Fuzuli Kimdir? Fuzuli'nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri​​​​​​​, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir?

Fuzuli Kimdir? Fuzuli'nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir?

Biyografi, kısa biyografiler, biyografi, biyografi eserleri, ilginç biyografiler, önemli biyografiler, yazarlar, şairler, düşünürler, kim kimdir, yaşam öyküsü, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir? Fuzuli Kimdir? Fuzuli'nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

biyografi, kısa biyografiler, biyografi, biyografi eserleri, ilginç biyografiler, önemli biyografiler, yazarlar, şairler, düşünürler, kim kimdir, yaşam öyküsü, yazarlar, şairler, düşünürler, biyografiler, kim kimdir?

Bütün yazar, şair ve düşünürleri şu bağlantıdan okuyabilirsiniz.

Lütfen tıklayınız: Yazarlar-Şairler-Edebiyatçılar-Düşünürler

...

Fuzuli Kimdir? Fuzuli'nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Fuzûlî (d. Hille-Irak, 1480 veya 1490? - ö. Kerbela, Bağdat, 1556)
Âzeri asıllı Türk şair. Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman'dır.

Yaşamı üzerine bildiklerimiz çok azdır. Kimi kaynaklarda rastlanan bilgilerse ya söylentiye dayanmaktadır ya da çelişkilerle doludur. Nerede, ne zaman doğduğu bilinmiyor. Mehmet Fuat Köprülü, Hille’de doğmuş olabileceğini daha akla yakın bulmaktadır.

Asıl adının Mehmet, babasının ise Süleyman adlı biri olduğu söylentisi ise kendisinin gerek Farsça divanında, gerekse Hadikatü’s-Süeda’da ana dilinin Türkçe olduğunu söylemesiyle doğrulanıyor.

Çocukluğu ve gençliği nerede geçmiştir, kimlerden ders almıştır, burası karanlık. Ama molla sanını aldığı düşünülür ve yapıtlarında rastlanan felsefe, tıp, din bilimleriyle ilgili bilgiler göz önünde tutulursa, iyi bir öğrenim yaptığı kesindir.

Şah İsmail’in 1508’de Bağdat’ı fethetmesin den sonra Bağdat’ta bulunduğu, Şah İsmail adına yazdığı Beng ü Bâde mesnevisinden anlaşılıyor. Ayrıca bir kasidesinden Bağdat’ta Safevi valisi olan Kürt reisi İbrahim Han tarafından korunduğu da bilinenler arasındadır. Ama İbrahim Han ölünce (1527) Hille’ye çekilmiş, Safevi büyükleri arasında başka bir koruyucu bulamamıştır.

Kanuni’nin Bağdat’ı fethedişine kadar (1534), Fuzulî’nin nasıl bir yaşam sürdüğü bütünüyle karanlıktır. Kanuni Bağdat’ı alınca “Geldi burc-i evliyaya padişah-i nâmdâr” (H.941) tarihini taşıyan dizenin bulunduğu kasideyi padişaha sunmuş, ayrıca ileri gelen devlet adamları için de kasideler yazmıştı. Bu nedenle günde 9 akçalık bir gelir bağlandığım, ama evkaf dairesindeki yolsuzluklar nedeniyle bu parayı alamayıp, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’ye ünlü Şikâyetname ’yi yazdığını biliyoruz.

Fuzulî, orduyla birlikte Bağdat fethine katılan Hayâlî, Taşlıcalı Yahya gibi o dönemin ünlü şairleriyle tanışmış, onlarla dost olmuştu. Bu üç şairin birbirlerine nazireler yazmış olmaları bu dostluğu kanıtlar.

Bütün yaşamı Hille, Kerbelâ ve Bağdat çevresinde geçmiştir. Sıkıntılarla ve geçim zorluklarıyla dolu bir yaşam sürdüğü, “Diyar-ı Rumu gözet terk-i hâk-i Bağdat et” demesine karşın Irak bölgesinden ayrılamadığı kendisinin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.

Hangi tarihte öldüğü bilinmekle birlikte öldüğü ve mezarının bulunduğu yer de söylentilere dayanmaktadır. Irak’ta görülen bir veba salgını sırasında (H.963) ölmüştür. Bugün, Kerbelâ’da Meşhed-i Hüseyin yanındaki türbenin ona ait olduğunu kesinlikle ileri sürmek mümkün değildir. Türbe bir Bektaşi tekkesindedir ve şairin mezhebi düşünülürse, Bektaşi geleneğinin bu türbeyi ona mal etmesine şaşmamak gerekir. Fuzulî’nin Şiî mezhebine bağlı olduğu konusu, bugün artık tartışılamayacak bir biçimde kanıtlanmıştır.

Şurası çok açıktır ki; Fuzuli, gelmiş geçmiş Türk şairlerinin en büyüklerinden biridir. Bu büyüklük, hakkında yüzlerce makale yazılmasına, inceleme yapılmasına yol açmıştır. Burada, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir iki makalesiyle onun şiir dünyasına girmeye çalıştığını ve Fuzulî’yi gerçek yerine oturttuğunu belirtelim. Ona göre “Fuzulî, şiiri sadece kalbe ait bir macera telakki eder ve ıztırabı şair için yaşanacak tek iklim gibi görür.”

Menim tek hiç kim zâr ü perişân olmasun yâ Rab
Esir-i derd-i aşk ü dağ-i hicrân olmasun ya Rab

beyti Tanpınar’ı doğrular. Böylece “onda her şey kendiliğinden ben’in etrafında toplanır ve oradan hareket ederek dünyasını yakalar.” Aşkının çeşidi ne olursa olsun, şiirleriyle yarattığı dünya, hatta ünlü Leyla ve Mecnun mesnevisi biraz da kendi öyküsüdür.

Mende Mecnûndan füzûn âşıklık istidâdı var 
Âşık-ı zadık menem Mecnûnun ancak âdı var

derken kuşkusuz bunu anlatmak istiyordu. Lirizmini besleyen acı zevk veriyordu ona. Şu beyitleri okuduktan sonra onu yaşatanın acı çekmekten zevk duyma olduğunu düşünmemek mümkün değildir:

Cân ü ten oldukça benden derd ü gam eksik değil 
Çıksa cân hâk olsa ten ne can gerek ne ten bana

Aşk derdinin devâsı kabil-i dermân değil 
Terk-i cân derler bu derdin muteber dermânına

Bu beyitler bizi, aynı zamanda, onun ölüm karşısındaki tavrına götürür. Bir kurtuluş gibi gösterdiği ölümü hiçbir zaman istemez. Ama onun yaşamın karşıtı olduğunu, kendisini bir gölge gibi izlediğini bilir. Çünkü onun şiiri duygusal planda nasıl Mecnun’la, Kerbelâ şehidi Hüseyin’e bağlanırsa düşünsel açıdan da tasavvufla beslenir. Sıkıntı, acı, ayrılık, tokgözlülük, yoksulluk gözyaşı, dövünme ve dünya nimetlerinden sıyrılma düşüncesi. Bütün bunlara bir de yalnızlık psikolojisi eklenir:

Âşiyân-ı mürg-i dil zülf-i perişânındadır 
Kande olsam ey peri gönlüm senin yanındadır

Diyâr-ı hecrde seyl-i sitemden oldu harap 
Fezâ-yı aşkta abâd gördüğün gönlüm

Ey Fuzulî akıdup seyl-i sirişk ağlayalı 
Aşk ehline figân etmeği kanun ettin

Cife-i dünya değil ger kes gibi matlubumuz 
Bir bölük ankâlarız Kaf-ı kanaat bekleriz

Kıldı zülfün tek perişân hâlimi hâlin senin 
Bir gün ey bîdert sormazsın nedir halin senin

Böylece, “Fuzulî’de ıztırapla ve insan kaderiyle dorudan doğruya temas ederiz. (...) Çünkü onun lügati, fakirlik ve ıztırabın etrafında döner ve aynası, yalnızlığın aynasıdır.” Unutulmamalıdır ki Fuzulî, sarayın havasım değil, toplumsal kargaşanın sürüp gittiği, ekonomik bir çöküntünün egemen olduğu Irak’ın havasını soluyor, Hüseyin’in anısının eksilmeksizin sürdüğü topraklarda yaşıyordu. Mersiyelerindeki acı ve yakınma, kasidelerindeki övgü ve başka nasıl açıklanabilir.

O Kanuni için,

Geldi burc-i evliyâya padişah-ı nâmdâr 
Rûşen etti adiden her gûşesinde bin çerâğ

derken, salt kendisinin değil, bütün bir halkın kaderinin değişeceğine inanıyordu. Günde dokuz akçalık bir gelire razı olan, gelecekten hiçbir şey beklemeyen bu psikoloji, kuşkusuz din ve tasavvufla besleniyordu. Ama ben sözcüğünün neredeyse her beyitte karşımıza çıkması, şairin bireysel bir tavra büründüğünü göstermez. Tersine onun ben’i, ortak bir kaderin yansıdığı toplumsal psikolojinin bileşkesidir:

Perişân hâlin oldum sormadın hâl-i perişânım 
Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermânım 
Ne dersin rüzgârım böyle mi geçsün güzel cânım 
Gözüm cânım efendim sevdiğim devlet ü sultânım

derken kendi perişanlığını yansıtır belki. Ama yüzyıllar ötesinden bugüne seslenebilmesi, genelde inşam bir yanından yakaladığını gösterir. (Kaynak: Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Tarihi)

Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden islami bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2.beytinde

"Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem 
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su"

diyerek astronomi bilgisininde iyi olduğunu ortaya koymuştur.

Türkçe divanının önsözünde, "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir." demektedir.

Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.

Bedensel zevklerden ziyade tasavvufi bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. Leyla ve Mecnun mesnevisi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevilerden biridir.

İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimi ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.

Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikayetnãme'yi yazmıştır. Şikayetnãme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir. Şikayetnamesinde Fuzuli şöyle der:

" Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
   Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar "

Çokça zikredilen beyitlerinden bazıları şunlardır:

Aşk imiş her ne var alemde 
İlim bir kil ü kal imiş

Mende Mecnundan füzun aşıklık isti'dadı var 
Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var

Hasılım yoh ser-i küyunda beladan gayrı 
Garazım yoh reh-i aşkında fenadan gayrı

Eyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir 
Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir

Dest busi arzusıyle ger ölsem dustlar 
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su

Ya rab bela-yı aşk ile kıl müptela meni 
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda meni

Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün, 
Dem be dem saat be saat men senün kurbanınam. 

Açıklama: “Fuzûlî bilgi” ifadesi “gereksiz bilgi, fazla bilgi” anlamında değildir; faziletli, erdemli bilgi” anlamındadır.

Fuzuli'nin Eserleri

Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Türkçe manzum eserleri

  • Divan,
  • Beng ü Bade (Şah İsmail adına yazılmıştır); 444 beyitlik Türkçe mesnevi.
  • Leyla ile Mecnun (Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn); 3 bin 96 beyitlik mesnevi.
  • Risale-i Muammeyat (Risâle-i Muammeyât)
  • Kırk Hadis
  • Su kasidesi
  • Hz. Ali Divanı

Şikâyetnâme (Şikâyetnâme) kafiyeli nesir türündedir; Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetnâme'yi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.

Türkçe mensur eserleri

  • Hadikatü's-Süeda (Hadîkat üs-Süedâ);Kerbela olayını anlatan düzyazı
  • Mektuplar (Mektubat)
  • Farsça manzum eserleri
  • Divan
  • Enis'ül-Kalb (Anîs ol-qalb)
  • Heft Cam (sâkinâme); tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi.
  • Resale-e Muammeyat (Resâle-e Muammeyât)
  • Sehhat o Ma'ruz (Sehhat o Ma'ruz, Sıhhat u Maraz) (tıp bilgileri)
  • Farsça mensur eserleri
  • Rind ü Zahid (Rend va Zâhed)
  • Risale-i Muamma
  • Arapça eserleri:
  • Dîvan (manzum)
  • Matlau'l-itikad (mensur)
  • Bazı Eserlerinin Kısa Tanıtımı
  • Türkçe Divan

Şiir hakkındaki görüşünü “İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir.” sözleriyle dile getiren Fuzûlî bu sözlerine Türkçe Divan’ının mukaddimesinde (ön sözünde) yer vermiştir.

Türkçe Divan’da dokuz adet naat örneği vardır.

“Su Kasidesi” adlı naat örneği işte bu Türkçe Divan’dadır.

Beng ü Bade

440 beyitlik bir mesnevidir.

Alegorik bir mesnevidir.

Afyon ve şarabın mücadelesi şeklinde bir kurguya sahiptir.

Afyon II. Bayezid’i, bade ise Şah İsmail’i sembolize etmektedir.

Eser badenin zaferi ile sonuçlanmıştır.

Bu mesnevi Şah İsmail’e sunulmuştur.

Sohbetü’l Esmar

Fuzuli’ye ait olup olmadığı tartışmalı bir mesnevidir.

200 beyitten oluşmuştur.

Meyvelerin konuşması şeklinde kurgulanmış bir mesnevidir.

Eser “bu dünyanın vefası yok, cefası çok” cümlesi ile biter bu aynı zamanda eserin ana fikridir.

Hadikatü’s Süeda

Maktel türünde bir eserdir.

Kerbela Vakası’nı anlatan eserdir.

Fuzuli’nin en hacimli eseri olarak kabul edilmektedir.

Ağırlıklı olarak mensur bir nitelik gösterse de eserin içerisinde manzum bölümler de vardır.

Hadikatü’s Süeda, özellikle Bektaşî çevrelerinde ciddi bir ilgi kazanmıştır.

Hadikatü’s Süeda, Kaşifi’nin Ravzatü’ş-Şüheda’sı model alınarak oluşturulmuş bir eserdir.

Şikayet-name

¦Şikayet-name adlı mektubunun adı Nişancı Paşa Mektubu’dur.

“Selam verdüm rüşvet degüldür deyü almadılar.” cümlesi mektubun en çarpıcı cümlesidir.

Heft-Cam

Heft-Cam sakiname türünde Farsça bir eserdir.

Eserde kadehlerin çeşitli müzik aletleriyle konuşması ilgi çekici bir özelliktir.

“Yedi kadeh” anlamına gelmektedir.

Sıhhat u Maraz

Bu eserin diğer adı Hüsn ü Aşk’tır.

Tıpla ilgili bilgilerin dile getirildiği bir eserdir.

Suhreverdi’nin Munisü’l Uşşak adlı eserinden etkilenilerek yazılmıştır.

Eserin kelime dağarcığı tıp ve tasavvuf terimlerinden oluşmaktadır.

Enisü’l Kalb

134 beyitlik bir kasidedir.

İranlı şair Hakani’nin Bahrü’l Ebrar adlı kasidesine naziredir.

Enisü’l Kalb’e daha sonra Nef’i ve Yenişehirli Avni de birer nazire yazmışlardır.

Enisü’l Kalb, sözün insanı hayvandan ayıran temel nitelik olduğuna vurgu yapar.

İlim ve irfan sahibi olmanın incelikleri üzerinde de durulmuştur.

Rind ü Zahid

Araya küçük manzum bölümler sıkıştırılmış Farsça bir eserdir.

Bir rind ile bir zahidin arasındaki konuşmalara yer verilmiştir.

Rind baba; zahid ise oğuldur. Bu yönüyle alegorik bir anlatıdır.

Rind gönlü ve duyguyu; zahid ise aklı simgelemektedir.

Rind ü Zahid, gönül ve duygunun akla galip gelmesi şeklinde bir sonuçla bitmektedir.

Matlaü’l İtikad

Matla’ül itikad aynı zamanda Fuzuli’nin gerçek adının Mehmed olduğunun en önemli belgesidir.

Matla'ül İtikad adlı bu eserde Fuzuli’ye dair birçok biyografik bilgi mevcuttur.

Yorumlar (0)