Ahmet Telli Kimdir​​​​​​​, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir?

Ahmet Telli Kimdir, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir?

Biyografi, kısa biyografiler, biyografi, biyografi eserleri, ilginç biyografiler, önemli biyografiler, yazarlar, şairler, düşünürler, kim kimdir, yaşam öyküsü, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir? Ahmet Telli Kimdir

biyografi, kısa biyografiler, biyografi, biyografi eserleri, ilginç biyografiler, önemli biyografiler, yazarlar, şairler, düşünürler, kim kimdir, yaşam öyküsü, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir?

Bütün yazar, şair ve düşünürleri şu bağlantıdan okuyabilirsiniz.

Lütfen tıklayınız: Yazarlar-Şairler-Edebiyatçılar-Düşünürler

...

Ahmet Telli Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

1946'da Çankırı'nın Eskipazar ilçesinde doğdu. Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen okullarında eğitim gördü.

Bir dönem köy öğretmenliği yaptı. Ardından Gazi Eğitim Enstitüsü'nü bitirdi.

Anadolu'da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı.

12 Eylül'den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı.

1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerden.

İsmet Özel'den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilendi. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir yandan da Attilâ İlhan'a yakın durduğu söylenebilir.

Ahmet Telli'nin Eserleri

Şiir kitapları

Yangın Yılları (1979)

Hüznün İsyan Olur (1979)

Dövüşen Anlatsın (1980)

Saklı Kalan (1981)

Su Çürüdü (1982)

Belki Yine Gelirim (1984)

Çocuksun Sen (1994)

Kalbim Unut Bu Şiiri (1994)

Barbar ile Şehla (2003)

Yüzünün Doğusu Gül - Şiirlerden seçmeler Türkçe - Kürtçe (2005)

Nida (2010)

Bakışın Senin (2016)

Öykü

Arkadaşlık Günleriydi

Diğer eserleri 

Ben Hiçbir Şey Söylemedim (2001)

Sulara mı Yazıldı (2001)

Buradayım Sözümde (2005)

Neylersin (2012)

Söylesen

Görsen (2016)

Ödülleri

1980 Toprak Şiir Ödülü Hüznün İsyan Olur kitabı ile (Metin Altıok'la paylaştı)

1982 Yazko Şiir Özendirme Ödülü Saklı Kalan ile

2011 Altın Portakal Şiir Ödülü Nida kitabı ile

Ahmet Telli'nin Şiirlerinden Örnekler

BEKLE BENİ

Karlar tozarken bekle 
Ortalık ağarırken bekle 
Kimseler beklemezken bekle beni (K.Simonov)

I

Bekle beni küçüğüm 
umudu karartmadan 
sevinci yitirmeden bekle 
döneceğim bir gün elbet 
bekle beni

Bahar geldiğinde 
kırlara çıkacaksın 
dizboyu otlar üstünde 
koş koşabildiğince 
ve sakın yitirme neşeyi

Kırların sessizliğinde 
yüreğinin sesini dinle 
ve orada benim için 
küçücük bir yer ayır 
ve bekle beni küçüğüm

Doğa pervasızdır biraz 
bakarsın en olmaz yerde 
masmavi bir su fışkırır 
ve suyun ışıldayan göğsünde 
sevincin nilüferleri

Bahar şaşırtmasın seni 
sırtüstü uzan bir gölgeye 
suların, kuşların sesini dinle 
ve bekle beni orada 
döneceğim küçüğüm 

II

Mapusane türküleri 
hüzünlüdür biraz 
belki her dinleyişinde 
yüreğin burkulmakta 
için sızlamaktadır

Ama acılara alışılmaz 
birşeyler var değişecek 
birşeyler var 
değiştirmemiz gereken 
önce acılardan başlanacak

Beş on yıl dediğin 
pek kolay geçmeyebilir 
üstelik bu savaş 
bu kahredici kıyım 
bitmeyebilir daha uzun süre

Ama sen sahip çıkarak 
yaşama ve sevince 
bekle beni küçüğüm 
acılar bitecek bir gün 
sevgiler çiçek açacak

Mapusane türküleri 
hüzünlüyse de biraz 
yüreğin burkulmasın 
için sızlamasın sakın 
ve bekle beni küçüğüm 

III

Kış kıyamet bir gün 
bakarsın çıkıp gelmişim 
varsın azgınlaşsın tipi 
ve uğuldayadursun 
dışardaki rüzgâr

Sakın şaşırma küçüğüm 
üşümüş bir serçe gibi 
titremesin ellerin 
apansız çıkıp geleceğim 
kış kıyamet de olsa bir gün

Uğuldayan bu rüzgâr 
bu delice yağan kar 
ürkütmesin seni 
direnmektir artık 
bekleyişin öbür adı

Sen türküler söyle 
ve gülümse küçüğüm 
çünkü sesinin 
ırmağıyla yeşerecek 
hasretin bozkırları

Bekle beni küçüğüm 
umudu karartmadan 
sevinci yitirmeden bekle 
döneceğim bir gün elbet 
beke beni küçüğüm

ZAMAN KEKEMEYDİ

Gün bitti, elindeki güller de soldu 
anımsanacak neler kaldı bugünden 
paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak 
belki bir türkü söyleriz geceye karşı 
saçlarını tarazlayan bir şafak olur

Zaman kekemeydi ve tarihe sızan 
soytarılar gördük gencömrümüzde 
ölüm peşimize düşende bir göçebeydik 
suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına 
bütün sığınaklar uçurumlara açılırdı

Rüzgâr suyu soğutsun su terli bedenlerimizi 
ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları 
konuşursak akşam olur ve yine yağmur yağar 
gidersek gülüşler azalır buralarda 
kim bulur kayıp adresteki dostları

Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana 
ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin 
ve ancak yeni bir yorumu oluyor aşkın 
saçlarından sızan bu karanlık yağmur 
ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar

Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü 
çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların 
ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru 
-Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm 
kendimi, seni ve bütün dünyayı 

AKŞAMI GECİKTİREBİLİRSİN BELKİ

Feride için

Gün batarken sula fesleğenleri 
balkonun kokusu sokağa taşsın 
sokaklar kayıp çocuklar gibi 
hırçındır, ürkek ve biraz şaşkın

Sular bulutlanır sen susarsın 
ve kent çıngıraklı bir yılan kadar 
zehirlidir artık sevgilin mahpusken 
üstelik kirli bir lekeye döner umutlar

Acılar katlanır mendil yerine 
sarışınlaşırsın bu kaçıncı güz 
ellerin üşür, çiy düşer çiçeklere 
beklediğin mektuplar da gelmez

Bomboş sayfalara dönerken aklın 
tecrit'teki kitabı fareler kemiriyor 
ve düşlerin sonsuz bir boşluktayken 
bir sigara yakıyorsun, tutuşuyor sular

Akşamı geciktirebilirsin belki 
suladığın fesleğenlerle, kimbilir 
ama vaktin ayırdındadır şimdi 
kuşlar, çocuklar ve mahpuslar 
Usulca inse de koldemirleri

ÇOCUKSUN SEN / I

Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen 
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu 
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen 
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim 
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor 
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun 
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar 
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa 
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların 
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar 
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit 
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık 
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık 
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin 
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun 
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada 
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. 
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil 

ÇOCUKSUN SEN / II

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm 
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar 
Dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm 
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir 
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna 
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için 
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak 
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu 
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor 
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri 
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda 
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum 
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım 
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer 
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle 
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum 
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken 
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde 
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su 
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç 
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı 
(Soluğunun elma kokması bundandı belki) 
Bir elma kokusuna tutundum düşerken 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

Çocuksun sen, çocuğumsun

SAVRULAN KÜLLERİ ÖMRÜMÜZÜN

Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm 
bulutların dağlara sessizce çöküşünü 
Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci 
Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım 
çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya 
bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda

Harelenen sularda bir yanık kokusu 
ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi 
Işık zamana bağlı zamansa onun 
kocaman gözleridir artık 
Anladım tarih de yazılmaz 
bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün

Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir 
deryalara savrulup çöllere düşmüştü 
Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı 
hangi sokakta vuruldu sevgilim 
Bir demet menekşe bir avuç toprak 
burkulan bir yürek miyim hep

Sesimde bir yanma bir kekrelik 
uzayıp giden bir çöl yalnızlığı 
Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor 
sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey 
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor 
gidip de gelmemek üzere bütün yüzler

Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi 
bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere 
yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı 
bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum 
savrulan küllerini ömrümüzün 
Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum

Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin 
ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor 
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni 
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus 
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim 
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında

BELKİ YİNE GELİRİM

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
Tükürsek cinayet sayılıyor artık
Ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
Tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
Ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
Alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
Kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
Ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum bütün kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
Ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
Dizginlerini koparan bir at sanki bu
Soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
Ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
Bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
Ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
Şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
Geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
Sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...

YENİLDİK

Yenildik; 
Şimdi kim bilebilir zakkumun 
O kekre tadını bizim kadar 
Tenimize sinmiş sülfür kokusunu 
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar

İntikamcıydı bilim, sezgimizse 
Gölgesi sulara vuran bir ceylan 
Neyi yaşamışsak ömrümüz diye 
Derimize yazdı o vak'anüvis 
Kehribar saplı bir hançerle

Kehânet kuyularında sınandık 
Terkettiğimiz her şehir yakıldı 
Anıtlar dikildi kahhar ve kutsal 
Zamansa bir karadeliğe dönüştü 
Belleğimizin oksitlenen çöllerinde

Çöl ve moraran cesetler, rüya 
Kâbusa dönüyor cinnet saatidir 
Coğrafyanın bu yakasında bir halk 
Kendi oğullarını boğazlıyor artık 
Kûfi bir cesaret oluyor cinnet

Biz keder diyorduk, tarihmiş 
Dilimizde işte o kil ve kül tadı 
Şimdi kim bilebilir yenilginin 
O kekre kokusunu bizim kadar 
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir 

AKBABALAR-KELEBEKLER

Yüreği ağzında bir çocuk 
Gibi alırken kalemi elime 
Beceriksiz, acemi ve olasıya 
Yapayalnızım her defasında

Bu sonuncu olsun diyorum 
Ömrümün eksiksiz tek şiiri 
Yazılsın artık kırk yaşımın 
Ve bir aşkın bittiği bu gece

Akbabalar bin yıl kelebekler 
Bir mevsim yaşarlarmış ki aşk 
Da kısa ömürlüdür, başlar 
Gibi biter yaşanmışsa eğer

Yaşanan ne varsa hoşgörünün 
Bir parçasıdır artık ama ben 
Yine de yakabilirim bu gece 
Bütün anılarımı bir şiir için

Sonra irkiliyorum, anılarım yoksa 
Dostlarım da terkedilmiştir yangın 
Sürüp dururken yurdumda ki o zaman 
Kıymeti harbiyesi nedir bu şiirin

Sabaha karşı dilim paslı 
Beynim keçeleşmiştir ve yangın 
Yalnızlığıma sıçrarken üşüyor 
Bütün sözcükler. Umut yoktur

Yüreğim diyorum, kekeme 
Alıngan, serseri yüreğim 
Sen nerden bilebilirsin 
Bir şiirin nasıl yazıldığını

ANISI BİZ OLALIM BU SOKAKLARIN

Anısı biz olalım bu sokakların 
öpüşmediğimiz tek saçak altı 
hiçbir otobüs durağı kalmasın 
Biz yürüyelim kent güzelleşsin 
gürültüsüz sözcükler bulalım 
yeni sevinçlere benzeyen 

Biz gelince bir yağmur başlar 
yüzün çizilir buğulanan camlara 
bir uzun karartma biter 
akasyalar köpürür birdenbire 
ve her avluda adınla anılan 
çiçekler sulanır akşamüstleri

Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü 
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi 
başını sessizce omzuma koyarsın 
gülüreyhan olur soluğun 
Biz kalırız kuşlar dönüp gelir 
her balkonda bir menekşe sesi

Belki yeniden güzelleştiririz 
adları değiştirilen parkları 
perdeleri hiç açılmayan evlerde 
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur 
tanıdık sevinçlerle dolar yeniden 
kendi sesini kemiren alanlar

Anısı biz olalım bu sokakların 
ve hiç durmadan yağmur yağsın 
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım 
sarmaşıklar fısıldaşsın yine 
Gidersek birlikte gideriz 
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen

AŞK BİTTİ

F.E.S. ve öbürleri için

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da 
Uzun bir hastalık gibi 
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi 
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı 
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi 
Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi 
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır 
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım 
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim 
Belki bir yağmur yağar akşama doğru 
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Aşk da bitti diyordu ya bir şair 
Aşk bitti işte tam da öyle

AYRILIK AYRACI

Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun 
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın 
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi 
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu 
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor 
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde

Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada 
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık 
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda 
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide 
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor 
Ya da erteletiyorum biletimi son anda

Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam 
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin 
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık 
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek 
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi 
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık

Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için 
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara 
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr 
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada 
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı 
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor 
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde 
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu 
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa 
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın 
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını 

ESKİ BİR HÜZÜNLE

Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya 
(kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum) 
Unutup gitmişim ezberimdeki bütün şiirleri 
bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara

O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma 
tecrit'teki yine bir türkü tutturuyor 
Ey kalbim sana denk düşüyor bütün bu acılar 
acılar tek ve mutlak olan bir şeyi anlatıyor

Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü 
dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni 
Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden 
suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına

Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor 
ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen 
unutup gitmişim bütün türküleri artık 
(kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum)

Kısa süren hastalıklar vardır ya, işte öyle 
geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu 
resmini asıyorum ranzamın başucuna yine 
ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında 
-Teslim olmayalım halilim kurşun atalım!

SIĞINAK

Sözün yine hep aşktan yanaysa 
sevgilim sen sakla bir kaçağı 
belki yorgun ve yaralıdır hâlâ 
ölüm basmıştır son sığınağı

Sus ve sadece dinle sessizliği 
perdeleri çek ışıkları söndür 
bir selam bir haber gönderir belki 
sesleri hiç duyulmayan dostlar

Bir cigara sar bitlis tütününden 
bir çay demle sonra, anısı kalsın 
bekle başında onun sabahadek

Belki benim sana böyle sığınan 
yapayalnız ve öylesine yorgun 
kimliği duvarlarda kalan bir kaçak

GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME

Gün biter gülüşün kalır bende 
anılar gibi sürüklenir bulutlar 
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır 
yarım kalan bir şiir belki de 

Aykırı anlamlar arayıp durma 
güz biter sular köpürür de 
kapanmaz gülüşünün açtığı yara 
uçurum olur cellat olur her gece 

Her gece yeniden bir talan başlar 
acı ses olur, ses deli bir yağmur 
eski bir eylüle gireriz böylece

Sığındığım her yer adınla anılır 
ben girerim, sokağı devriyeler basar 
bir de gülüşün eklenir kimliğime

HÜZ'NÜN İSYAN OLUR

Suya düşen bir karanfilse yüreğin 
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm 
vursun seni o taştan bu taşa 
o çağlayandan bu çağlayana

Kavgadan uzak kalmışsan 
sevdadan da uzaksın demektir 
devinmez yüreğinin mağması 
çatlamaz sabrın kara taşı

KALBİM UNUT BU ŞİİRİ

Uğuldayan ve hep uğuldayan 
bir orman kadar üşüyorum şimdi 
yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda 
yanlış ve zehirli çiçekler açıyor 
Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık

Su ve ses kadar beklediğim 
ne kaldı geride, bilmiyorum 
uzanıp uyumak istiyorum gölgeme 
ve sarınmak o kocaman gözlerin 
uğuldayan rüzgârlarına

Bir acıyı yaşarım ve zehrinden 
çiçekler üretirim kömür karası 
uçurum kadar bir yalnızlık 
yaratırım kendime, atlarım 
Anısı yoktur küçük rüzgârların 

Yapraklarım yok artık kuşlarım yok 
büsbütün viran oldu dağlarım 
ezberimdeki türküler de savrulup gitti 
ömrümün karşılığı kalmadı sesimde 
sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü 

Yanlış, daha baştan yanlış 
bir şiirdi bu, biliyorum 
ve belki ömrümüzün yakın geçmişi 
bu kadar doğruydu ancak, kimbilir 
Kalbim unut bu şiiri

Yorumlar (0)