16.04.2020, 23:15

Kazaklar Nasıl Ruslaştırılmaya Çalışıldı?

Kazaklar Nasıl Ruslaştırılmaya Çalışıldı?

Kazaklar üzerinde uygulanan Ruslaştırma siyaseti çok eskiye dayanmaktadır. Tarih boyunca Emperyalist bir siyaset uygulayan Rusya ve Çin gözünü Türkistan topraklarına dikmiştir. İki büyük devlet arasında kalan Küçük Cüz Han’ı Ebulhayr Rus İmparatorluğunun himayesine girmeyi kabul eder. Ruslar önce barış yanlısı gibi davransa da 1731 yılından itibaren Kazak topraklarını işgale başlar. Kraliçe Anna İvanovna döneminde Küçük Cuz ve Orta Cuz barış yolu ile Rusya’nın idaresi altına girmeyi kabul eder. 1781 yılından sonra Batı ve Orta Kazakistan’da Rusya’nın etkisi artmaya başlamış, bir bütün olan Kazak Orda’sı farklı uluslara ayrılmıştır. Çarlık Rusya’sı Batı ve Orta Kazakistan’da tamamen işgal hareketine başlamış olur. 1847 yılında Kazakların son hanı Kenesarı’nın vefat etmesi ile Kazak hanlığı yıkılmış olur ve böylece Kazak topraklan Rusya’nın egemenliği altına girmiş olur. (Adilbayev 2002: 68)

Kazak topraklarını işgal eden Ruslar hanlıkların ortadan kaldırılmasıyla bütün toprakları bozkır genel valiliği altında toplamıştır. Ardından özellikle Rusya’nın çeşitli bölgelerinden getirdikleri fakir Rus halkını Kazakların topraklarına yerleştirmişlerdir. Bu şekilde siyasi olarak Ruslaştırma siyasetinin temelleri atılmıştır. En önemli adım ise özgür göçebe halkı daha rahat yönetebilmek için zorla yerleşik hayata geçirme yani kollektifleştirmedir. “1920’li yıllarda Yeni ekonomik politika uzun süreli sürecek olan siyasi strateji olarak kabul edildi.” (Kara 2007: 422) Marksist sistemi dayanak olarak sunan Ruslar Kazak meralarını, hayvanlarını özel mülkiyeti yok sayarak tekeline almayı amaçlamıştı. Buna en çok direnenler ise şüphesiz kulak olarak adlandırılan zengin köylü kesimdir. Kazakistan’da 1928’de bütün ailelerin içinde kollektifleştirilenlerin oranı % 2 iken, bu rakam 1 Nisan 1930 yılına dek % 50.5 ve Ekim 1931’de % 65’i buldu.” (Kara 2007: 424) Kulakları ortadan kaldırmanın yanı sıra yoksul halkın direnişi karşısında Ruslar oldukça zorlandılar. Ancak baskı, şiddet ve katliamlarla amaçlarına ulaştılar. “Açlık felaketi ve onunla birlikte ortaya çıkan salgın hastalıklardan 1.750.000 kişi kırıldı. (Bazı araştırmacılar bu rakamı 3.5 milyona kadar çıkarmaktadırlar. Prof. Dr. Talas Omarbekov, 1997’de arşiv belgelerine dayalı olarak yayınladığı araştırmalarında ise, bu sayının 2.230.300 civarında olduğunu belirtmektedir.) (Kara 2007: 428) O zamanki Kazak nüfusunun 7 milyon civarında olduğu düşünüldüğü nüfusun yarısının kollektifleştirmede yok edildiğini söylemek mümkündür.

Ruslaştırmanın ikinci ve en önemli aşamasını ise misyonerlik, eğitim, dil, din ve kültür alanında uygulanmaya koyulmuştur. Kazak araştırmacı Prof. Dr. Mekemtas Mirzahmetov, Kazaklar Nasıl Ruslaştırılmaya Çalışıldı? kitabında Ruslaştırmayı üç ana bölümde toplar. Birinci bölümde “Millet Nasıl Ruslaştırıldı? (Muhtar Avezov’un oto sansürünün tarihçesi)”, ikinci bölümde “Vatan Nasıl Ruslaştırıldı? (Vatan Tarihi-Millet Tarihidir)”, üçüncü bölümde ise “Şuur Nasıl Ruslaştırıldı? (Alfabe niçin değiştirildi?)” başlıklarına yer verir. Birinci bölümün öne çıkan olayı yazarların uğradığı baskı ve sansürdür. Ünlü Kazak yazar Muhtar Avezov da kendini oto sansürden geçirmek zorunda kalmıştır;

“XX. Asrın önemli eserlerinden sayılan Abay Yolu isimli eser Stalin döneminde (kişiye tapma) döneminde yoğun baskıların hâkim olduğu bir dönemde yayımlanmasından dolayı birçok sembolik, üstü örtülü anlamlar içermektedir. (…) yazar oto sansür veya oto kontrol olarak adlandırılan edebi metodu, yaşadığı dönemin şartları tüm hakikatleri açıkça ifadeye imkân tanımadığından dolayı seçmeye mecbur olmuştur.” (Mirzahmetov 2012: 3-4)

Ancak Ruslar sansürle yetinmeyecek yıllar 1937’yi gösterdiğinde Stalin yüzbinlerce aydını “halk düşmanı” suçlamasıyla sürgüne gönderecek ya da öldürecektir. “1937-38 yılları arasında sayıları tam bilinmemekle birlikte sadece Azerbaycan’da 70-80 bin aydın; bilim adamı, yazar, sanatçı, öğretmen ve din adamı yok edilmiştir. Özellikle yabancı dil bilenler bu kıyımdan paylarına düşeni fazlasıyla almışlardır. Kırgızistan’da ise kızıl terör kurbanlarının sayısı 40 binlere dayanmıştır.” (Dilek 2019: 31) Yine Türk dünyasının çeşitli bölgelerinde ve Kazakistan da on binlerce aydın Stalin rejimine kurban edilmiştir. Repressiya adı verilen bu dönemin izleri yıllar geçse de silinmeyecektir.

Yazarlar dışında halkın da çeşitli şekillerde ruslaştırılmaya çalışıldığını tarihin sayfalarında tanıklık ediyoruz. Örneğin Kazakların yetim ve sahipsiz çocuklarını açılan yetimhanelerde Rus dadılara emanet ederek dini, dili, kültürü bakımından homo sovieticus yani Sovyet tipi insan olarak yetiştirilmiştir. Bunun etkisini günümüzde bile görmekteyiz.

Ruslaştırma denilince ilk akla gelen isim şüphesiz İlminskiy’dir. Nikolay İvanoviç İlminskiy 1822 yılında Penza eyaletinde bir papaz ailesinde dünyaya gelmiş ve dini bir ortamda eğitilmişti. 1846’da Kazan’daki Dini akademiyi tamamladıktan sonra bu kurumun özel amaçlı Müslüman Karşıtı Bölümü kürsüsünün başkanlığını yapmıştı. Akademide Tatar ve Arap dilinin yanı sıra Teoloji derslerini veren İlminskiy 2 Haziran 1847’de Kazan’da misyonerlik amacıyla özel Tercümanlar Komitesinin başkanlığına getirildi. İlminskiy burada Ortodoksların kutsal kitaplarını gayrı Rus halkların dillerine tercüme etme işiyle ilgileniyordu. İlminsiy’e göre Kazaklar’da Tatarlar gibi dini fanatizm oluşmamıştı bu onun işini kolaylaştırıyordu. (Mirzahmetov 2012: 41-42) İlminskiy özellikle din, dil ve eğitim alanında yaptığı faaliyetlerde Ruslaştırma projesinin mimarı konumundaydı. Birçok kitabın Rusçaya çevrilmesi, Rus dilinde eğitim veren okulların açılması, Kazak çocuklarının özellikle bu okullarda okutulmasının sağlanması (İbiray Altınsarin’den yardım alır), dini okulların başına papazların getirilmesi, kiril alfabesinin (özellikle her Türk topluluğuna farklı olmak üzere) hazırlanması gibi.

Mirzahmetova ikinci bölümde “Vatan Nasıl Ruslaştırıldı? Başlığının altında isimler üzerinde bir algı yönetildiğinin altını çizer;

1. Sömürge altına alınmış bölgelerde Romanov hanedanlığındaki Çarların, knezlerin, askerî komutanların, general valilerin ve Çar hizmetinde olan diğer ünlü kişilerin isimlerinin verilmesi,

2. Sömürgeci hükümetin güvenilir ideolojik dayanağı olan Ortodoks dininin liderleri, ünlü misyonerlerin, çeşitli din adamlarının, hatta dinî bayramların ve kiliselerin isimlerinin verilmesi,

3. Büyük şehirlerdeki yer isimlerini sömürge altına alınan yeni ülkede tekrar verme vasıtasıyla milli ruhun halka sindire sindire verilmesi şeklinde uygulanmıştır.

4. Sömürge altına alınmış geniş Kazak bozkırlarında coğrafi mekânlara verecek yeni Rusça isimler bulamadıklarında, o bölgenin Kazakça olan ismini Rusça’ya çeviriyorlardı. Bu yöntemle sömürgecilik ruhu yavaş yavaş yerleşmiş oluyordu. Meselâ, Aksu-Belovod, Balıkçı-Rıbaçıye, Şortandı-Şuçye, Kökşetav-Sinegorye, Bestau-Pyatigorsk.

5. Bilhassa Romanov hanedanlığındaki Çar ve prenslerin isimlerinin önüne yeni anlamına gelen novo kelimesini eklenerek isim oluşturma geleneği de oldukça yaygındı. Örnek olarak Novo–Alekseyevka, Novo-Nikolayevka, Novo-Mihailovka, Novo-Romanovka şehirlerini verebiliriz. (Mirzahmetov 2012: 79)

Mirzahmetova “Şuur Nasıl Ruslaştırıldı (Alfabe Niçin Değiştirildi?)” bölümünde Kazakların milli şuuru üzerinde oynanan oyundan, alfabe ile dilin oluşumu ve gelişiminden bahsetmiştir;

Şuur üzerinde oynanan en önemli oyun dinin ifade şekli olan alfabe üzerinde idi. Kazak halkının Hıristiyanlaştırılması ve Ruslaştırılması meselesinde bu bölgedeki bütün halkları manevi yönden birbirine bağlayan Arap alfabesi yerine Rus alfabesinin kullanılması misyonerlerin öncelikli hedefi olarak belirlenmişti. Kazan’daki Dinî Akademi de bu amaçla açılmıştı. Bu amaçla İdil boyundaki halkları Hıristiyanlaştırmayı hedefleyen kurum Novokreşenskaya Kontora idi. Türkistan’da ise bu amaçla kurulan kurum Obrusitel’naya Palata (Ruslaştırma dairesi) idi. (Mirzahmetov 2012: 112)

1926 yılında I. Bakü Türkoloji Kurultayında temelleri atılan Arap alfabesini terk edip Latin alfabesini kullanmaya başlayan Türk halkları daha sonra kiril alfabesini kullanmaya mecbur edilmişti. Bu aşamalı geçiş için Türk halklarının nabzı kontrol edilmiş tarih boyunca birçok defa alfabe değiştirmek zorunda kalmışlardır. Önce Türkiye ile bağ koparılmış sonra Türk halklarının kendi aralarındaki bağ da zayıflatılmış kopma noktasına getirilmiştir.

Yukarda adı geçen hem alfabe değişikliği hem de dini akademinin açılması Ruslaştırma yolunda atılmış en önemli adımlardır. Şuursuz bir millet yaratmak dili yok etmekle başlar. Kendi dilinin yerine ikincil bir dili kullanmak zorunda bırakılan Kazaklar, dini değerlerinden hızla koparılmak istenmişlerdir. Bu konuda Tatarları iyi tanıyan İlminskiy’nin Kazandaki tecrübelerinin büyük etkisi olmuştur.

XIX. yüzyılda Kazak topraklarında resmi dil olarak Tatarca kullanılıyordu. Çünkü göçmen ve yerli halka İslamiyet’i öğretmek için gelen mollaların çoğunluğu Tatardı. Stepte açılan okullarda da eğitim Tatarca idi. İlminskiy’nin de üye olduğu Orenburg Bölge Komisyonluğu Kazaklardaki bu Tatar etkisini ortadan kaldırmak için Kazakların milli unsurlarını kullandı. Bunun için ilk önce Kazakçanın önemini arttırmak gerekiyordu. Bu yüzden resmi yazılar Kazakça yazılmaya başlandı. Oral’da Rus sisteminde dört okulun açılması kararlaştırıldı. Bu okullarda Rusça ve Kazakça okutulacaktı. (Adilbayev 2002: 73)

Geleneksel kodlarıyla oynanan, alfabesi değiştirilen, dini değerlerinden uzaklaştırılan, tarih şuuru yok edilmeye çalışılan, milli hafızası silinmeye çalışılan, sansür, baskı ve mankurtlaştırma siyaseti uygulanan Kazak halkı da diğer Türk dünyası halkları gibi Ruslaştırılmaya çalışılmıştır. Ruslar gerek Çarlık Rusyası döneminde gerekse Sovyetler Birliği döneminde bunda yer yer başarılı olmuşlardır. Ancak güçlü bir hafızaya, tarih şuuruna, örf adet ve geleneklerine bağlı Kazak halkının özüne döndüğü görülmektedir. Özellikle Nursultan Nazarbayev’in halkının kimliğini unutmaması, özüne dönmesi için yazmış olduğu milli ruhu dirilten makaleleri ve atılan adımlar oldukça ümit vericidir. Manevi Uyanış ve Bozkırın Yedi Özelliği olarak çevrilen bu makalelerdeki öze dönüş çabaları ile latin alfabesine geçiş Kazakların milli kodlarını unutmadığının göstergesidir.

Kaynakça

Adilbayev, Alau (2002), “Çarlık Döneminde Kazak Topraklarında Yürütülen Ruslaştırma Faaliyetleri”, Bilig, Sayı 23: 67-90.

Dilek, İbrahim (2019), “Türk Dünyası Edebiyatında Repressiya”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi Turkish World Journal of Language and Literature Sayı/Issue: 48 (Güz-Autumn) - Ankara, TÜRKİYE

Eski Devirlerden Günümüze Kazakistan ve Kazaklar (2007), (Çev: Kara, Abdulvahap), Selenge Yayınları, İstanbul.

Mirzahmetov, Mekemtas (2012), Kazaklar Nasıl Ruslaştırılmaya Çalışıldı? (Çev: Prof. Dr. Bağlan Özer, Yrd. Doç. Dr. B. Tümen Somuncuoğlu), Çankırı Karatekin Üniversitesi Yayınları, Çankırı.

Yorumlar (0)