur: Bezden dikilmiş ip, kemer yerine kullanılan ip

Uçkun: Uçuk, ateşli, heyecanlı

Uçmağ: Cennet, uçmak

Uçmah: Uçmak

Uçsız: Sınırsız, geniş, büyük, alabildiğine

Uçuk : Normalin çok üzerinde, kendinden geçen, uçmuş, mest olmuş

Uçun: İçin

Uçurum: Uzak nokta, son, uçulan, uzaklaşılan derin dağ yamacı, yar

Uçuz: Basit, kolay, ucuz, alçak gönüllü

Ud: Minnet. Arka, geri, ardından gitme, takip. Yenme.

Udun: Hüner, beceri, sönük

Udlu: Mahçup olmak, birşeyin karşılığında duyulan minnet

Udlu olmak: Minnet duymak zorunda kalmak

Uf: Yara, küçük yara

Ugan: Kadir, yaratan ve hükmeden, Ali, yüksek, tanrı, kudretli

Uğunmak: Kendinden geçerek bayılır gibi olması

Uğrak: Başvurulan deneyimli kişi. Uğranılan yer

Uğrun: Yan bakış, gizlice bakış

Uğrun uğrun: Gizli gizli bakma

Uman: Ümit eden, bekleyen

Umar: Umutlu, umur

Ummak: Ümit etmek

Umut / umuş: Beklenti, ümit

Ulak: Ulaştırıcı, ulaştıran, haberci, bağlantı sahibi

Ulakçı: Haberci, ulaştırıcı

Ulam: Eklenmiş, katılmış, bağlı, dizili

Ulamak: Bağlamak, birleştirmek, katmak

Ulandı: Bağlandı, ululandı, kutsandı

Uluç: Bağ, bağlantı, temel, esasa, oluş, uluyuş

Ulum: Debdebe, gösteriş

Ur: Uğur, bht, mutluluk, darbe. İç yara

Urgan: kıl ipinden yuvarlak şekilde örülen, büyük yükleri sarıp taşımakta kullanılan kalın ve uzun ip

Urkuya: Rukiye

Uruf: Ruh

Uruk / urug: Boy, ok, ulus. Vuruk

Urum: Rum

Urun: Onur, şeref, itibar, miktar, adet

Uruş: Vuruş, dövüş, kırış, savaş

Uslu: Akıllı, usta, uzman, sakin

Utlu: Sıkılgan, mahçup

Uyar: Uyumlu, uygun

Uygur: Uygar, kentleşen ilk Türk boyu

Uylaş: Uyum, geçim,dirlik, düzen

Uylaşı: Uyum, geçim, barış

Uylaşmak: Geçinmek, paylaşmak

Uz: Öz, us, erk, yetme, beceri, uzama, açılım

Uzel: Usta, becerikli, sanat erbabı

Üğrünbeç: Beşiğin üst kısmına takılan, kalınca sap

Ükela / ukela: Kendini beğenmiş, patavatsız

Üleşmek: Bölüşmek, paylaşmak

Ülük: Su akıtılan boru, oluk veya musluk. Kısmet, nasip, pay

Ümmetel: Gencek’te bir sülale ismi

Ümüd: Umut, ümit

Ürmek: Ürümek, havlamak

Ürün: Yaz sonlarında ve sonbaharda sararıp kuruyan otlar, döl, verim, ekin, üremiş

Üryan: Çıplak

Üstün: Üsste olan, galip olan

Ütük: Ütülmüş

Ütüklü / utuklu: Galip, muzaffer

Ütüğel: Gencek’te bir sülale ismi. Ütükçüler

Ütmek: Galip gelmek, oyunda kazanmak

Üveyik: Kumru

Üyez: Zararlı bir kanatlı, dış parazit

Üyümek: Uyumak

Üyünmek: Bir bölgesine toplanmak. (Dizine kan üyünmek gibi)

Üyütmek: Yoğurt mayalamak, öğütmek

Üzerlenmek: Gebe olmak.

Üzr: Özür

Üzüt: Can, ruh, öz

Üygen: Temiz kalpli

Vargel: Halı dokurken çözgülerin arasını açan sopa

Vec: Umur

Vereme: Pekmez, soğan gibi ürünlerle yakı yakma

Vuruşkan / uruşkan: Savaşçı, cengaver

Yaba: Harman savurmakta kullanılan ucu çatallı tahta kürek

Yaban armıdı: Ahlat

Yad : Yabancı, el, faklı, değişik. Hatır

Yadel: Gurbet, yabancı

Yağadaklı: Yağışlı

Yağmır: Yağmur

Yağırn: Sırt bölgesi

Yağlık: Büyük mendil

Yahşı: İyi, güzel

Yaka: Sınır bölgesi, kıyı sahil, dağ eteği. Karşı yön ve yer

Yakarca: Ytatarcık, kaşıntılı kabarcıklar

Yalamık: Yaş çam ağacının gövdesi ile kabuğu arasında bulunan bir zar tabakası

Yal: Köpek maması

Yalan yurt: Gencek’te yer adı

Yalamuk: Taze çam ağaçlarının kabuklarının soyulmasıyla elde edilen taze reçineli, tatlı, akışkan sıvı

Yalçın: Dik, sarp, ulaşılmaz

Yalınçak: Garip, korumasız, sahipsiz, çıplak, fakir

Yamaç: Dik yokuş

Yanaşık: Evlatlık alınmış kız çocuğu. Yanaşık

Yangal: Çarpık yürüyüşlü

Yanık: Sevdalı, aşık, istekli. Yanmış

Yanığın yüzü: Gencek’te bir yer adı

Yapal: Kış mevsiminde keçilere yedirmek için kesilen yapraklı ladin dalı

Yaparlı: Olumlu, yapıcı

Yar:  Uçurum, dik bayır, tanzim, tertip. Yar

Yarag: Silah, alet

Yardak: Yardımcı, muavn, asisyan

Yaraşır: Uygun, münasip, layık

Yarılgamak: Korumak (Dua niteliğinde bir sözdür.)

Yarlıg: Bağışlama, acıma, buyruk, ferman

Yarma: Büyük beyaz buğdaydan yapılan döğme. Ağaçtan, boyuna kesilen kalın ve ağır odun

Yasandırmak: Etrafı velveleye vermek, gürültüye ve yasa boğmak

Yassılmak: Yayılmak veya yayvanlaşmak

Yas etmek: Ağıt söylemek

Yaşmak: Kadınların ferace ile birlikte kullandıkları, gözleri açıkta bırakan, ince yüz örtüsü. Örtmek, kapamak, gizlemek.

Yazma: Baş örtüsü. Değirmende unun tekneye boşaltıldığı yer. Ocak yanındaki gözler. Kapının üst pervazı. Arı kovanlarının önündeki çıkıntı

Yaşıt: Eş, denk, eşit. Genç, körpe, taze

Yavan: Ağzında lafı geveleyen, gereksiz konuşan

Yavıklı: Nişanlı, yavuklu

Yavri: Zayıf, güçten düşmüş

Yavsı: Bir çeşit böcek

Yavşan: Bir dağ bitkisi

Yavuklu: Sevdalı, aşık, sevgili

Yavuz: Gözü kara, yaman, dehşetli, sert

Yay ayı: Rumi takvime göre haziranın on beşinden sonraki ay

Yaygara: Dedikodu, laf

Yaylak: Yayla, yazlık hayvan otlatma alanı

Yay: Yün atmaya yarayan alet, hallaç. Yaz

Yazılı Daş: Genccek’te bir yer adı

Yazım: Yazgı, mukadderat

Yazın: Yaz mevsimi. Kader, alın yazısı

Yazma: Baş örtüsü

Yazmak: Sermek

Yazmış: Dişi olan oğlak. Büyüdüğünde keçi olur

Yeğ: Yüksek, ala, eftal, iyi, daha iyi, soylu, seçkin

Yeğen: Kardeş çocuğu. Güveyi, damat.Yeğlenmiş, üstün tutulan

Yelepe: Uzun yapraklı kır çayırı

Yemlik: Yaprakları yenen bir ot

Yemeni: Ham deriden yapılan basit ayakkabı

Yen: Elbisede kol ağzı

Yengi: Yeni, orijinal, zafer

Yengil: Hafif

Yengilcek:

Yenişmek: Güreşmek, boğuşmak, mücadele etmek

Yenlicek: Ağır olmayan, hafif

Yerinmek: Gücenmek, kırılmak

Yeşil Gıyı: Gencek’te yeşilliği ile meşhur bir yer adı

Yey: İyi

Yeyin: Üstte olan, galip

Yığ: Yığılı, toplu, birikim, yığın

Yığın: Hasat döneminde, tarlada biçilen, buğday arpa gibi ürün destelerinin bir arada toplandığı ve başakları içine gelecek, kökleri dışarıya bakacak şekilde üst üste ve daire biçiminde yığıldığı konum

Yığrık: Mahçup, utangaç

Yıldırım: Göz kamaştırıcı, ışık, aşırı parlaklık, berk

Yılgı: Yılma, dehşet, ürküntü

Yılgın: Yılmış, ürkek, bezgin

Yılık: Ilık, sıcak

Yılışık: Yapmacık davranışlarla hoş görünmeye çalışan, şımarık

Yılışmak: Kendini sevdirmek, hoşa gitmek, ilgi toplamak için soğuk, yapmacık bir tavır takınmak, gıcık edecek şekilde gülmek. Hoşa gitmeyecek biçimde sataşmak

Yılkı: At yavrusu

Yılmaz: Gözü pek, korkusuz, azimli. Bir işten gözü korkup vazgeçmeyen, yılmayan

Yiğin: Daha iyi, sıkı, dayanıklı, üstün, tercih edilir

Yiğrenmek: Tiksinmek

Yir: Yer, toprak, arazi

Yirik: Yırtık yarık

Yirilmek: Yırtılmak

Yitik: Kayıp,

Yodmak: Oymak, silmek, bozmak, mahvetmek

Yodug: Oyuk, yontuk, bozuk

Yoğ: yok, (yoğudu)

Yokarı: Yukarı

Yokarı kaygış: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu bir bölge

Yokarıköy: Gencek’in ilk yerleşim yerinin adı, Taşlıköy

Yokarı Mehle: Yukarı Mahalle

Yola: Örf, adet, usul, erkan

Yolçu: Yolcu, yola çıkmış

Yoldaş: Aynı yolun yolcusu, yol arkadaşı, dava arkadaşı

Yolkulu: Yolun adamı, töreye bağlı, edep erkan sahibi, bilgili, deneyimli

Yolak: Su kanalı. Dürüs namuslu, temiz. Çığr, yenilik. Kestirme yol

Yollug: Yol azığı, yolda lazım olan. Kutlu mübarek, ergin, olgun

Yorak: Kıyı, yakın çevre. Değirmen taşının çevresindeki un kanalı. Mest, çapula, yemeni gibi ayakkabılara vurulan meşin yama. Araba tekerinin parmaklığı

Yoraklamak: Yön vermek, sevk etmek, yönlendirmek

Yordam: Alışkanlık, eğilim, usul, beceri, yol

Yoşumak: Karanlık basmak

Yoymak: Silmek, bozmak, eski durumunu yitirmek, harcamak, çirkinleşmek

Yönet: Biçim, tarz, yöntem. uygun, uyumlu, uysal, geçimli

Yörük: Yaylalarda çadır hayatı yaşayan, hayvancılıkla geçinen, göçer Türkmenler.

Yörükalsel: Gencek’te bir sülale ismi. Yörükaliler

Yörtem: Yöntem, usul, tarz, töreye uygun olan

Yudhuğ: Çocuklara sövülen bir kelime

Yuka : Düğünün başlama günü. Derin olmayan, sığ

Yufka : Dürüm. Büküm. İnce ve yuvarlak şekilde açılmış hamur. İnce, nazik

Yular: Yük taşıyan hayvanları çekmek ve yönlendirmek için, başına geçirilen ve ağzını kontrol eden ve ucuna 3-6 m. ip bağlanan alet

Yuluk: İşlenerek kullanışlı hale getirilen deri. Yağmacı

Yumak / yuymak: Yıkamak

Yumuk: Gül, goncagül

Yumulmak: Bürünmek

Yumuş: Söz, öğüt, nasihat, emir, ferman, buyruk, istek, müjde

Yumuş Buyurmak: İstekde bulunmak, bir şeyler yapmasını istemek

Yumuş Dutmah: Verilen işi yerine getirmek

Yumru: İri, heybetli, yumulu

Yunak: Üzerinde çamaşır dövülen büyük taş parçası

Yungıl: Koyun veya keçi yününden arta kalan artık kıllar

Yunmak: Yıkanmak

Yunmuş: Yıkanmış, temiz,arık

Yunurmak: Yoğurmak. Karıp sıkıştırarak hamur haline koymak, ezip bükmek

Yurdusu: Deliği

Yuvale taşı / Loğ taşı / Silindirik: Toprak çatılı damları sıkıştırmaya yarayan, yağmur suyu sızıntısını kesen, silindirik, ağır, insan gücüyle dönerek işleyen taş

Yuvak: Loğ taşı, toprak damı düzlemek ve pekiştirmekte kullanılan taş silindir. İçindekilerin dökülmemesi için arabaların ön ve arkalarına konulan tahta setler, kapaklar. Tilkinin yuvadan çıkması için yapılan tuzak. Kuş yuvası. Küçük kuzuların yattıkları yer

Yuva soğanı: Dağlarda kayalık yerlerde yetişen bir ot, yenir

Yüğnük: Temiz, salih

Yüğsek: Yüksek

Yüklük: Evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri koymaya yarayan yer veya büyük dolap, yük, yük odası

Yükünmek: İbadet etmek

Yükünür: İbadet eden, eğilen

Yülek: Ağzı körelerek keskinliğini kaybeden balta, kazma, keser

Yürüm: Yaşam, hayat, ömür

Yüzakı: Masumiyet, temizlik, namus, başarı, beceri

Yüziğne: Çatal iğne veya çengelli iğne

Zabah: Sabah

Zahran: Eski bir kadın başörtüsü olan nezgebin, alnın üstüne gelen ön kısmına süs olarak takılan büyükçe bir eski gümüş para

Zangılamak: İflas etmek, parasız kalmak

Zarafat: Zerafet, şaka

Zay: İf, kayıp

Zebil: Perişan

Zehre: Zahire, buğday

Zencirli Guyu: Gencek’te ip yerine zincir kullanılan bir kuyu adı

Zevle: Boyunduruğun uç kısımlarına takılarak hayvanın boynuna geçirilmek suretiyle kağnıya koşmaya yarayan eğri yay şeklinde bir çeşit değnek

Zılla: Kesinlikle

Zıngazınk: Çok dolu

Zınılamak: Çınlamak, patlamak

Zıpgın: Balıkları avlamakta kullanılan ucu çengelli bir çeşit mızrak

Zıpıltı duymak : Ses duymak

Zille: Semerin iki yanında takılı bulunan ve üzerine yük koymaya yarayan zincir

Zilmen: Üst üste yığılmış taş yığını

Zoba: Soba

Kaynaklar:

Yusuf Avcu, Gencek - Kençek

[1] Türk Tarihinin Başlangıcı, Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu s.46

[2] Dil Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Kençekler ve Kençekçe, Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ s.1

[3]  Kençekler ve Kençekçe, Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ s.105

[4] Dil Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Kençekler ve Kençekçe, Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ s.103

[5] Bailey 1939:89, Tremblay 2007:64

Tepkiler: 

YUSUF AVCU
Biyografi : http://www.yusufavcu.com/p/blog-page_21.html
 

Yorumlar (0)