ÖMER SEYFETTİN'İN TÜRETTİĞİ TÜRKÇE SÖZCÜKLERE ÖRNEKLER
ÖMER SEYFETTİN'İN TÜRETTİĞİ TÜRKÇE SÖZCÜKLERE ÖRNEKLER

Arttakalış
Ömer Seyfettin bu söz grubunu sosyolojik ve edebî bir terim olarak Fransızcadaki “survivance” karşılığında “eskide takılıp kalma” anlamında kullanmaktadır. Kamus-ı Fransevi “survivance” için “Bir kimsenin vefatında diğer bir kimsenin hayatta kalması” diyor (Şemsettin Sami 1901: 2076). Görüldüğü gibi Ömer Seyfettin’in kullanımı, Fransızca kelimenin anlamından hareketle Türkçe bir terim üretilmesidir. Hatta yazar, 1915’te, bu terimi açıklamak için bir makale kaleme almıştır. “Edebiyatta Artta Kalış” başlıklı yazıda, söz konusu terim şöyle tarif ediliyor: “Edebiyat da hayat gibi ezelî bir tekâmüldür. Bütün fikirleri, temayülleri, şekilleri, hisleri yavaş yavaş değişir. Fakat bu değişmek anî değildir. Yeni eserler içtimaî temayülü takip ve terennüm eder. Can çekişen eski temayülün mahsulü eserler ve tarzlar da birdenbire ölmez. Lâkin sönük, kat'î ölüme doğru cansız bir hayat geçirirler ki buna ‘Artta kalış-Survivance’ derler.” (1915a: 1). Yazının devamında terimin mahiyetini ortaya koyan örnekler verilmiştir.

İş durası
Bu ifadeye de hiçbir sözlükte rastlanamadı. Esasen “dura” kelimesi Tarama Sözlüğü’nde yoksa da “dur-” fiilinden beklemek ve ayağa kalkmak anlamında çeşitli kullanımları yer almaktadır. Tarama Sözlüğü’ne girmese de yazı dilinde “durulan zaman aralığı” anlamında kullanıldığını biliyoruz. Örnek: “bahçelik ve bostanlık arasından mürûr ile Geçit mevkiinde dura ettik.” (2010: 34). Ömer Seyfettin ise bu kelimenin “mola, ara verme” anlamından hareket ederek Fransızcadaki “grev” karşılığında “iş durası” terimini türetmiştir. Başka bir yazarımızın bu terimi kullandığına rastlayamadık. “Bu şiddetli yasağa karşı duranlar, iş durasına girmiş anarşistlerin, nihilistlerin, yahut eski zamandaki dinsizlerin akıbetine uğrarlar.” (2011: 226).

Havar et-
Derleme Sözlüğü’nde “imdat istemek” anlamındaki bu ifadeyi Ömer Seyfettin “Horoz Dövüşü” şiirinde
“Havar etti kümesinden
‘Kalk, kalk, kalk!’ tavuğun biri”
biçiminde kullanmıştır (Polat 2012: 356-357). Anlaşılıyor ki Ömer Seyfettin’in
bu kullanımı halk dilindeki söz servetinin yazı diline kazandırılması
hedefiyle ilgilidir.

Kama- / Kaman-
Bu kelimenin de sadece bir kere, “Horoz Dövüşü” şiirinde kullanıldığı tespit edilmiştir.
“İkisi de boyanmıştı
Baştan başa al kanlara
Horoz [!] artık kamanmıştı.
Kaçtı gitti balkanlara”
Burhan Paçacıoğlu, “kamamak” fiilinin kaynaklarda beş anlamı bulunduğunu tespit etmiştir. Bunlar 1-çakmak, çivilemek; 2- kamaşmak; 3- çevirmek, kuşatmak; 4- yummak, kapamak; 5- yığmaktır (2006: 278). Yukarıdaki metinde ilk anlamıyla (çakmak, çivilemek) kullanıldığı açıktır. Kelimenin bu anlamda kullanıldığı ilk eser, Lehçe-i Osmanî’dir: “Demir ucunu perçin etmek, ekserini kamamak: lakırdısını ağzına tıkmak” (Ahmet Vefik Paşa 2000: 206). Daha sonra bu kelime Tarama Sözlüğü’ne de girmiştir. Bu kelimenin kullanımı da halk dilindeki söz servetinin yazı diline kazandırılması içindir.

Sart / Sartlaş-
Divanü Lugati’t-Türk’te, İran’dan gelen tüccarlara sart denildiği kaydediliyor. Anlamlandırılmalardan da anlaşılacağı üzere “sart” kelimesi artık tarihî
metinlerde kalmıştır. Fakat dil yenileştirilirken kendi bünyesinden terim elde etme imkânı mutlaka değerlendirilmelidir. Ziya Gökalp bu amaçla, yirminci yüzyılın başlarındaki Türkçenin unuttuğu kelime ve terimlerle dolu bir şiir yazar. Genç Kalemler’de (C. III, sayı 14, 13 Nisan 1327 [26 Nisan 1911] s.40-47) yayımlanan “Altun Destan” başlıklı bu şiiri ile birlikte, eski Türkçede kalmış olan kelimeler hakkında açıklamalar verilmiştir. Söz konusu kelimelerden biri de
“Gittim ili gezdim genci kart olmuş
Kimi Kırgız, Kazak, kimi sart olmuş”
mısralarındaki “sart”tır.
“Sart: Ülkeleri yabancı bir devlet tarafından zapt olunduktan sonra yerlerinde kalmakla beraber Türk an’anesini kaybeden ve başka milletlerin âdetlerini taklit eden soysuz, bozuk Türklere denilir. Ecnebi idaresinde kaldığı halde Türklüğünü kaybetmeyenler sart sayılmaz. Türklüğünü kaybedenler Türk idaresinde yaşasalar bile sarttırlar (1912: 44).
Ömer Seyfettin Gökalp’ın bu şiirinden üç ay sonra aynı dergide meşhur, “Ant” hikâyesini yayımladı. Son paragrafta şunları okuyoruz: “Ve kavmiyetimizden, hadsî Türklükten uzaklaştıkça daha müteaffin derinlerine yuvarlandığımız karanlık uçurumun, bu ahlâksızlık ve bozukluk, vefasızlık ve hodkâmlık, adîlik ve miskinlik cehenneminin dibinde meyus ve sartlaşmış, kıvranırken saf ve nurdan mazi kaybolmuş bir cennetin hakikatten uzak bir serabı hâlinde karşımda açılır.” (2011: 226).

Yorumlar (0)