19.04.2020, 12:55

Gittikçe artıyor yalnızlığımız


Birleşmiş Milletlerin verilerine göre bugün dünyada konuşulan dillerin sayısı 6-7 bin civarında. Müstakil bir dili belirleyen dilbilimsel ölçütlerin tam oturmamış olması, rakamın kesin olarak tespitini zorlaştırmakta. Bu dillerin yarısının konuşan sayısı on binin altında, yine yaklaşık iki bin dil de bin kişiden daha az insan tarafından konuşuluyormuş. Mesela, Almanya’da yaklaşık yedi bin kişinin konuştuğu Aşağı Sorbca dili tehlike altındaymış. Yine Amerika’da sadece 250 kişinin konuştuğu Cayuga ile sadece 11 kişinin konuştuğu yerli dili Dalabon ölmek üzere olan diller arasındaymış.

Türk dilleri için de durum hiç iç açıcı değil. Tehlikedeki Türk dillerinin durumuna ilişkin hazırlanan Son Sesler adlı projenin verilerinde Ahıska Türkçesi, Başkurtça, Çuvaşça, Hakasça, Kırım Tatarcası, Nogayca, Tuvaca ve Yakutça risk altında; Afşar Dili, Çalkanca, Dolganca, Gagauzca, Halaçça, Kumandı Türkçesi, Pamir Kırgızcası, Sibirya Tatarcası, Şorca, Telengitçe, Teleütçe, Tofaca ve Tuba Dili kritik eşikte; Çulım Türkçesi, Dayı Dili, Duha Dili, Horasan Türkçesi, Fu-yu Kırgızcası, Kırımçakça, Karayca, Lopnor Türkçesi, Salarca, Sarı Uygurca, Sungur Türkçesi, Truhmence, Urumca ölüm derecesinde; Kumanca ve Soyotça ise ölü diller kategorisinde değerlendirilmiştir.

Türkiye’de ise, yine UNESCO’nun verilerine göre, 15 dil tehlike altındaymış. Arami kökenli bir dil olan Hertevin dili Siirt, Pervari’ye bağlı Ekindüzü köyünde sadece üç beş kişi tarafından konuşulmaktaymış. Benzer biçimde Türkiyeli Yahudilerin dili Ladino, Gagavuzca, Süryanice, Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Rumcası, Ermenice, Adigece, Kabartayca, Abhazca ve Zazaca da tehlikedeki diller listesindeymiş.

Son konuşuru Tevfik Esenç’in 1992 yılında ölmesiyle, esasen Kafkasya kökenli bir dil olan Ubıhça ve Diyarbakır, Lice’nin Kamışlı köyündeki İbrahim Hanna’nın 1995’te ölmesiyle de Süryanicenin bir lehçesi sayılan Mhlosa dili tarihe karışmış.

Konuşan sayısı gittikçe azalan ve yok olma tehlikesiyle yüz yüze kalan dillerle ilgili UNESCO bünyesinde çalışmalar yapılmakta, raporlar hazırlanmakta ve bu dillerin incelenmesi için ciddi bütçeler ayrılmaktadır.

Konuyla ilgili internet sayfalarında kolayca ulaşılabilecek bu istatiksel bilgileri, küreselleşmenin, dünyanın neresinde olursa olsun, insanoğlunun yüzlerce yıldır iplik iplik işlediği diller ve kültürler için ne büyük tehlike oluşturduğunu gösterebilmek için aktardım. Ölen her dil ya da kültür, insanoğlunun günden güne eksilmesi, yalnızlaşması…

Bir dil ölünce ne değişir dünyada? Ben söyleyeyim… Sayın ki yağmur ormanları talan edilmiş; havadaki oksijen oranı azalmış ve insanlık nefes almakta güçlük çekiyor… Sayın ki oksijen maskesine muhtacız artık, son günlerimizi yaşıyor… Alev Alatlı’nın tespitiyle afazi, salgın bir hastalığa dönüşüyor, tüm insanlığı tehdit eden… Konuşamama… Diller ölüyor; insanlık gün geçtikçe konuşma yetisini kaybediyor…

Bu evrensel sorunun, genelde Türkçeyle özelde de ait olduğum Bahşiş yörüklerine ilişkin kısmıyla daha yakından ilgilendiğimi belirtmeliyim. Toroslarda sayıları gün geçtikçe azalan yörükler gibi sessiz sedasız kayboluyor onların sözcükleri de… Bu sözcüklerle beraber binlerce yıldır süregelen yörük kültürü de yok olup gidiyor… Farkında mısınız?

Farkında mısınız? Ölüyor sözcükler birer birer; ne sela veren var ne cenaze namazı kılan… Ne yas tutuluyor ne mevlüt okutuluyor… Ölünün ardından hayır için verilen yedi yemeği de unutuldu kırk yemeği de. Gittikçe artıyor, yalnızlığımız; farkında değil misiniz?

Bir sözcük ölür; eskiden neşeyle yüzdüğüm ve balık tuttuğum buz gibi derenin suyu çekilir; bilirim ki dünya daha çok ısınmış ve Toroslara daha az kar düşmüş… Bir sözcük ölür; sanırım ki koca göğüslü Çukurova’nın sütü kesilmiş… Bir sözcük ölür; bakarım ki bin yıllık ardıç ağaçlarını yangın almış… Bir sözcük ölür; sanırım ki Toroslarda eşkıya düğünü basmış; kazanlar devrilmiş; toy yarım kalmış…

Çocukken duyduğum eski bir sözcüğe kitaplarda rastlamak, uzun zamandır görmediğim bir akrabama ya da dostuma kavuşmak gibidir benim için… Sırf bu yüzden tarihi sözlükleri ya da ağız sözlüklerini hep elimin altında tutarım… Akrabalarımı ya da dostlarımı yanımda hissetmek güven ve huzur verir bana… Ne zaman nenemin sözcüklerini kızlarımdan duysam kendimi daha rahat hissederim…

Okuma yazma bilmeyen nenelerimizin ya da ancak heceleri birleştirmeyi başarabilen annelerimizin sözcükleri ne olacak, sahipsiz mi kalacak? Yoksa onlar kendi sözcüklerini de mi alıp gidecek toprağın altına? Binlerce yılını birikimi, dil emeği akıl nuru o canın sözcüklere yazık değil mi? Dedelerinizden kalan sözcüklere neden sırt çeviriyorsunuz? Ata yadigarı sözcükler karşısındaki bu kayıtsızlık neden? Siz değil misiniz baba mirasından üç kuruş daha fazla almak için yıllarca mahkeme kapılarını aşındıran, hatta bir evlek tarla için kardeş kanına girmeyi bile göze alan…

Sahi, bizden önceki kuşaklardan tevarüs ettiğimiz sözcüklere kim sahip çıkacak? Onları da kullanmak için biraz çaba göstersek ne kaybederiz? Mesela kökeni bin yıl öncesine kadar giden okuntu sözünü kullansak güzel olmaz mı?  Evet, oğlunuzun düğünü için davetiye kartı değil okuntu gönderin; gelin kızınız için alışverişe çıkmayın asbap kesmeye gidin. Kızın gönlü olsun diye o kadar gezin ki ayaklarınıza kara sular insin. Hatta paranız çıkışmasın; ele güne malamat olun! Damadınızın anne babası için hediye değil dürü hazırlayın. Allah, evlatlarınızın gününü görmeyi nasip etsin size!

Muhanet (cimri) komşudan yaka silkip illallah edin. Dua edin, kısmıkların (cimri) yönünü öte etsin, Allah. Hasit (kıskanç) batasıcalardan uzak durun. Kimseyi günülemeyin (kıskanmayın). Erkenden kalkın; kuşluğa (sabahla öğle arası, kuşluk vakti) kalmayın ki rızkınız bol olsun.

Evet, atalarınızdan kalan sözcüklere siz de sahip çıkın, göz kulak olun onlara ama evinizin şark köşesinde sergilediğiniz antika eşyalar gibi değil… Kullanarak koruyun onları… Dedenizden kalma el dokuması bir namazlada (seccade) kılın namazınızı mesela ya da nenenizden kalma bakır bir tastan için suyu.

Mustafa SARI

Yorumlar (0)