13.08.2020, 15:58

SÖZLÜK İLE SÖZ DİZİMİ ARASINDAKİ GERİLİM

Sözcük sayısı bir dilin gücünü gösterir mi?

Prof. Dr. Günay Karaağaç 

SÖZLÜK İLE SÖZ DİZİMİ ARASINDAKİ GERİLİM

Dil Karşılaştırmaları: Tarih boyunca, değişik amaçlarla yapılmış olsalar da, dil karşılaştırmalarına adanmış birçok çalışma ve eser ile karşılaşırız. Bu eserlerde başvurulan genel yol, karşılaştırılan dillerin yeni sözler yapma yolları ile bu dillerin sözlüklerinde yer alan sözlerin sayısal karşılaştırmasıdır. Sözlüklerdeki söz sayıları, tabii ki bize bir şeyler söyler; ama her şeyi değil! Dillerin söz varlıklarını sayarak onları karşılaştırmak, işi çok basite indirgemek olur. Dillerin söz varlıklarını sayarak onları karşılaştırmak, diller arasındaki %2’lik veya %3’lük benzerliğe dayanarak, okullarda ballandıra ballandıra anlattığımız, soy ağacı şeması yapmağa benzer.

Ünlü soy ağacı şeması, dillerin sözlük ve söz dizimlerinde görülen çok küçük benzerliklere dayanılarak hazırlanmıştır.
Bugün bir dilin kendi içinde yaptığımız çalışmalarda, yazılı devirlerde ortaya çıkmış yeni ses değişmelerine ses değişmesi, dilin karanlık devirlerinde ortaya çıkmış ve bugün açıklayamadığımız değişmelere ise, ses denkliği dememiz gibi, diller arasındaki eski benzerlikleri ‘genetik benzerlik’, yeni devirlerde ortaya çıkan benzerlikleri ise, ‘etkileşim benzerliği’ olarak adlandırıyoruz.

Bu yol ve bu tutum, bizi gerçeğe ne kadar yaklaştırır? Kavim bölünme ve birleşmelerinden ibaret olan dünyada, eski komşulara ‘akraba’, yenilerine ise, ‘komşu’ demek,  işi hafife almak değil midir?

İnsanlar arasındaki akrabalıkları, uzun süreli komşuluklar yarattığına göre, sözlük ve söz dizimi varlıklarının %50 fazlası aynı olan dilleri, hala ‘komşu’ ve %2-3’lük eski komşulukları ise ‘genetik akrabalık’ olarak görmek ne derece tutarlı olur? Dünyada melez olmayan hiçbir varlık bulunmamasına rağmen, dil gibi yapay bir dünyada, hiçbir etkileşmenin olmadığı bir ‘ilk’i, bir ‘ata’yı yani ‘genetik (!)’ bir başlangıcı bulmayı ummak veya en azından düşünmek, ne kadar gerçekçi olur?


 “Sözlüklerdeki söz sayıları, tabii ki bize bir şeyler söyler; ama her şeyi değil! Dillerin söz varlıklarını sayarak onları karşılaştırmak, işi çok basite indirgemek olur.” demiştik. Gerçek dünyanın adlandırılmasında, dillerin sözlükleri ile dil bilgileri arasında bir varlık alanı çekişmesi, bir gerilim sürekli yaşanır. Bu yüzden bir dilin söz dizimine taşıdığı bir adlandırmayı, bir başka dil biçim bilgisinde gerçekleştirmektedir.

Yine bu yüzden, dillerin karşılaştırılmasında, sözlükleri kadar dil bilgisi kuralları da işin içine katılmalıdır. Dillerin değerlendirilmesi ve karşılaştırılmasında sözlük ile dil bilgisi birlikte düşünülmelidir. Sözlük ve dil bilgisi bir bütündür ve aralarında ters orantılı bir ilişki vardır. Sözlük büyüdükçe söz dizimi küçülür; sözlük küçüldükçe söz dizimi büyür. Bu yüzden, dilde, dil ve düşünce dünyamızda, sözlerin işaret ettikleri bilgilerin değeri, bu bilgilerin dil ve düşünce dünyamızdaki yeri, sözlerin anlam ve kullanım sıklıkları gibi, söz sayılarından daha önemli konular vardır.

Bu ters orantıyı imparatorluk dilleri ile ulusal diller arasındaki karşılaştırmada da görmekteyiz. 
Sözlük birimleri arasında bulunması gereken ses ve biçim ilişkisinin zayıflamasına, sözlük dağılması denir. Asıl biçim birimleri ile yapımlık biçim birimleri sezilemeyen donuk sözler ile alıntı sözler, sözlük dağılmasına yol açarlar. Bu, aynı zamanda kültürel dağılmanın da en açık belgesidir. Dış alıntılar, bir dilin ses ve yapı düzeninin çatlayıp kırılmasına, anlam örgüsünün dağılmasına yol açar. Dış alıntıların, bilhassa özenti alıntılarının fazlalığı, melez dilleri ortaya çıkarmıştır.

Bu şartlardaki dil ilişkileri, ses ve anlam yapısı farklı dillere, birbirlerinden yeni biçimler taşımış, farklı yapıdaki dilleri birbirine yaklaştırmıştır. Dillerin ses ve anlam yapılarında ortaya çıkan bu düzensizlikler, tabiî ki, kültür konularıyla uğraşanların dedikleri gibi, kültür dağılmasının sonuçlarıdır.

Bu tehlike yüzünden, diller, alıntı sözleri ses ve anlamca değiştirerek, kendi ses ve anlam yapılarına uygun hale getirirler, melez söz yaparlar veya alıntının anlam yapısının alıcı dile birim birim kopyalandığı anlam aktarmaları yaparlar. Böylece diller, anlam aktarmaları yaparak veya alıntıları melezleştirerek, kendilerinin melezleşmelerine karşı direnmeğe çalışırlar. Kültürel dağılmanın dile yansıması ise oldukça ilgi çekicidir.


Bir dilin biçim birimleri ile söz dizimi birimleri arasında sürekli yaşanan bir gerginlik vardır. Biçim bilgisi, söz dizimi alanına; söz dizimi de biçim birimleri alanına göz koymuş gibidir. Dış dünyanın varlıklarını (söz ve söz öbeği) ve olaylarını (cümle) adlandırmak, dilin, yani sözlük ve söz diziminin yapısını oluşturur. Dış dünyayı adlandırırken, sözlüğün güçlenmesi, yani sözlükselleşme (lexicalisation), söz diziminin güçsüzleşmesine; sözlüğün zayıflaması ise, söz diziminin güçlenmesine, dilbilgiselleşmeye (grammaticalisation) yol açar. Böyle durumlarda sözlük hızla irileşirken, dil bilgisi küçülür:
Böyle durumlarda sözlük hızla irileşirken, dil bilgisi küçülür:

 
Başka dillerden yapılan alıntılar, bir dilin ses-biçim ve yapı düzeninin çatlayıp kırılmasına, anlam örgüsünün dağılmasına yol açar. Alıntıların, bilhassa özenti alıntılarının fazlalığı, melez dilleri ortaya çıkarmıştır. Bu şartlardaki dil ilişkileri, ses ve anlam yapısı farklı dillere, birbirlerinden yeni biçimler taşımış, farklı yapıdaki dilleri birbirine yaklaştırmış ve melezlik seçilemez duruma gelmiştir. 

Tablodan da anlaşılacağı gibi, İngilizce ve Osmanlıca gibi imparatorluk dillerinde, sözlük çeşitlenirken, kabarırken, dil bilgisinde anlatılabilecek bir kural kalmaz. Türkçede ise, yol ve onar- sözlük birimleri, çeşitli dil bilgisel kurallarla arttırılmıştır. İşte biçim birimleri ile söz dizimi arasındaki bu tür ilişkiler üzerine yapılan çalışmalar, biçim birimi-söz dizimi çalışmaları olarak bilinir.
Dediğimiz gibi, bütün insanlar gibi, bütün diller de melezdir. Melezliğin ayırt edilemez bir hal alıp ortadan kalkması, yani uluslaşma ise, çok uzun zamana ve kesintisiz ilişkilere bağlıdır. Bu oldukça sancılı geçen süreç sonunda, farklı genetik ve dilsel yapılar, o coğrafyaya ve o coğrafyanın şartlarına teslim olurlar.

Yorumlar (1)
muhsin durlu 4 yıl önce
Hocam," dil gibi yapay bir dünyada, hiçbir etkileşmenin olmadığı bir ‘ilk’i, bir ‘ata’yı yani ‘genetik (!)’ bir başlangıcı bulmayı ummak veya en azından düşünmek, ne kadar gerçekçi olur?" demişsiniz! Bu dilin kökeni ya da doğuşu sorunu-bilinmezliği demek değil mi? Tümceniz soru imi ile sonlanmış; bu nedenle düşüncenizi anlamak olanaksız. Görüşüme göre bu gerçekçidir, "ata dil" ya da tek dil kuramı doğrudur. Bu konudaki çalışmalarda Türkler yeterince yer almamışlar. Genesis 11 de Rab in adını vermediği tek dil Türkçe olabilir mi? Bence kuşkuya yer bırakmayacak biçimde Türkçe! Çünkü Rab, Allah, Got..gibi, dinlerin özel ilah ya da yaratıcısı tekçe Türklere kitap göndermemiş, elçi de! Yazılarınızı beğenerek okuyorum.