DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ


Klasik Türk Edebiyatında nazım, her zaman nesrin önünde tutulmuştur. Fakat nazım ve nesir karışık yazılan eserler de vardır.

Edebiyatta tür dendiği zaman, ele alınıp işlenen konuya göre yapılan sınıflandırmalar akla gelmelidir. Aynı konu, mensur ya da manzum işlenebildiği gibi farklı nazım şekilleriyle de işlenebilmektedir.


1.TEVHİD: Allah’ın birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir. Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü, sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır. Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini Nâbî yazmıştır.

2.  MÜNACAT: Kelime anlamı "Allah’a dua etme, yalvarma" anlamına gel­mektedir. Divan edebiyatında Allah’a yalvarma, yakarma, niyaz etme maksadıyla yazılan nesir ya da nazım yazılara "münacaat" denir. Kaside, gazel, mes­nevi, murabba, muhammes, terkib ve terci-i bend, rubai ve kıt’a gibi he­men bütün nazım şekilleriyle yazılmıştır. Şairler bazen aynı nazım şekli içinde tevhid ve münacatı birlikte işleyebilmektedirler. Bu tür yazılarda şair, Allah’ın kudret ve azameti karşısında kendi acizliğini ortaya konar. Günah­larının bağışlanması için yüce yaratıcıya yalvarır.

3. NAAT:Sözlük anlamı "bir şeyi överek anlatma, vasıflandırma" anla­mına gelmektedir. Edebiyatta Hazret-i Muhammedi övme amacıyla yazılan şiirlere "naat" adı verilmektedir. Düzyazı şeklinde yazılanlar da vardır. Divanlarda tevhid ve münacatlardan sonra naatlar gelmektedir. Ancak tevhid ve münacat olma­dan naatlarla başlayan divanlar da bulunmaktadır. Taşlıcalı Yahya, Nefi, Nedim, Naili gibi bazı şairler divanlarına naatlarla başlamışlardır.

Naatlarda Hz. Muhammed’e karşı duyulan saygı ve sevgi dile getirilir. Peygamberin hayatı, hicreti, miracı, dini yayma konusunda verdiği müca­dele ve mucizeler anlatılır. En sonunda onun şefaatine sığınılır, ona getiri­len salât ve selamla naat tamamlanır.

4. MİRACİYE:Edebiyatta Hz. Muhammed’in miraç mucizesini konu alan şiirlerdir. Miraç’ın sözlük anlamı "çıkılacak, yükselecek yer, merdiven, göğe yükselme"dir. Hz. Muhammed, Cebrail yardımıyla bir mucize olarak Mekke’den Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmüş ve ora­dan da semaya yükseltilmiştir. Hicri takvimde Recep Ayı’nın yirmi yedisine rastlayan bu gece İslam dünyasında Miraç Kandili olarak kutlanmaktadır. Türk Edebiyatında bu konuyu işleyen manzum, mensur eserler yazılmıştır. Bu tür eserlere mi’raciye, mi’rac-name gibi isimler verilir. Miraciyelerde peygamberin özellikleri, miraç için kullanılan binekler ve Peygamberin miracda yaşadıkları, ayetler ve hadislerden alıntılarla dile getirilir. Hazret i Peygamber, Mekke’den Beytü’l Makdis’e kadar Burak’la oradan dünya­nın semasına kadar Mirac’la, yedinci semaya kadar meleklerin kanatları üzerinde, Sidretü’l Münteha’ya kadar Cebrail’in kanadı üzerinde ve Kâbe Kavseyn’e kadar da Refref adı verilen binekle yükselmiştir.

Genellikle kaside veya mesnevi biçiminde yazılan bu şiirlerin bazıları bestelenerek cami ve tekkelerde okunmuştur. Bunları ezgiyle okuyan­lara mirachan denir.

5.  MEVLİD:Sözlüklerde "insanın doğduğu yer, doğma, dünyaya gel­me, doğulan zaman" anlamlarına gelmektedir. Edebiyatta ise Hazret-i Peygamber’in doğumunu konu alan eserlerin genel adıdır. Bu tür eser­lerde Peygamber’in doğumu, peygamber oluşu, mucizeleri, miraç olayı, örnek yaşayışı, vefatı gibi konular işlenmektedir. Farklı kişilerce altmışın üzerinde Türkçe mevlid yazılmasına rağmen bunların içerisinde Süleyman Çelebi (1351-1422)’nin yazdığı Vesiietü’n-Necat (1409) isimli 768 beyitlik mevlid meşhurdur. Süleyman Çelebi’nin eseri şu bölümlerden oluşmakta­dır: Tevhid, dua, âlemin ve peygamberin yaratılışı, veladet, medhiye, mu-cizat, miraç, hicret, Peygamberin özellikleri, nasihat, kötü davranışlardan kaçınma, risalet, vefat, hatime.

6.  HİLYE:Hazreti-i Peygamber’in fiziki ve ruhi özeliklerinin yazı ile an­latılmasını konu alan eserlerdir. Bir nevi dini portrelerdir. Hilye-i Şerif, Hilyetü’n- Nebi, Şemai’l-i Şerif olarak da isimlendirilen eserler bu konuyu işlemektedir. En çok Hazret-i Muhammed için yazılmakla birlikte dört halife için yazılanları da vardır. Manzum ya da mensur olan bu eserler, bazen müstakil bir kitap halindedir, bazen de miraciyelerin, siyerlerin, mevlidlerin içinde yer alır. Müstakil olanlar mesnevi biçimindedir. Türün en önemli eseri 16. yüzyıl şairi Hakani’nin Hilye-i Hakani adıyla bilinen eseridir.

7. KIRIK HADİS:Hadis, Hazret-i Muhammed’in sözü anlamına gelmekte­dir. Kur’an’dan sonra ikinci kaynak olan hadisleri toplayan kitaplar vardır. Sayıları yüz binleri bulan hadislerden kırk tanesini seçerek manzum veya mensur aktaran, tercümesini veya şerhini (açıklamasını) yapan edebi eser­ler meydana getirilmiş ve bu eserler Kırk Hadis, Hadis-i Erba’in şeklinde isimlendirilmişlerdir. Zamanla kırk hadis öğrenme, ezberleme, tercüme ve şerh etme geleneği oluşmuştur. Esere alınacak kırk hadis seçilirken ge­nellikle aynı konuları ele alanların bir araya getirilmesi veya ezberlenmesi kolay olanlar göz önünde tutulmuştur.

Türkçe manzum kırk hadislerde, Arapça ve Farsça hadis kitaplarıyla Molla Cami’nin Çihil Hadis adlı eserinin etkisi vardır.

8. METHİYE:Sözcük olarak "birini övme, birinin iyi özelliklerini sayma" an­lamına gelmektedir. Edebiyatta bir kimseyi övmek amacıyla yazılan man­zum veya mensur eserlere denir. Eski şair ve yazarlarımız başta padişah, sadrazam, şeyhülislam ve valiler olmak üzere, ya devlet adamlarını ya da başta dört halife olmak üzere diğer din ve tarikat büyüklerini överlerdi. Met­hiyeler çoğunlukla kaside nazım biçimiyle yazılır.

9.  FAHRİYE:Bir şairin kendini övmek için yazdığı şiirlerdir. Şairler kasi­delerin fahriye bölümlerinde ve gazellerin mahlas beyitlerinde kendi şair­liklerinin üstülüğünü dile getirmişlerdir. Özellikle Nefi, şiirlerinde fahriyeye önem vermiştir.

10. HİCVİYE:Bir kimseyi yerme, alay etme, gülünç duruma düşürme ama­cıyla yazılan şiirlere hicviye denir. Halk edebiyatında taşlama biçiminde kullanılan kelime bugün yergi olarak kullanılmaktadır. Divan edebiyatında bu türden yararlanılarak bazı kişilerin olumsuz yanları ya da toplumun ak­sak yönleri eleştirilmiştir. Bu konuda en başarılı örnekleri Nefi vermiştir. Nef’i’nin sadece hicviyelerinden oluşan Siham-ı Kaza isimli bir eseri var­dır. Şeyhi’nin Harname adlı mesnevisi de hiciv türünde yazılmış önemli bir mesnevidir.

11. MERSİYE:Ölen birinin ardından duyulan üzüntüyü dile getirmek ama­cıyla kaleme alınan şiirlerdir. Mersiyeyi yazan, ölen kimsenin ahlaki güzel­liklerini, yaptığı iyilikleri dile getirir. Dünyanın geçiciliği, kadere rıza gösteril­mesi gibi konuları ele alır. Mersiyelerde genellikle şu bölümler vardır:

Girizgâh: Feleğe sitem, dünyanın geçiciliğinden söz edilir.

Yas: Sevilen kişinin ölümünden duyulan üzüntü dile getirilir.

Methiye: Ölen kişinin özellikleri ve yaptıkları, övgü dolu sözlerle, mübala­ğalı bir şekilde anlatılır.

Olay tasviri: Ölümün nasıl gerçekleştiği detaylı ve dramatik bir şekilde anlatılır.

Dua ve temenniler: Ölenin makamının cennet olması için dua, geride ka­lanlara uzun ve sıhhatli bir ömür temenni edilir. Padişahlara yazılan mer­siyelerde buna ek olarak yeni padişaha övgülerde bulunan mersiyeler de vardır.

Bu tür şiirler çoğunlukla terkib-i bend, kaside, terci-i bend ve murabba nazım biçimleriyle yazılmıştır. İslam dünyasında mersiye dendiğinde ilk önce, Hazret-i Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi dolayısıyla yazılmış şiirler akla gelir. Bu konu o kadar işlenmiştir ki Maktel-i Hiseyn adıyla yeni bir tür meydana gelmiştir. Mersiye yazılanlar arasında padişahlar, şehza­deler, vezirler, devlet ileri gelenleri, şeyhler ve aile fertleri yer almaktadır.

Germiyan Beyi Süleyman Şah (Ö. 1387 ) için şairAhmedi’nin yazdığı mer­siye Anadolu Türk edebiyatında ilk mersiye örneği sayılmaktadır. Bâkî’nin Kanuni için yazdığı "Kanuni Mersiyesi"edebiyatımızda önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu "Şehzade Mustafa"nın hazin ölümü için de birçok mersiye yazılmıştır.

12.  NAZİRE:Sevilen şairlerin şiirlerine özellikle gazellerine başka şairler tarafından vezin, kafiye ve redifi aynı olmak şartıyla yazılan şiirlerdir. Na­zirelerin en azından örnek alınan şiir kadar güzel olmasına dikkat edilir. Edebiyatımızda birbirine nazire yazılan şiirleri toplayan nazire mecmuala­rı vardır. Nazirelerin olumsuz anlamda olanlarına nakize denir.

15. yüzyılın büyük şairi Necati’nin "döne döne" redifli gazeli ve bu gazele olan Mihri Hatun (Ö. 1506)’un aynı vezin, kafiye ve redifle yazdığı naziresi:

Necati’nin Gazeli:

Bu cefâdan ki kadeh ağzun öper döne döne

Nâr-ı gayretde kebap oldı ciğer döne döne


Ne revâdur 6u ki ben kâmetümi halka kılam

İnce belün koca karşıma kemer döne döne


Mihri Hatun’un Naziresi:

Ateş-i gamda kebap oldu ciğer döne döne

Göklere çıkdı dûhânumla şerer döne döne


Cân fırakunla fitil oldı gönül hânesine

Ten hâyâlünle fener oldı yanar döne döne

13. TEHZİL (HEZL):Başkalarını kırmak amacı olmaksızın şaka, alay veya latife yoluyla tanınmış bir şiirin kafiye ve ölçüsü örnek alınarak yazılan na­zirelere tehzil denir. Tehzili nazireden ayıran nokta, tehzilde şaka ya da alaya almanın söz konusu olmasıdır. Tehzilde amaç, ciddi bir söz veya şii­rin mizah yoluyla latife şekline dönüştürülmesidir. Latife yollu şiir yazmaya tehzil, bu türün adına hezl, bu tür yazılan şiirlerin toplandığı mecmualara hezliyat denmektedir. Türk edebiyatında Bağdatlı Ruhi, Nef’i, Sürüri, Ziya Paşa ve Şair Eşref bu türde başarılı örnekler vermişlerdir. Hevai, Nabi’nin bazı gazelleirni hiciv ve tehzil yoluyla değiştirerek Divan-ı Hicv-i Gazeliy-yat-ı Nabi adıyla bir eserde toplamıştır. Yine Güfti’nin Teşrifatü’ş-Şuara’sı hezliyat türünde bir tezkiredir. Son dönem şairlerinden Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Tal’at Onay’ın hezl türünde şiirleri vardır.


Fuzuli’nin Su Kasidesi’nden:

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su

Kim bu denlü dutuşan odlare çare su


Orhan Seyfi Orhon’un Su Kasidesi’ne Tehzili:

Saçma ey Terkos gölünden tozlanan yollara su
Kim bu denli tozlanan yollara kılmaz çare su

14. SAKİNAME:Klasik Türk Edebiyatında içki ve içki meclislerini değişik yönleriyle ele alan eserlere sakiname denmektedir. Bazı şairler gerçek anlamda içki meclislerini anlatırlarken, mutasavvıf şairlerse mecazi olarak içkiden bahsetmişlerdir. Mesnevi nazım şekliyle uzun sakinameler yazıldı­ğı gibi, kaside, terkib-i bend, terci-i bend, gazel gibi nazım şekilleriyle de yazılmıştır. Bu tür yazılan eserler içkiden, içki çeşitlerinden, içkiye birlikte yenilen yemeklerden, içki meclisine katılan kişilerden, içki dağıtan sakiden, kadehten, sürahiden, sarhoşluktan bahseder. Böyle bir eğlencenin vazge­çilmezleri arasında sevgili, saki, yaran, mutrib ve hanende de vardır. Tasavvufi mahiyette yazılanlarında içki, insanları dünya endişelerinden uzaklaştırıp gerçek âleme yönelten bir araç olarak ele alınır.

15. ŞEHRENGİZ:Bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini konu alan manzu­melere verilen isimdir. Türk edebiyatına ait bir tür olan şehrengizler genel­likle mesnevi biçiminde kaleme alındığından baş tarafından tevhid, müna-cat, naat bulunur. Bahsedilecek şehirle ilgili bilgi verildikten sonra o şehrin güzelliklerinin tanıtımına geçilir. Edirne, Bursa, Yenice, İstanbul gibi kültür merkezleri, şehrengiz yazılan yerler arasında önemlidir. Bu türün ilk örne­ğini 16. yy.da Mesihi vermiştir: Şehr-engiz Der-medh-i Cüvanân-ı Edirne (Edirne Şehrengizi)

16. SÛRNAME:Sözlükte, sûr; "düğün, ziyafet, şenlik; nâme de mektup, risale, kitap" anlamlarına gelmektedir. Terim olarak, pâdişâhların erkek ço­cuklarının (şehzadelerin) Sûr-ı Hıtân denilen sünnet düğünlerini; kızlarının veya kız kardeşlerinin Sûr-ı Ârûs, Sûr-ı Velîme, Sûr-ı Cihaz" adı verilen evlenme düğünlerini; "Veladet-i Hümâyûn" denilen pâdişâh ve şehzadele­rin doğumları vesilesiyle yapılan eğlence ve şenliklerini anlatan manzum veya mensur eserlere sûrnâme adı verilir. Manzum sûrnâmeler, genellikle mesnevî nazım şekli ile yazılmıştır. Başlangıcındaki nesib bölümünde aynı konuları ele aldığı için suriyye veya sûr-name olarak adlandırılan kasideler de bulunmaktadır.

16. yüzyıldan itibaren bir tür olarak karşımıza çıkan bu eserlerde dönemin zihniyeti hakkında diğer bir ifadeyle eğlence anlayışı, yapılan gösteriler, yarışmalar, folklorik gelenekler, devlet ileri gelenlerinin takdim ettiği hediye­ler, çalıp söylenilen musiki parçaları, musikî aletleri, ziyafetler, giyim kuşam, kap-kacak, yiyecek ve içecekler hakkında bize ayrıntılı bilgi vermektedir.

İlk müstakil sûrnâme Gelibolulu Âlî’nin "Câmi’u’l-Buhûr Der-Mecâlis-i Sûr" adlı mesnevîsidir. ilk sûriyye de Hayalî Bey’in "Kasîde Der-Sûr-ı ibrahim Paşa" başlığını taşıyan kasîdesidir. Cevrî, Figânî, Nev’î, Yahya Bey de sû­riyye kasîdeleri yazan şairler arasındadır.

Manzum sûrnâme yazan şairler: Gelibolulu Âlî, Nâbî, Es’ad, Hızır, Tahsin.

Mensur sûrnâme yazanlar (müellifi belli olanlar): Abdî, Haşmet, Hazîn, İntizâmî, Lebîb, Nâbî, Vehbî’dir.

Vehbi: (Sûr-name-i Vehbi)

Hazin:  (Sûr-name-i Hazin)

17.  FIKIH:"Bilmek, şuurla kavramak" anlamına gelen fıkıh kelimesi, islami literatürde islam hukuku anlamında kullanılmaktadır. Kur’an, hadis, kıyas ve müctehidlerin fetvalarına göre düzenlenen fıkıh; ibadet, ahlak, milletlerarası ilişkilerden ticari faaliyetlere kadar hayatın her yönünü düzenleyen bir hukuk­tur. Anadolu sahasının ilk manzum fıkıh kitabı, Gülşehri’nin Kudûrî tercüme­si olarak bilinir.

Bu alanda Devletoğlu Yusuf’un Vikaye adıyla bilinen 7000 beyte yakın mesnevi biçiminde bir eseri vardır.

18.  PENDNAME:Pend-name ise insanlara öğüt vermek amacıyla yazıl­mış manzum ve mensur eserlere denmektedir. Pendnamelerin en meşhuru Feridüddin Attar’ın Pendname’sidir. Bu eserin Türkçeye manzum, mensur birçok çevirisi yapılmıştır. Güvahi’nin 1527’de kaleme aldığı 2133 beyitlik manzum Pend-name’de Attar’ın etkisi pek görülmemektedir. Pendname türü kaside, gazel, terci-i bend, mesnevi nazım şekilleriyle kaleme alınmıştır.

19. OSMANLI TARİHLERİ:Tevârîh-i Âl-i Osman adıyla bilinen manzum ta­rih kitapları yazılmıştır. Bu alanda elimize ulaşan ilk manzum eser Ahmedi (1334/5-1412 )’nin iskendername (1390) adlı mesnevisi içerisinde yer alan manzum Osmanlı Tarihi’dir. II. Bayezid devri şair ve tarihçilerinden Kemal’in Selatinname adlı manzum bir Osmanlı tarihi vardır. 3029 beyitten oluşan bu eser, Osmanlının kuruluşundan 1490 yılına kadar geçen olayları konu edinir.

20. GAZAVATNAME:Orduların seferlerini, savaşlarını, zaferlerini, fetihlerini anlatan eserlerdir. Gazaları anlatan eserlere gazavatname, zaferleri anlatan­lara zafername, fetihleri anlatanlara fetihname de denebilir. Süzi Çelebi (Ö. 1524)’nin mesnevi biçiminde yazdığı Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavatnamesi bu türe örnek gösterilebilir.

21.  KISÂS-I ENBİYA:Peygamberlerin hayatlarını anlatan eserlere Kısas-ı Enbiya ya da Kısasü’l-Enbiya denmektedir. Bazıları uzun mesnevi biçimin­de kaleme alınırken bazıları kaside, gazel biçiminde yazılmıştır. Bazı mesne­vilerde peygamberlerle birlikte dört halifenin hayatları da anlatılır. Abdülvasi Çelebi (O. 1415?)’nin mesnevi biçiminde yazdığı Halilname’si, Hz. ibrahim ve oğlu İsmail Peygamberi konu almaktadır.

22.  MENAKIBNAME:Tarihe mal olmuş kişilerin etrafında oluşan hikâyeler anlamına gelir. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasından itibaren din bü­yüklerinin hayatları, kahramanlık gösteren alp-erenler etrafında hikâyeler oluşmaya başladı. Başlangıçta sözlü kültürde yaşayan bu anlatılar, halk muhayyilesinin kattığı olağanüstülüklerle zaman zaman destanlara yaklaştı. Satuk Buğra Han, Battal Gazi, Danişmend Gazi gibi savaşlarda kahraman­lık gösterenlerin tarihî ve dinî kişilikleri etrafında oluşan menkıbeler zamanla destanlaştı. Yine Ahmed Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Akşemseddin gibi dinî - tasavvufi yönü ön planda tutulan zatların hayatlarını, kerametlerini ve üstünlüklerini konu alan menkıbelerde yazılmıştır. Eyyübi’nin mesnevi biçimindekiMenakıb-ı Sultan Süleyman’ı buna örnek verilebilir.

23.  SEYAHATNAME:Gezilip görülen yerlerle ilgili yazılardan oluşan seya­hatnamelerin çoğu mensur olmakla birlikte manzum örneklerine de rastlan­maktadır. Mensur olanların aralarında da manzum parçalar yer almaktadır. Keçecizade İzzet Molla (1786-1824)’nın sürgün olarak gönderildiği Keşan yolculuğunun anlatıldığı Mihnet-i Keşan, mesnevi tarzında bir seyahatname örneğidir.

24.  ŞU’ARA TEZKİRESİ:Şairlerin hayatlarının anlatılıp kısa da olsa on­ların eserlerinden örneklerin verildiği şuara tezkireleri manzum ve mensur olarak yazılmışlardır. Manzum yazılanlar arasında en önemlisi Güfti (Ö. 1677)’nin Teşrifatu’ş-Şuara’sıdır. Tarihî şahsiyetlerin hayatlarını anlatan başka eserler de vardır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Fatih dönemine kadar yaşamış sultanlar, şehzadeler, vezirler, şeyhler ve şairlerin hayatları­nı konu edinen Mümin-zade Hasib (Ö. 1752 )’inSilkü’l-Le’al-i Al-i Osman isimli eseri de bunlar arasında sayılabilir.

25.  LÜGAT:Genellikle mesnevi biçiminde kaleme alınan manzum söz­lükler, ders kitabı olarak medreselerde okutulmuştur. Manzum sözlüklerin içinde kelimeler, edebiyat ve aruz bilgilerine yer verilir. Arapçadan Fars-çaya yapılan örneklerinden hareketle Anadolu’da Farsça-Türkçe sözlükler hazırlanmıştır. 15. yüzyıldan itibaren Anadolu’da görmeye başladığımız manzum veya mensur sözlüklerden bazıları şunlardır:

Sünbül-zade Vehbi (Ö. 1809-10): Tuhbe-i Vehbî

Şahidî İbrahim Dede: Lügat-ı Şahidi

Tuhfe-i Remzi (316 beyitten oluşur.)

Sözlükler, dönemin manzum, mensur eserlerinde adet olduğu gibi "hamdele" ve "salvele" ile başlayan bir dibace, sözlük kısmı ve hatime adı verilen sonuç bölümünden oluşur.

26.  LÛGAZ: Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan  manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.  Muamma;dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru biçiminde  düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır.  Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici ve öğretici olanların yanısıra  öğretici ve dinsel lugazlar da vardır. Lugazlar yazarlarının imzasını  taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.

27.  MUAMMA:Muamma "gizlenmiş, saklanmış" anlamına gelir. Divan edebiyatında isimler üzerine düzenlenen manzum bilmecelerdendir. Baş­langıçta Allah’ın doksan dokuz ismi (Esmâ-yı Hüsnâ) üzerine düzenlenen muammalar, sonradan insan isimleri için de yazılmaya başlandı. Lugazdan farkı, sadece isimlerle ilgili olarak düzenlenmesidir. Genellikle divan­ların sonlarında yer alır. Edirneli Emri’nin çok sayıda muamması vardır. Fuzûlî’nin Farsça Muamma Risalesi isimli bir eseri vardır.

"Dedemin beline sokduk bir düdük
Ana bir velinün adidur didük"

28 KIYAFETNAME:İnsanların dış görünüşlerinden, onların karakterleriyle ilgili bilgiler çıkarmayı amaç edinen eserlere kıyafetname denir. Vücut or­ganlarından ya da vücudun dış görünüşünden kişinin karakteri belirlenmeye çalışılır. Türk edebiyatının en meşhur kıyafetnameleri Hamdullah Hamdi (1449-1503)’nin Kıyafetname adlı mesnevisi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780)’nınMarifetname adlı eseridir.

29. MEKTUP:Şairlerin birbirlerine ya da dostlarına yazdıkları manzum mek­tuplardır. Mektuplarda, şuara tezkirelerinde geçmeyen daha özel bilgilere rast­lamak mümkündür. Şairin yaşadığı çevre, şair arkadaşları ve dostları dolaylı yollardan da olsa mektuplarında gün ışığına çıkmaktadır.

30. FALNAME:Falın her bir çeşidine göre düzenlenen manzum veya mensur kitaplara verilen isimdir.Yıldızname, tefe’ülname, hurşîdname, ihtilacname, kıyafetname, kehanetname adlarıyla da bilinir. İlm-i tefe’ül denilen fal ilmi, İslamiyet’ten önce ve sonra değişik şekillerde günümüze kadar gelmiştir.

Ömer Rüşeni Dede’nin Miskinnamesi, Cem Sultan’ın Fal-ı Reyhan’ı Zaifi’nin Fal-ı Murgan’ı ile Hamdullah Hamdi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kıyafetnameleri bu türün önemli eserleridir.

Zaifi’nin kuş isimlerine dayanarak hazırladığı açıklama ve bitiş beyitlerinin ara­sında elli dokuz murabbalık Fal-ı Murgan adlı eseri önemlidir.

31. MAHLASNAME:Bir şairin şiirde kullanıldığı isim olarak tanımlayabilece­ğimiz mahlas, ya şairin kendisi tarafından benimsenir ya da bir usta şair tara­fından kendisine verilirdi. Usta bir şair, genç bir şaire mahlas verecekse, bu durumu yazdığı bir şiirle duyururdu. Bu amaçla yazılmış şiirleremahlasname adı verilir. Şeyh Es’ad Galip Efendi’ye Hoca Neş’et tarafından yazılan mahlas­name bu türe örnek verilebilir. Dîvan edebiyatında Şeyhi’den itibaren mahlas alma geleneğinin oluştuğu tahmin ediliyor. Bazı şairler kendi isimlerini mahlas olarak da kullanmışlardır. Bazı şairlerse asıl isimleriyle alakası olmayan bir ismi mahlas olarak almışlardır. Fuzûlî, kimse tarafından beğenilip kullanılma­yan bir ismi seçmeye özen göstermiştir. Mahlas kullanma geleneğini çağımız­da sürdüren şairler de vardır.

32. DARİYE: Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan  şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları sonucu  gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni yaptırılan  köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan kitabeler de bir tür dariye sayılır.

33. RAHŞİYE: Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nefi’nin IV. Murat’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur.

34. HİLYE: Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir. Zamanla hilye’nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin, Hilye-i Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır.

Yorumlar (0)