21.12.2021, 17:53

Türk Dil Devrimi Üzerine: Halk Dili

Türk Dil Devrimi Üzerine: Halk Dili

Hiç düşündünüz mü gerçekte Karagöz neden ortaya çıkmıştır? Yalnızca halkı eğlendirip güldürsün diye mi?

Karagöz gerçekte Türklerin Osmanlıcaya tepkisidir.

Hacivat ile Karagöz’ün kişiliklerinde eleştirilen Osmanlının ve okumuş yazmışların halktan kopmasıdır. Halk en başta kullandığı dilden başlayarak sarayla alay eder.

“…… beyt-i güzininin müeddasınca her hali latif, etvar-ı zarif fasihü’l-lisan, musahabeti tatlı

-  Hoş geldin ıspanak suratlı.”

Şimdi Osmanlıcaya kısa bir ara verelim. Halk diline bir bakalım.

Değişik yüzyıllardan örnekleyelim.

“Sen sana ne sanırsan/Ayruga da onu san/Dört kitabın manası/Budur eğer var ise” – Yunus Emre

“Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma/Gerçek erenlerin sözünden çıkma/Eğer insan isen ölmezsin korkma/Âşığı kurt yemez uçta değildir” – Hacı Bektaş

 “Gönülde iki sevgü sığduğı yohdur bilür meğer/Seni sevdi gönül candan begüm usanayum he mi?” – Kadı Burhanettin

“Bilmek istersen seni/Cân içre ara cânı/Geç cânından bul ânı/Sen seni bil, sen seni” – Hacı Bayram

“Dobruca Ovası’ndan büyük yağlı çörekler/Akkirman’ın yağından benzimiz hey ağ olsa/Cümle cihan koyunun semiz yahni etseler/Biz yemeğe başlasak engeller irağ olsa” – Kaygusuz Abdal

“Dedim ey dilber kulunam/Yürü hey torlak der/Sen dahi yolunmamışsın/Sözlerin taslak der” – Kaygusuz Abdal

“Ormanda büyüyen adam azgını/Çarşıda pazarda insan beğenmez/Medrese kaçkını softa bozgunu/Selam vermek için kesan beğenmez.” – Kazak Abdal

“Eşeği saldım çayıra/Otlaya karnın doyura/Gördüğü düşü hayıra/Yoranın da avradını” – Kazak Abdal

“Şu karşı yaylada göç katar katar/Bir güzel sevdası gözümde tüter/Bu ayrılık bize ölümden beter/Geçti dost kervanı eyleme beni” – Pir Sultan Abdal

“Bir güzelin aşığıyım erenler/Onun için taşa tutar el beni/Gündüz hayalimde gece düşümde/Kumdan kuma savuruyor yel beni” – Pir Sultan Abdal

“Yasladım arkamı dağ ile taşa/Soyguncudur diye çattılar bana/Karşımda düşmanlarım Bey ile Paşa/Bağrım hedef oklar atılır bana” – Köroğlu

“Vara vara vardım ol kara taşa/Hasret ettin beni kavim kardaşa/Sebep ne gözden akan kanlı yaşa/Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm” – Karacaoğlan

“Akça kızlar göç eyledi yurdundan/Koç yiğitler deli oldu derdinden/Gün öğle sonu da belin ardından/Saydım altı güzel indi pınara” – Karacaoğlan

“Yaktı beni aşk oduna o yanmaz/Ya ne dersin merhametsiz o yâra/Seher oldu feryadımdan uyanmaz/Umarım ki öte bülbül uyara” – Gevheri

“Şu karşıdan gelen dilber/Boyu selvi dala benzer/Yanında bir kızla bile/Gonca açmış güle benzer” – Âşık Ömer

“Eğer sorarsan halimden/Bir cansız ölüyüm şimdi/Aldanıp gönlüm alal'dan/Divâne, deliyim şimdi” – Kayıkçı Kul Mustafa

“Küçüksu’da gördüm seni/Gözlerinden bildim seni/İnkar etmem sevdim seni/Ne kadar cefa edersen gönül ayrılır mı senden” – Tanburi Mustafa Çavuş

“Her kâra uzatma elin eteğin/Yelkovana döner ahır emeğin/Nitekim göllerde şaşkın ördeğin/Başın kor kıçından dalar demişler” – Levni

“Telli sazdır bunun adı/Ne ayet dinler, ne kadı/Bunu çalan anlar kendi/Şeytan bunun neresinde?

Abdest alsan aldın demez/Namaz kılsan kıldın demez/Kadı gibi haram yemez/Şeytan bunun neresinde?” – Dertli

“Yürü gönül yürü dostundan kalma/Daim hatırını soruver gitsin/Eski düşman sakın dost olur sanma/Arkasından bıyık buruver gitsin” – Dertli

“Şu karşıki karlı dağlar/Pare pare duman şimdi/Sevişmesi bir hoş ama/Ayrılması yaman şimdi” – Erzurumlu Emrah

“Bülbül olmuş gülistanı beklerim/Geçti cahil ömrüm gülizâr deyu/Azgındır yaralar kabul etmez em/Ya kime varayım yaram sar deyu” - Erzurumlu Emrah

“Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş/Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı/Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş/Sakiler meclisten çekmiş ayağı” – Bayburtlu Zihni

“Dinleyin ağalar bir söz edeyim/Bir güzel beni dilinen kandırdı/Söz verdi de geri döndü sözünden/Kötüleri üstümüze güldürdü” – Dadaloğlu

“Avşar içinde bir güzel gördüm/Kozan arasında çeker göçünü/Kınalamış ayağını başını/Sırma ile örmüş sümbül saçını” – Dadaloğlu

Osmanlıcacıların “Dilimiz bir gecede değişti” diyerek ortalığı ayağa kaldırdıkları değişen dilimiz bu!

Özellikle Osmanlıca’nın en görkemli döneminde Kalem Şuarası’nın yani yalnızca yazın dilinde hece ölçüsünü ve halk dilini kullanan ozanlarımızın bile nasıl etkilendiğine dikkat ediniz.

Ancak âşıkların dilinde siz bir değişiklik görebiliyor musunuz?

Ben göremiyorum.

Peki değişen dil hangi dil? – Elbette ki, Osmanlıca.

Gördüğünüz gibi halkın dili başka, saray çevresinin dili bambaşka…

Halk kendi bildiğini okumuş, kendi dilinden vazgeçmemiştir.

Ben size daha gülünç tam da bu topraklara özgü kara mizahlık bir durumdan söz edeyim. Türkçeyi gerçekte kurtaran Osmanlıların eğitim konusundaki gevşeklikleri olmuştur. Osmanlılar eğitimi bir devlet politikası olarak ciddiyetle ele almadıklarından Osmanlıca halk tabanına inmemiş, inememiştir. Halk okuryazar kılınmadığından Arapça ve Farsça sözcük oranı halk Türkçesinde doğal alışveriş yoluyla gelen sözcüklerle sınırlı kalmıştır.

Eğer Osmanlılar eğitimi ciddiye alıp Arapça ve Farsçayı daha ilkokul çağından başlayarak eğitimin tüm aşamalarında Türk çocuklarına öğretselerdi, halk da gün gelir Osmanlıca denen sayıklamayla konuşmaya başlar ve Türkçeyle bağlarını tümden koparacak ölçüde Türkçeye yabancılaşırlardı.

Osmanlının Anadolu’yu ve Balkanları kendi yazgısıyla baş başa bırakan tutumu, Anadolu-Balkan Türkçesinin tüm yöresel ağızları ve dahi yazın dilinde unutulmuş varsıl söz dağarcığıyla birlikte korunmasını sağlamıştır. Osmanlı bunu isteyerek yapmamıştır. Umursamazlığından yapmıştır.

Ancak ne olursa olsun bilincinde olmayarak gerçekleştirdiği bu davranış Türklüğün yararına olan sayılı adımlarındandır…

Ayrıca size daha da ilginç bir olgudan söz edeceğim. En önemli olgulardan birini sona sakladım.

Oğuz Kağan Destanı’nın elimizdeki en eski yazması 14. yüzyıla bağlanır. Demek oluyor ki, Osmanlı’nın kuruluş çağlarında Türk düşüncesi de Türklük düşüncesi de diridir.

Türk boyları Oğuz Kağan’ın kim olduğunu bilir.

Dahası Ercilasun Hoca, Yeniçağ Gazetesi’nde yayınlanan 19 Kasım 2008 tarihli yazısında 13. yüzyıl sonlarına bağlanan bir Ergenekon Söylencesinden de söz etmiştir. Üstelik yapıtın adı da “Türk Bitiği”dir.

Demek ki, İslam 13. ve 14. yüzyıllarda Türklük düşüncesinin önüne geçmemiştir daha. Ulusal bilinç dipdiridir.

Size Oğuz Kağan Söylencesinden bir bölüm sunacağım:

“Bolsungıl dep dediler, anuŋ aŋagusu uşbu durur. Mundın soŋ sevinç daptılar. Kene künlerdin bir kün Ay Kagannug kösü yarıp bodadı. İrkek ogul dogurdı. Oşul ogulnuŋ öŋlüki çıragı kök irdi. Agısı adaş kısıl irdi. Kösleri al, saçları kaşları kara irdiler, irdi.”

Size ses özelliklerini ve denkliklerini versem hiç sorunsuz anlarsınız.

Aynı çağda Dede Korkut Öyküleri de Anadolu, Kafkasya ve İran’da bilinir ve söylenir.

Size Dede Korkut’tan kısa bir bölüm sunacağım:

“Berü gelgil başum bahtı evim tahtı/Evden çıkıp yürüyende selvi boylum/Topuğunda sarmaşanda kara saçlum/Kurulu yaya benzer çatma kaşlum/koşa badem sığmayan dar ağızlum/Güz almasına benzer al yanaklum/Kadunum vereğüm dölüğüm”

Görüldüğü gibi Türkçenin kendisini dillendirme konusunda en ufak bir yetersizliği ya da sorunu yoktur. Sorun Türkçe bilmeyen, Türklük bilinci zayıf Osmanlılardadır.

Yorumlar (0)