Ali Şir Nevâyî (Ali Şir Nevâ’î), Çağatay Türkçesi

Ali Şir Nevâyî (Ali Şir Nevâ’î)

Nizâmeddin Alî Şîr, 9 Şubat 1441 (h. 17 Ramazan 844) tarihinde Herat’ta doğdu. Uygur Türklerindendir. Babası Gıyâseddîn Kiçkine Bahâdır (Bahşı), Horasan hâkimi Ebu’l-Kâsım Babur’un adamı idi. Ana tarafından büyük babası Ebû Sa’îd Çisek de Mîrzâ Baykara’nın beylerbeyi idi. Alî Şîr küçük yaşından beri Mîrzâ Baykara’nın torunu Hüseyn-i Baykara ile birlikte büyümüş ve öğrenim yapmıştı. Esasen ataları başlangıçtan beri Timur’un oğullarından Ömer Şeyh ile onun oğlu Mîrzâ Baykara’nın hizmetinde bulunmakta idiler.

Babası 1447 yılında Şâhruh’un vefatı üzerine altı yaşındaki oğlu Alî Şîr’i yanına alarak Irak’a gitmek üzere yola koyulur. Yolculuk esnasında Teft şehrine uğrayıp Timur’un tarihçisi Mevlânâ Şerefüddin Alî Yezdî’nin hankahı yanında konaklarlar. Nevâyî’nin Mevlânâ ile tanışması bu sebeple olur.

1452 yılında Sultan Ebu’l-Kâsım Babur, Horasan hâkimi olunca, baba oğul Horasan’a döner. Bu arada babası bir süre Sebzvâr emirliğinde bulunur. Alî Şîr ile Hüseyn-i Baykara bu sıra birlikte öğrenime başlarlar ve aralarında ölünceye kadar devam edecek bir dostluk kurulur.

1456 yılında Alî Şîr, Ebu’l-Kâsım ile birlikte Meşhed’e gider. Ebu’l-Kâsım bu şehirde vefat edince, Alî Şîr bir müddet daha Meşhed’de kalıp öğrenimine devam eder. Öğrenim esnasında Şeyh Kemal-i Tevbetî ile de tanışıp ondan feyz alır.

Babası vefat edince Herat’a dönüp Ebû Sa’îd Mirzâ’nın hizmetine girer. Ancak Hüseyn-i Baykara ile olan yakın dostluğu sebebiyle Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın yanında fazla kalamaz, Semerkand’a gider. Semerkand’da Hâce Fazlullâh Ebû Leysî hankahında iki yıl ders görür.

1469 yılında Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan üzerine yürüdüğü sıra Karabağ’da yakalanıp öldürülmesi üzerine Hüseyn-i Baykara Horasan’ı ele geçirip Timurlular tahtına oturur. Alî Şîr bu olaydan sonra Herat’a dönüp Hüseyn-i Baykara’nın hizmetine girer.

Hüseyn-i Baykara tarafından ilk görev olarak “mühürdârlık” verilir. Bu görevinin yanında Hüseyn-i Baykara’nın yakın dostu ve arkadaşıdır ve her bakımdan onu desteklemektedir. Nitekim o sıra vergi yüzünden çıkan bir halk hareketini Alî Şîr önlemeye muvaffak olur. Ayrıca Şâhruh’un torunu Mîrzâ Yâdgâr Muhammed’in, Uzun Hasan’ın desteği ile Herat üzerine yürüyüp şehri ele geçirmesi olayında, şehir dışında bulunan Alî Şîr’in yanındaki kuvvetlerle Yâdgâr Muhammed’i yakalaması, onun Hüseyn-i Baykara’ya olan sadakat ve hizmetini gösterdiği kadar büyük bir idareci olduğunu da göstermektedir.

1472 yılında Emîr “divan beyi” olur. Ülkede birçok yolsuzluklarla savaşır, haksızlığa uğrayanları korur. Bu hareketi birçok düşman kazanmasına sebep olursa da, Alî Şîr asla doğru bildiği yoldan ayrılmaz.

1476 yılında büyük hürmet ve takdir beslediği devrin büyük siması Abdurrahman Câmî’nin irşadı ile Nakşibendî tarikatına intisap eder.

1479 yılında, Ebû Sa’îd’in oğlu Mîrzâ Ebû Bekir’in ayaklanmasını bastırmak için Esterâbâd’a yürüyen Hüseyn-i Baykara, Herat’ta naip olarak Alî Şîr’i bırakır.

1483-1485 yılları arasında Hamse’sini meydana getiren Alî Şîr, 1478 yılında Esterâbâd’a vali olarak gönderilerek Herat’tan uzaklaştırılır. 1488 yılında valilik görevinden affını ister, kabul edilinde Herat’a döner.

1489 yılında yakın dostu ve üstadı Seyyid Hasan Erdeşîr’in vefatına çok üzülür ve onun hakkında bir risale vücuda getirir.

1490 yılında Divan beyliği görevini bırakarak Hüseyn-i Baykara’nın nedimi olarak kalır. 1492 yılında Abdurrahman Câmî’nin vefatı Alî Şîr için daha büyük bir darbe olur. Bunun yanında saray entrikaları, Hüseyn-i Baykara’nın oğulları ve torunları ile olan münasebeti, şehzâdelerin taht kavgaları Alî Şîr’i çok üzer. 1498 yılında tekrar Meşhed’e gider. Oradan hacca gitmek için izin isterse de, yolların tehlikeli oluşu bahanesiyle izin verilmez. Herat’a döner.

Alî Şîr 3 Ocak 1501 tarihinde vefat eder. Hakk’ın rahmetine kavuşur ve hayattayken hazırlattığı Kudsiye camii yanındaki kabre gömülür.

Kısaca hayatını hulâsa ettiğimiz Nevâyî’nin Çağatay edebiyatının teşekkülünde mümtaz bir yeri vardır. Divan, mesnevî, tezkire, tarih gibi türlerde, musiki, aruz, dil gibi konularda otuza yakın eser veren Nevâyî, devrinin olduğu kadar, Türk edebiyatının da en mühim şahsiyetlerinden biridir. Denilebilir ki Nevâyî kadar geniş bir tesir sahası ve mensup olduğu edebiyatın teessüs ve tekâmülünde büyük hizmeti bulunan bir başka şahsiyete rastlamak hemen hemen mümkün değildir.

Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars edebiyatının Câmî ile zirveye ulaştığı ve münevverlerin Farsça öğrenip bu dille yazmağı meziyet saydıkları bir devirde, Nevâyî’nin Türkçenin Farsçadan aşağı kalacak bir dil olmadığını müdafaa etmesi, Türkçeyle de yüksek bir edebiyat vücuda getirmenin mümkün olacağını bizzat eserleriyle ispat etmesi ve yenilerin Türkçe yazmaları hususunda teşvikte bulunması göz önüne alınırsa, bu hizmetin derecesi ve önemi daha iyi anlaşılır.

Z.V. Togan, Nevâyî’nin bu sahadaki büyük hizmetlerini şöyle ifade etmektedir: “Şair ve edip sıfatıyla Ali Şir, o zamanki Türk münevverlerinin hayran oldukları İran edebiyatını benimseyip Türk ruhuna uygun bir şekle sokarak Türkçeyi yüksek bir sanat dili haline getirmek ve münevver Türkün ruhunu yükseltmek, Türkçe yüksek sanat eserleri yaratmak gâyesini gütmüştür.” Gerçekten Nevâyî’nin her eseri bu ulvî gâyenin tahakkukuna matuftur. Ayrıca onun her eseri devrinin kültür hayatının ayrı bir cephesini aydınlattığı gibi, onun geniş kültürünü, sanat dehasını ve milliyetçiliğini de açıkça ortaya koymaktadır.

Câmî’nin ve Husrev-i Dihlevî’nin tesiri altında kalan Nevâyî, hiçbir zaman İran edebiyatının basit bir mukallidi olmamıştır. Bilakis müşterek konuları işleyen eserlerinde bile orijinal olmağa, bunlara millî bir ruh vermeğe ve Türkçenin ifade kudretini hâkim kılmağa muvaffak olmuştur.

Nevâyî’yi İran edebiyatının bir taklitçisi sayan E. Blochet ve W. Barthold’a mukabil Bertels çeşitli incelemeleriyle karşı çıkmış ve Nevâyî’nin orijinalliğini ortaya koymağa çalışmıştır. Bertels kültür ve gelişme mücadelesinde Nevâyî’nin en büyük rolü oynadığını kabul ederek, Nevâyî’nin Fars edebî tekniğini önce Farsça divanında, daha sonra Türkçe eserlerinde tatbik ettiğini ileri sürmüştür.

Nevâyî’nin yüksek bir millî şuura ve sarsılmaz bir Türkçe sevgisine sahip olduğu hemen hemen bütün eserlerinde görülmektedir.

Edebiyat her şeyden önce dil meselesidir. Millî ve yüksek bir edebiyat ancak millî şuur ve millî zevkin geliştirdiği bir dille yaratılır. Bunun için evvela dilin kudretine inanmak, onu sevmek ve titizlikle işlemek gerekir. Nevâyî’yi, Türkçenin müdafaasını yapmağa ve münevverleri Türkçe yazmaları için teşvik etmeğe sevk eden gerçek sebep budur.

Nevâyî’nin çeşitli tür ve konularda bu kadar eser vermesi ise, onun kuruculuk vasfıyla izah edilebilir. Hakikaten Nevâyî, klasik Çağatay edebiyatının teşekkülünde Tanzimatçıların oynadığı rolü oynar. Bu sebepledir ki Nevâyî, klasik Fars edebiyatını örnek almış, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçe ile yazmağa çalışmış, müşterek kültüre dayanan Orta Asya edebiyatını millî ruh ve millî zevkle klâsik bir seviyeye ulaştırmağa muvaffak olmuştur.

Nevâyî, sanatkâr cephesi yanında bu rehberlik vasfıyla da klâsik Çağatay edebiyatının temel direği olmuş, Çağataycayı klâsik bir şiir ve nesir dili haline getirmiştir.

Alî Şîr Nevâyî’nin eserleri şunlardır:

Türkçe divanlar:

Garâ’ibü’s-sığar

Nevâdirü’ş-şebâb

Bedâyi’ü’l-vasat

Fevâ’idü’l-kiber

Farsça divan

Hamsesi:

Hayretü’l-ebrâr

Ferhâd u Şîrîn

Mecnûn u Leylî

Seb’a-i seyyâre

Sedd-i İskenderî

Divanlar ile Hamse dışında kalan eserleri:

Çihil hadîs

Vakfiyye

Nazmü’l-cevâhir

Tarih-i enbiyâ ve hukemâ

Târih-i mülûk-i ‘Acem

Hâlât-ı Seyyid Hasan Erdeşîr

Mecâlisü’n-nefâ’is

Münşe’ât

Risâle-i mu’ammâ

Hamsetü’l-mütehayyirîn

Mîzânü’l-evzân

Hâlât-ı Pehlevân Muhammed

Nesâyimü’l-mahabbemin şemâyimi’l-fütüvve

Lisânü’t-tayr

Muhâkemetü’l-luğateyn

Sirâcü’l-müslimîn

Mahbûbü’l-kulûb

Münâcât

Münşe’ât

Alî Şîr Nevâyî’nin Türkiye kitaplarında bulunan eserlerinin nüshaları Agâh Sırrı Levend tarafından tespit edilip ayrıntılı bir şekilde tanıtılmıştır.

Yorumlar (0)