31.01.2022, 19:07

Malımıla Malamat/Tahta Kaşık

Malımıla Malamat/Tahta Kaşık

Üzeri rengârenk çiçek motifleriyle bezenmiş olan tahta kaşıklar, çoktan miadını doldurmuş; naftalin kokulu sandıklara kaldırılmıştı, benim çocukluğumda. Nenem bir türlü alışamadığı metal kaşıklara burun kıvırır, yemek yerken ağzında hissettiği metal soğukluğundan hiç hoşlanmazdı. ‘Hinihacette lazım olur.’ diye saklanan bu tahta kaşıklar, nişan, düğün ya da sünnet töreni gibi büyük kutlamalarda sandıklardan çıkartılırdı. Hem biliyor musunuz, yörükler tahta kaşıkları sadece yemekte kullanmaz, bazen söylenen bir türküye ritimle eşlik etmek için vurmalı çalgılar (perküsyon) yerine, bazen de kaşık havası oynamak için kullanır, yörükler tahta kaşıkları.

Efendim, ‘Yüz kişiye sorduk; en popüler cevabı arıyoruz. Sizce Türklüğün en belirgin şiarı nedir?’ diye sorsalar, ‘Misafire yemek ikram etmek’ seçeneğinin ilk beşte yer alacağına kalıbımı basarım. Hele de nişan, düğün ya da sünnet gibi törenler söz konusu ise Dede Korkut’un ifadesiyle ‘Tepe gibi et yığmak, göl gibi kımız sağdırmak’ Türk beylerinin şiarındandır. Bu geleneğe sıkı sıkıya intiba eden yörükler için de düğünlerde üç beş koyun ya da keçi boğazlamak adettendi, eskiden. Bir gün önce dökülen mantılar (yüzük çorbası), ıslanan kuru fasulyeler, nohutlar  ya da dövmeler koca karınlı bakır kazanlarda pişirilirken; kemikli kemiksiz doğranan kilolarca et de dışı ıslak külle sıvanmış olan yayvan bakır leğenlerde kavrulurdu.

Sayıları yüzlere hatta bazen binlere varan onca insana zaten az ve bulunması güç metal kaşık temin etmek zor olduğundan tahta kaşıklar sandıklardan çıkartılır; hatta bunlar da yetmez, üstüne konu komşudan kaşık istenirdi. Yörük düğünlerinde yemek bulmak kolay ama temiz kaşık ya da kap kacak bulmak zordu, eskiden. Bu yüzden nenemin ifadesiyle eli eftik (eli çabuk, hızlı iş yapan) iki kadın bulaşıkçı olarak seçilir; bu kadınlar düğün boyunca açık büfe hizmet sunan sofradan çıkan bulaşığı anında yıkayıp yine nenemin ifadesiyle aşanacı kadınlara yetiştirirdi.

Derleme Sözlüğü’de aşana ‘mutfak’ anlamıyla kaydedilmiş. Türkçe  ve Farsça ‘ev’ anlamındaki hane sözlerinin izdivacıyla ortaya çıkmış olmalı. Türkçede /h/ sesinin düşmesi yaygın bir ses olayıdır. Sözlükte kayıtlı olmasa da aşanacı, mutfak ve yemek işlerinden iyi anlayan kadın demekti, Bahşiş yörüklerinin dilinde.

Eli lezzetli bu becerikli kadınlar çok itibar görürdü, kasabada. Yemeğin yağını, salçasını, suyunu ve tuzunu hep göz kararına göre ayarlar; ocağın ateşini bazen harlayarak bazen de yanan odunları geri çekerek pişme aşamasına göre ısıyı ideal dengede tutar ve her seferinde de muhteşem bir iş çıkarırlardı, ortaya. Sabit ve belirli bir ücreti yoktu, yaptıkları işin ama gelin kızın ne heveslerle hazırladığı, içinde mutlaka kenarları oyalı tülbent ya da yazma, el örgüsü patik ve yelek, elbiselik kumaş, iç çamaşırı ve namazla (seccade) bulunan dürü bohçası ile oğlan anasının çok önceden hazır ettiği çeyrek altına garanti gözüyle bakılabilirdi. Yemekten memnun kalmış olan kayınbabanın vereceği bahşişin miktarını hiç kimse kestiremez; böyle durumlarda ağanın eli de tutulmaz, zaten.

Karnı doyup keyfi yerine gelen kasabalı, az önce yemek yediği kaşıkları bu sefer oyunda kullanmak üzere yeniden eline alırdı. Kaşıklardan biri başparmakla işaret parmağı arasına, diğeri ise orta parmakla yüzük parmağı arasına bombeli tarafları birbirine değecek biçimde yerleştirilir; ritmik hareketlerle vurulan kaşık sesi neredeyse davul ve zurnayla yarışırdı. Bu kaşık oyunlarına sadece izleyici olarak katılmak, maalesef hiçbir oyunu becerememek ahir ömrümde bile üzüntü sebebidir benim için. İnsan bu kadar mı yeteneksiz olur!

Düğün ve ziyafet demişken ‘kaşığı kuşağında’ deyimini duydunuz mu hiç? Ben de Konya’ya gelince öğrendim, bu deyimi. Rivayet edilir ki yeniçeriler sefere çıktığında kaşıklarını kuşaklarında muhafaza ederlermiş. Kuşağın bir tarafına kılıç, diğer tarafına da tahta kaşık konurmuş. Yemek zamanı geldiğinde kaşık dağıtma derdi olmaz; yeniçeri kuşağından çıkardığı kaşığı sallarmış, pilava. Derler ki kaşığı iyi sallayan kılıcı da iyi sallar. Kılıcın hakkını vermekle kaşığın hakkını vermek arasında doğru orantı varmış.

Bilen bilir, Konya düğünlerinde kurulan sofra herkese açıktır ve menü nerdeyse hiç değişmez: Yoğurt (yayla) çorbası, etli pilav, etli bamya çorbası, zerde ya da irmik helvası. İsteyen herkes yemeğe katılabilir, davetiyeye ihtiyaç yoktur. Yakınlardaki bir mektepte okuyan çocukları, tesadüfen oradan geçenleri, konu komşuyu hep hesaba katmalı ve ona göre hazırlıklı olmalıdır, düğün sahibi. Konya’da her zaman yemek yemeye hazır, doymak bilmeyen ve tesadüf ettiği her düğün sofrasına teklifsiz oturan gençler için ‘Kaşığı kuşağında geziyor.’ deyimi kullanılır. Ne güzel bir ifade değil mi!

Neyse, ödünç alınan kaşıklara dönelim. Herkes düğün hengâmesinde ödünç verdiği kaşıkların başına bir şeyler gelmesinden korkar, bu yüzden de kaşığın her hangi bir yerine bel (işaret) koyardı. Nenem de kendi kaşıklarının sapına mavi bir boya sürmüş; desene aykırı giden bu mavi bel(işaret) sayesinde yüzlerce kaşık içinde kendi kaşığını kolayca bulmayı hedeflemişti. İple bağladığı 12 iki tahta kaşığı ödünç verirken kendi eliyle koyduğu mavi beli göstermiş ve sıkı sıkı tembihlemişti, komşu kadını:

‘Ana, benim kaşıkların sapında mavi boya var. Gözünü severim, karışmasın!’

Kim bilir kaç kapıdan kaşık toplayan zavallı kadın hangi birine sahip çıksın. Hem niyeti bozuk adama kimin gücü yetebilir? Gerçi modası geçmiş tahta bir kaşığa kim tenezzül eder ki?

Komşu kadın düğünden sonra kaşıkları getirirken mahcubiyet içindeydi:

‘Vallahi, hepsine tek tek baktım ama senin kaşıklardan birini bulmadım Imsaan (Esmehan) Hala. Bir çalan oldu mu, bilmem. Kimsenin bobalına (vebal) giremem (Birinin haksız yere suçlamak, günahını almak)’

Nenem bir yandan ‘Ne edecen anam, çalan olduysa da südüne sümmetine (Helal süt emmeyen her kötülüğü yapabilir.)’ diye komşu kadına teselli veriyor, diğer yandan da kimlerden ödünç kaşık aldığını sorguluyordu, kendi kaşığını bulabilmek umuduyla. Başka bir koşuya gitmiş olabilirdi. Kim bilir ardı ardına kaç defa yıkanan tahta kaşıktaki mavi bel belki de kaybolmuştu.

Kapı kapı gezip kayıp kaşığını aradı nenem, ‘Nene artık tahta kaşık mı kaldı? Bulsan ne olacak?’ dememize aldırmadan. Sevgili okuyucu lütfen nenemin bu halini cimrilikle tevil etmeye kalkmayın! Bize değersiz gelen şeyler bizden önceki kuşaklar için anlamlı ve değerli olabilir. Benim gibi bir değil iki kuşak öncesine ait yaşlı bir kadının doğrularıyla büyümüş olsaydınız eminim daha kolay anlardınız, beni.

Komşu kadınların kimisi durumu olgunlukla karşılayıp kendi kaşıklarını göstermiş, kimisi de töhmet altında kaldıkları için surat asmış neneme, zaten kendi kaşıklarının deseni bile farklıymış; hem teker teker bakarak geri almış kaşıklarını, farklı bir kaşık olsa başta kendisi almazmış zaten, kimsenin kaşığına muhtaç değilmiş, çok şükür. Duydukları karşında sinirlenen ama komşuların yüzüne karşı bir şey diyemeyen nenem eve gelince patladı: Malımıla malamat ettiler beni!

Arapça melamet sözünün yörüklerin dilindeki biçimi olan malamat ‘Çaresiz biçimde rezil ve perişan bir duruma düşmek.’ anlamındadır. /m, l ve a/ sesleriyle sağlanan ses uyumuna dikkat buyurun lütfen! Nenemin öfke anında dile getirdiği bu ifadeler, dizlerinin üstüne yeni yeni kalkmaya başlayan gencecik söz dağarcığımın en önemli zenginlik kaynağıydı. Rahmet olsun!

Mustafa SARI

Yorumlar (0)