Tacikistan ve Tacikistan Türklerine Genel Bir Bakış / S. Kâmil Yüceoral

Tacikistan ve Tacikistan Türklerine Genel Bir Bakış / S. Kâmil Yüceoral





Önümüzdeki yıllarda petrole dayalı enerji politikalarının değişime uğrayacağı, enerji kaynaklarının şekillendirdiği siyasî coğrafyanın da ağırlıklı olarak su kaynaklarına bağlı olarak değişeceği varsayılmaktadır. Orta Doğu bölgesinde Türkiye'nin su kaynakları ne kadar önemli ise, Orta Asya bölgesinde de Tacikistan'ın su kaynakları aynı değerdedir. Mezopotamya tarımına can veren Fırat ve Dicle nehirlerinin yerini, Maveraünnehir bölgesinde, Kırgızistan ve yoğun olarak da Tacikistan'dan çıkan Seyhun ve Ceyhun nehirleri almaktadır. Bir başka deyişle, binlerce yıl Türk Yurdu olmuş ve olmaya da devam eden Türkistan'ın can damarı olan su; Türk kimliğinden ve birliğinden uzaklaşan bir Tacikistan'ın denetimine bırakılmaktadır. En azından bu çok ciddî detay bile bu ülkenin ve Türklükle ilişkilerinin daha dikkatli incelenmesini ve olumlu yönde geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Kuşkusuz Tacikistan'ın günümüzdeki ve gelecekteki önemi su, kaynaklarının zenginliği ile sınırlı değildir. 1924 yılına kadar resmen ve Buhara Hanlığı'ndaki nüfus çoğunluğu ile Türk Yurdu'nun önemli bir parçası olan bu ülke, bu tarihten itibaren ayrı bir millî yapıya dönüştürülmüştür. Komşularıyla sıcak çatışmalara neden olan, özel olarak çizilmiş sorunlu sınırları, Afganistan ve radikal dinî gruplarla olan ilişkileri, iç savaşın oluşturduğu mültecileri ve uyuşturucu trafiğindeki yeri günümüzde hâlâ önemini korumaktadır.

Tacikistan yönetiminin güncel politikaları, nüfusunun üçte birini teşkil eden Türk asıllı vatandaşlarını ilgilendirdiği kadar, çevresinde yer alan Kırgızistan, Özbekistan, Doğu Türkistan ve Kuzey Afganistan Türklüğünü de direkt olarak etkilemektedir. Kuşkusuz Türkiye dahil, bölge ve Türk dünyası ile ilgili tüm ülke ve uluslararası kuruluşlar da bu ülkedeki gelişmelerden kendiliğinden etkilenmektedirler.

Tacikistan'ın yer aldığı coğrafyanın daha iyi anlaşılabilmesi için gereken tarihî, kültürel (dil) ve etnik yapıya ilişkin kısa bilgiler vermeye ve Tacikistan'daki bazı son gelişmeleri vurgulamaya çalışacağız.

Orta Asya'nın yaz mevsiminda su ihtiyacının %70'ini karşılayan Tacikistan, 1.300 adet gölü ve 947 nehiri; Nurek, Karakum, Katla, Say, Muminabad ve diğer birçok baraja sahiptir. Tacikistan, bu sudan yararlanan Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan'ı, ülkesinin yüksek su maliyetlerine katkıya çağırmaktadır. Su kaynaklarının sağlıklı olarak kontrolü, ortak enerji tasarrufu konularına dikkat çekilmekte, aksine tavırların, bölgede Aral gölü faciası gibi onarılmaz daha nice yaralara neden olacağı ifade edilmektedir.

Bu haklı uyarıların ardından doğalgazını ve petrolünü yüksek ücretlerle pazarlayan bu ülkelerin su için hiçbir bedel ödemediği hatırlatılarak gerekli ikaz yapılmaktadır.1 Bu siyasal dozu yüksek bilimsel uyarıların "Sınır Aşan Sular"ın büyük önem kazandığı 2000'li yıllar için ne anlama geleceği çok açıktır. Bu arada Tacikistan delegasyonu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 55. oturumunda, 2001 yılını su muhafaza ve koruma yılı olarak ilan ettiler.2 Kuşkusuz bu konudaki haklılığın bölge barışını koruyucu yönde, adil biçimde çözülmesi, herhalde Tacikistan Türkleri ve Orta Asya'da yaşayan diğer Türkler açısından da büyük önem taşıyacaktır.

Gorbaçov'un perestroikasının yaşandığı 1986-1991 yılları, merkezî Sovyet sistemini ortadan kaldırır, Tacikistan'a da bağımsızlık kazandırırken, yeni politik, ekonomik sorunları da birlikte getiriyordu. 1992 yılında başlayan acımasız iç savaşta ideolojiler çatışırken, aşiretler ve bölgeler de birbirleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyorlardı. 1997 yılına gelindiğinde sonuç, enkaza dönen bir ülke ve ülkeleri dışına kaçmak zorunda olan yüz binlerce insandı. Hâlen bu mültecilerin 100.000 civarındaki kısmı da Özbek ve Türkmenlerden oluşmaktadır. Bunlar da Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, hatta Ukrayna ve Rusya'da yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Afganistan'a geçen binlercesi de son savaşın çatışan tarafları arasında hayatlarını kaybetmişlerdir. Ev sahibi ülkeler ve Şubat 1993'te Duşanbe'de ofis açan BM'nin çabaları bile, bu insanların acılarının dindirmeye ve onları ülkelerine, evlerine döndürmeye yetmemiştir.

1992-1997 yılları arası süren acımasız iç savaşın sonunda taraflar arasında varılan andlaşmaya bağlı olarak oluşturulan Milli Barış Komisyonu, bu sorunun politik, askerî ve yasal yanlarıyla uğraşmaya devam etmektedir. Ancak ülke içinde silahların teslimi konusu bile henüz tam olarak çözüme kavuşturulmuş değildir. Kuzeyde daha ziyade Özbek asıllı Türklerden oluşan Hoçendlilerin geleneksel olarak görev aldıkları yönetim kademelerinden, 1997 yılından itibaren artan bir süratle tasfiye edilerek, yerlerine Kölap Taciklerinin yerleştirilmesi de sorunlara ve gerilime yeni unsurlar eklemektedir. Nüfusun üçte birini teşkil ederken, hükümette bir sandalye bile alamayan Türk asıllı Tacik vatandaşları, tüm kamu görevleri ve eğitim ihtiyaçlarında da aynı dışlanmayı ve ikinci sınıf vatandaş olma statüsünü yaşamakta ve baskı altında, katlanmak zorunda bırakıldıkları bu acı durumdan bir an önce kurtulmak istemektedirler.

Tacikistan'da yaşayan Türkler, 1924'lerden önce Müslüman kardeşleri olarak kendileriyle eşit gördükleri Taciklerle, 1924-1992 yılları arasındaki Sovyet döneminde de yoldaş zihniyetiyle eşit şekilde birlikte oldular. Türkler, 1992'de elde edilen bağımsızlığın ardından oluşan Tacikistan Cumhuriyeti'nde başlayan Tacikleştirme hareketleri ile ilk defa dışlandıklarını hissetmeye başladılar. İç savaşın ardından yoğunlaşan bu ayrımcılık, bir yandan Kölaplı Taciklerin diğer Taciklere karşı yürüttükleri baskıcı bölgeciliğe, öte yandan da Tacik dışı unsurların genel olarak tedirgin edilmesine dönüştü. Bu durumdan da en çok nüfusun üçte birini teşkil eden Türkler etkilendiler ve bu olumsuz etki altında yaşamaya devam ediyorlar. Tacikistan hükümeti radikal dinci muhalefeti ile yapmış olduğu anlaşmayı, komşusu Özbekistan'a da tavsiye ederek bölge barışının başka türlü korunamayacağını ifade ederken, birçoğu yurtdışına iltica etmiş ve Tacikistan'ın sessiz çoğunluğu olan Türk vatandaşlarının haklarını esirgemeyi de sürdürmektedir. Hiçbir resmi açıklamada yer almayan, Türk vatandaşların haklarını barışçıl yoldan savunan uluslararası bir kuruluşa da rastlanmamaktadır.

Özbekistan'da yaşayan Tacikistanlı Türkler kendi haklarını koruyabilmek üzere yurt dışında Azad Tacikistan Partisi'ni kurarak, liderliğine de Tacikistan ordusunda Albay olan, millî şair ve yazarları Yaraş Kurban'ı getirdiler. Yaraş Kurban, yoğun olarak geliştirdiği uluslar arası temaslar ile bu ızdıraplı duruma son verilmesi için başta Türkiye olmak üzere, bütün dünya ülkeleri ve uluslararası kuruluşlardan yardım talep etmektedir.3

Tacikler, Özbekistan'ı iç savaşlarına müdahale etmekle suçlayarak, Karatekin vadisindeki köylerinin Özbek uçaklarınca bombalandığını, eski Tacik komutan Mahmut Hüdaberdiyev'in 1997 yılındaki başarısız darbe teşebbüsünden sonra, yüzlerce militanı ile birlikte Özbekistan'a sığındığını, bunların da Hoçend bölgesine saldırılar düzenlediğini ifade ediyorlar. Aynı zamanda, Özbekistan'da eşit sayıda Taciğin yaşadığını, çok sayıdaki Özbek Tacik evlilikleri ve Özbekistan'daki kültür mirasları nedeniyle de bu ülkeye en yakın ülke olduklarını da ekliyorlar. Tacikistan; yüzlerce Özbek dili öğreten okul, Özbek üniversitesi, koleji, lisesi, yerel gazete, televizyon ve radyo programı varken, Özbekistan'ın Tacik dilindeki benzer aktiviteleri yasakladığından yakınıyor. Tacik vatandaşlara Özbekistan sınırlarında uygulanan vizenin sorun yarattığını uzun yıllara dayanan, Tacik-Özbek ilişkilerinin sağduyu ile çözülebileceğine inandıklarını ifade ediyorlar.4 Bu açıklamaların tam aksi de karşı tarafça yapıldığından (özellikle Türklerle ilgili haklar konusunda), kimin hangi oranda haklı olduğu şüphesiz tarafsız bir araştırma sonuçlanana kadar geçerliliğini korumaya devam edecektir.

Tacikistan'ın gerek kendi içindeki Tacikleri, gerekse ülkede yaşayan Türk asıllı vatandaşlarının sıkıntıları; kuşkusuz kökleri tarihe dayalı olaylara, Sovyetlerin diğer yerlerinde olduğu gibi, Tacikistan'ın da yapay sınırlara bölünmesine, bölgelerin ekonomik ve siyasal üstünlüğü ele geçirme mücadelelerine, kuzeyin ekonomik ve elektrik enerjisi açısından Özbekistan'a olan bağımlılığına, geleneksel pazar yerlerine ulaşım zorluklarına, Fergana bölgesinin muhafazakar yapısı ve Oş bölgesindeki uyuşturucu trafiğine de bağlıdır.

Tacikistan'ın sorunlarını çözebilmesi için önümüzdeki dönemde, içinde bulunduğu ekonomik gerilemeyi durdurması ve gümrük engellerinden kurtulması gerekiyor. Aksi takdirde özel teşebbüsün ortadan kalkması, ülkedeki tansiyonu artıracağa benziyor. Kölap klanlarının iktidarda olması, diğer bölgelerle beraber kuzeyi de dışlıyor. Ülke genelindeki muhafazakar yapının, Batılılaşma ve modernizasyona karşı direnci, toplum yapısındaki zayıflık, keskin gelir ayrımı, radikal dinci akımları geliştiriyor. Uyuşturucu trafiği, yüksek gelir getiren yapısını koruyabilmek için bölgesel istikrarsızlığı destekliyor. Uyuşturucu ile mücadelenin bölge dışı güçlerle birlikte yoğunlaştırılması, bölgenin süratle bir ortak pazara kavuşturulması, güçlü ekonomik alt yapı, telekomünikasyon, tren yolları ve kara yollarına kavuşmanın, sorunları çözmeye yardım etmesi bekleniyor.

Türkiye olarak; 8 Kasım 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve heyetinin Tacikistan'a yaptıkları resmi ziyaretle yeniden gündeme getirilen ilişkilerle; Tacikistan'ın sağlıklı ve çağdaş koşullara kavuşturulması ve Tacikistan'da yaşayan Türklere eşit haklar tanınarak yurt dışında yaşayan binlerce mültecinin ülkelerine dönmelerinin sağlanması konularının ele alındığı haberleri basına yansımıştır. Daha sonra 24 Ocak 2002 tarihinde resmi Tacikistan heyetinin Türkiye'yi ziyaretleri ile devam eden bu ilişkilerin, geliştirilerek sürdürülmesinin de mevcut sorunlara çok ciddî çözümler sağlayacağı açıktır.

Tacikistan'ın güncel konularına bakarken, geçmişi bilmek, etnik ve dil yapısı hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak gereklidir. Bu makalenin sınırlı kapsamı içinde kısaca bu bilgilere de değinmekte yarar vardır.

1924 yılına kadar Buhara ve Kokand Türk hanlıklarının bulunduğu bu topraklar, Enver Paşa'nın 1922 yılında şehadetine kadar, Tacik ve Türklerin birlikte kardeş olarak yaşadıkları bir ülke iken, bu yıldan itibaren, Sovyetler Birliği'nin etkisi altına girmeye başlamıştır.

Enver Paşa'nın şehadetinden, bölge ve Tacikistan'ın oluşumunda bir milat olarak söz etmek mümkündür. Turan İhtilâl Ordusu Türkistan Cephesi Kumandanı ve Emir-i Leşker-i İslâm-ı Buhara unvanı ile ulaştığı şehadetinin raporuna göre, "Pek mukaddes ve âlî bir maksat peşinde Buhara-yi Şerifin 'Belh-i Cevan' vilayetinin 'Çegan' nam mahalde Milâdi 4 Ağustos 1922 ve Rumi 21 Temmuz 1338 ve Kameri 11 Zilhicce 1340 senelerinin Kurban bayramının ikinci Cuma günü, gündüz öğle vaktine karip bir zamanda hün-i pakini mahall-i merkür toprakları üstüne akıta akıta kahramane ve merdane bir surette rütbe-i şehadete nail olmuştur."5 Kuşkusuz bu rapor, onunla birlikte bugünkü Tacikistan bölgesindeki Türk egemenliğinin de sona erdiğinin bir sembolüdür.

Enver Paşa'nın Türkistan harekâtının ortam ve tarihçesi bu makalenin kapsamı dışındadır. Bununla birlikte bölge için milat sayılabilecek bu hüsranı yaratan ortam ve şartların pek fazla da değişmediği düşünülürse, bu olayın ana hatlarıyla günümüzü de aydınlatmaya devam ettiği kabul edilebilir.

"Onu, Pamir eteklerindeki gelişmelerde, karşı tarafın silahlarından ziyade, jeopolitik şartlarla, çağın gelişmeleri ve hiç tanımadığı bir ülkenin sosyal çarkları yendi"6 diyen Şevket Süreyya Aydemir, Tacikistan Türklüğünün bu dönüm noktasıyla ilgili olarak özel bir yaklaşım sergilerken, Kâzım Karabekir Paşa ise o günlerden bugünleri görerek, kapsamlı ve stratejik bir tahlil yapmaktadır: "Hazırlanmadan başlanan bu işler Türk toprakları için maddî ve manevî pek mühim zararlara mucip olmuştur. Bu zararları burada teşrih etmek mecburiyetindeyiz. Zira bunlar yalnız maziye ait değil, istikbale ait birer ders hükmündedir."7

Buhara ve Kokand Türk Hanlıklarının 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarındaki gereksiz çekişmelerine, 3 Aralık 1864 tarihinden itibaren Çarlık Rusyası'nın bölgeyi işgaline, 1910'lu yıllar ile birlikte Türk aydınları ile muhafazakarlarının Ceditçi, Basmacı ayırımları ile birbirlerine düşman haline gelerek, bir yanda Sovyet, diğer yanda Rus-İngiliz yanlısı olmayı bile kan kardeşliğine tercih etmelerine baktıkça, o günlerden bugünlere ne kadar çok dersler olduğunu düşünüyoruz. Bölgedeki Türk hakimiyetinin korunmasıyla ilgili olarak Türkiye Türklerinin o dönemdeki farklı yaklaşım ve çabalarına ilişkin olarak da Kâzım Karabekir Paşa şöyle demektedir:

"Buhara'da bulunan mektepler kâmilen Türk zabitlerinin elinde idi. Maarif seri bir surette inkişaf ediyordu. Esasen gerek Cemal Paşa, gerek yerli münevverler bu suretle muhiti kuvvetlendirmek fikrinde idiler. Enver Paşa harekatından sonra bu maarif ocaklarının hepsini söndürdüler. Sonra da harekat esnasında Rus kuvvetlerinin uğradığı yerler kâmilen mahvoldu. Birçok gençler, münevverler ve zenginler, yerlerini, yurtlarını bırakıp hicret ettiler. Binlerce halk dağ başlarında serseri kaldı, malları-mülkleri ellerinden gitti."8

Tarih maalesef onu bilmeyenler için tekerrür etmektedir. Bölgede yaşayan Türkler ve Müslümanlar, biçimsel sorunları aşarak, birlik ve beraberlik içinde, çağdaş çözümler üretmek yerine, yine kendi dışlarında yandaşlar edinerek, kişisel hırslarıyla, sorunların daha da derinleşmesine neden olmaktadırlar. "Fikir, ideal veya devlet kurma mücadelelerinde, yalnız ihtiras, enerji ve kan yetmez. Bu mücadelelerde, çağın akımları ile jeopolitik ve sosyal şartları değerlendirebilmek, ihtirastan daha önde gelir. İhtiras ve ambisyon itici güçtür. Ama, üstünde koşulan zeminin şartları ile ayarlanamazsa, bu ihtiras atının ayakları tökezler ve süvarisi, bu itici gücün altında kalır."9

Türkistan, Asya gibi mesafe ve saha bakımından uçsuz bucaksız bir kıtanın ortasında; büyük bir kısmı ovalık olan 5 milyon 200 bin kilometrekarelik muazzam bir ülkedir. Amu Derya ve Sir Derya (Ceyhun-Seyhun) tarım suları, bölgenin en büyük akarsuları olup, bütün tâbileri ile beraber bu coğrafyayı sular, Aral ve Lübnür göllerine dökülürler. Türkistan hudutsuz denilecek kadar geniş bir tarım kuvvetine maliktir. Toprak; altın, gümüş, bakır, petrol, kömür ve diğer bir çok madenler bakımından da çok zengindir. Tarih boyunca Türk yurdu olmuş Türkistan, 18. yüzyıldan itibaren bir takım hanlıklarca parçalanarak zayıflamış ve bu hal onun istilaya uğramasını da kolaylaştırmıştır.10

Bugünkü Tacikistan'ın üstünde yer aldığı, tarihî Doğu Buhara ise eski Bedahşan'dır. Eski Bedahşan, tarihi Horasan ülkesiyle, ilk çağın Sogdiyanası arasına düşer. Horasan, Kuzey Afganistan'ı da içine alıp, Kuzey İran'a kadar yayılan bir sahanın adıdır. Tarihte Bedahşan da Horasan'ın bir parçası sayılmıştır. Bedahşan ülkesi, daima karlarla örtülü, yüksek Pamir dağları ile kaplıdır. Himalaya manzumesine bağlı olan bu yüksek dağlar, ne aşılır, ne geçilirler, ne de yerleşmeye elverişlidirler. Yalnız bu massifin güneybatısında, Afganistan ile Türkistan arasında, tarih öncesinden beri geçit ve akın yolu vazifesi gören, dar ama sulak bir saha yayılır. Şimdi Tacikistan Cumhuriyeti olarak adlandırılan bu eski Bedahşan'da yer alan sulak ve bereketli saha, bugünkü Tacikistan'ın %7.5'lik alanını teşkil eder. Topraklarının %92.5'ini kaplayan Pamirler ise, bugünkü Tacikistan'ın idarî taksimatında Dağlık Bedahşan Özerk Bölgesi olarak yer alır.11

Bugünkü Tacikistan Cumhuriyeti, bulunduğu coğrafya nedeniyle yüksek dağlar ülkesi olarak da adlandırılmaktadır. 143.100 km2 yüzölçümündeki ülkenin doğusunda, 7.500 metre yükseklikte, Asya'nın en yüksek tepelerine sahip olan Pamirler vardır. Bu dağlar arasında uzanan kanyonlar, iklimi güzel vadiler, 400'ün üzerinde şifalı bitki çeşidi, kayısı bahçeleri, üzüm bağları, eşsiz güzellikte göller bulunmaktadır.

Türkistan'ın birçok akarsuyunu besleyen bu dağlar arasında inşa edilen barajlardan elektrik enerjisi elde ediliyor. Zengin kömür ve petrol yatakları çıkarılmayı beklerken, sağlıklı maden suları, hem kaplıcalarda kullanılıyor hem de içiliyor. Batısında Özbekistan, kuzeyinde Kırgızistan, doğusunda Çin, güneyinde Afganistan vardır.

Tacikistan doğal kaynaklarının yanında, tarihinden kaynaklanan çok zengin bir kültür birikimine de sahiptir. Tarihçilerin belirleyebildikleri kadar bölgenin bilinen en eski sakinleri olan Türkler,

Maveraünnehir (Ceyhun-Seyhun nehirleri arasında) Kaşgar bölgesinde, Dest-i Kıpçak stepleri (bugünkü Kazakistan toprakları), Kuzey Karadeniz, Kırım, Kuban, Kafkasya, Altay bölgelerinde geniş bir coğrafyaya yayılmışlardı. Türklerin bu bölgede 2500-3000 yıl önce şehirler, kasabalar kurdukları, tarımla uğraştıkları tarihsel bir gerçek olarak anlatılmaktadır.12 Bölge M.Ö. 6.-M.Ö. 4. yüzyıllarda Pers İmparatorluğu, M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender'in oluşturduğu Baktria Krallığı, M.Ö. 4.-M.S. 1. yüzyıllarda ise Kuşhanların hakimiyetine girdi. M.S. 1.-M.S. 7. yüzyıllarda bölgede Çin'in etkisi hissedilmeye başlandı. M.S. 7. yüzyılda başlayan Arap-İslâm yayılması M.S. 10. yüzyıla kadar sürdü. Farsça konuşan Samanilerin (875-999) yönetimleri süresince Farsça, yazı dili oldu. Buhara kültür merkezi haline geldi. 9. yüzyıldan itibaren yeniden kuzey ve güneyden gelen Türkler, şehirlere yerleşerek Fars kültürünü benimsediler ve bölge insanları ile evlenerek karşılıklı asimilasyon sürecine katıldılar. Farsça, devlette, eğitimde ve edebiyatta kullanıldı. 9. ve 10. yüzyıllarda Türklerin İslâm dinini kabul etmeleri ile birlikte kurulan Karahanlı (920-1212) ve Gazneli (926-1183) devletleri ile Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1040-1157), bölgede Türk-İslâm tarihinin en önemli devrini yaşattılar. Moğollar ise Cengiz Han (1206-1227) önderliğinde kurdukları imparatorluk ile bölgeyi bir asır yönettiler, büyük Türk lideri Timur'un ortaya çıkması (1369-1405) ile de Türkler bölgedeki yönetimi yeniden ele geçirdiler. 16. yüzyıldan itibaren de Özbek Hanlığı bölgeye hakim oldu (1428, Özbek Hanlığı'nın kurulması). 19. yüzyıl başlarından 1924'lere kadar ise, şimdiki Tacikistan üzerinde üç ülke hüküm sürdü. Bunlar;

1) Özbek yönetiminde Buhara Hanlığı,
2) Fergana Ovası merkezli Özbek Kokant Hanlığı ve
3) Afganistan Krallığı idi.

Bu dönemden itibaren yaşanan gelişmeleri de kısa cümleler ile özetlersek; 1868 yılında Rusya, Kuzey Tacikistan bölgesini ilhak etti, 1884'de İngiliz-Rus sınır komisyonu kuruldu. 1894'te Tırmız'da Afgan sınırının gözetimi için bir kale inşaa edildi. 1921 yılının Şubat ayında Sovyet Kızılordusu o zamanlar küçük bir pazaryeri kasabası olan Duşanbe'ye girdi. 4 Ağustos 1922'de Tacikistan veTürkistan Türklüğü için mücadele veren Enver Paşa Kızılordu tarafından şehit edildi. 1923 yılında Tacikistan'da yaşanan açlık ve salgın hastalıklar binlerce insanın ölümüne neden oldu. Ekim 1924'te Özerk Tacik Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin bir parçası olarak kuruldu. Ocak 1925'te Gorno-Badaksan Özerk Bölgesi oluşturuldu. 15 Ekim 1925 tarihinde, Tacik Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1931 yılında, Tacikistan Türklüğü için mücadele eden en önemli komutan olan Lakay İbrahim Bey idam edildi. 1937 yılında Tacikistan Komünist Partisi'nden büyük çapta tasfiyeler yapılarak yeniden yapılanmaya girişildi. Aralık 1979'da Sovyet birlikleri Afganistan'a girdi. Nisan 1989'da Sovyet birlikleri Afganistan'dan tamamen çekildi. Şubat 1990 Duşanbe'de yapılan yeni konutlardan bazılarına Ermeni mültecilerin yerleştirilmesi yüzünden gösteriler yapıldı, düzinelerle insan öldü. 1991 Ağustosu'nda başkan Kahar Mahkamov Moskova darbesine destek verdi. 7 Eylül'de Mahkamov istifa etmek zorunda kaldı. Yerine Kadrettin Aslanov geçti. 23 Eylül'de Aslanov da yerini Rahman Nabiyev'e bırakmak zorunda kaldı. 24 Eylül'de yapılan genel seçimleri de oyların %58'ini alan Nabiyev kazandı. Mart 1992 tarihinde muhalefet, 51 gün süren protesto gösterilerine başladı. 25 Nisan 1992 tarihinde Kabil, Afgan mücahitlerinin eline geçti. 28 Haziran'da Türklerin yoğun olarak yaşadığı Kurgan Tepe yakınındaki çarpışmada 100 kişi öldürüldü. 31 Ağustos'ta silahlı gruplar parlamento binasını zaptetti. 7 Eylül'de Nabiyev istifa etmek zorunda kaldı ve Kölyap kuvvetleri, Kurgan Tepe'ye saldırdı ve 27 Eylül'de dört Rus tankını ele geçirerek Kurgan Tepe'ye hakim oldular. Ertesi gün Rusya Tacikistan'a 2.000 asker daha gönderdi. Bugünden itibaren gittikçe yoğunlaşan Tacikistan iç savaşı, bölgelerin birbiriyle ve komünist merkezi yönetim ile radikal dinci gruplar arasında 1997 yılına kadar çok kanlı bir biçimde devam etti. 5 Nisan 1994'ten 27 Haziran 1997'ye kadar Moskova'da devam eden iç barış görüşmeleri, karşılıklı affedişi içeren Moskova Andlaşması ile sonuçlandırıldı.13

5.4 milyonluk nüfusa sahip olan Tacikistan'da yaşayan etnik gruplarda, geniş bir dağılım içinde şu anda en büyük nüfus oranına sahip olan Taciklerden (3,5 milyon) sonra Özbekler ikinci sırayı alıyor (1.5 milyon). Kırgızlar 60 bin civarı, Türkmenler 13 bin civarı, Kazaklar 9 bin civarı, Uygurlar 3 bin civarı, Kırım Tatarları 80 bin civarı olmak üzere Türk toplulukları, toplam nüfusun üçte birini oluşturuyorlar. Pamir dağlarında yaşayan, Bartagnlar, Iskaşmiler, Kûfiler, Oroshoriler, Roşhaniler, Şugniler, Vakşiler, Yagnabiler ve Yazgulamilerden başka, Buhara Yahudilerini (2 bin), Rusları (100 binden az), Ukraynalıları (40 bin), Beyaz Rusları, Gürcüleri, Osetinleri, hatta Ermenileri (6 bin), Korelileri (13 bin) ve İkinci Dünya Savaşı sonrası bölgeye gelen sayıları belirsiz Yunanlıları (esas grup Özbekistan'da) sayabiliriz.

Günümüzde Tacikistan'da yaşayan Türklerin yerleşimleri ile ilgili sağlıklı istatistiklere ve bilgilere ulaşmak güç olmakla beraber, bunları beş ana grupta tanımlayabiliriz. Özbekler; Kuzeydeki Hoçent şehrinde yoğunlaşırken, güneydeki Kurgan Tepe, Dursunzade illerinde yaşamaktadırlar. Lakaylar, Konguratlar, Kataganlar, Ballanlar ve Dörmenler aşiretleri ile Harezmli aileler de bu grupta mütalaa edilmektedir.14 Türkmen gruplar ise Kabadiyan, Kumsengir, Çilli Göl yerleşimlerinde yaşamakta, Ersarı, Salur, Sağrık, Eski, Arabaçı aşiretlerinden oluşmaktadırlar.15 Kırgızlar; Badakşan bölgesinde ve Afganistan sınırına yakın yerlerde yaşamaktadırlar. Uygurlar; Özbeklere çok yakın, hatta iç içe yaşamakta, ancak evde yaptıkları lağman yemeği ile fark edilmektedirler. Kazaklar; Dursunzade ili ile Kabadyan, Şehrituz ilçelerinde yaşarken, Kazakistan'ın özendirme politikaları ile Kazakistan'a göç etmekte ve Tacikistan'daki sayıları süratle azalmaktadır.16 Bu grupların dışında da Ankara ve Sivaslı Tacik Türkler gibi gruplara da rastlanmaktadır. Enver Paşa 9 Aralık 1921'de kaleme aldığı anılarında, bu ilginç gruplardan şöyle bahsetmektedir: "Timurlenk zamanında ve Timur'un Anadolu'dan topladığı hayvanları sürmek için; Ankara, Sivas taraflarından getirilmiş Türklerden (yani onların ahfadından) iki kişi, bugün geldiler. Bunların simaları, tıpkı bizim Türkler gibi. Şive de öyle. Duşanbe civarında 1000 kadar varmışlar. Devhev civarında da 3000 kadar."17 Bu ifadeye göre Ankara ve Sivaslıların, Tacikistan'da %3.5 olan nüfus artışı oranı ile, bugün 60.582 kişi civarında olmaları beklenirdi. Durumları ve nüfusları ile ilgili güncel bir kayda rastlanamadı.

Bu kabilelerin 1920'lerin başındaki durumlarını anlayabilmek için de biraz daha detay gruplara girerek, Enver Paşa'nın bölgede mücadeleye başladığı zaman ona yardım eden Türk ve Türke kardeş aşiretler ve reislerine göz atmakta da yarar vardır.

"Doğu Buhara Basmacılarından (Korbaşıları), Şehrisebz ve Yeklabağ mıntıkaları, Kinegen ve Kognrat kabileleri reisi Cebbar Korbaşı, Karatekin vilayeti korbaşısı Fuzayl Makdum, Paşa Hoca (180 yiğidi ile beraber), Keski kasabası korbaşısı Kul Muhammed Bek (600 kadar askeri ile beraber), Babadan mıntıkasından Hayid Bek Dadha (400 kadar yiğidi ile beraber), Saip Nazar, Çilli-Göl kasabası Türkmen Başbuğu Abdülhâkim Bek Korbaşı (500 kadar askeri ile beraber), Azerî Türkü Danyal Bek (50 kadar askeri ile beraber), Muhiddin Mahdum (300 kadar askeri ile beraber, Lakaylar olarak üç ay süre ile Enver Paşa'yı tutuklamalarına rağmen daha sonra en azından karşı tarafta yer almayarak), Duşanbe'den İbrahim Bek ile Kurgantepe ve Kölap mıntıkalarına hakim Togay Sarı (8000 kadar askeri ile beraber) Darvaz'dan İşan Sultan; Bekiran ve Kenkürt'de Devletmend'den ayrı olarak, Semiz kabilesi reisi Aşur Bek; Karlukların reisi Abdülkayyum Bek, Türk Moğolları reisi Abdürrahim Bek; Karşi'de Cora Hoca; Guzar'da Evliyakul Korbaşı, Kerki'de Abdurrahman Batur, Seri Asyab ve Karadağ'da Abdurrahman Bek; Hisar'da Ali Merdan Bek; Saraykemer ve Aladağ'da Destankul ve Doksanbay; yine Kenkürd'de Mirza Salih ve Teber Dabha, korbaşı nâmı ile mücadeleye başlamışlar ve bilâhare Enver Paşa'ya iltihakı kabul etmişlerdir."18 Bu kişilerin büyük bir çoğunluğu Türk asıllı olmakla beraber bir kısmı da kendisini Türk gibi kabul eden Tacik aşiret reisleri idi.

Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi Türkistan coğrafyasındaki hanlıklarda da asli unsur olan Türklerin, kendi millî kimliklerine vurgu yapmanın birliği zorlayacağı değerlendiriliyordu. Bu da Türk aydınlarının Türklük şuurunun uyanmasında gayret göstermelerine engel teşkil ediyor, "Müslüman" kimliği çerçevesinde bütünleşilmesinin doğruluğuna inanılıyordu. Önce Ruslar, sonra Sovyet sistemi ve günümüzde yaşayan sömürü ve paylaşım esaslı stratejiler bu iyi niyetli, fakat gerçekçi olmayan inancı çok kısa sürede geçersiz kıldılar. İyi niyet; böl, parçala ve yönet ilkesi karşısında fazla dayanamadı.

Benzer bir anlayış da dilde yaşandı. Gerek Türkistan coğrafyasında, gerekse Türklerin yerleştiği diğer bölgelerde birlik ve beraberliği sağlamak için farklı iletişim dilleri kullanıldı. Tacikistan ve yakın bölgelerde ise Türkler kendi aralarında Çağatay Türkçesi ile konuşurken yönetim ve eğitim dili olarak Tacikçeyi kullandılar. Tacikçe bir millî dil olmaktan çok, ortak bir iletişim dili olarak değerlendirildi.

Osmanlı Devleti'nde edebi dil olarak kullanılan Farsça gibi, Türkistan'da da Tacikçe yayıldı. Bu dile adını veren sözcüğün kökeni olan "Tat" da eskiden Türke yabancı olan kimselere veya topluluklara, özellikle Arap ve İranlılara verilen addı.19 Tacik sözcüğünün de Türkçe olarak "Tat+cik"ten geldiği öne sürülmektedir. Bugün bile Tacik sözcüğü iki ayrı grup için kullanılmaktadır. Bunlar Dağlı Tacik de denilen ve aynı zamanda ana dilleri olan Pamir dillerini konuşan Pamir halkları ile ana dili olarak Tacikçeyi konuşanlardır. İkinci grupta olanlar içinde yer alan Hazaralar (Batı Derezinat, Doğu Berberi), Çaharoymaklar (Teymuri, Taymani, Firuzkuni, Çemsidi), bazı Kızılbaş Afşarlar, Yahudiler, Araplar, Çingeneler, Beluçlar, Brohoiler ise; Tacikçeyi ana dili olarak konuşmalarına rağmen kendilerini Tacik olarak tanımlamamaktadırlar.

"Orta Çağ'da Türkçenin konuşulduğu alan bugünkünden çok daha büyüktü. Tacik gruplarda zamanla iki dillileşmiş, sonra da Türki-Özbekleşmişlerdi. Fakat olayın tersi, yani Türki grupların, örneğin Kölyap ve Derehisar'da olduğu gibi Tacikleşmesi de görülmüştür."20

Modern Tacik edebiyatının kurucusu, Sedrettin Eyni'dir (1878-1954). Orta Çağ'da şiire eğilimli olan Tacikçe, günümüzde bir düzyazı dili olarak gelişmektedir. 1992 yılından bu yana da Tacikçe, Tacikistan Cumhuriyeti'nin resmi dilidir.21

Tacikçe de yerli, ölü veya yaşayan İrani dillerden (Ör. Venci ağzında) ve Pamir dillerinden sözcükler vardır. Farsçaya göre daha az Arapçaya sahip olan Tacikçeye, çok sayıda Türkçe (Özbekçe, Tatarca) ve Rusça sözcük girmiştir.22

Tacikistan çok dilli bir ülkedir. Bu ülkede Sovyet döneminde, Rusça ortak bir dil olarak kullanılırken, 1992 yılında bağımsızlığın ilanı ile birlikte Tacik dili resmi dil haline getirilmiştir. Bugün kuzey ve güneybatı bölgesinde konuşulan Özbekçe ikinci büyük dil iken, batıda Pamir dağlarında ise çok farklı Pamir dilleri (Şugni, Roşhani, Vakhi, Iskaşimi, Sarikoli, Baratangi, Kufi, Yazgulemi ve Oroşhori) konuşulmaktadır.

Tacikistan'ın çoğunluğu Müslümandır. Bu topluluğun büyük kısmı Sünnî Hanefî mezhebine bağlı iken, Pamir dağlarında yaşayan diğer ufak kısmı da Ağa Han'a bağlı Şiî-İsmaili'dir. Dinî inançlar Tacikistan politikasında büyük bir öneme sahiptir. İç savaşta yer alan Birleşik Tacik Muhalefeti, eski İslâmî Yeniden Doğuş Partisi ile birlikte hareket etmiştir. Radikal dinci yönetimlerin ve Suudi menşeli Vahabîliğin Orta Asya'ya yayılmasından çekinildiği bir dönemde, Tacikistan'daki bu yapılanma aynı zamanda dil benzerliği nedeniyle İran'ın radikal tavırlarından da etkilendi. İran İslâm Cumhuriyeti Tacikistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke oldu ve bu ülkeyle siyasî-kültürel ve ekonomik bağların geliştirilmesine büyük önem verdi. İran İslâm Cumhuriyeti Tacikistan'ın Kril yazısını bırakarak Arap yazısına geçmesinde de önemli rol oynamış ve Arap yazısında yüz binlerce Farsça, Tacikçe kitabı basarak bu ülkeye göndermiştir.23 Müslümanlığın yanı sıra, Ortodoks Hıristiyanlık ve Yahudilik de ülkenin dinleri arasında sayılabilir.

Tacikistan stratejik konumu ve Türkistan coğrafyasındaki farklı kültürel yapısı ile bölgede Rusya'nın paralelinde bir siyasi yol izlemektedir. Taşların henüz yerine oturmadığı bu kritik coğrafya ve bazı zamanda mevcut yapının çok yakından izlenerek çözümler üretilmesi gerekli görülmektedir.

1 Timur Valamat ZADEH Assistant to the Minister of Economics and Foreign Economic Relations of Tajikistan, Central Asia and The Caucasus, Journal of Social and Political Studies, Sweden, 2001, s. 151.
2 Ashurboi IMOMOV (Ph. D. Law, professor, head, Department of Constitutional Law, Tajik National University), Central Asia and Caucasus, Journal of Social and Political Studies, Sweden, 3 (9), 2001, s. 125.
3 Azad Tacikistan Partisi lideri Yaraş Kurban bildirileri.
4 Ashurboi, a.g.m., s. 129.
5 Şevket Süreyya Aydemir (Rapor Enver Paşanın Naibi Miralay Ali Rıza'ya aittir), Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa, İstanbul 1972, c III, s. 691.
6 Aydemir, a.g.e., s. 688.
7 Kâzım Karabakir, İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkânı, İstanbul, 1990, s. 353.
8 Karabekir, a.g.e., s. 353.
9 Aydemir, a.g.e., s. 619.
10 Yahya Okçu, Türk-Rus Mücadelesi, Ankara, 2001, s. 206.

11 Aydemir, a.g.e., s. 634-635.
12 Prof. Dr. Mehmet Saray, Özbek Türkleri Tarihi, İstanbul
1993, s. 12.
13 Ashurboi, a.g.m., s. 129.
14 Yaraş Kurban.
15 Dr. Ağacan Beyoğlu.
16 Yaraş Kurban.
17 Aydemir, a.g.e., s. 654.
18 Ali Bâdemci, 1917-1934 Türkistan Millî İstiklâl Hereketi ve Enver Paşa, İstanbul, 1975, C I, s. 498-502.
19 Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, Ankara 1959.
20 Rafael Blaga, İran Halkları El Kitabı (Handbook of Iranian Peoples), 1997, s. 235.
21 Blaga, a.g.e., s. 235.
22 Blaga, a.g.e., s. 236.
23 Blaga, a.g.e., s. 240.

Yorumlar (0)