11.02.2019, 16:22

KÂŞGARLI ABDUREHİM HEYT...

KÂŞGARLI ABDUREHİM HEYT...

Abdurehim Heyt’i ilk defa 1990 yılında gördüm ve tanıdım. Gazi Üniversitesi Gazi Konser Salonu’nda sahne alacaktı. Hocam Ercilasun’un danışmanlığında  tamamladığım Uygurcada fiil incelemesi içerikli yüksek lisans tezimin ardından 1990 yılında doktora konusu olarak Abdurehim Ötkür’ün Tarım Boyları, Ömür Menzilliri ve Kaşgar Keçesi şiir kitapları üzerine çalışıyordum. Heyt’in sahnede seslendireceği besteler, Ötkür’ün güftelerinden oluşuyordu. Şiirleri okumam istendi, ben de can u gönülden okudum. İkimizin ortak bir dünyası varmış meğerse: Ötkür...  Ben okuyordum, ardımdan o icra ediyor ve salon coşuyordu. Hiç unutamadım o sahneyi, hâlâ gözümün önünde. Bozkırın tezenesinin dediği gibi “Kalpten kalbe yol var, görünmez...” Ben de Heyt’in yüreğine giden yolu keşfetmiştim, galiba. Kâşgar Kızı, Ay Tolun Kız, Eynek, o günkü bestelerden sadece birkaçı... Konserden sonra kısa bir sohbetimiz de olmuştu, o Türkiye Türkçesini çok iyi bilmiyordu, benim de Uygurcam henüz edebî konuşma dili seviyesinde değildi, o yıllarda...

2015 yılında Mirsultan Osmanov’un 85. doğum yılı vesilesiyle onun Dîvânu Lugâti’t-Türk ve Kutadgu Bilig ile ilgili hizmetlerini yad etmek ve Abdurehim Ötkür’ün ölümünün 25. yılında Türkoloji gençliğine Ötkür’ün Sûfî Allah Yar, Babür Şah, Nevâyî mirası enfes şiir dünyasını tattırmak amacıyla naçizane bir toplantı tertip etmiştik. Toplantıyı, 25 yıl aradan sonra ve bütün zorluklara rağmen Abdurehim Heyt konseriyle taçlandırmaya kararlıydım. Zorlukları anlatmayacağım, onlar benim olsun!.. TİKA ve UNESCO Millî Komisyonu büyük destek verdi bize.  Ayrıca, Ötkür ve Heyt’i anlatmak üzere 18 Aralık sabahı TRT HABER Özel Gündem programının konuğu olmuştum.

Osmanov’un kızı Aysima (Mirsultan) ve Ötkür’ün kızı sevgili Zülhayat (Ötkür), Türkiye Uygurlarından sevgili dostlarım Gülzade Tanrıdağlı, Alimcan İnayet, Erkin Emet, Erkin Ekrem, Kazakistan Uygurlarından kıymetli Almasbek Akemiz ve sevgili dostum Ruslan (Arziyev) de aramızdaydı. Abdurehim’i karşılamak üzere havaalanına giderken hakikaten çok heyecanlıydım. Omzunda iki dutarından başka hiçbir şey yoktu. Mağjan’ın ifadesiyle “Alıstağı Bavrıma”, yıllarca görmediğim kardeşime kavuşmuş gibiydim. O, çok dikkatli ve temkinliydi. Basından gelen görüşme taleplerini asla kabul etmedi. Biz de Urumçi’ye döndüğünde zarar görmemesi için elimizden geleni yapmıştık. Gazi Üniversitesi gençliğinin hakkını teslim etmek isterim. Özellikle bizim ülkücü gençler, erdemli bir tavır sergileyerek onu üzmemek için ellerinden geleni yaptılar, salon beyefendileri edasıyla... Almanya’dan bizzat bu konser için gelen Uygur konuklarımız da vardı, onlar da büyük hassasiyet göstererek arka sıralarda sessizce Abdurehim’i dinleyip selam veremeden ve vedalaşamadan aramızdan ayrıldılar. 

Konser bestelerine birlikte karar vermiştik. Güfteleri benim okumamı ve sahnede sadece benim olmamı, O istemişti. Ayrıca, en önemli özelliğinin “Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı” olduğunu ve bunu anons etmemi özellikle istemişti benden. Ötkür başta olmak üzere Teyipcan Eliyof, Nimşehit, Özbek şair Fırkati’den bestelere eşlik eden dutar nağmelerine Mimar Kemaleddin Salonu ilk defa şahit oluyordu. Türkiye ve Türklük sevdalısı Abdurehim, Zülfü Livaneli ile Mehmet Özbek’i yıllardır dinleyen biri olarak Leylim Ley ve Beyaz Gül Kırmızı Gül’e dutar nağmeleri katarak ortak ruhu, gönüllere gönderiyordu. 25 yıl öncesi gibi ben okuyordum, o çalıp söylüyordu. Uçraşkanda, Sultan Kızlar, Eynek, Naleş, Ömür Menzilliri, Dost Hanım, Bilim İşkıda o geceki bestelerdi. 1995’te Ötkür’ün vefatının ardından bir vefa borcu olarak bestelediği Uçraşkanda “Karşılaşınca”, aynı zamanda Türk Dünyası’nın Mimar Kemaleddin Salonu’nda haysiyetli buluşmasına vesile oluyordu. Gazi Hastanesinin o dönemdeki Başhekimi sevgili dostum Dr. Kadriye Altok’un bir zerafet örneği olarak Heyt’e takdim ettiği çiçek demetleri, büyük ozanın gururuna gurur katıyordu.

Abdurehim, uzun ve çetin yoldan bir gece için gelmişti ve çok yorgundu. Uğurlamaya giderken şoför koltuğunda ben, yanımda sevgili öğrencim Mahmutcan (Yasin) vardı. Abdurehim arkada oturdu, yol boyunca 45 dakika sohbet ettik. İlk sözü bir sanatkâr hassasiyeti taşıyordu, salondaki izdihama ve coşkuya rağmen: “Çok yorgundum, seyirciye yansıdı mı? Beğendiler mi, acaba?” Birlikte türkü söyledik. Beyaz Gül’ü bu kez ben okudum. Dedi ki: “Siz, sadece Ötkür’ü değil, türkü söylemeyi de seviyorsunuz, dutar da çalar mısınız?” Ben de dedim ki “Şiir ve mûsıkî bana huzur veriyor. Dutara gelince, kabiliyetim var, okul yıllarımda telli saz çalmıştım, uğraşırsam çalarım.” Cevabımın karşılığında taparcasına sevdiği dutarını şahsıma emanet edeceğini hiç düşünmemiştim...  Urumçi’de dutar satın almaya gidenlere Abdurehim refakat edermiş. Onun beğendiği dutarlar, Heyt tescilli dutarlar çok kıymetli...

Bir sonraki konsere Neşet Ertaş ve Gencebay’dan besteler okuyacağına dair söz vermişti. CD’leri aldım ve merhum Mirsultan Osmanov ve eşiyle birlikte gönderdim. Ulaştığını bizzat kendisi haber verdi. 

O, “Tenrim bar, halkım bar, ruhum bar ve bu yüzden korkmam” derken Ötkür gibi, ataları gibi çok samimidir. Tanıdığım Abdurehim, bence her gün şöyle dua ediyor, Ötkür’ün rubâîsindeki gibi: Meni helqim kuçağidin ve dutarimdin ayrima!...

Yorumlar (0)