XX. Yüzyılda Türk Toplulukları / Doç. Dr. Ömer Turan

XX. Yüzyılda Türk Toplulukları / Doç. Dr. Ömer Turan




 I. Balkanlar'da Türkler

Yirminci yüzyıl Balkan Türkleri tarihi, yüzyıllardır sahibi ve hakimi olarak Balkanlar yarımadasında yaşayan bir milletin çocuklarının, bir türlü alışamadıkları ve içine sindiremedikleri azınlık statüsü içerisinde varlıklarını sürdürme mücadelelerinin; insan haklarının ve azınlık haklarının en çok telaffuz edildiği bir asırda, tarihî olduğu kadar aynı zamanda millî, dinî, siyasî, sosyal ve ekonomik olarak göğüslemek zorunda oldukları baskıların; Türk kimliklerini ve isimlerini koruma mücadelelerinin; her türlü baskıya direnemeyecek noktaya geldiklerinde çok ağır şartlarda Türkiye'ye doğru göç yollarını tutmalarının da tarihidir.

Türkler Balkanlar'ın en eski kavimlerinden biridir. Türklerin Balkanlar'daki varlığı, bugün yarımadanın büyük bir kısmını elinde tutan Slavlardan eskidir. Hun Türkleri MS. IV ve V. yüzyıllarda Balkanlar'a gelerek bölgeyi hakimiyetlerine almışlardır. Hun Türklerini VI. yüzyılda Avarlar, VII. yüzyılda Bulgarlar, X-XIII. yüzyıllarda Kumanlar ve Peçenekler takip etmiştir. Söz konusu Türk boylarının hepsi ilk etapta Balkanlar'da devletlerini kurarak diğer toplulukları hakimiyetleri altına almışlarsa da takip eden yıllarda ya bölgeyi terk etmişler ya da yönettikleri topluluklar arasında erimişlerdir. Söz konusu Türk topluluklardan günümüze kalanlar bazı yer adlarından ibarettir.1 Bugün kendilerinden bahsettiğimiz Balkan Türklüğü, XIV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu'dan Rumeli'ye geçen ve kısa bir sürede bölgeyi yurt tutan Osmanlı Türkleridir. Bugün için bile kısa sayılabilecek bir süre içerisinde güneyde Adriyatik'e, doğuda Karadeniz'e, kuzeyde Tuna'ya ulaşılmış, hatta aşılmıştır.

Yüzyıllardır bölgede devam eden din kavgaları, feodal güçlerin kendi aralarındaki mücadeleler ve angaryadan bıkan yerli halka sevgi ve hoşgörü dağıtan "kolonizatör Türk dervişleri" ve adil ve güçlü Osmanlı yönetimi, bu hızlı ve kolay ilerlemenin iki önemli unsurunu teşkil ederler. Fethedilen bölgeler, vakıflar marifetiyle imar edilmiş, Türk veya Müslüman olan olmayan herkese hizmet veren han, hamam, köprü, çeşme, aşevi ve imarethane gibi sosyal yapılarla donatılmıştır. Fethi müteakip Balkanlar, Anadolu'dan getirilen Türkmen ve Yörük aşiretleri ile "şenlendirilmiş",2 Osmanlı İmparatorluğu'nun uyguladığı "sürgün"3 metodunun bir sonucu olarak iki asırdan daha kısa bir süre içerisinde bugünkü Bulgaristan'ın ve Yunanistan'ın büyük bir kesiminde, Romanya'nın Dobruca bölgesinde, hemen bütün Makedonya ve Kosova'da Türk nüfusu çoğunluk olmuştur. Bunlara ilaveten Arnavutluk, Bosna ve Rodoplarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu Müslümanlaşmıştır.

Dar manasıyla Balkanlar'da Türkler deyince Anadolu kökenli Müslüman Türkler anlaşılır. Kırım'ın Osmanlı hakimiyetinden çıkmasından sonra bugünkü Romanya ve Bulgaristan'a yerleştirilen Tatarlar; Moldova'da, Romanya ve Bulgaristan'da yaşayan Hırıstiyanlığı benimsemiş olmakla birlikte Türkçe konuşan Gagavuzlar da elbette Türklerin bir parçasıdırlar. Ayrıca Osmanlılar döneminde Müslümanlaşan ve bir manada Türkleşen ve bugün kendilerini Türklerden ayrı görmeyen önemli miktarda bir kitlenin yarımadada varlığı da bir vakıadır. Belki de Türki olarak adlandırılması gereken Pomaklar, Boşnaklar ve bir kısım Arnavutlar bu gruba girerler. Bunların en azından bir kısmının yukarıda Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a geldiklerinden bahsettiğimiz Türk toplulukları ile olan bağları yeterince araştırılmamış bir konudur.

Türkler Balkanlara sadece nüfusları ile gelmediler. Balkanlarda yaşayan insanlar Türkler sayesinde veya Türklerle birlikte yeni bir kültür, din, medeniyet, insan anlayışı, dünya görüşü ve hayat felsefesi ile tanıştılar. Kolonizatör Türk Dervişleri ile sevmeyi ve hoşgörüyü öğrendiler. Vakıflarla karşılıksız vermeyi tattılar. Vakıflar sadece cami, tekke ve medrese gibi Müslümanlara hitap eden dini yapılar değildi. Köprü, çeşme, han, hamam, imaret ve aşevi gibi Müslüman olan ve olmayan ayrımı yapmadan herkese hizmet götürdüler.4 Ekrem Hakkı Ayverdi, arşiv ve saha araştırmalarına dayanarak kaleme aldığı eserinde, Osmanlı hakimiyeti döneminde Balkanlar'da 15.787 mimari yapının inşa edildiğini ortaya koymuştur. Bunlar bugün bir şekilde kendisine ve kendisi ile ilgili arşiv kaydına rastlanabilen eserlerin sayısıdır. Araştırılamamış olanlarla birlikte bu rakamın daha yükseleceği tabiidir.5

Balkanlar'daki Türk eserleri plan, hacim, malzeme ve teknik, cephe düzeni ve süslemeler bakımından Osmanlı-Türk mimarisinin bir bölümünü oluştururlar. Aynı dönemde Anadolu'da yapılmış yapılardan farksızdırlar. Filibe'deki Hüdavendigar Camii, Sofya'da Mahmut Paşa Camii, Üsküp'te Sultan Murat Camii, Bursa'daki Ulu Camii veya Niğde Sungur Bey Camii ile aynı mimari özellikleri taşırlar. Filibe'de Şehabüddin Paşa Camii, Üsküp'te İsa Bey ve İshak Bey Camileri, Selanik Alaca İmaret Cami ve Serez Mehmet Bey Camii aynı şekilde Edirne Muradiye Camii, Bursa Muradiye Camii, İstanbul Aksaray Murat Paşa Camii ile büyük benzerlikler gösterirler. Eski Zağra'da Hamza Bey Camii, Saray Bosna'da Gazi Hüsrev Bey Camii, Mudurnu'da Yıldırım Camii ve Halep'te Hüsrev Paşa Camii aynı mimari özelliklere sahiptirler. Bu benzerlikler sadece cami yapılarına mahsus değildir. Üsküp'teki Kurşunlu Han, Bursa'daki Emir Han ile, Saray Bosna'daki Gazi Hüsrev Bey Bedesteni ile Bursa'daki Bedesten, Üsküp'teki Çifte Hamam ile İstanbul Ayasofya Hamamı arasında plan ve diğer mimari özellikler bakımından büyük benzerlikler vardır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür, fakat bir fikir vermesi bakımından bu kadarını kafi görüyoruz.

Balkan halkları, dillerinden yemeklerine, inançlarından değerlerine, mimarilerine, edebi eserlerine ve günlük hayatlarına kadar hayatın ve kültürün her alanında Türklerden etkilendiler. Osmanlı hakimiyeti döneminde Türkçe, Balkanlar'da geçerli dil (lingua franca) oldu, şehir ve medeniyet dili olarak kullanıldı. Balkan dillerine Türkçe kelimeler, gramer kuralları geçti. Örneğin Sırpça, Hırvatça ve Makedoncadaki Türkçe kelime sayısı 6-7000 civarındadır. Bulgarcada 5.000, Arnavutçada 4.000, Rumcada 3.000 ve Romencede 2.000 civarında Türkçe kelime vardır.6 Makedon müziğinde kullanılan müzik aletlerinin çoğu Türklere aittir.

Türk müziğinin melodileri, makamları, parçaları aynen veya değişerek Makedon müziğine geçmiştir. Aynı durum Yunan ve Bulgar müziği için de geçerlidir. Makedon mimarisinde formlar, dizayn ve süslemeler Türk mimarisinden son derece etkilenmiştir. Hatta Safranbolu'daki Türk evlerinden hiçbir farkı olmayan Ohri'deki Türk evleri Makedon sivil mimarisinin örnekleri olarak takdim edilmektedir. Aynı şekilde Filibe şehrindeki kale içindeki Türk evleri Bulgar sivil mimarisi olarak sunulmaktadır.7

Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflayıp güç kaybetmeye başlamasıyla birlikte Balkanlar'da toprak ve Türk nüfus kaybı başlamıştır. 1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan bu süreç Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasına kadar devam etmiştir. Bununla beraber Osmanlı İmparatorluğu'nun son yarım asrında cereyan eden iki büyük savaş sonucunda öncekilerle karşılaştırılamayacak ölçüde Türk ve Müslüman nüfus yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklarını terk ederek Anadolu'nun yollarını tutmuşlar, kalanlar ise bu topraklarda kurulan yeni devletlerin azınlıkları olarak varlıklarını devam ettirme mecburiyeti ile karşı karşıya gelmişlerdir. Bu savaşlardan ilki 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, ikincisi ise 1912-13 Balkan Savaşlarıdır. Esasen Yunanistan Balkanlar'da Osmanlı hakimiyetinden çıkarak kurulan ilk bağımsız devlettir. Ancak 1830 yılında Yunanistan'ın Atina ve Mora yarımadası civarında kurulması üzerine bu toprakları terk ederek Anadolu'ya yönelen Türk ve Müslümanların sayısı daha sonraki yıllarda yaşanan büyük felaketler sebebiyle Anadolu'ya göç edenlerin yanında bir hiç seviyesinde kalır. Bundan dolayı bu çalışmada kendilerinden bahsedilmeyecektir.

Osmanlı İmparatorluğu'nda gerçekleştirilmek istenen reformlara Boşnak Beylerinin tepkileri, 1874 yılındaki kötü hasat sezonu sebebiyle bölgede yaşanan köylü ayaklanması ve İstanbul'un duruma hakim olamaması gibi sebeplerle büyük devletlerin Bosna meselesini ele alacağı bir konferans beklenirken, bir şekilde bu konferansın gündemine girmek için Bulgar ihtilalcilerin düzenledikleri 1876 Nisan Ayaklanması ve bu ayaklanmanın başıbozuklar tarafından bastırılış şekli ile ilgili haberler Avrupa merkezlerinde kamuoyunu tamamen Türkler aleyhine çevirmişti. Durumdan istifade etmek isteyen Panslavistlerin etkisiyle Rusya 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etti.

Ruslar, esasen uzun bir süredir böyle bir savaşa hazırlanıyorlardı. Kuracakları Bulgaristan'ı nasıl yöneteceklerine dair planlar yaparlarken, söz konusu topraklarda Bulgarların çoğunluk olmadıklarını fark etmişlerdi: 1870'li yıllarda bugünkü Bulgaristan topraklarının nüfusu 3.200.000 civarında idi ve bunların yarısı, yani 1.600.000'i Türk ve Müslümandı. Bundan dolayı savaş, üzerinde Bulgaristan kurulacak olan topraklarda nüfusun yarısını teşkil eden Türkleri ve Müslümanları bir şekilde yok etmek ve Bulgarları çoğunluk yapmak üzere, Rus Panslavist Prens Çerkasski'nin tabiri ile "bir ırklar ve yok etme savaşı" olarak planlandı ve uygulandı.8

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile Bulgaristan topraklarında yaşayan Türkler ve Müslümanlar tamamen yok edilememiş, fakat sayıları yarı yarıya azaltılmak suretiyle Bulgarlara bir vatan açılmıştır. Savaş müddetince öncü Kazak birliklerine ve kışkırtılmış Bulgar gönüllülerine işletilen cinayetler, sivil halka karşı reva görülen katliamlar, estirilen terör ve sahnelenen vahşet ile ilgili Batılı konsolosların ve gazetecilerin raporları ciltler tutmaktadır.9 Savaş müddetince çocuk, kadın ve yaşlı demeksizin öldürülen sivillerin; estirilen terör ve vahşetten dolayı yurtlarını terk ettikleri halde yollarda açlık, hastalık ve soğuktan ölenlerin sayılarını tam olarak verebilmek mümkün değildir. Her şeye rağmen İmparatorluk topraklarına canını atabilenlerin sayıları da tam olarak bilinmemektedir. Ancak, savaştan sonra 1880/84 yılında Bulgaristan Prensliği'nde ve 1884 yılında Doğu Rumeli Vilayeti'nde 1884 yılında yapılan ilk sayımda Türklerin ve Müslümanların sayısının 800.000 olduğu görülmektedir. Yani bu savaşta öldürülen, Anadolu'ya göçerken yolda ölen ve Anadolu'ya göç edenlerin sayılarının toplamı 800.000'dir.

Türklerin ağır yenilgisiyle sonuçlanan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Tuna'yı geçen Rus orduları bugün İstanbul'un bir semti olan Yeşilköy'e kadar geldiler. Evvela Ruslarla Türkler arasında Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Buna göre Tuna'dan Ege'ye, Karadeniz'den Ohri Gölü'ne kadar yayılmış büyük bir Bulgaristan kuruluyordu. Balkanlar'da güç dengesinin Rusya lehine büyük ölçüde değiştiğini gören büyük devletlerin müdahalesi üzerine bu sefer Berlin Antlaşması imzalandı.10

Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması ile Romanya ve Sırbistan bağımsızlıklarını aldılar, Bosna-Hersek'in yönetimi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na devredildi, yaklaşık olarak bugünkü Makedonya toprakları reformlar yapması şartıyla İstanbul'a bırakıldı, Tuna nehri ile Balkan dağları arasında Bulgaristan Prensliği, Balkan dağları ile Rodop dağları arasında ise Doğu Rumeli Eyaleti İstanbul'a bağlı muhtar yönetimler olarak kuruldu. Hukuken Osmanlı Sultanı'na bağlı olmalarına rağmen söz konusu muhtar yönetimler fiilen birer bağımsız devlet gibi hareket ettiler. Osmanlı yönetimi 1885 yılında Bulgaristan Prensliği'nin Doğu Rumeli eyaletini ilhak etmesine itiraz edemedi.

II. Meşrutiyet'in ilanını takip eden aylarda ve yıllarda İstanbul durulmadı. İktidar mücadelesi ve iç karışıklıklar devam etti. Bu durum Balkanlar'ın yeni devletlerini cesaretlendirdi. Osmanlı'nın Balkanlar'da kalan son topraklarını aralarında paylaşmak üzere aralarında ittifaklar yaptılar. Osmanlı İmparatorluğu'nun Trablusgarp'ta İtalyanlarla savaş halinde bulunması onlara bekledikleri fırsatı verdi.

Balkan devletleri birbiri ardına Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaş ilan ettiler. Bulgarlar İstanbul'a 50 kilometre mesafedeki Çatalca'ya kadar geldiler. Bulgar orduları güneyde Struma ve Selanik'e girdiler. Sırplar bugünkü Makedonya'yı büyük ölçüde işgal ettikten sonra Arnavutluk'a yöneldiler. Kısacası Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar'da kalan bütün topraklarını birkaç hafta içerisinde umulmadık bir şekilde kaybediverdi. Ancak Balkan devletleri Osmanlı'dan aldıkları toprakları aralarında paylaşamadılar. Herkes Makedonya'da aslan payını istiyordu. Bulgarlar eski müttefikleriyle yeniden savaşa koyuldular. Bu sefer Bulgarlar bütün cephelerde yenildiler.

Romenler Güney Dobruca'ya indiler ve bugünkü Makedonya toprakları Sırbistan'ın hakimiyetine geçti. Bulgaristan Dedeağaç ve civarında Ege'ye bir çıkış temin edebildi. Bunların dışında aşağı yukarı bugünkü Balkan ülkelerinin sınırları Balkan Savaşları sonunda çizilmiştir denilse yanlış olmaz.

Balkan Savaşlarının sonunda Makedonya'nın Osmanlı hakimiyetinden çıkması ile bugünkü batı sınırlarımız Meriç nehrine çekilmiştir. Bir başka tanımlama ile bugün Balkanlar'da Türkler olarak kendilerinden bahsettiğimiz kitle bu iki savaşla kaybedilen yerlerde her şeye rağmen kalan Türklerdir.

1699 Karlofça Antlaşması'ndan 1912-13 Balkan Savaşlarına gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar'da kaybettiği bütün savaşlarda bir miktar insanını savaş yerinde kaybetti, bir miktar insanı bir miktar daha geriye yani Osmanlı hakimiyetinde bulunan topraklara göç etti, bir miktar insanını da kaybettiği topraklarda bıraktı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları gerek savaşta kaybedilen sivil Türk insanı, gerek Anadolu'ya yönelen Türk göçleri ve gerekse kaybedilen topraklarda bırakılan Türk kitleleri bakımından öncekilerle karşılaştırılamayacak boyuttadır. Çünkü 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları ile bir müddet hakim olunan bir yerlerden öte, nüfusun en az yarısını Müslüman Türklerin teşkil ettiği bir vatan toprağı kaybedilmiştir.

Balkan Savaşları öncesinde bu savaşlara sahne olan üç Osmanlı vilayetinin nüfus durumu tablo I'deki gibidir. Bu tabloda, o zamanlar Bulgar olarak kaydedilen nüfusun büyük bir kesimi daha sonraki yıllarda Makedon olarak anılır olmuştur. Görüldüğü gibi Müslümanlar Selanik vilayeti'nde en büyük grubu teşkil etmektedirler. Sayıları toplam nüfusun üçte biri kadardır. Manastır vilayetinde de Müslümanlar toplam nüfusun üçte birini teşkil etmekte, buradaki en büyük grup olan Rumlara çok yakın bir rakama ulaşmaktadırlar. Kosova'da ise hem en büyük grup hem de toplam nüfusun dörtte üçü Müslümanlardır. Görüldüğü gibi Makedonya bölgesi üzerinde hak iddia eden Rumların, Bulgarların ve Sırpların hiçbiri bu bölgede çoğunluk değildir. Bundan dolayıdır ki, yukarıda Panslavistlerin Bulgaristan yaratmak için başvurulan metotları, her bir topluluk, başta Müslümanlar olmak üzere diğerleri için uygulamıştır.11

Tablo I: Balkan Savaşları Öncesi Vilayet-i Selase'nin Nüfusu (1905)

Selanik VilayetiManastır Vilayeti Kosova Vilayeti

Müslüman485.555260.418 752.536
Rum323.227 291.238 13.452
Bulgar217.117 188.412 170.005
Ulah ve Sırp - 30.116 169.601
Toplam1.025.899770.184 1.105.594

Kaynak: Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk
Göçleri (1912-1913), s. 9; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılap Tarihi, C. I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s. 152; Ezel Kural Shaw-Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II,
İstanbul, 1983, s. 259.

Balkanlar Osmanlı hakimiyetinin son döneminde her bakımdan İmparatorluğun diğer bölgeleri ile kıyas edilemeyecek kadar ileri bir durumdaydı. Hem İmparatorluğun merkezine hem de Avrupa'ya yakındı. Bu bakımdan önemliydi, zengindi. Bugünkü Bulgaristan topraklarının büyük bir kısmını teşkil eden Tuna vilayeti, İmparatorlukta reformların ilk tatbik edildiği pilot bölge idi. 1860'lı yıllarda, Mithat Paşa döneminde gerçekleştirilen reformlar hâlâ Bulgarlar tarafından bile saygıyla anılmaktadır.12 Bu dönemde Makedonya, İmparatorluğun Balkanlar'daki diğer çok önemli bir bölgesidir. Selanik ve Manastır sadece Balkanlar'ın değil İmparatorluğun en önemli siyaset, düşünce, ticaret ve kültür merkezlerindendir.13

Bulgaristan

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Berlin Antlaşması ile kurulan Romanya Krallığı, Sırbistan Krallığı, Bulgaristan Prensliği ve Şarki Rumeli Eyaleti'nde önemli bir miktarda Türk nüfus kalmıştır. Romanya'da Türkler Dobruca bölgesinde yaşamaktadırlar. O zaman kurulan Sırbistan'da önemli sayıda bir Türk nüfus kalmamıştır. Bulgaristan Prensliği'nde Türkler bilhassa Dobruca ve Deliorman bölgeleri olarak anılan Kuzeybatı Bulgaristan'da yaşamaktadırlar. Bu bölgede nüfusun yarısından çoğu hâlâ Türktür. Ruscuk, Şumnu, Razgrad ve Varna, Türk nüfusunun önemli ölçüde yaşadığı yerlerdir. Şarki Rumeli Eyaleti'nde de nüfusun dörtte birini Müslümanlar yani Türkler teşkil etmektedirler.14

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Bulgaristan Türklerinin yapısını değiştirmiştir. Savaş esnasında canını, malını ve namusunu koruyabilmek için Türkler, İstanbul yollarına düzülmüşlerdir. Her şeye rağmen Bulgaristan'da kalan Türkler artık köylü bir toplumdur. Fakir ve cahil insanlardan oluşmaktadırlar. Toprakları ellerinden alınmıştır. Bulgaristan Türkleri üstelik toplum önderlerinden mahrumdurlar ve kendi tabirleri ile "başsız bir gövde" durumundadırlar. Dinî, sosyal ve siyasal hiçbir hususta birlik içerisinde değillerdir. Aydınlar İttihatçı-Abdülhamidci olarak ikiye ayrılmışlardır. Birbirlerini kıyasıya eleştirmekte ve yıpratmaktadırlar. Hâttâ birbirlerini Bulgar yönetimlerine şikayet ve ihbar etmektedirler.15

Osmanlı hakimiyetinin Balkanlar'dan çekilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun ve daha sonra onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu topraklarla ilgili olarak büyük devletlerle veya bu topraklarda kurulan devletlerle imzaladığı hemen bütün anlaşmalarda buralarda kalan Türklerin hakları ile ilgili özel hükümler konulmuştur. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile imzaladığı Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) bu tür anlaşmaların ilkini teşkil eder. Antlaşmanın beşinci maddesi Bulgaristan'da yaşayan azınlıklarla ilgilidir. Buna göre Bulgaristan'da din ve mezhep ayrımı yapılamaz. Azınlıklar Bulgar çoğunluk gibi siyasi ve medeni haklardan yararlanabilirler. Din ve ibadet özgürlüğü ve dini hakları garanti edilmektedir. Türkler Bulgaristan'da yaşayan en büyük azınlık oldukları için bu maddede doğrudan da Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan'da kalan Türklerin siyasi, dini ve medeni hakları ve söz konusu ülkelerde kalan Türklere ait şahsi mallar ve vakıf malları da garanti edilmektedir.16

Sokollu Mehmet Paşa'nın yüzyıllar önce belirttiği gibi "ahdnameler ölü doğmuş birer vücuttur. Onlara hayatiyet bahşedecek olan şey, tarafların bunları yaşatmak için duydukları arzu ve azimdir."17 Yani antlaşmalar, bu antlaşmaları imzalayan tarafların arzu ve gayretleri nispetinde yaşarlar. Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin sosyal, siyasal, medeni, dini haklarını garanti etmiştir. Bulgaristan Anayasası bu hükümleri Bulgaristan'ın iç hukukunun temeli olarak tanımlamıştır. Hiç bir anayasa maddesinin veya sonradan çıkarılacak kanunun bu hükümleri değiştiremeyeceği tasrih edilmiştir. Bununla birlikte Bulgaristan Prensliği, Berlin Antlaşması ile Türklere verdiği sözlere uymamıştır. 1878­1908 yılları arasındaki Bulgaristan Prensliği döneminde Bulgaristan Türkleri her alanda büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Bulgaristan Prensliği'nde 1880 ve Şarki Rumeli Eyaleti'nde 1884 yılında yapılan ilk sayım sonuçlarına göre bugünkü Bulgaristan topraklarında 800.000 civarında Türk yaşamaktadır. Türkler toplam nüfusun yaklaşık olarak %27'sini teşkil etmektedirler. Şarki Rumeli Eyaleti, 1885 yılında Bulgaristan Prensliği ile birleştirildiği için burada her iki bölge birlikte değerlendirilmektedir. 1908 yılında Bulgaristan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1910 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre Bulgaristan Türklerinin sayısı 600.000 civarındadır ve toplam nüfusun %13'ünü teşkil etmektedirler. 30 yıl içerisinde Bulgaristan Türklerinin sayısı 800.000'den 600.000'e inmiş, Türklerin toplam nüfusu nispetleri de %27'den %13'e düşmüştür. Yüksek doğurganlıklarına rağmen Bulgaristan Türklerinin gerek sayılarındaki gerekse toplam nüfusa nispetlerindeki azalışın tek sebebi tahmin edileceği gibi Türk topraklarına olan göçlerdir.

Bulgaristan Türklerinin yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları toprakları terk edip Osmanlı topraklarına göç etme sebeplerinin başında can, mal ve namus emniyeti arayışı gelir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında yaratılan büyük dehşet ve teröre rağmen bu topraklarda kalan insanlar veya Berlin Antlaşması'nın verdiği garantilere güvenerek savaş zamanında terk ettikleri topraklarına geri dönenler artık bu topraklarda istenmediklerini çok açık bir şekilde görmüşlerdir. Bulgar yönetimler, sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel alanlarda yaptıkları yeni düzenlemelerle Türklerin bu topraklardan gitmeleri için ne mümkünse yapmışlardır. Devlet destekli çetelerin ve jandarmanın baskısı, ağır vergiler, evlerine ve arazilerine el konulma, sistemli olarak mallarının çalınması, olur olmaz bahanelerle verilen ağır cezalar, Türklere karşı verilen zararların takip ve tanzim edilmemesi, ayrımcılık ve diğer türlü baskılara dayanamayan Türkler, artık bu topraklarda şerefleriyle yaşamaktan ümitlerini keserek başta İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu topraklarına doğru göç yollarına düzülmüşlerdir. Prenslik döneminde Bulgaristan'dan Türkiye'ye doğru yaşanan Türk göçü hiç bir zaman kesilmemiştir. Bununla beraber Prensliğin kuruluşundan 1893 yılına kadar olan dönemde takip eden yıllara nispetle daha yüksek oranda bir göç gözlemlenmektedir. Göçenler en ucuz fiyatlarla mallarını satarak, satamadıklarını güvendikleri insanlara emanet ederek bir daha dönmemecesine Bulgaristan'ı terk etmişlerdir.18

Richard Crampton'un tespitlerine göre, Bulgaristan'ın kuruluşundan 1888 yılına kadar, yani on yıl içinde dört buçuk milyon dekar ekilebilir arazi el değiştirmiştir. Elbette ki bu toprakların tamamına yakını Türklere ait idi. Bu miktar Bulgaristan'daki ekilebilir arazinin dörtte birini teşkil etmektedir. 1900'lü yıllara gelindiğinde Bulgaristan'da çoğunluğu Müslümanlardan Hrıstiyanlara olmak üzere el değiştiren toprakların miktarı yedi milyon dekara ulaşmıştır. 1876'da Rumeli'de Türklerin elindeki topraklar toplam toprakların %50'si iken, 1885'te bu oran %28'e düşmüştür. Müslüman küçük çiftçinin elinde olan ise bunun da yarısı, yani %14'üdür. Kuzey Bulgaristan'da durum daha da kötü, bu nispetler çok daha düşüktür. Eski Zağra'da, tamamına yakını Türklerin elinde olmak üzere, savaştan önce 100 kadar çiftlik vardır. 1884 yılında bu çiftliklerin sayısı 46'ya, 1886 yılında ise dörde düşmüştür. Bu dört çiftlikten sadece bir tanesinin sahibi Türktür.19

1877-78 Savaşı esnasında Bulgaristan'daki Türk varlığına karşı her manada yürütülen tahribat Prenslik döneminde de devam etmiştir. Dini yapılar bunların başında gelir. Savaş esnasında büyük ölçüde yok edilen camilerden kalanların yıkılmasına bu dönemde devam edilmiştir. Örneğin Tuna Vilayeti Salnamesi'ne göre, savaştan önce Sofya şehrinde 44 tane cami mevcut iken, 1902 yılında şehirde kalan tek camiyi plan gerekçesiyle yıkılmaktan Fransız Konsolosluğu'nun teşebbüsleri önleyebilmiştir. 1897 tarihli bire rapora göre Ruscuk'ta bulunan 29 caminin yedisi yıkılmış, şehir planını bozduğu gerekçesiyle 16 tanesinin de yıkılması kararlaştırılmıştır.20

Berlin Antlaşması ile kuruluşundan 1 Ekim 1879 tarihine kadar Doğu Rumeli Vilayeti'nde 756 İslami eser tahrip edilmiştir.21 Camiler gibi şehir planları gerekçesiyle İslam mezarlıkları da yok edilmiştir.22 Bulgaristan Müslümanlarının dini yönetimi­ne müdahale edilmiştir. Müftülüklerin seçimine müdahaleler edilmiş, müftülüklerin o dönemdeki en yüksek dini mevki olan Halifelik ile irtibatına müdahale edilmiştir.

Savaş müddetince Bulgarlarca el konulan ve talan edilen vakıf malları, Prenslik döneminde de çok keyfi kullanılmıştır. Berlin Antlaşması'nın 12. maddesi, Bulgaristan'da bulunan İslam vakıf malları meselesinin çözümü için Bulgarlardan ve Osmanlı hükümetinin temsilcilerinden bir komisyona havale etmiştir. Böyle bir komisyon kurulmuş ve 1 Nisan 1880 tarihinde Sofya'da çalışmaya başlamıştır. Ancak Bulgar üyeler usul ve kavram tartışmalarıyla komisyon çalışmalarını kilitlemişler ve yıllarca bir karar alınmasını önlemişlerdir. Bu şartlarda söz konusu komisyon çalışmaları 20 Ocak 1885 tarihinde sona ermiştir.

Bulgar hükümeti, gerek bu dönemde gerekse komisyon çalışmalarının tatil edilmesini takip eden yıllarda İslam vakıflarının yönetimini ellerinde tutmuşlar, söz konusu vakıfları istedikleri gibi kullanmışlar, almışlar ve satmışlardır.23

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın olumsuz bir tesiri olarak Bulgaristan Türklerinin yapısının değiştiğini, fakir, köylü ve cahil insanlardan oluşan bir topluluk haline geldiklerini belirtmiştik. Bulgaristan resmi istatistiklerine göre, 1900 yılında bu ülkede bulunan topluluklar arasında okuma-yazma oranı en düşük topluluk Müslümanlardır. Protestanlarda okuma-yazma oranı %66,3, Gregoryan Ermenilerde %52,6, Yahudilerde %48,5, Katoliklerde %31,8, Ortodokslarda %27,6 ve Müslümanlarda sadece %3,9'dur. Takip eden yıllarda söz konusu bütün topluluklarda okuma-yazma oranları yükseldiği halde Müslümanlarda azalmıştır. 1900 yılı itibariyle şehirlerde yaşayan Müslümanların %11,45'i, köylerde yaşayan Müslümanların ise %2,34'ü okuma-yazma bilmektedir. Tahmin edileceği gibi okuma-yazma bilen Müslümanların %20,1'i kadın gerisi ise erkeklerdir.24 1905 yılı Bulgaristan resmi istatistiklerinde, milliyetlerine göre Bulgaristan ahalisinin okuma-yazma durumu şöyledir: Ermeniler %54,3, Yahudiler %53,8, Rumlar %35,2, Bulgarlar %32,3, Gagavuzlar %23,6, Tatarlar %7,8, Türkler %4, Çingeneler %2,3, Pomaklar %2,2.25

Osmanlı salnamelerine göre 18877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan evvel Bulgaristan Prensliği'nin kurulduğu bölgede Türklere ait 2.500 civarında ilkokul, 40 rüştiye ve 150 civarında medrese vardır. Savaşta ve savaşı takip eden yıllarda bunların 1.500'ü yıkılmış, yakılmış, iyi durumda olanları Türklerin elinden alınmıştır. Filibe şehrinde savaştan önce 29 Türk okulu varken savaştan sonra bunların sayısı ikiye düşmüştür. Diğer şehirlerdeki durum da bundan farksızdır. Mevcut okul binaları da bakımsız ve kötü durumdadırlar. Bulgaristan Prensliği'ne ait istatistiklere göre 1894-95 öğretim yılında bu ülkede 1.284 Türk ilkokulunda 1.460 öğretmen ve 72.028 öğrenci, 16 rüştiyede ise 57 öğretmen ve 691 öğrenci bulunmaktadır. Aynı öğretim yılında Bulgar okulundaki bir öğrenci için yılda 2.485 Leva harcanırken, Türk okulundaki bir öğrenci için 208 Leva harcanmaktadır.26

Bulgaristan Prensliği dönemi, eğitim ve kültür bakımından da Bulgaristan Türkleri için sıkıntılarla geçmiştir. Savaş yıllarında Bulgaristan Türklerine ait okul binaları yakılmış ve yıkılmış, en iyilerine ise başka maksatlarla kullanmak için el konulmuştur. Savaştan önce Filibe'de Türklere ait 29 tane mektep ve medrese mevcut olduğu halde 1879 yılında sadece iki tane kalmıştır. Diğer yerlerdeki durumda bundan farklı değildir. Savaşı takip eden yıllarda da bir şekilde Türklerin elinde kalmış iyi durumda bulunan okul binaları çeşitli gerekçelerle ellerinden alınmıştır. Pravadiya'daki beş Türk okulunun dördü askeri barakaya çevrilmiş, biri ise postahane yapılmıştır. Vidin'deki Rüştiye binası tiyatroya dönüştürülmüştür. Sofya'daki Osmanlı Komiseri Nihat Paşa, Mart 1880'de Türk mektep ve medrese binalarının yıkılmasının durdurulması için Bulgaristan Prensliği nezdinde teşebbüse geçmiş, ancak Sofya'da bulunan Sakallı Ahmet Ağa Medresesi, Osmanlı komiserinin gözü önünde yıkılmıştır. Bilal Şimşir'in tespitlerine göre 1877-1886 yılları arasında yıkılan ve yakılan Türk mektep ve medreselerinin sayısı 1.500 civarındadır.27

Bulgaristan Prensliği döneminde Türk okulları özel okul statüsündedir. Eğitim dilleri Türkçedir. Her okul müstakil bir yapıya sahipti. Her bir okulun seçimle gelen eğitim kurulları vardır. Bu kurullar, okulları finans, eğitim ve öğretim bakımından idare ederlerdi. Okul binasının bakımı, onarımı, öğretmenlerin bulunması, bu öğretmenlere verilecek maaşın miktarının belirlenmesi ve temini ve okutulacak derslerin seçimi hep bu kurulların vazifesi idi. Bu okulların harcamaları vakıflardan gelen gelirler, bağışlar ve Bulgaristan hükümetinin yardımları ile karşılanırdı. Bu dönemde Bulgaristan Türklerinin eğitim faaliyetlerinin desteklenmesi maksadıyla Osmanlı yönetimi kitap, diğer ders araçları ve öğretmenler göndermiş, Bulgaristan Türklerinin çocuklarının bir kısmını İstanbul ve Bursa gibi merkezlerde eğitilmesini sağlamıştır. Bununla beraber yetiştirildikten sonra Bulgaristan Türklerine hizmet vermesi beklenen bu öğrencilerin büyük bir kısmının daha sonra Bulgaristan'a geri dönmediklerine dair kayıtlar ve şikayetler mevcuttur.

Prenslik döneminin ilk yılları, Bulgaristan Türklerinin azınlık olarak yaşamaya başladıkları ilk yıllardır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve bu savaşta yaşanan acı olayların etkisi bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu dönem Bulgaristan Türklerinde siyasal ve sosyal bir birlik düşüncesi bile yoktur. Kendi haklarını savunacak, bunun için teşebbüslerde bulunacak donanımlara sahip değillerdir. Sofya'da bulunan Osmanlı komiserinin gayretleri ile ne elde edilebilirse onunla yetinmektedirler. 1900'lü yıllar ise Bulgaristan Türklerinin yavaş yavaş kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştıkları yıllardır. 1905 yılının sonundan itibaren Bulgaristan Türklerinin eğitim alanında bazı çalışmalara girdiklerini görüyoruz. Bulgaristan Türklerinin çocuklarının modern eğitime geçmelerini sağlamak ve fakir öğrencileri desteklemek üzere Cemiyet-i Hayriye-i İslamiyeler kurulmuştur. Cemiyet-i Hayriyeler geceler düzenleyerek, müsamereler tertipleyerek ve kurban derileri toplayarak fakir öğrenciler için destek sağlamaya çalışmışlardır. O zamana kadar birbirinden kopuk ve ortak bir amaç ve program takip etmeyen okullarda eğitim birliğini sağlamak, öğretmenler arasında dayanışma ve irtibatı kurmak maksadıyla 1906 Temmuzu'nda ilk kongresini yaparak kurulan Cemiyet­i Muallimin-i İslamiye'nin, Bulgaristan Türkleri'nin eğitimine önemli hizmetleri olmuştur.28

Bulgaristan Türklerinin eğitimsiz, köylü ve güçsüz insanlardan oluşması sebebiyle Bulgaristan nüfusunun önemli bir kısmını teşkil ettikleri halde Bulgaristan yönetiminde temsil edilmemişlerdir. Buraya kadar anlattıklarımız, bu durumun sebebi olarak da gösterilebilir. Bunlara Bulgar hükümetlerinin seçim bölgelerini Türklerin aleyhine olacak şekilde düzenlemeleri, seçimler esnasında yapılan baskılar, hileler ve Bulgaristan Türklerinin siyasi bir organizasyonun olmayışı da eklenebilir. Bu çerçevede Bulgaristan Türklerinin oyları Bulgar partilerine dağılmıştır. Her şeye rağmen bu dönemde Bulgaristan Parlamentosu'na 5 ile 13 arasında Türk milletvekili girebilmiştir. Fakat bunlar da Bulgaristan Türklerinin meselelerini Parlamentoda savunabilecek, donanımlı, dil bilen insanlardan oluşmamaktadırlar. Bulgaristan Türklerinin kendi aralarındaki şahsi ve ideolojik ayrılıklar ve Abdülhamid yanlısı veya karşıtı olmadan kaynaklanan çekişmeler ve kavgalar Bulgaristan Türklerinin siyasi manada bir birlik teşkil edememelerine sebep olmuştur.29

Bir çelişki gibi görünse de, Bulgaristan Türkleri, eğitimsiz insanlardan teşekkül etmesine rağmen, Prenslik döneminde bu ülkede önemli sayılabilecek bir Türk basını vardır. Bu durumun birkaç sebebi vardır. Belki bunların başında her şeye rağmen Bulgaristan Türklerinde mevcut olan gazetecilik geleneği gelir. Mithat Paşa'nın Tuna Valiliği döneminde, 1865 yılında ilk defa çıkardığı Tuna gazetesi 1877 yılına kadar Türkçe ve Bulgarca olarak yayınını sürdürmüş, Bulgaristan'da Türkçe basın geleneğini başlatmıştır. Vilayet gazetesi olan Tuna, vilayetinin merkezi olan Ruscuk'ta çıkıyordu ve bu şehirde kurulmuş olan Tuna vilayeti matbaasında basılıyordu. Bu matbaa pek çok Türk ve Bulgar gencinin gazeteciliği, yayıncılığı öğrendiği bir okul fonksiyonu görmüştür. Resmi bir hüviyeti olan Tuna'nın yanı sıra Beratlı İsmail Kemal tarafından çıkarılan Mecra-i Efkar, 1867 yılında yine Ruscuk'ta çıkarılan ilk özel gazete olmak özelliğine haizdir.30

Prenslik döneminde Bulgaristan'da çıkan ilk Türkçe gazete, 1880-82 yılları arasında çıkan Tarla'dır. Bulgaristan Resmi Gazetesi Tercümesi, Dikkat, Şark Yıldızı, Hilal, Çaylak, Vakit, Balkan, Varna Postası, Serbest Bulgaristan, Başlangıç, İttifak, Sebat, Gayret, Rağbet, Muhbir-i Şark, Emniyet, Malumat, Resimli Emniyet, Hamiyyet, Şems, Şark, Sada-i Millet, Hakkaniyet, Bedreka-i Selamet, Muvazene, Sada, Doğru Yol, Mecra-i Efkar, Resimsiz Emniyet, Nadas, Balkan, Le Courrier des Balkans, Kamer, Islah, Müsademe-i Efkar, Müdafaa-i Hukuk, Uhuvvet, Temaşa-i Esrar, Efkar-ı Umumiye, Ahali, Tuna, Feryad, Rumeli, Rumeli Telgrafları, Temaşa-i Efkar, Balkan, Şark Muhbiri ve Edirne Sadası bu dönemde Bulgaristan'da çıkmış Türk gazetelerinin isimleridir. Bu gazetelerin toplam sayıları 50'dir. Bunların bazıları sadece bir kaç sayı çıkmış, bir kısmı ise bir kaç yıl yayınını sürdürmüştür.31

Yukarıda temas ettiğimiz gazetecilik geleneğinin yanı sıra, 30 yıllık bu dönemde burada 50 Türk gazetesinin çıkmasının önemli sebeplerinden birisi de, Bulgaristan'ın coğrafi olarak İstanbul'un kontrolünde olmayan fakat İstanbul'a en yakın bir yer oluşudur. II. Abdülhamid'in her şeyi, fakat bilhassa basını son derece sıkı kontrol altında tuttuğu yıllarda Bulgaristan, Sultan'ın muhaliflerinin gazetelerini basabildikleri bir yer olmuştur. Burada basılan Türkçe gazeteler genellikle yabancı postalar vasıtasıyla İstanbul'a ve İmparatorluğun diğer önemli merkezlerine bir şekilde ulaştırılmıştır.

II. Abdülhamid yanlıları ve karşıtları Bulgaristan'da çıkardıkları gazetelerle birbirlerini acımasızca eleştirmişler, hatta birbirlerini Bulgar makamlarına ihbar etmekten çekinmemişlerdir. Bununla beraber söz konusu Türk gazeteleri Bulgar yönetimlerini eleştirirken mutedil bir dil kullanmaya son derece özen göstermişlerdir.32

24 Temmuz 1908'de Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Meşrutiyet ilan edildi. Anayasa yürürlüğe girdi. II. Meşrutiyet'in kargaşası devam ederken ortaya çıkan yönetim boşluğundan istifade etmek isteyen Bulgaristan, 5 Ekim 1908'de bağımsızlığını ilan etti. Ertesi gün Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu, Bosna ve Hersek'i ilhak etti. Girit Meclisi Yunanistan'a iltihak ettiğini ilan etti.

Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra bu ülke ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi imzalandı. Bu şekilde Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan Krallığı'nı tanırken, Bulgaristan Türklerinin dini, siyasi ve medeni hakları garanti altına alınmıştır. Buna göre Bulgaristan'da bulunan Müslümanlara din ve mezhep serbestliği, ibadet ve dini tören hürriyeti verilmiştir. Müslümanlar Bulgaristan'da diğer din ve mezheplere mensup topluluklarla eşit siyasi ve medeni haklara sahiptirler. Camilerde Halife-Padişah adına hutbe okunacaktır. Bulgaristan Müslümanlarının en yüksek dini mercii Sofya'daki Başmüftülüktür. Başmüftü İslam kuralları çerçevesinde müftülerin işlemlerini, dini kurumları, bu kurumlardaki imam, hatip, müezzin ve kayyım gibi görevlileri ve vakıfların mütevellilerini kontrol eder. Başmüftü, Bulgaristan'daki müftüler tarafından beş yıl için seçilir. Bulgaristan Mezhepler Bakanlığı yeni seçilen başmüftüyü Sofya'daki Türk Büyükelçiliği marifetiyle İstanbul'daki Meşihat'a bildirir. Oradan gelen yetki belgesi ile başmüftü çalışmalarını yürütür. Başmüftü, Bulgaristan'daki İslam okullarını ve medreseleri teftiş eder ve gerekirse yeni okulların açılması için gerekli teşebbüslerde bulunur.33

Bulgaristan Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Balkan Savaşlarından sonra 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması34 bu ülkedeki Türklerin dini ve siyasi haklarını tekrar garanti etmektedir. Aşağı yukarı bir önceki İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi'ndeki Bulgaristan Türkleri ile ilgili hükümler tekrar edildi. Bir öncekine ilave olarak başmüftü ve müftülüklerdeki personelin maaşlarının Bulgar hükümetince ödeneceği ve başmüftülük teşkilatının başmüftü tarafından yapılacak bir tüzük ile belirleneceği hususu getirildi. Eğitim ile ilgili olarak bu antlaşmaya Bulgar hükümetinin masrafları kendine ait olmak üzere Müslüman ilkokulları ve rüştiyeleri açacağı, Bulgaristan'da eğitim ve öğretmenlerle ilgili bütün kanunların Müslümanlara da uygulanacağı, Bulgaristan'da nüvvab yetiştirmek üzere bir okul açılacağı hükmü yer alıyordu.35

Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan, Almanya'nın yanında aynı safta yer aldılar. Bu dönemde Bulgaristan Türklerinin doğrudan bir baskıya maruz kalmadıkları söylenebilir.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda İtilaf Devletlerinin Bulgaristan Krallığı ile imzaladıkları Neuilly Antlaşması (27 Kasım 1919) bu ülkede bulunan bütün azınlıkların, dolayısıyla bu ülkedeki en büyük azınlık olan Türklerin medeni, siyasi, dini ve kültürel haklarını garanti etmektedir. Bu hakların Milletler Cemiyeti'nin güvencesinde uluslararası nitelikte taahhütler olduğu belirtilmiştir. Türkler lehine hükümleri itibariyle Neuilly Antlaşması, Berlin Antlaşması'ndan daha ileridir. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Alexander Stamboliski'nin başkanı olduğu Çiftçi Partisi, Bulgaristan'da hükümet oldu. 1920'li yıllardaki Çiftçi Partisi hükümetleri döneminde Bulgaristan Türkleri altın dönemlerini yaşadılar. 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması, Neuilly ve Lozan Antlaşmalarını teyid ediyor, Türk azınlığın okullarını, dini ve hayır kurumlarını yaşatabileceğini, Türk çocuklarının ilkokullarda Türkçe eğitim-öğretim alabileceklerini, Bulgar hükümetinin Türk azınlığın hak ve hürriyetlerine bir kısıtlama getiremeyeceğini garanti ediyordu.36 Bu dönemde verilen hakların önemli bir kısmı, Çiftçi Partisi'nden sonra hükümet olan ve II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar hükümette kalan faşist partiler döneminde geri alındı. Bulgaristan Türklerinin Türkiye'ye göçleri durmadı.37

II. Dünya Savaşı'nın sonunda Bulgaristan'da komünistler yönetime geldiler ve yeni bir dönem başladı. Bir kısım Türkler, önceki faşist yönetimler zamanında gasp edilen haklarını alabileceklerini düşünerek yeni yönetimi desteklediler. Kongreler yaparak sıkıntılarını belirlediler ve isteklerini yeni yönetime ilettiler. Bu yeni dönemde söz konusu istekler karşılanmadığı gibi kalan vakıf malları ve okullar da devletleştırildi. Sadece yeni rejimi övecek Türkçe yayınlara izin verildi.

Ağırlaşan şartları dolayısıyla 1950 yılında 52.185, 1951 yılında 102.208 Bulgaristan Türkü Türkiye'ye göç etti. 1960'lı yıllarda Bulgaristan Türklerinin okulları Bulgar okulları ile birleştirildi. 1960'lı yılların sonuna doğru Türkçe eğitim kalmadı, Türkçe yayın yok derecesine getirildi. Önce Pomaklar, sonra Çingeneler daha sonra Türklerin Bulgarlaştırılmasına girişildi.38

Bulgar yönetimler, rejim ne olursa olsun ülkelerindeki Bulgar olmayanları belli bir sayının ve oranın altında tutmaya özen göstermişlerdir. Tablo 2'de Bulgaristan'ın bazı bölgelerinde, 1979, 1981 ve 1984 yıllarındaki nüfus artış oranları gösterilmektedir. Tablo, Bulgaristan resmi istatistiklerine dayanılarak hazırlanmıştır. Tabloda yer alan Loveç, Mihailovgrad ve Vidin bölgeleri Bulgarların yaşadığı yerlerdir. Tablodan da görülebileceği gibi ele aldığımız dönemde Bulgaristan'da Bulgarlarla meskun bu bölgelerde nüfus artışı yoktur, bilakis gittikçe yükselen bir oranda nüfus eksilmesi gözlenmektedir. Tablomuzun son kısmındaki bölgeler ise Bulgar olmayanların nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil ettiği yerlerdir. Bunlardan Bulgaristan'ın batısında yer alan Blagovrad'da Makedonlar, Smolen'de Pomaklar ve Kırcali'de Türkler yaşamaktadırlar. Görüldüğü gibi bu bölgelerde Bulgarlarla karşılaştırılamayacak ölçüde bir nüfus artışı gözlenmektedir. Bulgar nüfusundaki bu azalma ve Bulgar olmayanların, bilhassa Müslüman Pomakların ve Türklerin nüfuslarındaki artış Bulgar yönetimlerini korkutmuş, uzun vadede Bulgaristan'da Bulgar olmayanların çoğunluğu teşkil edecekleri endişesine sevk etmiştir.

Bulgaristan'da Bulgar olmayanların ilerideki bir tarihte tekrar çoğunluğu teşkil edecekleri korkusuyla komünist Bulgar yönetimi Türkleri Bulgarlaştırmak yolunu seçmiştir. 1970'li yıllarda Pomaklar, daha sonra Çingeneler üzerinde denenmiş olan Bulgarlaştırma, 1980'li yılların ortalarında Güney ve Kuzey Bulgaristan'da yaşayan Türklere tatbik edilmiştir. Bu çerçevede Türkçe isimler yerine Bulgarca isimler verilmiş; Türkçe, Türk kıyafetleri, sünnet başta olmak üzere dini ve milli gelenekler yasaklanmış, insanlık dışı bu uygulamalara itiraz edenler hapsedilmiş hatta öldürülmüşlerdir. Türkiye'den ve dünyadan gittikçe yükselen tepkiler39 karşısında Bulgaristan yönetimi Türklerin Türkiye'ye göç etmelerine izin vermek zorunda kalmıştır. 1989 yazında 300.000'in üzerindeki Bulgaristan Türkü, malını, mülkünü, o zamana kadar kazanmış olduğu sosyal haklarını ve birikimlerini Bulgaristan'da bırakarak Türkiye'ye göç etmiştir. Hiç bir anlaşma yapılmadan gelenlerin arkasının kesilmemesi üzerine Türkiye sınır kapılarını kapatmak zorunda kalmıştır.40 Birkaç ay içerisinde bu kadar büyük sayıda insanın Bulgaristan'ı terk etmek üzere yola çıkması Bulgaristan'da hayatı felce uğratmıştır. 10 Kasım 1989'da gerçekleştirilen bir halk ayaklanması sonucunda Bulgaristan'daki komünist Todor Jivkov yönetimi devrilerek ülkede demokrasiye geçilmiştir.

Bulgaristan'ın demokrasiyi seçtiği bu yeni dönemde Bulgaristan Türkleri önce Hak ve Özgürlükler Hareketi'ni, Mart 1990'da ise Hak ve Özgürlükler Partisi'ni (HÖH) kurdular. HÖH aynı yıl yapılan ilk seçimlerde 23 milletvekili çıkardı. HÖH 1991 seçimlerinde 24 milletvekili çıkardı. Demokratik Güçler İttifakı'nı dışarıdan destekleyerek hükümet olmalarını sağladı. 1994 seçimlerinde eski komünistler tek başlarına hükümet olmalarına yetecek kadar oy alarak iktidar oldular. HÖH bu seçimlerde 15 milletvekili çıkardı.41 2001 seçimlerinde HÖH, 340.355 oy alarak 21 milletvekili çıkarmayı başardı. Seçimlerin galibi olarak çıkan Bulgaristan Çarı II. Siemon'un partisi ile koalisyon kuran HÖH'ün hükümette iki bakanı, bakan yardımcıları vardır. 1878'den günümüze Bulgaristan tarihinde ilk defa olarak hükümette Türk bakanlar yer almaktadır.

Bu yeni dönemde HÖH'ün de sahip çıkmasıyla Bulgaristan Türkleri eski isimlerini geri aldılar. Bu yeni dönemde Türkçe olarak Müslümanlar, Hak ve Özgürlükler, Güven, Cır Cır, Balon, Filiz, İslam Kültürü, Zaman, Ümit ve Kaynak gibi dergi ve gazeteler çıkmaya başladı. Türkçenin okullarda okutulabilmesine yönelik olarak bazı düzenlemeler yapıldı. Pratikte bazı zorluklar yaşansa da isteyenlere seçmeli olarak haftada dört saat Türkçe eğitimi verilmesi kabul edildi.42

Bulgaristan'da eski dönemde yıkılan camilerin yeniden yapılmasına, eskiyenlerin tamirine izin verildi. Müslümanların dini örgütlenmelerine imkan veren yeni düzenlemeler yapıldı. Müslümanların oylarıyla müftülerin ve başmüftünün seçilmesi kuralı benimsendi. Din adamı ihtiyacını karşılamak üzere Sofya'da Yarı Yüksek İslam Enstitüsü ve Ruscuk, Şumnu ve Mestanlı'da imam hatip liseleri açıldı.43

Tahmin edileceği gibi Bulgaristan'da devletçi-totaliter sistemden liberal-demokrat sisteme geçiş kolay olmamıştır. 1990'lı yıllar bu bakımdan oldukça sancılı geçmiştir. Bulgaristan'da büyük ekonomik zorluklar yaşanmıştır. Hatta 1994 seçimlerinde eski Komünistler halkın oylarıyla tek başlarına hükümet olabilmişlerdir. Serbest piyasa ekonomisine geçişin sancıları en çok Türkleri etkilemiştir. 1990'lı yıllarda ekonomik sebeplerle önemli sayıda Bulgaristan Türkü Türkiye'ye göç etmiştir. Bununla beraber Bulgaristan'ın Avrupa Birliği'ne aday ülke statüsünü kazanması ve Bulgaristan vatandaşlarının 2000 yılında Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz gidebilme hakkını elde etmeleri bu ülkedeki Türklerin ekonomik sebeplerle Türkiye'ye göçünü durdurmuştur.

Mart 2001 tarihinde Bulgaristan'da yapılan genel sayım sonuçlarına göre ülkenin toplam nüfusu 7.100.000'dir. Ülkede etnik, dinî ve dil gruplarının sayıları henüz ilan edilmemiştir. Türklerin sayısı muhtemelen bir milyonun üzerindedir. Avrupa Birliği yolunda ilerleyişini şansa bırakmak istemeyen ve bu yolda ne türlü bir "fedakarlık" yapmak gerekiyorsa bundan çekinmeyen Bulgaristan, azınlık hakları konusunda da önemli açılımlar yapmayı sürdürmektedir. Son yıllarda azınlık hakları konusunda bir "Bulgaristan Modeli" konuşulmaya başlanmıştır. Bulgaristan Devlet Televizyonu Ekim 2000'den itibaren ilk defa olarak günde 10 dakika Türkçe yayın yapmaya başlamıştır. 2001-2002 öğretim yılında Türk çocuklarının okullarda Türkçe ders görebilmeleri kararlaştırılmıştır.44

Mehmet Çavuş, 20. Yüzyıl Bulgaristan Türklerinin edebiyatını krallık dönemi ve Sosyalizm dönemi olarak iki devreye ayırmaktadır. Krallık dönemi Bulgaristan Türk edebiyatında, roman, hikaye, piyes ve şiir türlerinde verilen eserlerin yanı sıra dünya klasiklerinden çevirilerin de önemli bir yeri vardır. Bu dönemde Filibe, Eski Zağra, Sofya, Şumnu, Varna, Plevne, Razgrad ve Şumnu gibi 12 yerde açılan matbaalarda Türkçe ders kitaplarının yanında edebi eserler de yayınlanmıştır. Bu dönem Bulgaristan Türk edebiyatının ilk dört ismi Süleyman Sırrı, Osman Nuri Peremeci, Hafız Abdullah Meçik ve Mehmet Masum'dur. Bunların yanı sıra Ahmet Faik, Ahmet Refet Rodoplu, Hasip Ahmet Aytuna, Ahmet Zihni, Ali Haydar Taner, Ali Fehmi, Muharrem Yamuk, Ali Kemal Balkanlı, Ethem Ruhi Balkan, Halil Zeki Lofçalı, Halil Oğuz, Mustafa Şerif Alyanak, Osman Nuri, Yahya Hayati, Mahmut Necmettin Deliorman, Eğridereli İzzet Genç, Hasan Basri Öztürk, Mustafa Oğuz Peltek, Hasan Sabri Hoca, Bekir Sıtkı, Arif Necip Kaskatı, Ahmet Gültekin Arda, Kadri Oğuz, Hacıfettahoğlu Mehmet Acar, Ali Hüsnü Tunalı, Ömer Kaşif Nalbantoğlu, Hasan Kocaman, Mustafa Songur Öztunalı, Adem Ruhi Karagöz, Ali Turan, Aliosman Ayrantok, Mehmet Fikri, Osman Sungur (Keskioğlu) ve Mehmet Müzekka Con bu dönemin diğer önemli kalemleridir. Bu isimler gazeteci, romancı, hikayeci, şair, yazar, düşünür, eğitimci ve ideolog olarak krallık dönemi Bulgaristan Türk edebiyatını oluşturmuşlardır. Bunların bir kısmı çeşitli yıllarda Türkiye'ye göçmüşler ancak Türkiye'de kaleme aldıkları eserlerinde de Bulgaristan Türklerini kendilerine konu olarak seçmişlerdir.45

20. yüzyıl Bulgaristan Türkleri edebiyatının ikinci devresini teşkil eden Sosyalizm döneminde edebiyat sıkı bir sansüre tâbi tutulmuştur. Marksizm-Leninizm'in şablonlarına uymayanlar, casuslukla itham edilmiş, hapishanelere ve temerküz kamplarına gönderilmişlerdir. Tahmin edileceği gibi bu dönemin edebiyatında parti liderleri, komünistler, tarım kooperatif başkanları, köy yöneticileri, ordu komutanları olumlu, din adamları, Türkiye ve Türkiye'ye bağlı olanlar olumsuz bir şekilde ele alınmıştır. M. Çavuş bu dönemi de kendi içerisinde a) Umut Edebiyatı (1944-1969), b) Umutsuzluk Edebiyatı (1969-1990) olarak ikiye ayırır. Birinci dönemin şairleri arasında Ahmet Şerif, Mefkure Molla, Sabattin Bayram, Niyazi Hüseyin, Recep Küpçü, Mehmet Çavuş, Hasan Karahüseyinov, Lütfi Demir, Mehmet Davut, Latif Ali, Osman Aziz, Durhan Hasan, Ali Sait, Mustafa Mutkov, Şahin Mustafa, Süleyman Yusuf, Şaban Mahmut, Faik İsmail, Ahmet Emin, Naci Ferhadov, İsmail Çavuş, Fevzi Kadir, Mehmet Sansar, Mehmet Ali Oruç, Nebiye İbrahim, Rahim Recep, Fehmi Hüseyin, Şükrü Mollaoğlu, Havva Pehlivan, Mustafa Çete, Mehmet Abdurrahman, Turhan Rasi, Ahmet Ali, Necmiye Mehmet, İbrahim Kamberoğlu ve Mümin Mustafaoğlu'nu sayar. Sabri Tata, Halit Aliosman, Ali Kadir, Ömer Osman, Enver İbrahim, Hüsmen İsmail, Süleyman Gavaz, Ahmet Tımış, Muharrem Tahsin, İshak Raşit, Kemal Pınarcı, Mehmet Beytullah, Mehmet Bekir, Kazım Memiş, Ahmep Apti, Lamiha Varnalı, Beyhan Nalbantoğlu ve İbrahim Mustafa Umut döneminin hikaye, roman, uzun hikaye, eleştiri, anı, tiyatro, araştırma yazarlarıdır. Bu dönemin çocuk edebiyatı dalında ise Nevzat Mehmet, Nadide Ahmet, Mehmet Bekir, Yusuf Kerim, İsmail İbiş ve Turhan Rasi sayılır. Rıza Molla, İbrahim Tatarlı, İshak Raşit, İbrahim Beyrullov bu dönemde eleştiri dalında eser vermiş kalemlerdir.46

1969 yılında Bulgaristan Komünist Partisi'nin Priobstavane (Bütünleşme) kararı ile birlikte devletin kontrolündeki Narodna Prosteva (Halk Eğtimi) yayınevinin Türkçe yayınlar birimi kapatıldı. Türkçe eser verilmesi durduruldu. Sosyalist mesajlı da olsa Türkçe tiyatro eseri yazılması, herhangi bir edebi eser kaleme alınması durduruldu. Nihayet 1980'li yılların ortalarında yukarıda bahsettiğimiz kesin Bulgarlaştırma kampanyasına başlandı. 1989 göçü esnasında Sabahattin Bayram, Nevzat Mehmet, Duran Hasan, Ömer Osman, Niyazi Hüseyin, Sabri Tata, Salih Baklacı, Ahmet Şerif, Ahmet Emin, Süleyman Yusuf, Şaban Mahmut, Nebiye İbrahim, Havva Pehlivan, İbrahim Mustafa, Ahmet Abti, Firdevs Büyükateş, Latif Ali, İsa Cebeci, Mehmet Cebeci ve nice diğer Bulgaristan Türk edebiyatçısı Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldılar.47

Kosova

Osmanlı hakimiyeti döneminde Kosova bölgesi, canlı bir kültür merkezi olarak şöhret bulmuştur. Bölgede çıkarılan ilk Türkçe süreli yayın 1871 yılında Prizren'de çıkarılmaya başlanan Prizren isimli vilayet gazetesidir. 1920 yılına kadar bölgede Kosova, Yeni Mektep, Enva-i Hürriyet, Şar, Yıldız, Rehber ve Uhuvvet gazeteleri çıkmıştır. 1920-1950 yılları arasında bölgede Türkçe bir süreli yayın çıkarılamamıştır. Yugoslavya'nın kuruluşunu takip eden yıllarda Kosova Türklerinin kendi dillerinde eğitim ve yayın yapma hakkı tanınmamıştır. Yugoslavya yönetimi, Kosova'da büyük çoğunluğu teşkil eden Arnavutlarla veya Arnavutluk ile iyi ilişkiler içinde olmadığı zamanlarda bölgede dengeyi sağlayabilmek için Türklere bazı haklar tanımıştır. 1951 yılında Arnavutluk ile Yugoslavya arasında yaşanan gerginlikten sonra, Kosova'da Türklerin yaşadıkları Priştine, Prizren, Titova, Mitrovitsa, İpek, Vıçıtırn, Gilan ve Mamuşa gibi yerlerde Türkçe eğitim veren okullar açılmıştır. Bunu Türk kültür ve sanat dernekleri ve tiyatrolar takip etmiştir. 1959 yılında Tan gazetesi, 1973 yılında Çevren,

Toplum, Sanat ve Bilim, 1979'da Çığ çocuk dergisi yayınlanmaya başlamıştır.48

Yugoslavya döneminde Kosova ve Makedonya'nın aynı devlet içinde ve birbirlerine çok yakın bulunmaları, Makedonya'da Türkçe yayın ve kültürel faaliyetlere çok daha önce izin verilmiş olması sebebiyle Kosovalı Türk edebiyatçılar ilk eserlerini Makedonya'nın başkenti olan Üsküp'te çıkan Türkçe gazete ve dergilerde yayınlamışlardır. Bu çerçevede Naim Şaban, Nusret Dişo Ülkü, Nimetullah Hafız, Hasan Mercan ve Enver Baki Kosova Türk edebiyatçılarının ilk nesli sayılabilir. Kosova'da yayınlanmaya başlayan Türkçe gazete ve dergiler ve Doğru Yol Kültür ve Sanat Derneği'nin Kosova'da yeni bir kuşağı ortaya çıkardı. Bayram İbrahim, Ragovalı, Mürtaza Buşra, İskender Muzbeg, Şecaettin Koka, Fahriye Breça, Arif Bozacı, Zeynel Beksaç, Altay Suroy, Fikri Şişko, Sadık Tanyol, Raif Vırmiça, Agim Fırat Yeşeren, Hüseyin Kazaz, Fahri Mermer, Şükrü Mazrek ve Mehmet Bütünç bu kuşağın önemli isimleridir. Reşit Hanadan, Ethem Baymak, Raif Kırkul, Nuhi Mazrek, Aziz Serbest, Osman Baymak, Özcan Micalar ve Alaettin M. İsmail de 1980'li yıllarda Kosovalı edebiyatçılar arasına katıldı.49

1990'lı yıllardaki Yugoslavya'nın dağılması ve yaşanan sıkıntılar Kosova Türklerini ve Kosova Türk edebiyatını da etkiledi. Bazı yayınevleri, dergiler ve gazeteler kapandı. Bu sıkıntılı dönemde de Kosova Türkleri sanat ve edebiyattan kopmadılar. 1994'te Prizren'de Türk Yazarlar Birliği kuruldu, Bay dergisi çıkmaya başladı. Kosova Türk Edebiyatı şiir, tiyatro, hikaye ve bilimsel çalışmalar türünde eserler vermektedir. Roman diğer Balkan Türklerinin edebiyatında olduğu gibi burada da yaygın değildir. Bu yeni dönemde Kosova'da Türkçenin statüsü net değildir. Kosova'da 2000'li yıllarda Türkçe kültür, sanat ve edebiyat dergisi olarak Bay ve Sofra, çocuk dergisi olarak Türkçem, haber dergisi olarak Yeni Dönem ve Demokrasi Ufku dergileri çıkmaktadır. Resmî Kosova Radyosu günde iki saat Türkçe yayın yapmakta, resmî Kosova televizyonunda günde 10-15 dakika haberler verilmektedir.

Kosova'daki son savaşta 120.000 ev yıkılmış, 20 bin kişi ölmüştür. Savaştan önce bölgede mevcut 550 caminin 118'i savaş esnasında tahrip edilip yıkılmıştır. Kosova'da Kasım 2001'de yapılan genel seçimlerde Türklerin partisi olarak bilinen Kosova Demokratik Türk Partisi'ne 7.879 oy çıkmıştır. Bu şekilde genel oyların %1'ini alan Türk Partisi 120 kişilik Kosova Parlamentosu'na üç milletvekili sokmayı başarmıştır.

Yunanistan

Osmanlı hakimiyetinden ilk çıkan Balkan milleti 1830 yılında bağımsızlığını kazanan Yunanlılardır. 1821 baharında başlayan Yunan ayaklanması, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından bastırılmış ise de Navarin'de Türk donanmasının yakılması dengeleri yeniden isyancılar lehine çevirmiştir. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda Türkler yenilmişler ve 3 Şubat 1830 tarihinde İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan Londra Protokolü ile Yunanistan'ın kuruluşu ilan edilmiştir. Yunanistan başlangıçta Atina ve Mora yarımadası civarında kurulmuş bir küçük devlet iken takip eden yıllarda sürekli olarak Osmanlı Devleti'nden toprak alarak büyümüştür. 1841 yılında Girit'i, 1853-56 Kırım Savaşı esnasında Tesalya ve Epir bölgelerini almaya teşebbüs etti ise de bu arzularını gerçekleştiremedi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın bazı hükümleri gerekçe gösterilerek 1881 yılında Yunanistan-Osmanlı sınırı yeniden belirlendi. Bu düzenlemenin sonucunda Tesalya'nın büyük bir bölümü ve Epir'in bir kısmı Yunanistan'a geçti. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı Yunanistan'ın hezimeti ile sonuçlandı, ama önemli bir sınır değişikliği olmadı. 1908 Meşrutiyeti'ni takip eden günlerde Girit Meclisi Yunanistan'a iltihak ettiğini ilan etmişti. 1912-13 Balkan Savaşlarının sonucunda Yunanistan, Selanik dahil olmak üzere Halkidikya yarımadasına kadar ilerledi. Nihayet Mayıs 1920'de Batı Trakya'yı hakimiyetine geçirdi. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile Meriç Nehri esas alınarak bugünkü Türk-Yunan sınırı çizildi.

GünümüzdeYunanistan'da Türkler ülkenin Batı Trakya bölgesindedirler. Bölge doğuda Meriç, batıda Karasu, kuzeyde Rodop dağları ve güneyde Ege Denizi ile çevrilidir. 550 yıldan fazla Osmanlı hakimiyetinde kalan bölge Balkan Savaşları esnasında Osmanlı hakimiyetinden çıkarak Bulgaristan'ın yönetimine girmiştir. Bulgaristan yönetimini istemeyen bölge Türkleri 31 Ağustos 1913 tarihinde Garbî Trakya Hükümet­i Muvakkatesi'ni daha sonra da Garbî Trakya Hükümet-i Müstakilesi'ni kurmuşlardır. İki aydan kısa bir süre ordusuyla, pasaportuyla, bütçesi ve gazetesi ile bağımsız bir devlet olarak hareket etmesine rağmen Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında 29 Ekim 1913 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması sonucunda bölge Bulgaristan'ın hakimiyetine geçmiştir.50

Bölge bu tarihten Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Bulgaristan yönetiminde kalmış ise de, bu savaşın Bulgaristan'ın da içlerinde bulunduğu İtilâf Devletleri tarafından kaybedilmesi üzerine, 27 Kasım 1919 tarihinde Bulgaristan'la imzalanan Neuilly Antlaşması ile ileride savaşın galipleri arasında bulunan Yunanistan'a bırakılmak üzere Fransız Askerî Genel Valisi Charpie başkanlığındaki bir Müttefiklerarası Trakya Hükümeti'ne (Thrace Inter Alliee) devredilmiştir. Beş buçuk ay kadar süren bu dönemde Batı Trakya Türkleri bağımsızlık için bazı teşebbüslerde bulunmuşlarsa da bölge 14-22 Mayıs 1920 tarihleri arasında bölgeyi işgal eden Yunanistan'ın hakimiyetine girmiştir.51

Lozan'da 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan mübadele protokolü gereğince Batı Trakya Türkleri ve İstanbul Rumları istisna tutularak Yunanistan'da bulunan Türkler ile Türkiye'de bulunan Rumlar arasında nüfus mübadelesi yapılması kararlaştırılmıştır. Antlaşmada belirtildiği gibi Batı Trakya'daki Türkler Yunanistan'da kaldılar. Ancak mübadeleden olumsuz bir şekilde etkilendiler.52 Yunanistan hükümeti, Bulgaristan'dan ve Türkiye'den gelen Rum mübadilleri Batı Trakya'ya yerleştirerek bölgeyi Helenleştirme faaliyetlerine girişti. 1928 nüfus sayımına göre Batı Trakya'nın nüfusu 303.171'dir. Bunun 107.607'si yani üçte biri göçmendir.53 Bunları yerleştirmek için Türklerin mallarına el konulmuştur.54

Batı Trakya bölgesi, Balkan Savaşlarından sonra Osmanlı hakimiyetinden çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913 tarihinde imzalanan Atina Antlaşması, Batı Trakya Türklerinin dini, sosyal ve eğitim kurumları hakkında hükümler içermektedir. Antlaşma Batı, Trakya Türklerinin tüzel kişiliği olan cemaat-i islamiyeler şeklinde teşkilatlanmalarını öngörmektedir.55 1920 tarihli Yunan Sevr'inin sekizinci maddesi ve Lozan Antlaşması'nın 40. maddesi masrafları kendilerine ait olmak üzere Yunanistan'daki Müslüman azınlığın her türlü hayır, dini ve sosyal kurumlar ve okullar kurmak hakkını vermektedir. Ayrıca Yunanistan 1920 yılında çıkarmış olduğu bir kanunla 1913 Atina Antlaşması'nın hükümlerini iç hukukuna da geçirmiş; böylece Müslüman azınlığın teşkilatlanması ve yönetiminin, cemaat idare heyetleri, başmüftü ve müftüler vasıtasıyla olacağı tasrih edilmiştir. Kanuna göre, müftüler bölgelerindeki Müslümanların oyları ile seçileceklerdir. Başmüftü menşurunu Meşihat'tan alacaktır. Yunanistan'daki bütün müftülerin katılacağı bir seçimle belirlenen üç başmüftü adayından birini kral tayin eder. İslam vakıflarının idaresi için her müftülükte 7 ile 12 üyeden oluşan bir heyet kurulur. Heyet üyelerinden biri başkan seçilir. Bu heyetler Müslümanların oyuyla üç yıllığına seçilirler. Bu heyetler Müslümanların eğitim kurumlarını yönetirler. Vakıflar ve din işleriyle ilgili kişiler müftülere bağlıdırlar. Azınlık okullarının eğitim dili Türkçe'dir, Yunanca da öğretilir.56

Yunanistan'da Müslümanların dini hayatlarını tanzim etmek üzere 1920 yılında çıkarılan kanunda Yunanistan Müslümanlarının en yüksek dini mercii olarak bir başmüftüden bahsedildiği halde hiç bir zaman böyle bir başmüftü olmamıştır. Bu kanunun Cemaat-i İslamiyelere ilişkin bazı hükümlerinin uygulanması Yunanistan kralının 1949 yılında çıkarmış olduğu iki iradeyle mümkün olabilmiştir. Yunanistan hükümetinin cemaat heyetlerine ilk müdahalesi, 1946 yılında İskeçe Cemaat Heyeti'ni dağıtıp yerine bir idare komisyonunu ataması şeklinde olmuştur.

1967 yılında Yunanistan'da işbaşına gelen Cunta seçimle gelen heyetleri lağvederek yeni heyetler tayin etmiş, Dedeağaç Cemaat Heyeti'ni kaldırmış, heyetlerin yetkilerini kısıtlamıştır. Halen İskeçe ve Gümülcine'de Cunta'nın 1967 yılında atadığı cemaat heyetleri görevdedir.57 1920 yılında çıkarılan kanunun müftü seçimleri ile ilgili hükümleri de uygulanmamaktadır. 1967 yılından beri müftü seçimleri yapılmamaktadır. Yunanistan hükümeti kendi emrindeki bazı insanları İskeçe ve Gümülcine müftü vekilleri olarak tayin etmiştir. Bu durumu yasallaştırmak için 24.12.1990 tarihinde bir kanun hükmünde kararname yayınlamıştır. İskeçe Müslümanlarının seçtiği Mehmet Emin Aga, müftülük makamını gasp ettiği gerekçesiyle on ay, aynı şekilde Gümülcine Müslümanlarının oylarıyla seçilen İbrahim Şerif sekiz ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Batı Trakya Müslümanları seçilmiş-atanmış müftü ikiliğini yaşamaktadırlar. Camilerin, İslam vakıflarının idaresi bu atanmış müftülerin elindedir.

Batı Trakya Türkleri, 1980'li yıllara kadar Yunan partilerinden milletvekili seçilerek toplumlarını Yunanistan Parlamentosu'nda temsil ettiler. Ancak 1970'li yılların sonunda ve 80'li yıllarda artan baskılar ve buna mukabil "parti disiplini" gerekçesiyle Parlamento'da seslerini yeterince çıkaramayışları, onları başka arayışlara itti. 1985, 1989 ve 1990 seçimlerinde bağımsız listelerle temsilcilerini seçtiler. Dr. Sadık Ahmet, İsmail Rodoplu, Ahmet Faikoğlu gibi temsilcilerini Parlemento'ya gönderdiler. Bunun üzerine Yunan hükümeti Türklerin bu şekilde Parlemento'ya gelmelerini önlemek için ülke genelinde %3 barajını getirdi. Her şeye rağmen Dr.Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin ilk partisi olan Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi'ni kurdu. Sadık Ahmet, bu parti çatısı altında Batı Trakya Türklerinin haklarını savunup, birlik ve beraberliklerini sağlarken 24/25 Temmuz 1995 gecesi bir trafik kazası (!) sonucunda hayatını kaybetti. Günümüzde Batı Trakya Türkleri temsilcilerini Yunan partilerinin listesinden Parlemento'ya göndermektedirler.

1970'li yıllar itibariyle Batı Trakya'da Türklere ait ilkokulların sayısı 279 iken, 1980'li yıllarda bu sayı 241'e düşmüştür. Bu okullardaki öğrencilerin sayısı 12.000 civarındadır. 3 Ocak 1988 tarihinde İstanbul'da toplanan Batı Trakya Türkleri I. Eğitim Şurası'nda, ilkokulların problemleri olarak, Türkiye'den gönderilen kitapların dağıtılmadığı, elde olan yirmi yıllık kitapların az ve kullanılamayacak derecede yıpranmış oldukları; Türk okullarının ders araç ve gereçlerinden mahrumiyetleri; öğretmenlerin yetersizliği ve Türklerin istediği öğretmeni tayin edememeleri; bazı okul binalarının yetersizliği; Yunanistan'da ilköğretim üç yıl olduğu halde bunun Türk okullarında tatbik edilmediği; Türkçe okutulan derslerin azlığı tespit edilmiştir.58

Batı Trakya'da Türkçe eğitim veren okulların sayısı sadece ikidir. Buralarda da yıl sonu imtihanları Yunan öğretmenler tarafından ve Yunanca olarak yapılmaktadır. Batı Trakya Türklerinin biri 1952 yılında diğeri 1965 yılında açılmış iki lisesi ve iki medresesi vardır. İlkokullar gibi Batı Trakya Türklerinin ortaöğretim kurumlarının da pek çok problemi vardır.

Yunanistan hükümeti, Batı Trakya Türklerini çeşitli metotlarla yıldırarak Yunanistan'dan göçmeye zorlamaktadır. Batı Trakya Türklerine inşaat ve onarım ruhsatı, traktör ehliyeti, av silahı ve ruhsatı vermeme; çeşitli bahanelerle onları para cezalarına çarptırma; arazilerine el koyma veya kamulaştırma; tahrikler, tehditler ve saldırılar; pasaport sınırlamaları en çok uygulanan metotlardır. Batı Trakya'ya Yunanlıların yerleşmesi ve onların Türklerin arazilerini satın almaları teşvik edilmektedir. Rusya'dan getirilen Pontus Rumları Batı Trakya'ya iskan edilmiştir. Bu şekilde Batı Trakya'da Türklerin oranının düşürülmesine çalışılmaktadır. Batı Trakya Türklerinin hemen tamamının çiftçi oldukları düşünülürse traktör ehliyeti alamamaları, gayrimenkul alamamaları ve mevcut arazilerine el konulmasının ne demek olduğu daha iyi anlaşılır. 1923 yılında Batı Trakya'da ekilebilir arazinin %84'ü Türklerin elinde iken 1980'li yıllarda bu oran %35'e,59 1990 yılı itibariyle ise %20'ye düşmüştür.60 Bütün bu anlatılanlardan sonra, Batı Trakya Türklerinin, bölgedeki devlet kurumlarında istihdam edilmediklerini tahmin etmek zor olmaz. İskeçe valiliğinde bir tane Türk çalışmaktadır, o da veterinerlik hizmetleri bölümündedir.61

1995 yılına girerken Batı Trakya Türklerinin durumunu, orada çıkan Yuvamız dergisinin sahibi ve sorumlusu M. H. Mustafa, şöyle tanımlamaktadır: Eski hükümetten Türk okullarının kitap sorununu devir alan Pasok yönetimi, Türk okullarını istenmeyen kitapları kabul ettirmeye zorlamaktadır. Gözdağı vermek için bazı öğretmenler cezalandırılmış, öğrenci velileri hapse atılmış, Türkiye'den öğretmenlerin gelmesine izin verilmediği için bazı şehirlerdeki azınlık liselerinde Türkçe eğitim yapılamamıştır. Seçilmiş müftüler, hapis cezasına çarptırılmış, Öğretmenler Birliği yöneticilerinden gazetecilere kadar çok sayıda Türk aleyhinde davalar açılmıştır. Yunanistan'ın Avrupa Birliği üyesi olması sebebiyle yapılması gereken Avrupa Parlamentosu seçimlerine Türklerin katılmasını önlemek için bu seçimlere de %3'lük bir baraj getirilmiş, ardından vali ve il genel meclisi seçimlerinde illerin birleştirilmesi gibi seçim hileleri ile Türklerin temsilcilerini seçebilmeleri engellenmiştir. Bulgaristan sınırındaki 40.000 Türkün açık hava hapishanesi hayatı devam etmektedir.62

Yunanistan hükümetinin 1999 yılında Batı Trakya Türkleri için verdiği rakam 98.000'dir. Bugün Batı Trakya'da 100.000'den fazla Türk yaşamaktadır. Bu rakama kendisini Türk hisseden ve Türk olarak takdim eden 30.000 civarındaki Pomak ve 10.000 civarındaki Çingeneyi de ilave etmek gerekir. Yüksek doğurganlıklarına rağmen Batı Trakya Türklerinin nüfusu 80-90 yıldır aynı rakamlar etrafında dolaşmaktadır. Bu rakamın artmayış sebebi Yunanistan hükümetinin baskılarından kurtulmak isteyen Batı Trakya Türklerinin ana yurtlarından ayrılmak zorunda kalmalarıdır. Batı Trakya dağlık ve ovalık olarak ikiye bölünmüş ve dağlık bölge yasak bölge ilan edilmiştir. Yukarıdaki paragrafta M. H. Mustafa'nın "açık hava hapishanesi" olarak nitelediği bu bölgeye girip çıkmak izne tabidir.63

İskeçe'nin seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin Aga, Batı Trakya Türklerinin temsilcisi olarak Ocak 2002 başında Ankara'ya gelerek Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı ve diğer yetkilileri ile görüşmeler yaparak sıkıntılarını aktarmıştır. Mehmet Emin Aga, Yunanistan'ın Batı Trakya halkına baskı uygulamaya devam ettiğini, dönüşte de kendisine baskı yapılacağını ve İpsala Sınır Kapısı'nda sorgudan geçirileceğini, Batı Trakya'da sıkıntılarının devam ettiğini, eğitim, sağlık ve ekonomi alanında değişen bir şey olmadığını belirtmiştir.

Yunan hükümetinin sadece belli bir nispette tütün ekimine izin verdiğini, hayvancılık ve ormancılık faaliyetlerinin engellendiğini söyleyen Mehmet Emin Aga, bölgedeki sıkıntılardan dolayı bir çok insanın Atina ve Selanik kentlerinin yanı sıra Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kaldığını; bazı dağ köylerinin halen dışarıdan gelen insanlara insanların ziyaretine kapalı olduğunu, ekonomik anlamda karın tokluğuna çalıştıklarını; Yunan hükümetinin eğitim alanında da Lozan Antlaşması'nın şartlarına uymadığını, bağımsız olması gereken okullarının Yunan hükümetinin kontrolü altında bulunduğunu, dörtte üç nispetinde olması gerek eğitim dilinin dörtte bire düşürüldüğünü; hastahanelere gittiklerinde aylar sonrasına randevu alabildiklerini söylemiştir. Yunan hükümetinin bedava ev, arsa ve maaş vererek Ortodoks toplulukları Batı Trakya'ya yerleştirmeyi sürdürdüğünü, 50 yıldır verilen mücadelenin sonunda ulaşılan olumlu gelişmeler olarak çanak anten­lerle Türkiye televizyonlarını seyredebildiklerini, Türklerin ev ve arsa sahibi olmaya başladıklarını ve miras alabildiklerini söylemiştir.64

Batı Trakya Türkleri, 1927 yılında İskeçe Türk Birliği, 1928 yılında Gümülcine Türk Gençler Birliği ve 1936 yılında Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği gibi cemiyetler kurmuşlardır. Bu kuruluşlar, isimlerinde "Türk" kelimesi geçtiği için 1984 yılında Yunan makamlarınca kapatılmıştır. Bununla beraber fiilen varlıklarını sürdürmektedirler. Yunanistan hükümeti Batı Trakya Türklerinin Türk kimliklerini tanımamakta, onları dini bir azınlık gibi görmek ve takdim etmek istemektedir.65 Yukarıda sayılan derneklerinin yanı sıra, Batı Trakya Türklerinin, Müslüman Muallimler Birliği, Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği, Vaaz ve İrşad Heyeti, İttihat-ı İslam Cemiyeti ve İntibah-ı İslam Cemiyeti gibi kuruluşları da vardır.66

Yunanistan veya Batı Trakya Türkleri, 1923 Lozan Antlaşması'ndan günümüze kadar 60'ın üzerinde Türkçe gazete ve dergi yayınlamışlardır. Bunların bir kısmı Arap harfleriyle bir kısmı da Latin harfleriyle çıkmıştır. Batı Trakya Türklerinin bugün artık yayınlanmayan Türkçe gazete ve dergileri şunlardır: Yeni Ziya, Balkan, İtila, Yeni Yol, Yeni Adım, Yarın, Adalet, İnkılap, Milliyet, Trakya, Ülkü, Müdafaa-i İslam, Hakyol, Sebat, Akın, Muhafazakar, Azınlık Postası, İleri, Gerçek, Trakya'nın Sesi, Aile, Muallim Mecmuası, Peygamber Binası, İsbat, Batı Trakya, Aliş, Devam, Yol, Hakka Davet, Yuvamız.67 Günümüzde yayınlanmakta olan gazeteler, Türkler, Akın, Gerçek, İleri, Yakın ve Trakya'nın Sesi, Çocuk dergileri ise Yuvamız, Şafak, Hakka Davet, Arkadaş Çocuk teşkil etmektedirler.

Türkiye'de harf devriminin gerçekleştirilmesini takip eden yıllarda Batı Trakya Türkleri arasında eski harfler-yeni harfler ikiliği yaşanmıştır. Bu cümleden olarak bazı süreli yayınlar 1970'li yıllara kadar eski harflerle çıkmayı sürdürmüşlerdir. Günümüzde Batı Trakya'da çıkan bütün Türkçe süreli yayınlar Latin harfleri iledir. Feyyaz Sağlam, Batı Trakya Türk Edebiyatı'nı Lozan Öncesi, 1923-1960 Arası, 1960-1980 Arası ve 1980 Sonrası olmak üzere dört ana döneme ayırmaktadır. 68 1923-1960 Arası, Batı Trakya Türk Edebiyatı'nın suskunluk dönemidir. Yunan İç Savaşı, II. Dünya Savaşı ve eski yazı-yeni yazı kavgalarının gölgesi altında geçmiştir. Bu dönemin iki önemli ismi Mehmet Hilmi ve Mehmet Kemal'dir (Kemal Şevket Batıbey). 1960-1980 Arasında Batı Trakya Türk Edebiyatı'nda bir canlanma gözlenmektedir. Birlik ve Öğretmen gibi sanat ve edebiyat ağırlıklı dergilerinin bu canlanmada önemli rolleri olmuştur. Yukarıdaki isimlere ilaveten Asım Haliloğlu bu dönemin önemli kalemlerindendir. Haliloğlu Batı Trakya Türk Çocuk Edebiyatı'nın kurucusudur. 1980 sonrası yıllar ise Batı Trakya Türk Edebiyatı'nın dışa açılmaya başladığı dönemdir. Bu dönemde yayınlanmaya başlayan Şafak, Batı Trakya Türklerinin ilk müstakil sanat, edebiyat ve kültür dergisidir. Bu dönemin önemli isimleri arasında Ali Rıza Saraçoğlu, Hüseyin Mazlum, Rahmi Ali, Hüseyin Alibabaoğlu, Tevfik Hüseyinoğlu, Abdurrahim Dede, Mustafa Tahsin, Naim Kazım, Hüseyin Mahmutoğlu, Mücahit Mümin, Refika Nazım, Salih Halil, İmam Kasım, Mehmet Çolak, İbram Onsunoğlu ve Kadir Ali sayılır. Bunlara ilaveten artık Türkiye ve Almanya'da yaşayan ve Batı Trakya'yı çalışmalarına konu alan şair ve yazarlar da vardır.69

Makedonya

Makedonya aslında bir bölge adıdır. Bu bölge altı asra yakın bir süre Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra 1912-13 Balkan Savaşları ile Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Arnavutluk arasında paylaşılmıştır. Bugün üzerinde konuştuğumuz Makedonya, Makedonya bölgesinin Sırbistan'a kalan kısmıdır. II. Dünya Savaşı'nın sonunda, Yugoslavya'nın bir federal devleti olarak Makedonya Cumhuriyeti kurulmuş, bu bölgede yaşayan ve 19. yüzyıl kaynaklarında Bulgarlar olarak adlandırılan Slav-Ortodoks ahaliye de Makedonlar denilmiştir.70

Makedonya Cumhuriyeti, çok uluslu, çok kültürlü bir yapıya sahiptir. Bu durum Yugoslav Federal Makedonya Cumhuriyeti Anayasası'nda, "Makedonya, Makedonlar, Arnavutlar, Türkler ve diğer azınlıklardan teşekkül eder" cümlesi ile tasrih edilmiştir. 1991 yılında bağımsızlığın kazanılmasını müteakip kabul edilen yeni Anayasa ise Makedonya'yı, Makedonların millî devleti, Arnavutlar, Türkler, Ulahlar, Çingeneler ve diğer azınlıkları ise Makedonlarla eşit haklara sahip azınlıklar olarak tanımlamıştır. Böylece Makedonlar birinci sınıf vatandaş; Arnavutlar, Türkler ve diğer azınlıklar ise ikinci sınıf azınlıklar olarak kabul edilmiştir. Devleti bu şekilde tanımlayan irade, devletin organlarını ve kurumlarını da aynı zihniyetle işgal etmiş, devletin imkânlarını yine aynı zihniyetle devletin "birinci sınıf" vatandaşlarına dağıtmıştır. Bu bakış açısı, Makedonya'yı son iki yılda zor duruma düşürmüştür.

Bu çalışmamızda Makedonlar ve Arnavutlarla karşılaştırmak suretiyle Makedonya'daki Türklerin demografik, siyasal, kültürel, dinî, eğitim durumları tartışılacaktır. Gerek tablolarda gerek metinde aksi belirtilmedikçe Makedonya Cumhuriyeti'nin resmî rakamları esas alınmıştır. Bu ülkede resmî demografik verilere Makedonlar hariç bütün etnik gruplar itiraz etmektedirler. Makedonya Cumhuriyeti'ne hakim olan Makedonların, kendi sayılarını çok ve diğer azınlıkları az göstermek için rakamlarla oynadıkları şikayet edilen bir konudur. Makedonların, diğer etnik ve dinî grupları Makedonlaştırmak politikaları da bilinmektedir.

1878 Berlin Antlaşması ile reformlar yapılması şartıyla Osmanlı yönetimine bırakılan Makedonya'nın paylaşımı kavgası o zamandan başlamıştır. İsyanlar, sabotajlar ve zorakî reformlar dönemi olarak tanımlayabileceğimiz 1878-1908 yılları arasındaki Makedonya'nın nüfusu ile ilgili olarak birbiri ile çelişen pek çok liste vardır. Tahmin edilebileceği gibi Makedonya'yı kendi hakimiyetine almak isteyen Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan bu topraklardaki kendi soyundan olan insanlar üzerinden bu arzularını gerçekleştirmek istemişler, bu isteklerine uygun bir şekilde demografik veriler sunmuşlardır.71

Balkan Savaşları esnasında Makedonya'nın demografik durumunda önemli değişiklikler olmuştur. Türklerin yenilmesinin bir sonucu olarak önemli miktarda Müslüman Türk nüfus Anadolu'ya göçmüştür.72 Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında Makedonya'nın Bulgarlar tarafından işgali demografik yapıyı yine etkilemiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Makedonya Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından 1950'li yıllarda gerçekleştirilen Türkiye'ye göçler Makedonya'nın her tarafında Türk nüfusunu azaltırken, bilhassa Doğu Makedonya'nın Türk nüfustan boşaltılması sonucunu doğurmuştur.

Tablo 3'te, 1950'li yıllardan günümüze Makedonya'daki bütün etnik grupların sayısı artarken Türklerin sayısının nasıl azaldığını görmek mümkündür. 1953 yılında Türklerin sayısı Arnavutlardan fazla iken bugün Arnavutlar Türklerin beş mislidirler. Bunun sebebi 1950'li yıllarda Türkiye'ye yapılan kitlesel, daha sonraki yıllarda ise kitlesel olmasa da hiç durmayan göçlerdir.

Tablo 3'ten görülebileceği gibi Makedonya'nın toplam nüfusu 1953'ten 1994'e, yani 40 yıl içerisinde 1.294.371'den 2.063.964'e yükselmiştir. Bu normal bir artıştır. Bu dönemde Makedonya'daki birinci nüfus olan Makedonların toplam nüfusa nispetleri değişmemiştir, %66 nispetlerini korumaktadırlar. Bu tabloda dramatik çıkış ve inişler iki Müslüman toplumda, yani Arnavutlar ve Türklerde görülmektedir: Arnavutlar, 1953 yılında, 162.524 kişi ile toplam nüfusun %12,5'ini teşkil ederlerken, 1994 yılında 444.104 kişi ile toplam nüfusun %22,9'unu teşkil eder olmuşlardır. Bu dönemde Arnavut nüfusu üç misline yakın artmıştır. Ele aldığımız dönemde Makedonya'da nüfusu artmayıp azalan tek topluluk Türklerdir. Bu azalma küçük nispette bir azalma değildir. Azalmanın nispeti %50'nin üzerindedir. 1953 yılında 203.938 kişi ile Makedonya nüfusunun %15,6'sını teşkil eden Türkler, 1994 yılında 87.019 kişi ile toplam nüfusun ancak %4,3'ünü meydana getirmektedirler. Makedonya Türklerinin nüfusundaki bu azalmanın en büyük sebebi Türkiye'ye yapılan göçlerdir. Bu göçler yapılmasa idi bugün Makedonya Türklerinin sayısı herhalde 500.000 civarında olurdu. Bu göçlerin Doğu Makedonya başta olmak üzere ülkenin her tarafından yapılmasının bir sonucu olarak, bugün Makedonya'nın hiç bir tarafında Türkler çoğunluk değildir, her tarafta azınlık durumundadırlar.

Makedonya'da Türklerin dağılımı Tablo 4'te gösterilmektedir. Türklerin sayılarının 1.000'in altında veya nispetinin %1'den az olduğu yerler tabloya dahil edilmemiştir. Görüldüğü gibi Türkler Makedonya'nın hemen her tarafında ama dağınık bir halde yaşamaktadırlar. Bölge olarak bilhassa Kuzey Makedonya'dadırlar. En yoğun olarak bulundukları yerler Üsküp ve Gostivar'dır. En az bulundukları yerler ise Doğu Makedonya'dır. Burası 1950'li yıllarda en çok göç veren bölgedir.

Tabloda da görüldüğü gibi Türklerin Makedonya'nın hiç bir belediyesinde %15'in üzerinde bir nispete sahip olamamaları, pek çok alanda aleyhlerinde sonuçlar vermektedir. Türkler açısından bu dağınıklığın sonuçlarından bir tanesi seçimler esnasında Türk oylarının dağılmasıdır. Seçim bölgeleri o şekilde tanzim edilmiştir ki hiç bir seçim bölgesinde Türk partileri milletvekili çıkaramamaktadırlar. Resmî sayım sonuçlarına göre Türklerin yarısı kadar bile olmayan Sırplar, çok daha az sayıda olan Çingeneler ve Boşnaklar bile Parlamento'da temsil edildikleri halde bugünkü Makedonya Parlamentosu'nda bir tane Türk milletvekili yoktur. Türklerin dağınık olmasının bir diğer sonucu, bölgelerinde gerekli sayıyı tutturamadıkları için kendi dillerinde eğitim hakkından yeterince istifade edememeleridir. Bundan dolayı Türk çocukları ya Makedon ya da Arnavut okuluna gitmektedirler. Türklerin Arnavut okullarına gitmelerinin bir sonucu ise Türk çocuklarının büyük Müslüman azınlık olan Arnavutlar arasında erimeleri, bir başka söyleyişle Arnavutlaşmalarıdır.

Tablo 4: 1994 Yılında Makedonya'da Türklerin Belediyelere Göre
Dağılımı

Sayı Nispet
Üsküp 12.978 %15,0
Gostivar 12.486 %14,6
Ustrumca 7.076 %8,1
Debre 6.775 %7,8
Kalkandelen 5.076 %5,6
Pirlepe 4.932 %5,5
Radoviş 4.855 %5,4
Köprülü 4.325 %5,0
Kırçova 4.241 %4,5
Manastır 3.258 %3,8
Resne 3.218 %3,8
İştip 2.909 %3,5
Ohri 2.885 %3,5
Mak. Brod 2.497 %2,8
Kumanova 2.314 %2,6
Valandova 1.719 %1,8
Kruşova 1.611 %1,6
Struga 1.068 %1,6

Kaynak. ADEKSAM

Yugoslavya döneminde Komünist Parti'den başka partinin bulunmadığı Makedonya'da Türklerin ayrı bir siyasî oluşum içerisinde bulunmaları söz konusu olamazdı. Ancak bazı Türk aydınları, Komünist Parti içerisinde ileri mevkilere gelebildiler. Makedonya'nın Yugoslavya'dan ayrılıp çok partili demokratik rejime geçişi ile birlikte siyasî partiler kuruldu. Makedonya'daki siyasî partiler büyük ölçüde milliyet esasına göre kuruldular. Sol ya da sağ görüşlü Makedon partileri, sol ya da sağ görüşlü Arnavut partileri gibi. Hemen her etnik grubun partisinin bulunduğu Makedonya'da Türkler de kendi siyasî teşkilatlanmalarını gerçekleştirdiler. 1 Temmuz 1990'da kurulmuş bulunan Türk Demokratik Birliği, 1992 Haziranı'nda siyasî partiye dönüştü. Erdoğan Saraç bu tarihten beri partinin genel başkanlığını yürütmektedir. Makedonya Türkleri kendi aralarında siyasî bir birliktelik sergileyememektedirler. Türk Demokratik Partisi'nden başka Makedonya Türklerini temsil iddiasında bulunan iki küçük parti daha vardır. Makedonya'daki seçim sisteminin tuzakları ve Türklerin yukarıda görüldüğü gibi ülkenin her tarafına yayılmış bulunmaları sebebiyle Türk partileri Makedonya Parlamentosu'na milletvekili gönderememektedirler.

Tablo 5: Milliyetlerine Göre Tasnifi Makedonya'da Kamu Kuruluşlarında Çalışanların

Milliyetler 1997
2000

Makedonlar86.569
(%85) 88.757
(%85)

Arnavutlar8.427
(%8,3) 10.656
(%10,2)

Sırplar 2.140 (%2,1)
1.763 (%1,7)

Türkler 1.999 (%1,95)
1.796 (%1,7)

Diğerleri 2.794 (%2,7)
1.190 (%1,2)

Toplam 101.929 104.532

Kaynak: ADEKSAM

Parlamento'da temsil edilmeyen Makedonya Türklerinin devletin diğer kurumlarında da yeterince temsil edildiklerini söyleyebilmek mümkün değildir. Makedonya Cumhuriyeti'nin kamu kuruluşlarında çalışanların milliyetlerine göre dağılımı Tablo 5'te görünmektedir. Buna göre Makedonlar ülke nüfusunun %65'ini oluşturdukları halde kamu kuruluşlarında çalışan Makedonların nispeti %85'tir. Arnavutların kamuda çalışanlarının nispeti de nüfuslarına göre azdır. Ancak 1997 rakamları ile 2000 rakamları karşılaştırıldığında Arnavutlar açısından nispî bir iyileşme gözlenmektedir. Bu tabloda Türkler, 40.000 civarında nüfusa sahip, yani kendilerinin yarısından daha az sayıda olan Sırpların gerisindedirler. Daha da vahimi 1997 ve 2000 yıllarına ait rakamlar karşılaştırıldığında görülmektedir ki, kamuda çalışan Makedonların ve Arnavutların sayıları arttığı halde Türklerin sayısı artmayıp azalmaktadır. Makedonya'da hükümeti oluşturan Makedon ve Arnavut partileri, kamu kuruluşlarına sadece Makedon veya Arnavut yandaşlarını almaktadırlar. Türkler işe alınmamaktadır. Savunma, İçişleri ve Dışişleri gibi bazı kritik bakanlıklarda Türklerin oranı %1'in altındadır. Makedonya'da genel mahkemelerin yargıç kadrolarında ve ordunun subay ve astsubay kadrolarında da Türklerin oranı %1'in altındadır. Makedonya Anayasa Mahkemesi'nde hiç Türk yoktur. Makedonya Cumhuriyeti'nde Nisan 2000 itibariyle çalışan 549.846 kişi vardır. Bunların 459.200'ü (%83,5) Makedon, 53.866'sı (%9,8) Arnavut, 12.474'ü (%2,3) Türktür. Makedonya'da çalışan Türklerin %51'i tarım, hayvancılık, inşaat ve maden sektörlerinde yani toprağa ve kol gücüne dayalı işlerde çalışmaktadırlar. Makedonya'da çalışan Türklerin %66,5'ini erkekler, %33,5'ini ise kadınlar oluşturmaktadır.

Makedonya'da sekiz yıllık ilk öğretim mecburidir. Makedonya Anayasası'nın 8. maddesi uyarınca Türklerin de diğer azınlıklar gibi kendi dillerinde ilköğretim ve lise eğitimi yapma hakları var­dır. Batı Makedonya olarak bilinen Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Ohri, Struga ve Debre'de yaşayan Türk çocukları bu haklarını nispeten kullanabilirlerken, Doğu Makedonya'nın Manastır, Pirlepe, İştip, Ustrumca ve Kanatlar gibi yerlerinde sadece bazı şehir merkezlerinde ilk okullarda dördüncü sınıfa kadar kendi ana dillerinde eğitim alabilmektedirler. Doğu Makedonya'da köylerde ve Radoviş hariç olmak üzere merkezlerdeki üst sınıflarda Türkçe eğitim verilmemektedir.73

Tablo 6, II. Dünya Savaşı'nı müteakip Yugoslavya içerisinde Makedonya Federal Devleti'nin kuruluşundan günümüze kadar bu ülkedeki Türk ilkokullarının ve bu okullardaki öğrenci ve öğretmenlerin sayısını vermektedir. Makedonya Türklerinin demografik durumunu anlatırken gördüğümüz durum burada da karşımıza çıkmaktadır: II. Dünya Savaşı'ndan sonra Makedonya Türklerinin nüfusu düzenli bir şekilde artarken 1950'li yıllardaki göç nasıl onların sayısını yarı yarıya azaltmışsa, buna paralel olarak ilkokula giden Makedonya Türklerinin çocuklarının sayısı da aynı nispette azalmıştır. 1951-52 öğretim yılında 12.493 olan ilkokula giden Türk çocuklarını sayısı 1960/61 öğretim yılında 6.410'a düşmüştür. Daha sonraki yıllarda kitlesel olmasa da göçler devam etmiştir. 1960'lı yıllarda da Türk çocuklarının ve okullarının sayısının azaldığı görülmektedir. 1970'ten yakın yıllara kadar Türklerin ilkokul ve bu okullardaki öğrenci sayısında bir değişmeme gözlenmektedir. Bu durum, göçün tamamen durmadığını, kitlesel olmasa da devam ettiğini göstermektedir.

Makedonya'daki bütün diğer etnik grupların nüfusları artarken ve bu artışa bağlı olarak bu topluluklara mensup öğrencilerin sayıları çoğalırken, Türk ilkokul öğrencilerinin sayısı artmamaktadır. 2001 yılında Makedonya'da yaşanan olaylardan sonra Türklerin sayısının, dolayısıyla Türk öğrencilerinin sayısının daha da azaldığını görmek bizim için sürpriz olmayacaktır.

Tablo 6: Türk Çocuklarının İlkokul Eğitimi (1945-1999)
Öğretim Yılı Okul Sayısı Öğrenci Sayısı Öğretmen Sayısı

1945/4655 6.702 125
1946/4765 7.280 123
1947/4871 10.203 165
1948/4971 10.722 165
1949/50100 12.621 249
1950/51100 12.493 237
1960/6170 6.410 168
1970/7155 5.617 203
1980/8154 5.362 225
1992/9354 5.172 289
1995/9654 5.612 229
1998/9955 5.990 249

Kaynak: ADEKSAM

Her şeye rağmen bu rakamların düşük olduğunu belirtmek gerekir. Makedonya Cumhuriyeti'nin demografik verilerine bakıldığında Türklerin ilköğretim seviyesindeki çocuklarının 10.000 civarında olduğu görülmektedir. Buna rağmen ana dilleriyle ilköğretim yapabilen Türk çocuklarının sayısının 5.000'li rakamlarda gezinmesinin sebebi, Türklerin dağınık olarak yaşamalarının bir sonucu olarak, Türklerden neredeyse boşaltılan Doğu Makedonya başta olmak üzere pek çok yerde Türkler için ilkokul veya ilkokul sınıfı açılmamasıdır. İlaveten bazı yerlerde Türk aydınlarının çocuklarını Makedon okullarına, bazı yerlerde de Türk halkının çocuklarını Arnavut okullarına göndermesinin sonucunda bugünkü tablo ortaya çıkmaktadır.

Makedonya'da ilköğretim seviyesinde, engelli öğrencilere özel öğretim veren okullarda Türkler açısından durum çok daha vahimdir: Makedon çocuklarına yönelik 46 özel okulda 1.240 öğrenci, Arnavut çocuklarına yönelik 5 özel okulda 89 öğrenci özel eğitim alabilirken, engelli Türk çocuklarının kendi ana dillerinde özel eğitim alabilecekleri bir tane Türk okulu yoktur.

Makedonya Türklerinin Türkçe ilköğretiminde görülen bu durum, onların lise öğreniminde daha kötüleşmektedir. Makedonya'da kendi ana dilinde lise öğrenimi gören Türk öğrencilerin sayısı 1997/98 öğretim yılında 567 ve 1998/99 öğretim yılında 584'tür ve Makedonya'daki toplam öğrenci sayısının sadece %0.6'sını teşkil etmektedir. Makedonlarda bu oran %7,0, Arnavutlarda ise %2,9'dur.

Öğretim Yılı Okul Sayısı Sınıf SayısıÖğrenci Sayısı

1988/89 4 8 173
1989/90 2 4 102
1990/91 2 8 186
1995/96 4 12 445
1997/98 4 18 567
1998/99 4 20 584

Tablo 7: Makedonya'da Türkçe Eğitim Veren Liseler

Kaynak: ADEKSAM

Tablo 7'de görülebileceği gibi Makedonya'da Türkçe eğitim veren liselerin sayısı dörttür. Diğer yerlerdeki Türk çocukları ya Türkçe lise eğitimi alabilmek için buralara gelmek ya da bulundukları yerlerde Makedonca veya Arnavutça lise eğitimine katılmak zorundadırlar. Buna rağmen son yıllarda Türk çocuklarının gittikçe artan bir sayıda Türkçe eğitim almak istedikleri görülmektedir. 1990/91 öğretim yılında 186 olan öğrenci sayısı 1998/99 öğretim yılında 584'e yükselmiştir. Bu durum, son yıllarda Türkiye'de yüksek öğrenim görmek isteyen Makedonya'daki Türk çocuklarının, bu ülkede Türkçe lise eğitimine yönlendiklerini düşündürmektedir. Bununla birlikte, lise öğretimini Türkçe görmek isteyen bütün Türk çocuklarına bu imkân sağlansa, Türk lise öğrencilerinin sayısının 1.500'e yakın olacağı tahmin edilmektedir.

Makedonya Türklerinin yüksek öğrenim görebilmeleri de ayrı bir problemdir. Üniversitelerde gerek öğretim üyelerinin gerekse öğre­ncilerin tamamına yakın bir kesimi Makedonlardan oluşmaktadır. 1998/99 öğretim yılında Üsküp Kiril ve Metodi Üniversitesi'ne kayıtlı öğrencilerinin milliyetlerine göre sayıları ve oranları Tablo 8'de verilmektedir. Makedonların lehine, Arnavutların ve Türklerin aleyhine olarak büyük bir adaletsizliğin yapıldığı açıktır.

Makedonya'nın en büyük yüksek öğretim kurumu olan Üsküp Kiril ve Metodi Üniversitesi'nde yüksek öğrenim gören Türk öğrencilerinin sayısı 1998/99 öğretim yılı itibariyle 411'dir. Aynı öğretim yılında kendi ana dilinde lise eğitimi gören bütün Türk gençlerinin sayısının 584 olduğu hatırlanırsa neredeyse bu gençlerin tamamının üniversiteye gittikleri gibi bir intiba doğabilir. Bu tablonun en doğru açıklaması, Makedonya'daki Türk çocuklarının büyük bir kısmının lise seviyesinde kendi ana diliyle eğitim alamadığı, eğitimini Makedon veya Arnavut liselerinde yaptığıdır. Üsküp Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsü vardır. Ayrıca Pedagoji Akademisi'nde Türk ilkokullarında Türkçe dersleri verecek öğretmenler yetiştirilmektedir. Üniversitenin lisansüstü eğitim programlarında ve akademik kadrolarındaki Türklerin sayısı da oldukça düşüktür. Bu üniversitede araştırma görevlileri dahil 2.309 öğretim üyesinin sadece 16'sı yani %0,7'si Türktür. Söz konusu üniversitede 1999 yılına kadar 6 Türk yüksek lisans, 5 Türk de doktora derecesi almıştır. Yüksek lisans alan toplam öğrenci sayısı içerisinde Türklerin nispeti %0,2, doktorada %0,4'tür. Son yıllarda önemli sayıda Türk genci üniversite eğitimini Türkiye'de yapmaya başlamıştır.

Milliyet Sayı Yüzde
Makedon 31.095 %88,0
Arnavut 1.916 %6,0
Türk 411 %1,3
Diğer 1.452 %4,7
Toplam 34.824 %100

Yılı Öğrencilerinin Milliyetlerine Göre Tasnifi

Kaynak: ADEKSAM

Tablo 8: Üsküp Kiril ve Metodi Üniversitesi 1998/99 Öğretim

Makedonya Türklerinin tamamı Müslümandır. Bölgenin Osmanlı hakimiyetinden çıkışını takip eden yıllarda dinî yönetim açısından bir kargaşa yaşanmış, nihayet 1930 yılında Yugoslavya Müslümanlarının dinî teşkilatı kurulmuştur. II. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda yapılan yeni bir düzenleme ile Makedonya Müslümanları, Yugoslavya İslâm Birliği'ne bağlı olarak Makedonya İslâm Birliği tarafından yönetilir olmuşlardır.74 Makedonya Cumhuriyeti'nin Yugoslavya'dan ayrılıp bağımsızlığını kazanmasıyla Makedonya İslâm Birliği de Yugoslavya İslâm Birliği'nden ayrılmıştır. Makedonya İslâm Birliği, tabii olarak Makedonya'daki bütün Müslümanların dinî yönetim merkezidir. Camiler, vakıf malları, dinî eğitim kurumlarını yöneten ve kısa adı Meşihat olan birliğin merkezi Üsküp'tedir. Özerk bir yapıya sahiptir. Kendi çıkardığı tüzüklerle kendisini yönetir. Geliri Müslüman halkın bağışları ve vakıf mallarının kiralarıdır. Kendisine bağlı meclisler ve müftülükler vardır. Bu teşkilatta camilerdeki din görevlileri de dahil olmak üzere 500 civarında eleman çalışmaktadır. Makedonya Müslümanlarının din adamı ihtiyacını karşılamak üzere Üsküp'te İsa Bey Medresesi ve bir İlâhiyat Fakültesi vardır. Meşihat'la irtibatlı El-Hilâl isimli yardımlaşma teşkilatı topladığı bağış ve yardımlarla zor durumda bulunan Müslümanlara yardım etmektedir.75

Makedonya'da tarikatler serbestçe faaliyetlerini sürdürmektedirler. Üsküp, Ohri, Struga ve Kalkandelen'de Rifaî, Bektaşî, Melâmî ve Sadî tekkeleri vardır. Bununla beraber Makedonya Müslümanları arasında tasavvuf hayatına, daha doğrusu mevcut tarikatlere ve tekkelere büyük bir eğilimin olduğu söylenemez.

Makedonya'da Osmanlı döneminden kalma pek çok vakıf eseri vardır. Cami, mektep, medrese, kütüphane, imaret, zaviye ve saat kulesi gibi vakıf eserlerinin bakımı ve onarımı için han, hamam, bedesten, kervansaray, değirmen ve dükkan gibi geliri olan eserler yapılmıştır. Makedonya'da beş asırlık Osmanlı hakimiyeti döneminde inşa edilen 1.276 vakıf eserinden günümüze kalabilenlerin sayısı 287 civarındadır. Bunların da 100'e yakını harabe şeklindedir.

Makedonya'nın Osmanlı hakimiyetinden çıkmasından sonra oradaki vakıf mallarının yönetimi Makedonya Müslümanlarının dinî teşkilatına bırakılmıştır. Makedonya'ya komünizm rejiminin gelmesiyle, evvela 1948 yılında camilerin dışındaki vakıf malları, 1951 yılında ise camiler de dahil olmak üzere bütün vakıf malları devletleştirilmiştir. 1991 yılında Makedonya'nın bağımsızlığını kazanıp demokrasiye geçilmesinden sonra yapılan Anayasa'ya vakıf mallarının asıl sahiplerine iade edilmesi hükmü konulmuşsa da bu hükmün uygulanmasında ağır davranılmaktadır.

Makedonya Cumhuriyeti Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Enstitüsü'nde 225 Türk eseri kayıtlıdır. Bunlardan 107 tanesi eski eser statüsündedir. Bu statüye alınmış eserler koruma altında olup bunlar üzerinde her türlü tasarrufta bulunma hakkı sadece bu kuruma aittir. Bu eserlerin 43'ü dinî ve 64'ü sosyal amaçlı yapılardır. Söz konusu Enstitü tarafından kısmen veya tamamen restore edilen yapıların sayısı 20 civarındadır. Restorasyon ve konservasyona tabi tutulan yapıların çoğunluğu Üsküp'tedir. 1963 Üsküp depreminde hasar gören yapılan UNESCO'nun maddî desteğiyle adı geçen enstitü tarafından restore edilmiştir. Eski eser statüsünde olmalarına rağmen yıkılmış Köprülü Kumsal Camii, Üsküp Faik Paşa Camii gibi eserler de vardır. Aralarında yeni yapıların da bulunduğu, çoğu cami olmak üzere toplam 491 eser Makedonya İslâm Birliği'ne kayıtlıdır.76

Balkanlar'daki Türk eserlerinin genel durumuna bakıldığında Makedonya'daki Türk eserlerinin daha iyi durumda olduğu görülür. Makedonya'daki bakımlı Türk eserleri, başkent Üsküp ve Türk ve Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadıkları Kalkandelen ve Ohri'dedirler. Manastır, Ustrumca, İştip, Pirlepe gibi Türk ve Müslüman nüfusun çok az kaldığı yerlerde bulunan Türk eserleri bakımsız ve kendi hallerine terk edilmiş durumdadırlar. Makedon yetkililerin Pirlepe ve Manastır'da bulunan Türk eseri saat kulelerinin tepelerine haç taktırmaları Makedonya Türklerini üzüntüye boğmuştur. Makedonlar, Ohri'deki Türk ev mimarisi örneklerini, Üsküp'teki Fatih Köprüsü'nü kendi eserleriymiş gibi takdim etmektedirler. Makedon yönetim, 2000 yılında, Ohri'de 1491 yılında inşa edilmiş bulunan Fatih Camii'ni, Aziz Panteleimon Kilisesi kalıntıları üzerinde inşa edildiği bahanesiyle yıktırmıştır Makedonya'daki son olaylarda tamamına yakını Osmanlı eseri olan 55 cami kullanılamaz duruma gelmiştir. Geçtiğimiz aylarda Batı Makedonya'daki Arnavutlarla ilgili son olaylara karşılık olarak Pirlepe merkezindeki Osmanlı yapısı cami yakılmıştır. TRT dahil bütün Türk televizyon kanallarında bu eserden Arnavutların yapısıymış gibi bahsedilmiştir.

Makedonya bölgesi, Osmanlı Devleti zamanında siyaset, kültür ve basın hayatı bakımından canlı bir merkez olmuştur. II. Abdülhamid muhalifleri burada faaliyetlerini sürdürmüşler, İttihat ve Terakki burada teşkilatlanmış, önemli siyasî ve kültürel dergiler Selanik, Manastır ve Üsküp gibi merkezlerde çıkarılmıştır. Uhuvvet, Sosyalist Fecri, Rehber, Birlik, Hak Yol, Mücahede, Yeni Vakit, Sada-yı Millet, Işık ve Doğru Yol bu dönemde Üsküp'te çıkan Türkçe gazetelerdir.77 Makedonya'nın Osmanlı hakimiyetinden çıkışından sonra Makedonya Türklerinin yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik Zafer ve Yardım gibi vakıf ve dernekleri olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonraki komünizm döneminde Makedonya Türkleri yardımlaşma, folklor, kültür ve sanat merkez ve dernekleri kurmuşlardır. Bunların en önemlileri Üsküp'te Yeni Yol, Orhan Veli Kanık, Kalkandelen'de Yeni Hayat, Gostivar'da Güven ve Ohri'de Kardeşlik'tir. Bu kuruluşların Makedonya'da Türk kültürünün gelecek nesillere aktarılması ve Türkleri bir çatı altında bir araya getirmek gibi hizmetleri olmuştur.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra bu devletin altı cumhuriyetinden biri olarak Makedonya Cumhuriyeti kuruldu. Birlik gazetesinin 1941 yılında yayın hayatına girişi, Türkçe radyo yayınları ve Türkçe tiyatro eserlerinin sergilenmesine paralel olarak Makedonya Türk edebiyatının ilk örnekleri ortaya çıkmaya başladı.

Evvela Şükrü Ramo ve Mustafa Karahasan, daha sonra Necati Zekeriya, Fahri Kaya ve İlhami Emin, Birlik'te çalışmaları yayınlanan Makedonya'nın ilk Türk edebiyatçılarıdır. Bunların yanı sıra Mahmut Kıratlı, Şevki Vardar, Enver Tuzcu, Hüseyin Süleyman, Süreyya Yusuf, Abdülkerim Sait, Abdülfettah Rauf ve Cavit Saraçoğlu Makedonya Türk edebiyatının ilk kuşağını teşkil ederler. 1948 yılında kurulan Üsküp Türk Kültür ve Sanayi-i Nefise Cemiyeti, daha sonra kurulan Azınlıklar Tiyatrosu Türk Dramı ve Makedonya Türk Yazarlar Cemiyeti bu kuşağın bir araya geldiği, eserlerini sergilediği kuruluşlardır.

Makedonya Türk edebiyatının ikinci kuşağı, Avni Engüllü, Mustafa Yaşar, Yusuf Edip, Alaattin Tahir, Sabahattin Sezair, Fahri Ali, Avni Abdullah, Suat Engüllü, İrfan Bellür, Recep Bugariç, Esat Bayram, Sabit Yusuf ve Enver İlyas tarafından temsil edilir. 1970'li yıllarda ortaya çıkan bu nesil, Birlik gazetesinin yanında 1951 yılında yayın hayatına başlayan, sonradan Sevinç adını alacak olan Pioner gazetesi ve 1957 yılında yayınlanmaya başlayan Tomurcuk çocuk dergisi ve 1966'da yayınlanmaya başlayan Sesler dergisi bu yazarların çalışmalarının çıktığı Türkçe yayın organlarıdır. Makedonya Türk edebiyatı, şiir, hikaye ve tiyatro eserleri ağırlıklı olarak gelişmektedir.78 Birlik, Sesler, Sevinç, Tomurcuk, Hilâl, Makedonya Zaman ve Vardar 1990'lı yıllarda Makedonya'da, Üsküp'te çıkan Türkçe gazetelerdir. 1990'lı yıllarda ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi, iktisadi zorluklar Makedonya Türk edebiyatını da etkilemektedir.79

Günümüzde Makedonya Türklerinin kurmuş oldukları on civarında kültür ve sanat derneği vardır. Bunların arasında bilhassa Üsküp'te Makedonya Türkleri Kültür Merkezi, Gostivar'da Türk Aydınlar Cemiyeti ve Abdülhakim Hikmet Doğan Eğitim, Kültür ve Sanat Merkezi Türklerin Makedonya'daki belli başlı kültür ve sanat merkezleridir. Bunlardan bilhassa sonuncusu son yıllarda çok önemli faaliyetler içerisindedir. Önceki başkan Prof. Dr. Hamdi Hasan ve şimdiki başkan Fadıl Hoca'nın yönetimindeki merkezde çeşitli kurslar düzenlemekte, konferans ve sempozyumlar yapılmakta, araştırma ürünü kitaplar ve raporlar yayınlanmaktadır.

Makedonya devlet radyosunda her gün beş saat Türkçe yayın yapılmaktadır. Ayrıca Türkçe yayın yapan mahallî özel radyolar vardır. Makedonya devlet televizyonunda günün belirli saatlerinde Türkçe yayın yapılmaktadır. Son yıllarda gelişen teknolojinin sağladığı imkânlar sayesinde çanak antenlerle hemen her Türk ve pek çok Torbeş, Çingene, Boşnak ve Arnavutun evinde Türkiye'nin televizyon kanalları takip edilmektedir. Bu ya­yınlar, Makedonya Türklerinin Türkçelerinin düzeltilmesi ve diğer toplulukların Türkçeyi öğrenmeleri ve benimsemeleri açısından önemlidir.

Torbeşler Makedonya'nın dağlık kesimlerinde yaşamaktadırlar. Müslümandırlar. Makedonca konuşurlar. Makedon yönetimleri, Torbeşlerin Makedon asıllı olduklarını ve Osmanlılar döneminde zorla Müslümanlaştırıldıklarını iddia etmekte ve onlara İslâmlaşmış Makedon kimliği vermek istemektedirler. Bunun için devletin bütün imkânları seferber edilmekte, kitaplar yazdırılmakta,80 cemiyetler kurdurulmakta, paneller ve sempozyumlar yapılmaktadır.81 Halbuki Torbeşler kendilerini büyük ölçüde Türk olarak görmektedirler.82 Ülke genelinde yapılan nüfus sayımlarında kendilerini Türk olarak deklare etmektedirler. Makedon hükümetleri, bundan dolayı buradaki sayım sonuçlarını iptal etmektedir. Torbeşler, seçimlerde, Türk partisi olarak bilinen Türk Demokratik Partisi'ne oy vermektedirler. Bu partinin belediye başkanlığı çıkardığı bir kaç yerden biri de Torbeşlerin yaşadığı Jupa'dır. Torbeşler çocuklarının eğitiminin Türkçe olmasını istemektedirler. Makedon hükümetleri buna izin vermediği gibi bu insanların Türkçe özel okul açmalarına dahi tahammül edememektedir.83

Göründüğü kadarıyla Torbeşlerin çocuklarına Türkçe eğitim istemeleri Jupa'ya mahsus değildir. Bununla ilgili olarak Üsküp'te çıkan Birlik gazetesindeki haberde, aynı şekilde yıllardır Makedonca eğitimi reddederek gayri resmî özel okullarda Türkçe eğitim alan diğer öğrencilerin de seviye tespit sınavlarına alınarak Türkçe eğitim veren okullarda hak ettikleri sınıflara yerleştirilecekleri haberi yer almaktadır.84 Aynı şekilde Ustrumca'da 1996/97 öğretim yılında Türkçe eğitim almak isteyen 120 yeni öğrenciden 70'i Çingene oldukları gerekçesiyle geri çevrilmiştir.85

Makedonya'da, resmî rakamlara göre 87.019, Türklerin kendi iddialarına göre bunun iki misli Türk yaşamaktadır. Yukarıda anlattığımız gibi, bu ülkede bazı Arnavutlar, Torbeşler ve Müslüman Çingeneler arasında kendisini Türk kültürüne yakın gören pek çok insan vardır. 1990'lı yıllara kadar diğer Balkan ülkelerinde bulunan Türklerin yaşadıkları ile karşılaştırıldığında, Makedonya Türklerinin durumlarının çok kötü olmadığı söylenebilir. Bununla beraber siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve dinî bakımdan pek çok problemlerinin olduğu da ortadadır. Makedonya Türklerinin en önemli problemi medenî şartlarda bu ülkede millî kimliğini koruyarak yaşamaktan umutlarını kesip Türkiye'ye göç etmeleridir. Her Türkiye'ye göçen Makedonya Türkü, geride kalanlara daha ağır bir yük bırakmakta, onların işini daha da zorlaştırmaktadır. Makedonya Türklerinin diğer problemleri Makedonlaşmak veya Arnavutlaşmak tehlikesidir. Makedonya Türkleri, yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları vatanlarında millî kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürebilmek mücadelesini vermektedirler.

13 Ağustos 2001 tarihinde, uluslararası gözlemcilerin denetiminde Makedon ve Arnavut partileri arasında, Ohri'de yapılan anlaşma, Makedonya'nın bağımsızlığını elde etmesini müteakip kabul edilen anayasanın giriş kısmında önemli değişiklikler yapmaktadır. Yeni metinde milliyetlerle ilgili kısım kaldırılmış ve bunun yerine Makedonya vatandaşlarına ülkenin bütünlüğünü koruma ve devletin geliştirip güçlendirme çağrısı konulmuştur. Bu değişikliğe göre Makedonya, artık sadece Makedonların devleti değildir. Bütün vatandaşlar bu devlette eşit haklara ve sorumluluklara sahiptirler. 13 Ağustos Antlaşması, Arnavutçanın hukukî statüsü, Arnavutların polis teşkilatındaki sayılarının arttırılması, Arnavutların yüksek öğrenimlerini kendi ana dilleriyle yapabilmeleri ve Arnavutların kendi millî sembollerini kullanabilmelerine ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Sonuç olarak Makedonlarla Arnavutlar arasında yapılan bu anlaşma, Makedonya'da yaşayan Arnavutların haklarını arttırmaya yönelik iyileştirmeleri içermektedir. Türklerin Makedonya yönetimine katılmaları, siyasal bakımdan temsilleri, ordu ve polis teşkilatları başta olmak üzere çeşitli kamu kuruluşlarındaki varlıkları, eğitim alanında yaşadıkları zorluklar barış görüşmelerinde ve anlaşmada -maalesef- söz konusu olmamıştır.

Romanya

Romanya'da Türklerin tamamına yakını Dobruca bölgesinde yaşamaktadırlar. Ayrıca İbrail, Golats, Şimian ve Bükreş'te de Türkler vardır. 1992 nüfus sayımına göre Romanya Türklerinin sayısı 54.182'dir. Bunların 24.533'ü Anadolu Türkü, 24.649'u ise Kırım Tatar Türküdür. Romanya Türklerinin gerçek sayısının 100.000 civarında olduğu iddia edilmektedir.86 Tahmin edileceği gibi Anadolu Türkleri, 14. asrın sonunda bölgenin Osmanlı hakimiyetine girmesiyle, Tatar Türkleri ise 1768-74 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda Kırım'ın Rusya'nın hakimiyetine geçmesi üzerine Dobruca'ya gelmişler ve yerleşmişlerdir. Romanya'nın Osmanlı hakimiyetinden çıkarak bağımsızlığına kavuştuğu 1878 yılına kadar Türkler Dobruca'da çoğunluğu teşkil ediyorlardı. Bölgenin Osmanlı hakimiyetinden çıkmasından sonra bir kısım Türkler Türkiye'ye göç etmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan günümüze kadar Dobruca'nın güneyi ve Deliorman'ın kuzeyi Romanya ve Bulgaristan arasında el değiştirmiş, nihayet II. Dünya Savaşı'ndan sonra bugünkü sınırlara ulaşılmıştır.87

Romanya Türkleri II. Dünya Savaşı sonrası komünist döneme kadar Dobruca Türkleri, Dobruca Sadası, Işık, Haksöz, Hasret, Sadakat, Şark, Sadayı Millet, Dobruca, Teşvik, Mektep ve Aile, Hayat, Tan, Romanya, Haber, Tuna, Emel, Çardak ve Bora başta olmak üzere otuza yakın gazete ve dergi yayınlamışlardır.88 Romanya'nın bağımsızlığını kazanmasından sonra yani 1878'den 1910 yılına kadar, 1935-1937 yılları arası ve 1944'te komünist rejimin bu ülkeye hakim olmasını takip eden yıllarda Dobruca'dan Türkiye'ye göçler yaşanmıştır.

1989 yılında Romanya'da komünist rejimin yıkılmasının akabinden bu ülkede yaşan Türkler ve Tatarlar 29 Aralık 1989 tarihinde Romanya Demokrat Türk Müslüman Birliği'ni kurmuşlar ise de kısa bir sonra birlik Romanya Türklerinin Demokratik Birliği ve Romanya Tatar-Türk Müslümanlarının Demokrat Birliği şeklinde ikiye ayrılmıştır. Çeşitli çalışmaların sonucunda Romanya'da yaşayan Türkler ve Tatarlar 1994 yılında Türk-Tatar Birlikleri Federasyonu çatısı altında yeniden birleşmişlerdir. Romanya'da bu birlikler azınlıkları temsil eden partiler olarak kabul edilmekte ve dolayısıyla bu iki partinin Romanya Parlamentosu'nda birer temsilcisi bulunmaktadır.

Köstence'deki Romanya Müftülüğü, bu ülkedeki Müslümanların en yüksek dini merciidir. T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı ve bazı gönüllü kuruluşlar, Romanya'da Müslümanların din görevlisi ihtiyaçlarını karşılamakta ve dini eğitim almalarına yardımcı olmaktadırlar. Bu şekilde din adamı yetiştirmek üzere Köstence'de Kemal Atatürk Pedagoji Okulu açılmıştır. Mecidiye'de de Türkçe eğitim veren bir özel okul vardır. Bu yeni dönemde Köstence Müftülüğü İslam isimli Türkçe ve Romence bir dergi çıkarmaya başlamış fakat devam ettirememiştir. Romanya'da Türkçe olarak Karadeniz ve Hakses dergileri çıkmaktadır. Kültür ve Sanat dergisi Renkler de 1987-1995 yılları arasında dört sayı çıkmıştır. Romanya radyosunda belirli saatlerde Türkçe yayın yapılmaktadır. Henüz televizyonda Türkçe yoktur.89 İlkokullarda dört, ortaokullarda ve lisede üç saat Türkçe eğitim verilebilmektedir. Ancak gerek mevcut öğretmenlerin yetersizliği, gerekse plansızlık ve programsızlık sebebiyle bu derslerin istenilen ölçüde verimli geçtiğini söylemek zordur. Eski rejimden kalan çekingenlik ve ilgisizlik sebebiyle romanyadaki Türk çocuklarının çok azının bu dersleri aldığını da kaydetmemiz gerekmektedir.

Osman Horata, Romanya Türklerinin edebiyatını Osmanlı dönemi, Krallık Dönemi, Sosyalist Dönem ve 1990 Sonrası Dönem olarak dört bölüme ayırır. Osmanlı dönemi, Dobruca Türk edebiyatı birkaç önemli ismin dışında sözlü edebiyattır. Mehmet Niyazi, İsmail Ziyaeddin ve İsa Yusuf Halim Krallık dönemi Dobruca Türk edebiyatının önemli isimleridir. Atilla Emin, Nevzat Yusuf Sarıgöl, Yaşar Memedemin, Altay Kerim ve Emel Emin bu ikinci dönemin önemli isimleridir. Bunlara ilaveten Necip Hacı Fazıl, Saliya Hacı Fazıl, Ahmet İsmail Daut, Ekrem Menlibay, Enver Mahmut, Acıemin Baubec, Cemal Acıamet, Gülten Abdula, Fatma Sadık, Abdisa Abdisa ve Ghiuler Bolat da zikredilmesi gereken kalemlerdir.90

Gagavuzlar

Gagavuzlar Türk dünyasının Hrıstiyan Ortodoks bir topluluğudur. Gagavuzların menşei ile ilgili pek çok nazariye vardır. Gagavuzların Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a gelen Türk boylarından Hıristiyanlaşanlar, Anadolu'dan Keykavus ve Sarı Saltuk ile beraber gelen Türklerin Hrıstiyanlaşmaları ve Osmanlılar döneminde Anadolu'dan Balkanlar'a geçen Hrıstiyan Türk topluluklarının bir karışımı olduğu ileri sürülmektedir. Bir başka söyleyişle, Gagavuzlar, "Peçenek, Uz ve Kumanlarla Anadolu Selçuklu Türklerinden meydana gelmiş, onların sentezi olan bir Türk toplumudur".91 Ortodoks Hrıstiyanlığı benimsemiş olmalarıyla birlikte dilleri Anadolu Türkçesine çok yakındır.

1989 yılında yapılan nüfus sayımına göre, eski Sovyetler Birliği'nde Gagavuzların sayısı 197.164'tür. Bunların %78'i Moldavya'da, %16'sı Ukrayna'da ve kalan %5'i ise Rusya Federasyonu başta olmak üzere Kazakistan, Beyaz Rusya, Özbekistan, Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Litvanya ve Estonya'ya dağılmış durumdadır. Bulgaristan başta olmak üzere, Romanya, Yunanistan ve Makedonya'da da Gagavuzlar yaşamaktadırlar. Moldavya'daki Gagavuzlar, 5 Mart 1995'te yapılan bir referandum sonucunda özerkliklerini elde etmişlerdir. Başkenti Komrad olan bu bölgeye Gagavuz Yeri denilmektedir. Çadır ve Valkaneş Gagavuz Yeri'nin diğer şehirleridir.

Gagavuz aydınları son yıllarda Türkiye'deki aydınlarla ve edebiyatçılarla ilişkilerini kuvvetlendirmektedirler. Ana Sözü gazetesinde Türkiye Türkçesi öğretilmekte ve büyük ilgi görmektedir. Gagavuz aydınları Türkiye'den sonra Türk dünyasından en fazla Azerbaycan edebiyatçılarını ve sanatçılarını tanımaktadırlar. 20. yüzyıl Gagavuz edebiyatının en belirgin özelliği mahalliliktir. Gagavuzlarda şiir en önde gelen edebiyat türüdür. Nesir tarzında masal, fıkra, hikaye ve anektodlara rastlanır. Roman ve tiyatro pek yoktur. Gagavuz Türkçesini kullanarak 20. yüzyılda eser veren belli başlı Gagavuz edebiyatçıları şunlardır: Mihail Çakır, Nikolay Petroviç Arabacı, Nikolay Georgieviç Tanasoğlu, Dimitri Karaçoban, Diyonis Tanasoğlu, Nikolay Babaoğlu, Mina Kösa, Gavril Gaydarci, Stepan Kuroğlu, Vasi Filioğlu, Stepan Bulgar, Todur (Fedor) Marinoglu, Petr Gagauz-Çebotar, Todor (Fedor) Zanet, Petr Yalanji ve Tudorka Arnaut.92

II. Orta Doğu ve Orta Asya Türkleri

Bu çalışmamızda Orta Doğu ve Orta Asya'da yaşayan Türk toplulukları olarak, Irak, Suriye, İran, Afganistan ve Tacikistan'da bulunan Türk toplulukları ele alınacaktır. Bulundukları yerlerdeki Orta Doğu ve Orta Asya Türklerinin tarihi Balkan Türklerinin tarihinden çok daha eskilere dayanır. Bütün Balkan ülkelerindeki Türklerin nüfusu 2-2,5 milyon civarındadır. Halbuki sadece Irak Türklerinin nüfusu bütün Balkan Türklerinin nüfusu kadardır. İran Türkleri bunun sekiz on mislidir. Afganistan Türkleri de öyle. Ancak, batıdan doğuya doğru gittikçe kesin bilgiler kaybolmakta, onların yerini spekülasyon ve tahminler almaktadır. Bu durum bizim yazımıza da aksetmiştir. Bundan dolayıdır ki belli bir sistematik dahilinde milyonlarca nüfusa sahip İran Türkleri, Afganistan Türkleri hakkında söyleyebildiklerimiz, Balkan ülkelerinde birkaç yüz bin nüfuslu Yunanistan Türklerine, Makedonya Türklerine, Kosova Türklerine dair verdiğimiz bilgilerden daha az kalmıştır.

Irak

Bugünkü Irak toprakları, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in 1055 yılında Irak'a girmesinden Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar, dokuz asra yakın bir süre Türklerin hakimiyetinde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalandığında Irak'ta Türklerin yoğun olarak yaşadığı Musul ve Kerkük Türk hakimiyetindedir. İngilizler, Mütareke'nin yedinci maddesini ileri sürerek Türk askerlerinin bölgeden çekilmesini sağladıktan sonra bölgeyi işgal etmişlerdir. Musul ve Kerkük Misak-ı Milli'ye dahildir. Bundan dolayı Lozan görüşmelerinde ısrarla Türk hakimiyetinde kalmasını isterler. Önemli petrol yataklarına sahip olan bölgeye İngilizler de taliptirler. Lozan'da çözümlenemeyen mesele Milletler Cemiyeti'ne havale edilir. Nihayet Milletler Cemiyeti, 1926 yılında bölgenin İngiltere'nin himayesindeki Irak'a bırakılmasını kararlaştırır. 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanarak Türkiye-Irak sınırları belirlenir. Bu antlaşmada Irak sınırları içerisinde kalan Türkmenlerin hakları konusunda bir maddeye yer verilmemiştir.93

Irak'ta 2,5 milyon civarında Türkmen yaşamaktadır. Telafer, Musul, Erbil, Kerkük, Tuz ve civarı belli başlı Türkmen yerleşim bölgeleridir. Irak'ın Türk hakimiyetinden çıkışından 1990'lı yıllara kadar Türkmenler sürekli olarak baskılarla hatta katliamlarla karşılaşmışlardır. 1920 Telafer Ayaklanması esnasında İngiliz askerlerinin yaptığı katliam, 1924 yılında İngiliz askerlerinin Kerkük'te gerçekleştirdikleri katliam, 1948'de Kerkük'te Gavur Bağı katliamı, 1959 Kerkük Katliamı, 1990 Altunköprü katliamı bunların en çok bilinenleridir. Irak'ta Türkmenlerin varlığını tanıyan, haklarını garanti eden uluslararası bir antlaşma yoktur. Bu çerçevede Irak yönetimleri, Türkmenlerin varlıklarını tanımak istememişler, onlara istedikleri derecede kötü davranmakta kendilerini serbest görmüşlerdir. Irak anayasalarında Türkmenleri tanıyan, onların milli, kültürel haklarından bahseden bir madde, bir pasaj olmamıştır.94

1932 yılında Irak Milletler Cemiyeti'ne girerken dönemin Irak Başbakanı Nuri Said, bir deklarasyon yayınlamıştır. Irak yönetimi bu deklarasyonla Irak'ta Türkmenlerin varlığını tanımış, onların haklarını garanti etmiştir. Deklarasyonda, Irak'ta yaşayan Türk, Kürt ve diğer azınlıkların medeni hakları, seçimlerde temsil edilebilmeleri, ana dilleriyle eğitim ve öğretim yapabilmeleri, basın-yayın faaliyetlerinde bulunabilmeleri, mahkemelerde kendi dillerini kullanabilmeleri, Türklerin ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde bu dillerin de ikinci dil sayılması ve bu bölgelerin idarecilerinin buralardan seçilmesi hususları garantiler arasındadır. Bu hususların uluslararası yükümlülükler ve Irak'ın temel kanunları oldukları, hiçbir kanun tüzük ve düzenlemenin bunları değiştiremeyeceği ve Milletler Cemiyeti'nin bu maddelerin garantörü olduğu ifade edilmiştir.95 Ancak bu deklarasyon yayınlandığı gibi kalmış, ne Irak yönetimi bu taahhütlerine bağlı kalmaya çalışmış ne de Türkmenler haklarını bilerek gerekli makamlar nezdinde bunları arayabilmişlerdir.

Irak yönetimleri, Türkmenlere diğer azınlıklardan çok daha kötü ve zalimce davranmışlardır. Onları mümkün olduğunca Arapların içerisinde, bu mümkün olmazsa Kürtlerin içerisinde asimile etmek için çalışmışlardır. Kerkük'te gerçekleştirilen katliamların yanı sıra toprak reformu yapılarak Türkmenlerin toprakları ellerinden alınmış ve bu topraklar bölgeye yerleştirilen Araplara verilmiştir. Böylece bölgede Türk nüfus yoğunluğunun hafifletilmesi ve bölgenin Araplaştırılması hedeflenmiştir. Örneğin 1961 yılına kadar Silopi ile Erbil arasındaki bölgenin nüfusu büyük ölçüde Türkmenlerden oluşuyordu. Irak yönetimleri Kuzey Irak'taki dağlık bölgede bulunan Kürt köylerini bombalayarak onları buralardan ayrılmaya zorladılar. Bu şekilde yerlerini terk eden Kürt grupları, Türkmenlerle meskun söz konusu bölgeye yerleştiler.

Silahlı ve mücadeleci bu insanlar, bir müddet sonra Türkleri bu bölgeden uzaklaştırdılar. Böylece Türkiye sınırı Türkmenlerden temizlendi. Bir diğer önemli Türkmen şehri olan Erbil aynı şekilde Kürtleştirildi.

Nüfus sayımlarında Türkmenler Arap veya Kürt olarak yazılmaya zorlandı. Türkmenlerin de yaşadığı Kuzey Irak Kürdistan olarak lanse edildi.96

İran-Irak Savaşı ve Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesi üzerine Amerika'nın duruma müdahalesini takiben ülkenin kuzeyinde bir güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Bu bölgenin sınırı olarak 36. paralel gösterilmektedir. Halbuki büyük ölçüde Türklerle meskun olan Musul, 36. paralelin kuzeyinde kaldığı halde bu güvenli bölgeye dahil değildir. Aynı şekilde büyük ölçüde Kürtlerle meskun Süleymaniye, 36. paralelin güneyinde kaldığı halde güvenli bölge sınırları içerisine alınmıştır. Yani 36. paralelin üstü olarak tanımlanan güvenli bölge aslında Kürtler için yapılmış bir güvenli bölgedir. Bağdat'ın müdahale edemediği bölge Kürtlerin yönetimine terk edilmiştir. Bu sınır çizilirken Türkmenler hiç göz önüne alınmamıştır. Bundan dolayı Türkmenlerin çok büyük bir kısmı Bağdat'ın yani Saddam Hüseyin'in yönetiminde, çok az bir kısmı ise kuzeydeki güvenli bölgede Barzani yönetimi altında yaşamaktadırlar. Kuzey Irak'ta yaşayan Türkmenler Kürtlerin, güneyde yaşayanlar ise Arapların baskısı altındadırlar ve Kürtlerin ve Arapların arasında asimile olmak tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.97

Her şeye rağmen Türkmenler, Irak'ta kardeşlik ocakları, ülke dışında dernekler ve partiler kurarak varlıklarını sürdürdüler. 1959 yılında İstanbul'da Irak Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği'ni kurdular. Türkmen Kardeşlik Ocağı 9 Mayıs 1960 tarihinde Bağdat'ta kuruldu. Daha sonra diğer Türkmen yerleşim merkezlerinde şubeler açıldı. Bir kültür derneği olarak Türkmenlik ruhunun sürdürülmesinde önemli hizmetler ifa etti. Milli Demokratik Türkmen Örgütü, 7 Ekim 1980 yılında Suriye'nin başkenti Şam'da kuruldu. Örgüt Türkmenleri temsilen Iraklı muhalif grupların teşkilatı olan Irak Ulusal Demokratik Cephesi içerisinde yer aldı. Irak Milli Türkmen Partisi, 1988 yılında gizli olarak Ankara'da kuruldu. 1991 yılında kendini ilan etti. Parti birinci kongresini 1993 yılında Ankara'da, ikinci kongresini ise 1996 yılında Erbil'de gerçekleştirdi. 1990'lı yıllarda başka Türkmen partileri, vakıf ve dernekleri de kuruldu. Türkmen kuruluşları arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak amacıyla 24 Nisan 1995 tarihinde Türkmen Cephesi teşkil edildi; 4-7 Ekim 1997 tarihlerinde Erbil'de Birinci Türkmen Kurultayı,98 20-22 Kasım 2000 tarihleri arasında yine Erbil'de İkinci Türkmen Kurultayı düzenlendi.99

Burada 1990 sonrasında kurulduğundan bahsettiğimiz Irak'taki Türkmen kuruluşlarının hepsi Kuzey Irak denilen güvenli bölgede ortaya çıkmışlardır. Bağdat'ın kontrolündeki 36. paralelin güneyinde yaşayan büyük Türkmen çoğunluğunun Türkmenler olarak hiç bir milli ve kültürel hakkı yoktur. Kuzey Irak'ta yaşayan Türkmenler 1990'lı yıllarda Doğuş, Türkmeneli ve Musul gazetelerini ve Erbil Kalesi isimli aylık bültenlerini çıkardılar. Bu süreli yayınların bir kısmının tamamı Türkçe bir kısmının ise yarısı Türkçe ve yarısı Arapçadır. 1993 yılında Erbil'de ilk Türkmen radyosu açıldı, bunu Kifri izledi. İlk Türkmen televizyonu yine Erbil'de 1994 yılında yayına geçti. 1993 yılından itibaren Türkmenler ana dilleriyle eğitim veren okullar açtılar.100

Irak'ta Türkmenlerin büyük çoğunluğu Sünni, az bir kısmı ise Şii Müslümandır. Erbil Kalesi'nde oturan çok az sayıda Hrıstiyan Türkmen de vardır. Sünnilik veya Şiilik, Türkmenler arasında ayrılık yaratan bir unsur değildir. Irak'ta dini ve milli hayat birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içedir.101 Irak'ta camiler ve tekkeler birer dini eğitim merkezidir. Din adamları usta çırak ilişkileri içerisinde yetişmektedirler. Irak'ta Mevlevi, Bektaşi ve Safevi tekkeleri vardır. Bu tekkelerin çoğunda şeyhler ve diğer ileri gelenler Türkmenlerdir.102

Irak Türk edebiyatında şiir çok ağırlıklı ve önemli bir yer tutar. Bölgenin Türk hakimiyetinden çıkışından sonraki ilk dönem Türk edebiyatçıları arasında Hıdır Lütfi, Mehmet Sadık ve Kutsizade Ahmet Medeni Efendi zikredilebilir. Hepsi de şairdir. Mehmet Sadık, İzzettin Abdi Bayatlı, Hasan Görem, Osman Mazlum, Ali Marufoğlu, Celal Rıza, Mehmet İzzet Hattat, Ata Terzibaşı ve Fahrettin Ergeç eski şiir yazma geleneğini takip eden şairler olarak; Nesrin Erbil, Salah Nevres, Necmettin Esin, Nihat Akkoyunlu, Ata Bezirgan, Erşet Hürmüzlü ve Muzaffer Arslan ise yeni tarzda eserler veren şairler arasında zikredilebilir.103

Suriye

Türklerin Suriye'ye ilk gelişi 11. yüzyılda olmuştur. Selçukluların 1040 yılında Dandanakan Savaşı'nı kazanmalarından sonra bir çok Türkmen boy ve oymağı 11. yüzyılın ikinci yarısında Suriye topraklarına gelip yerleşmeye başlamışlardır. Bu topraklar Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde asırlar boyunca Türklerin hakimiyetinde kalmıştır. Caber kalesi o günlerden bir hatıra olarak Türk toprağı sayılmakta, Türk bayrağını dalgalandırmaktadır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1918 yılının sonlarında bugünkü Suriye toprakları İngilizlerin hakimiyetine girmiş, bölge daha sonra Fransızlara devredilmiştir. II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Fransa'nın hakimiyetinde kalan Suriye, 1944 yılında bağımsızlığını kazanmış, 1946 yılında Fransızlar bu topraklardan çekilmişlerdir. Suriye'de 1970 yılında Esad rejimi hakim olana kadar darbeler birbirini takip etmiştir. Bu dönemde başarılı-başarısız 20 kadar askeri darbe gerçekleşmiştir.

Bölge, Osmanlı hakimiyetinden çıkarken, Araplar kendi devletlerini kurabileceklerini düşünerek Türklere karşı kötü davranmışlar, ancak Fransızların ve daha sonra İngilizlerin bu bölgeyi kendilerine bırakmayacaklarını anlayınca Türklerle ve Türkiye ile işbirliği yapma yoluna gitmişlerdir. Milli Mücadele yıllarında Suriye Türkleri, Mustafa Kemal Paşa'nın yolladığı Türk subaylarının desteğiyle İstikbal isminde gizli bir cemiyet kurarak Fransızlara karşı direnmişler, Mustafa Kemal Paşa'nın resimleri sokaklara yapıştırılmıştır.104 Suriye'nin Fransız mandası olduğu yıllarda Halep'te önce Doğru Yol, daha sonra Vahdet, Yeni Mecmua ve Yeni Gün isimli Türkçe gazete ve dergiler yayınlanmıştır. 1936 yılından sonra Suriye'de Türkçe yayın yasaklanmıştır. Hatay'ın anavatana katılmasını müteakip, 1941 yılında Suriye Türkleri de Halep kalesine Türk bayrağı çekerek Türkiye'ye katılmak arzularını göstermişlerdir. Suriye Türklerinin milli, sosyal ve kültürel hiç bir hakları yoktur. Kendi dillerinde eğitim yapma, gazete ve dergi çıkarma, sosyal amaçlı dernek kurma hakkından mahrumdurlar.105

Günümüzde Suriye'de 100.000'in üzerinde Türkün yaşadığı tahmin edilmektedir. Suriye Türklerine ait elimizde kesin istatistiki veriler yoktur. 100.000'in üzerindeki tahmin, Türkçe konuşup konuşmamalarına göre yapılmıştır. Türkler büyük ölçüde Suriye'nin Lazkiye ve Halep bölgelerinde yaşamaktadırlar. Lazkiye'nin, içindeki bazı mahallelerin yanı sıra 265 Türk köyü, Halep'in de 350 Türk köyü bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Telkele, Kunteyra ve Şam şehirlerinde ve bu şehirlerin civarındaki köylerde de belli bir sayıda Türk vardır.106

Suriye Türklerinin tamamı Sünni Müslümandır. Şehirlerde yaşayan Türkler esnaflık ve ticaretle, şehirlerin dışında yaşayanlar ise ziraat ve hayvancılıkla geçinmektedirler. Suriye yönetimi toprak reformu bahanesiyle Türklerin topraklarını devletleştirip Arapları iskan ederek, Türk köylerine Arapları yerleştirerek, Türkçe köy adlarını Arapçalaştırma ve Arapça eğitim yoluyla Türkleri Araplaştırmaya çalışmaktadır. Ayrıca Suriye-Türkiye sınırına yakın yerlerdeki Türkleri geri çekerek sınır bölgesinde bir Arap kuşağı teşkil etmiştir. Suriye yönetimi Türklere güvenmemekte, onları ezmeye veya Araplaştırmaya çalışmaktadır.

İran

Bugünkü İran toprakları X. yüzyılın son çeyreğinden XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Türklerin veya Türk hanedanlarının yönetiminde kalmıştır. Azeri Türklerden Şah İsmail'in kurduğu Safevi Hanedanı (1500-1735), Afşar Türkmenleri ve Kaçar Hanedanı (1794-1920) İran'ı yüzyıllarca idare eden Türk hanedanlarıdır.107

60 milyon civarında bir nüfusa sahip olan İran'da 25 milyona yakın Türk yaşamaktadır. Bunların 20 milyon kadarını Azeriler teşkil ederler. Şii olan Azeriler Güney Azerbaycan'da yaşamaktadırlar. Tebriz, Hoy, Erdebil, Urmiye, Selmas, Maku, Meraga, Astara, Culfa, Merendi, Halhal ve Soğuklu Güney Azerbaycan'daki belli başlı Türk yerleşimleridir. Azerilerden sonra İran'daki ikinci büyük Türk topluluğu, Horasan'da yaşayan Türkmenlerdir. 2 milyon civarında bir nüfusa sahip olan Türkmenler Sünnidir. Dört asırdan fazla devam eden Şii-Sünni mücadelesinde Sünni Türkmenler arada kalmışlardır. İran'daki üçüncü büyük Türk topluluğu Kaşkaylardır. 2 milyona yakın bir nüfusa sahip olan Kaşkaylar, Güney İran'ın Fars eyaletinde yaşamaktadırlar.108 Geleneklerine bağlılıkları ve teşkilatlı hareketleri ile tanınırlar. Büyük bir kısmı Güney Azerbaycan'da yaşayan Şahseverler 500.000 civarındaki nüfuslarıyla İran'daki bir diğer Türk topluluğudur. Bu ülkede daha küçük sayılara sahip Bayat, Afşar ve Halaç gibi Türk toplulukları da vardır.109

Kuzey Azerbaycan'daki Rus işgaline karşı 20. yüzyılın başlarında gelişen tepki bir müddet sonra Güney Azerbaycan'a da sıçramıştır. Muhammed Hıyabani'nin liderliğindeki isyan hareketi sonucunda, 1920 Nisanı'nda Güney Azerbaycan'da Azadistan Otonom Hükümeti kurulmuş, Türkçe eğitim veren okullar kurulmuştur. Otonom Azadistan Hükümeti kısa bir süre içerisinde İran'daki Pehlevi hükümeti tarafından bastırılmıştır. Takip eden yıllarda Pehlevi hükümeti başta Türkler olmak üzere ülkedeki bütün azınlıklara karşı son derece sert ve hoşgörüsüz yaklaşmıştır. Azeri Türkleri, 1930'lu yıllardaki İran petrollerinin paylaşılma kavgalarından istifade ederek, Azerbaycan'a otonomi ve bu bölgede kendi dillerinde eğitim verecek okulların açılmasını talebiyle İran yönetimine yine isyan etmişler ve Ekim 1945'te Otonom Azerbaycan Cumhuriyeti'ni kurmuşlardır. Azerilen taleplerini kabul eden İran, 14 Haziran 1946'da Otonom Azerbeycan Cumhuriyeti ile bir anlaşma yapmak zorunda kalmıştır. İran yönetimi, söz konusu Atlaşma'nın imzalanmasından kısa bir süre sonra, 14 Aralık 1946 tarihinde yakında yapılacak seçimlerin emniyetini bahane ederek Güney Azerbaycan'ı işgal etmiştir.

İran, Güney Azerbaycan'da otonomi isteyen Azerilerin ileri gelenlerini hapisler atmış, İran'ın başka taraflarına sürmüş, onların mallarına el koyarak İranlılara vermiştir. İranlıların Azeri Türklerini İranlılaştırma politikası Şahlık dönemi boyunca devam etmiştir.110 Şah yönetiminin devrilip İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasını takip eden dönemde Azeriler önceki yıllardan daha iyi şartlarla karşılaşmışlardır. Varlık dergisi Azeri Türkçesi ile 1979 yılında yayın hayatına atılmıştır ve halen yayınlanmaktadır. Bu yeni dönemde Azerice başka yayınlar da basılmıştır. 1979 yılında Azeri Türkleri Güney Azerbaycan'a kültürel ve idari haklar talebiyle Encümen-i Azerbaycan isimli bir teşekkül oluşturmuşlardır.111

Afganistan ve Tacikistan

Orta Asya'nın bu iki ülkesindeki Türkler, Türk dünyasının belki de en az bilinen topluluklarını teşkil ederler. Orta Asya'nın en küçük ve en fakir ülkesi Tacikistan'da 6 milyon civarındaki toplam nüfus içerisinde 1,5 milyon kadar Özbek bulunmaktadır. Bununla beraber ülkede çoğunluk olan Tacikler ile azınlık olan Özbekler pek çok bakımdan birbirleriyle iç içedirler.

Bu yazıda ele aldığımız ülkeler içerisinde Türklerin en eski oldukları yer Afganistan'dır. Bu ülkede Türk varlığı M.S. 50 yıllarına dayanır. Sakalardan Babür İmparatorluğu'na kadar bugünkü Afganistan topraklarında çeşitli Türk devletleri kurulmuştur. 1700'lü yılların ortalarında bölgede hakimiyet Türk topluluklarından Peştunlara geçmiş, bu şekilde bölgenin ismi de Afganistan olmuştur. Peştunlar, Tacikler ve Türkler olmak üzere bugünkü Afganistan toplumu üç önemli etnik topluluktan meydana gelmektedir. Bu büyük toplulukların alt grupları birbirinin içine girmiştir. Bazı Türk toplulukları Peştunca ve Farsça, bazı Tacikler ise Türkçe konuşurlar. Afganistan'daki Türk toplulukları Türkiye'de çok az bilinmektedir. Bunlar Özbek, Hazara, Türkmen, Kırgız, Kazak, Kızılbaş ve Karakalpaklardır. Son 20 yıl içerisinde Afganistan'da çok büyük değişiklikler yaşanmıştır. Dil bakımından, etnik, dini, siyasi ve ideolojik bakımlardan birbirlerinin içerisine girmiş çok farklı gruplaşmalar teşekkül etmiştir. Gerek Türk toplulukları gerekse diğer etnik grupların nüfusları hakkında elimizde sağlam veriler yoktur, çok farklı rakamlar ileri sürülmektedir.112

Afganistan 1979 yılında Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiş, buna direnen Afganlıların başlattığı savaş 1989 yılına kadar sürmüştür. Afganlıların direnişi ve Sovyetler Birliği'nin çekilmek zorunda kalışı, Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecini hızlandıran önemli bir unsurdur. Afganistan Türkleri bu direnişte önemli bir rol oynamışlardır. Sovyet birliklerinin Afganistan'dan çekilişini takip eden 1990'lı yıllarda bu ülkedeki en düzenli kuvvet/kuvvetlerden biri Raşit Dostum'un liderliğindeki Cümbüş-i Milli hareketidir. Dostum'un liderliğindeki Özbekler 1992-1997 yılları arasında Afganistan'ın kuzeyini kontrolleri altında tuttular.

Afganistan'da Taliban rejimine karşı savaşın kazanılmasında en ağırlıklı rolü oynayan Kuzey İttifakı'nın belkemiğini Özbek General Raşid Dostum ve ona bağlı kuvvetler teşkil etmiştir. Bununla beraber Taliban sonrası Afganistan yönetiminin belirlendiği Bonn toplantısında Türklerin temsil edilmemesi dikkati çekmiştir. Türkiye'deki Afganistan Türkleri adına 18 Aralık 2001 tarihinde yayınlanan bir bildiri ile bu durum kınanmış ve Afganistan'da etnik rekabetin ve mücadelenin durdurulması için tek çözüm yolu olarak federal bir yönetim önerilmiştir. Afganistan Türklerinin General Dostum'un himayesinde bir Milli Meclis yapmaları ve düzenli bir Güney Türkistan Kurtuluş Cephesi oluşturmaları çağrısına yer verilen bildiride, Afganistan'da iki resmi dilin yanına Güney Türkistan Türkçesinin de konması çağrısına yer verilmiştir.

Bonn toplantısında Afganistan Başbakanı seçilen Hamid Karzai, Kabil'e gelip çalışmalarına başladıktan sonra Özberk General Dostum'u Savunma Bakanı Yardımcılığı görevine tayin etmiştir. Emrinde 50.000 kadar milis bulundurduğunu belirten Dostum'un bu göreve atanmasının, hâlâ tam bir birlik teşkil edemeyen Afganistan Türklerini ne derece tatmin edeceği bilinmemektedir.

Sonuç

Bu çalışmada Bulgaristan'dan Afganistan'a, çok geniş bir alandaki Türk azınlıklarını ve topluluklarını bir arada ele aldık. Ülkesine veya bölgesine bağlı olarak her bir Türk topluluğunun farklı özellikleri bulunmaktadır. Hepsini kuşatabilecek iki özellik belirtmek gerekirse, birincisi Türk olmaları, ikincisi yüzyıllar boyunca hükmettikleri topraklarda şimdi hakim unsur değil bir azınlık veya topluluk olarak yaşıyor olmalarıdır denilebilir. Belki bir üçüncü ortak özellik olarak, ele aldığımız geniş coğrafyadaki Türk azınlıklarının veya topluluklarının hepsinin milli kimliklerini korumaya yönelik olarak hazırlıklı ve donanımlı olmayışları gösterilebilir. Tersinden alacak olursak Tolstoy'un, Anna Karenina isimli romanının baş tarafında belirttiği gibi: "Bütün mutlu insanlar aynı sebepten mutludurlar. Mutsuz insanların her birinin mutsuzluğunun sebebi ise farklıdır."

Bölgesel olarak bir değerlendirme veya karşılaştırma yapmak için coğrafyayı esas alarak Doğu ve Batı Türk toplulukları ve azınlıkları diye iki grup yapmayı uygun bulduk. Batı Türk toplulukları ve azınlıkları, Osmanlıların Balkanlar'ı fetihleri ile birlikte bugünkü yaşadıkları topraklara gelip yerleşmişlerdir. Doğu Türk toplulukları ve azınlıkları ise Osmanlılardan önce bugün yaşadıkları toprakları kendilerine yurt tutmuşlardır. Afganistan Türkleri 19 asırdır, Orta Doğu Türkleri ise 9 asırdır bu topraklardadırlar. Bununla beraber Doğu Türklerinden Irak ve Suriye Türkleri asırlarca Osmanlı hakimiyetinde kalmış ve Osmanlı Türkleri ile aynı kültürü teneffüs etmişlerdir. Bu bakımdan Suriye ve Irak Türklerinde Ana­dolu Türklerinin kültürel özelliklerine bol bol rastlamak mümkündür.

İran, yüzlerce yıl Türk devletleri veya Türk hanedanları tarafından yönetilmiştir. Ancak İran Türkleri, Osmanlı hakimiyetinde yaşamamışlardır. Onlarda kabile ve boy kültürü daha kuvvetlidir. Kabileciliği aşarak tam olarak millet şuuruna eriştiklerini söylemek zordur. Afganistan ve Tacikistan Türkleri bu bakımdan İran Türklerine benzerler. Onlarda da kabilecilik duygusu millet şuurunu gölgeleyecek derecede kuvvetlidir. Hem İran Türkleri hem de Afganistan Türkleri, yüzyıllarca Türk devletleri veya hanedanları tarafından yönetilen topraklarında bugün bir topluluk olarak yaşamaktadırlar. Esasen bu durum Irak ve Suriye Türkleri için de geçerlidir. Gerek Orta Doğu gerekse Orta Asya ülkelerinde yaşayan Türk toplulukları, Müslüman milletlerin yönetimi altında yaşayan milli azınlıklardır. Söz konusu ülkelerin imzaladıkları antlaşmalara veya söz konusu ülkelerin iç hukukuna geçmiş bir azınlık statüleri yoktur.

Kelimenin tam manasıyla bir Osmanlı bakıyyesi olan Balkan Türkleri, Osmanlılar ile Balkanlar'a gelip, Osmanlılar çekildikten sonra buralarda kalmışlardır. Osmanlı/Türk yönetiminin bu ülkelerden çekilmesi esnasında yapılan antlaşmalarla bu toplulukların varlıkları kabul, dini ve milli hakları garanti edilmiştir. Türkiye'nin Bulgaristan ile ilişkilerinde Bulgaristan Türkleri, Yunanistan ile ilişkilerinde Batı Trakya Türkleri her zaman gündemin çok önemli bir maddesini teşkil etmiştir. Türkiye, gücü nispetinde söz konusu ülkelerdeki soydaşlarının haklarının savunucusu ve takipçisi olmuştur. Balkanlar'daki Türk azınlıklar, Türkiye'nin söz konusu ülkelerle ilişkilerinin bozulduğu zamanlarda bu durumdan çok kötü bir şekilde etkilenmişlerdir.

Türk azınlıkların bulunduğu bütün Balkan ülkeleri Hrıstiyandır. Bu itibarla Balkanlar'daki Türkler hem dini hem de milli azınlıklardır. Bundan dolayı kendilerine gelen baskılar hem dini hem de milli kimliklerine yönelik olmuştur. 1980'li yıllarda Bulgaristan'ın, uzunca bir süredir Yunanistan'ın yaptığı gibi, Balkan ülkeleri zaman zaman söz konusu Türk azınlıkların milli kimliklerini inkar etmişler ve onları sadece dini azınlıklar olarak takdim etmişlerdir.

Romanya Türklerinin bu ülkede varlıklarını sürdürme ve kendilerini ifade etme bakımından çok büyük problemleri olmamıştır. Herhalde bunda Romanya'nın Türkiye ile sınır komşusu olmaması dolayısıyla, Romanya'nın, ülkesindeki Türk azınlığı bir tehdit olarak görmemesinin payı büyüktür. Romanya Devleti, ülkesindeki Türk azınlığı tanımakta ve bu azınlığın dilini, dinini yani milli ve dini kimliğini koruyabilmesi için imkanlar sağlamaktadır.

Eski Yugoslavya'nın iki önemli bölgesi olan Makedonya ve Kosova, son yıllarda önemli çalkantılara sahne olmuştur. Kosova'ya artık Ortodoks Sırplar değil Müslüman Arnavutlar hakimdir. Ancak bu yeni dönemde Kosova'daki Türklerin hakları artacağına azalmıştır. Örneğin, Türkçe resmi dil olmaktan çıkarılmıştır. Türklerin Arnavutlaştırılmaları söz konusudur. Makedonya geçen yıl Arnavutlar ile Makedon hükümeti arasındaki iç çatışmadan Makedonya Türkleri çok zarar görmüşlerdir. Müslüman oldukları için Makedonlardan, kendilerini desteklemedikleri için Arnavutlardan tepki almışlardır. Türkiye'ye göç sebebiyle sayıları çok fazla değilse de Makedonya Türkleri ve Kosova Türkleri ehl-i kalem, kültür seviyeleri yüksek insanlardır. İki milyona yakın Bulgaristan Türkünün çıkaramadığı sayıda ve kalitede gazete ve dergi yayınlamışlardır, yayınlamaktadırlar.

Yunanistan'ın 1980 yılında Avrupa Birliği'ne tam üye olması, bu ülkede yaşayan Türk azınlık açısından olumlu olmuştur. Bir yandan Batı Trakya Türklerinin haklarını arayabilecekleri Avrupa Birliği kurumları, bir yandan Avrupa Birliği'nin Yunanistan'a baskıları sonucunda Batı Trakya Türkleri üzerindeki baskılar 1980 öncesine nazaran hafiflemiştir. Tamamen kalkmamıştır, ama azalmıştır. Belki de bunu, Batı Trakya Türkleri 1980 öncesinden daha az kötü durumdadırlar, şeklinde söylemek doğru olur. Batı Trakya Türkleri tam bir Avrupa Birliği üyesi ülkenin vatandaşları olarak hâlâ bütün haklarını kullanamamaktadırlar.

Balkanlar'ın en fakir ülkesi Arnavutluk'ta Türk Arnavutlara "Turkoalvanos" ismi verilmektedir. Sayıları hakkında bir şey söyleyebilmek oldukça güçtür. Bu cümleden olarak, bu ülkede yoğunlaşan Yunanistan kaynaklı Ortodoks misyonerlik faaliyetlerinin öncelikli hedefi "Turkoalvanos" denilen Türk Arnavutlardır.113

Bulgaristan Türklerinin Türk ve Müslüman isimleri Todor Jivkov'un Devlet Başkanı olduğu 1980'li yıllarda değiştirilmişti. Bulgaristan Türklerinin aslında Bulgar asıllı ve Hrıstiyan oldukları iddia edilerek "soya dönüş" sürecinde, onları yeniden Bulgarlaştırma ve Hrıstiyanlaştırma kampanyaları başlatılmıştı. Yanlış hesap Bağdat'tan döndü. Bu yanlış politikada ısrar ne Bulgaristan'a yaradı ne de onun komünist yönetimine. Bulgaristan, enerjisini böyle yanlış bir şekilde harcadığı için güçsüzleşti, insanları fakirleşti. Bir gün bıçak kemiğe dayandı ve Jivkov yönetimi devrildi. Yeni Bulgaristan yönetimleri, Türk azınlığı bir tehdit değil Bulgaristan toplumunun bir parçası olarak gördüler. Ayrımcılık kalktı, el ele verdiler, güçler birleştirildi.

Bulgaristan Türkleri Bulgaristan tarihinde ilk defa olarak hükümette bakanlık koltuklarında oturuyorlar. Onlar, bazılarının korktuğu gibi Bulgaristan'ı satmadılar, bilakis Bulgarlarla birlikte devlet için, toplum için çalışıyorlar. Hatta artık azınlık politikaları tartışılırken bir Bulgaristan modelinden bahsediliyor, Bulgaristan örnek olarak gösteriliyor. Tabii ki bu gelişmede Bulgaristan'ın Avrupa Birliği'ne girme kesin arzusunun önemli bir payı var. Bulgaristan azınlıklar problemi olduğu halde Avrupa Birliği'ne alınmayacağını çok iyi bildiği için ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı. Sonuçta kendi kazandı. Temennimiz bu uzak ve hoşgörülü bakışın bütün Balkanlar'a, bütün Türk azınlıkların ve hatta bütün azınlıkların bulunduğu ülkelere hakim olması!

1 Osmanlı öncesi Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a gelen Türk toplulukları, bunların bölgedeki diğer topluluklarla ilişkileri, söz konusu Türk topluluklarından günümüze kalanlar konusunda bk. Rasony, Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1971; bu konularda yapılan iki yeni çalışma için bk. Yusuf Hamza, Balkan Türklüğü, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2000; Osman Karatay, Hırvat Ulusunun Oluşumu, ASAM Yayınları, Ankara, 2000.
2 Mehmet İnbaşı, Rumeli Yörükleri (1544-1675), Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2000.
3 Ömer Lütfi Barkan'ın bu hususta klasikleşmiş bir çalışması için bk. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler", İ.Ü. İktisat Fakültesi Memuası, C. XI, s. 1-4, 1949-1950, s. 524-569; aynı dergi C. XIII, s. 56-79; aynı dergi C. XV, s. 209-237.
4 Ömer Lütfi Barkan, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler", Vakıflar Dergisi, S. 2, 1942, s. 279-367.
5 Bu eserlerin bugünkü Balkan ülkelerine göre dağılımı şu şekildedir: Arnavutluk'ta, 664'ü dini, 139'u eğitim, 123'ü ticari, 13'ü askeri ve 76'sı sosyal olmak üzere toplam 1. 015 yapı; Bosna-Hersek'te, 1. 392'si dini, 960'ı eğitim, 636'sı ticari, 199'u askeri ve 373'ü sosyal olmak üzere toplam 3. 560 yapı; Bulgaristan'da, 2. 557'si dini, 419'u eğitim, 136'sı ticari, 6'sı askeri ve 221 'i sosyal amaçlı olmak üzere toplam 3. 339 yapı; Hırvatistan'da, dini, 25'i eğitim, 17'si ticari, 14'ü askeri ve 20'si sosyal olmak üzere toplam 187 yapı; Kosova'da, 248'i dini, 41 'i eğitim, 42'si ticari, 3'ü askeri ve 27'si sosyal olmak üzere toplam 361 yapı; Macaristan'da, 352'si dini, 126'sı eğitim, 31'i ticari, 35'i askeri ve 180'i sosyal olmak üzere toplam 724 yapı; Makedonya'da 884'ü dini, 208'i eğitim, 75'i ticari, 23'ü askeri ve 221'i sosyal olmak üzere toplam 1. 411 yapı; Romanya'da 179'u dini, 48'i eğitim, 20'si ticari, 12'si askeri ve 32'si sosyal olmak üzere toplam 291 yapı; Sırbistan, Karadağ, Voyvodina ve Sancak'tan oluşan yeni Yugoslavya'da, 580'i dini, 193'ü eğitim, 103'ü ticari, 23'ü askeri ve 199'u sosyal olmak üzere toplam 1. 098 yapı; Yunanistan'da 2. 673'ü dini, 504'ü eğitim, 181'i ticari, 22'si askeri, 391'i sosyal olmak üzere toplam 3. 771 yapı. Bk. Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimari Eserleri, C. 1-4, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, 2000.
6 Murat Adalı, "Değişen Balkanlar", Yeni Türkiye, S. 1, Kasım-Aralık 1994, s. 64; Melahat Hamza, Makedon Drama Eserlerinde Türk İzleri ve Türkler, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1998; M. Türker Acaroğlu, Bulgarların Aldığı Türkçe Adlar ve Soyadlar Sözlüğü, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1999; Alf Granner, "Turkish Influence on Bulgarian", The Turks of Bulgaria: The History, Culture and Political Fate of A Minority, Kemal H. Karpat (ed.), The ISIS Press, İstanbul, 1990, s. 243; Tahsin Cemil, "Romen-Türk Dostluğunun Tarihi Temelleri", Yeni Türkiye, S. 3, Mart-Nisan 1995, s. 302; Mefkure Tamer, "Türkçenin Romenceye Tesiri", Türk Kültürü, Y. IV, S. 39, s. 128, Aralık 1966, s. 259-261; Aziz Yakın, "Bulgar Dilinde Türkçe Kelimeler", Türk Kültürü, Y. IV, S. 79, Nisan 1976, s. 477-479.
7 Balkanlar'da Türk sivil mimari örnekleri, karşılıklı etkileşme konularında bk. Nur Akın, Balkanlar'da Osmanlı Dönemi Konutları, Literatür Yayıncılık, Ankara, 2001.
8 Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, 1878-1908, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998, s. 47-164.
9 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Müslüman Türk nüfusuna uygulanan katliam, zulüm ve yaşanan göçler için bk. Bilal Şimşir (ed.), Rumeli'den Türk Göçleri, C. I, C. II, C. III, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989; Nedim İpek, Rumeli'den Anadolu'ya Türk Göçleri (1877-1890), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1994; Batılı gazetecilerin işlenen bu vahşetlerle ilgili raporları için bk. Rusların Asya'da ve Rumeli'de Yaptıkları Mezalim, Ter. Zeynep Kerman, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1987.
10 W. N. Medlicott, The Congress of Berlin and After, Second Ed., Frank Cass & Co. Ltd., 1963.
11 Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri (1912-1913), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1994.
12 Mithat Paşa ve Mithat Paşa'nın valiliği döneminde Tuna Vilayeti'nde gerçekleştirdiği reformlar için bk. Ali Haydar Mithat, Mithat Paşa, Hayat-ı Siyasiyyesi, Hidemat-ı Menfa Hayatı, C. I, İstanbul, 1325; Uluslararası Mithat Paşa Semineri, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1986.
13 20. yüzyılın başlarında Makedonya bölgesi ile ilgili bk. Gül Tokay, Makedonya Sorunu, Jön Türk İhtilalinin Kökenleri (1903-1908), Afa Yayınları, İstanbul, 1996.
14 Berlin Antlaşması ile İstanbul'a vergi verir ve Hıristiyan bir vali tarafından yönetilir muhtar bir eyalet olarak kurulan Şarki Rumeli Eyaleti'nin kuruluşu, idaresi ve bu eyaletin 1885 yılında Bulgaristan'la birleşmesi konusunda bk. Mahir Aydın, Şarki Rumeli Eyaleti, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1996.
15 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 247-296.
16 Berlin Antlaşması'nın tam metni için bk. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C. I, A. Ü. Hukuk Fakültesi, Ankara, 1953.
17 Kemal Beydilli, "Dış Politika ve Siyasi Ahlak", İlmi Araştırmalar, S. 7, 1999, s. 47.
18 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 145-155.
19 Richard Crampton, Bulgaria, 1878-1918, A History, New York, 1983, s. 181-186.
20 Eşref Eşrefoğlu, "Bulgaristan Türklerine ve Ruscuk'taki Türk Eserlerine Dair 1897 Tarihli Bir Rapor", Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 1, 1972, s. 19-37.
21 Mahir Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 212.
22 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 200-201.
23 Türk-Bulgar Vakıf Komisyonu ilk 56 oturumu boyunca miri emlak kavramını tartıştı. Bk. Ömer Turan, "Bulgaristan'da Türk Vakıfları", Sofya'da düzenlenen Balkanlar'da İslam Medeniyeti Sempozyumu'na sunulan tebliğ metni.
24 Annuaria 1909, s. 62-65, Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 214-215.
25 Annuaria 1909, s. 72-73, Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 216.
26 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 211-226.
27 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, 1878-1908, s. 211-213; Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 1878-1985, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986, s. 23.
28 Cemiyet-i Muallimin-i İslamiye hakkında bk. Osman Keskioğlu, Bulgaristan'da Türkler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1985, s. 99-109.
29 Ömer Turan, "Prenslik Döneminde Bulgaristan Türklerinin Sosyal Siyasal Kurumlaşma Çalışmaları", Belleten, C. LXIV, S. 239, Nisan 2000, s. 89-100.

30 Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 265-266.
31 Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 287-290.
32 Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, s. 290-296.
33 Keskioğlu, Bulgaristan'da Türkler, s. 38-40.
34 Antlaşmanın tam metni için bk. Düstur, I, Tertib-i Sani, S.
179, 1329/1913.
35 A. Mete Tuncoku, "The Rights of Minorities in International Law: The Case of the Turkish Minority in the People's Republic of Bulgaria", The Turks of Bulgaria: The History, Culture and Political Fate of A Minority, s. 243; İbrahim Kamil, Bulgaristan'daki Türklerin Statüsü, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1989, s. 31-34.
36 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s. 376-380.
35 Bu yıllarda Bulgaristan'da Türkler ve Müslümanların durumu için bk. Aleksandre Popovic, Balkanlar'da İslam, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 79-83;
37 Hüseyin Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1995, s. 112­135.
38 Bk. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s. 167-302; Memişoğlu, 136-149; Ali Eminov, Turkish and Other Muslim Minorities in Bulgaria, Hurst & Company, 1997, s. 51-70, 128-137.
39 Bu konuda T. C. Dışişleri Bakanlığı'nın, Sofya'daki Türk Büyükelçiliği'nin, diğer devletlerin ve uluslararası kuruluşlarının tavrını ortaya koyan dönemin Sofya Türk Büyükelçisinin hatıraları için bk. Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri, 1983-1989, C. I, ASAM, Ankara, 2000, s. 173-572; Bu mesele hakkında yabancı basında yer alan haber ve yorumlar için bk. Bilal N. Şimşir, The Turks of Bulgaria in International Fora, Documents, C. I-II, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1986.
40 Bu esnada 400. 000 civarında Bulgaristan Türkü, Türkiye'ye gelebilmek için vize işlemlerini yaptırmaktadır. Bu dönemde Bulgaristan'dan gelen soydaşlarımızın psikolojik durumlarını ortaya koyan önemli bir çalışma için bk. Beğlan Toğrol, 112 Yıllık Göç (1878­1989), 1989 Yazındaki Üç Aylık Göç'ün Tarihi Perspektif İçinde Psikolojik İncelemesi, B. Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1989.
41 Hak ve Özgürlükler Partisi'nin kuruluşu, yapısı, problemleri ve Bulgaristan iç politikasındaki yeri konusunda bk. Nurcan Özgür, Etnik Sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler Hareketi, Der Yayınları, İstanbul, 1999.
42 1990'lı yılların ilk yarısında Bulgaristan Türklerinin durumu hakkında bk. Ömer Turan, "Bulgaristan Türklerinin Bugünkü Durumu", Yeni Türkiye, S. 3, Mart-Nisan 1995, s. 294-301; yine bu dönemde Bulgaristan'da Türkçe basın için bk. Ömer Turan, "Bulgaristan'da Totaliter-Komünist Rejimin Yıkılmasından Sonra Çıkan Türkçe Gazeteler", Türkiye Günlüğü, S. 36, Eylül-Ekim 1995, s. 95-98.
43 1990'lı yıllarda Bulgaristan Türklerinin dini hayatı konusunda bk. Ömer Turan, "Balkan Türklerinin Dini Problemleri", Yeni Türkiye, S. 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1744-1757.
44 Türkiye Cumhuriyeti bunun için 40. 000 kitap bağışlamıştır. Beşinci ve sekizinci sınıflar arasındaki çocukların okuyacakları bu kitaplarda, Dünya ve Bulgaristan klasiklerinin Türkçe tercümeleri yer almaktadır. Turkish Daily News, 19 Ocak 2001, s. 4.
45 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Mehmet Çavuş, "Bulgaristan Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 40-41.
46 Çavuş, s. 42-47.
47 Çavuş, s. 48.
48 Raif Virmiça, "Yugoslavya'da Yayın Hayatı", Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Yayın Hayatı Bilgi Şöleni Bildirileri, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1999, s. 197-214.

49 Daha geniş bilgi için bk. Mustafa İsen-Suat Engüllü, "Yugoslavya Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 57-64.
50 Batı Trakya'nın işgali, Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi, Garbî Trakya Hükümet-i Müstakilesi ve 29 Ekim 1913 tarihli İstanbul Antlaşması sonucunda bölgenin Bulgaristan'ın hakimiyetine geçmesi konusunda bk. Nevzat Gündüz, 1913 Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987, s. 116-164.
51 Tevfik Bıyıkoğlu, Trakya'da Milli Mücadele, C. I-II, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1987; Balkan Savaşlarından ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Trakya Türkleri'nin istiklal mücadeleleri için bk. Abdürrahim Dede, Balkanlar'da Türk İstiklal Hareketleri, İstanbul, 1978.
52 Mübadele konusunda bk. Stephen s. Ladas, The Exchange of Minorities, Bulgaria, Greece and Turkey, The Macmillan Company, 1932; Kemal Arı, Büyük Mübadele, Türkiye'ye Zorunlu Göç, 1923-1925, Tarih Vakfı, İstanbul, 1995.
53 Dimitri Pentzopoulos, The Balkan Exchange of Minorities
and Its Impact Upon Greece, Paris, 1964, s. 136.
54 Yunanistan hükümeti İzmirli Rumları yerleştirmek bahanesiyle, Halkidiki yarımadasında bulunan Türklere ait zeytinliklere el koydu. Araziler 1933 yılında Yunanistan hükümeti tarafından istimlak edildi. Yunanistan mahkemeleri Türklerin lehine karar verdiği halde Yunan hükümeti Türklere tazminat ödemeyi reddetti. 1995 yılında Yargıtay arazi sahibi Türklerin tazminat haklarının zaman aşımına uğradığı kararına vardı. 1997 yılında Yunanistan Yüksek Mahkemesi bu kararı onayladı. Bunun üzerine arazi sahibi Türklerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açtıkları dava Aralık 2001'de sonuçlandı. Yunanistan hükümetinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini kabul ederek, tazminat ödemesini kararlaştırdı.
55 Yunanistan'da Cemaat-i İslamiyelerin günümüze kadar geçirmiş olduğu aşamalar hakkında bk. Ayşe Nükhet Adıyege, Yunanistan Sınırları İçinde Müslüman Cemaat Örgütlenmeleri: Cemaat-i İslamiyeler, 1913-1998, SAEMK, Ankara, 2001.
56 Halit Eren, Batı Trakya Türkleri, İstanbul, 1997, s. 69-77.
57 Eren, Batı Trakya Türkleri, s. 72-73. Cunta Yahudilerin cemaat heyetlerini de aynı şekilde lağvetmek istemiş fakat dış baskılar karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştır.
58 "Batı Trakya Türkleri Eğitim Raporu", Batı Trakya'nın Sesi, S. 4, İstanbul, Mayıs-Haziran 1988, s. 31.
59 Türkkaya Ataöv, "The Ethnic Minorities in Greece", A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 46, S. 3-4, Haziran-Aralık 1991, s. 24.
60 International Helsinki Federation of Human Rights, Destroying Ethnic Identity: The Turks of Greece, August 1990.
61 Nazif Mandacı-Birsen Erdoğan, Balkanlar'da Azınlık Sorunu: Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan'daki Azınlıklara Bir Bakış, SAEMK, Ankara, 2001, s. 19.
62 M. H. Mustafa, "Bir Yılın Bilançosu: Karamsar Bir Tablo", Yuvamız, S. 101, Ocak 1995, s. 2-3.
63 Bulgaristan sınırındaki Şahin bölgesinde bir "açık hava hapishanesi" hayatı yaşayan Batı Trakya Pomakları konusunda bk. Halim Çavuşoğlu, Balkanlar'da Pomak Türkleri, Tarih ve Sosyo-Kültürel Yapı, Ankara, 1993.
64 Zaman, 2 Ocak 2002.
65 İskeçe'de bir okulda öğretmenlik yapan Rasim Hint, çalıştığı okulu azınlık okulu yerine Türk okulu olarak tanımladığı için bir yıl boyunca görevinden uzaklaştırılmış ve 1996-1998 yılları arasında dağ köylerinin birine sürgün edilmiştir. Bk. Nazif Mandacı-Birsen Erdoğan, s. 18.
66 Halit Eren, s. 87-91.
67 Eren, s. 149-158.
68 Feyyaz Sağlam, "Yunanistan (Batı Trakya) Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 23-32. Osmanlı döneminde bugünkü Yunanistan topraklarında üretilen Türk edebi ürünleri ayrı bir çalışma konusudur. Burada Selanik doğumlu Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet, Aka Gündüz Kutbay, Gümülcineli Pertev Naili Boratav, Dramalı Tahsin Banguoğlu ve bunlar gibi Yunanistan'ın muhtelif şehirlerinde doğduktan sonra Türkiye'ye göç etmiş fikir, edebiyat ve sanat adamlarından da bahsedilmeyecektir.
69 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Feyyaz Sağlam, Yunanistan'da (Batı Trakya'da) Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmir Şubesi, İzmir, 1995; Feyyaz Sağlam, Yunanistan (Batı Trakya) Türk Edebiyatı Üzerine İncelemeler, İzmir, 1991; Feyyaz Sağlam, Yunanistan (Batı Trakya) Türk Edebiyatı Üzerine İncelemeler, C. II, İzmir, 1993; Feyyaz Sağlam, Yunanistan (Batı Trakya) Türk Edebiyatı Üzerine İncelemeler, C. III, Almanya'daki Batı Trakya Türk Federasyonu, İzmir, 1994; Feyyaz Sağlam, Yunanistan (Batı Trakya) Türk Edebiyatı Üzerine İncelemeler, C. IV, Avustralya Batı Trakya Türkleri İslam Derneği, İzmir, 1996.
70 Bir hayli tartışmalı olan Makedon kimliği konusunda için bk. Hugh Poulton, Who Are the Macedonians?, Hurst & Company, London, 1995; Bu konuda Makedonların görüşü için bk. Branko Panov, "Toward the Ethnogenesis of the Macedonian People", Macedoine (Articles D'Histoire), Skopje, 1981, s. 37-47; 1980'li yılların sonu itibariyle, dağılmadan önceki Yugoslavya'da, Makedonya kısmı da dahil olmak üzere, milliyetler ve etnik problemler için bk. Hugh Poulton, The Balkans, Minorities and States in Conflicts, Minority Right Publications, 1991, s. 39-104.
71 Bu dönemde Makedonya hakkındaki tartışmalar ve Makedonya'daki etnik gruplar için bk. H. N. Brailsford, Macedonia: Its Races and Their Future, Methuen, London, 1906; Bu dönemde Balkan devletlerinin Makedonya'ya yönelik politikaları hakkında bk: James D. Bouchier, "The Balkan States-Their Attitutes Towards the Macedonian Question", The Balkan Question: The Present Condition of the Balkans and of European Responsibilities, Ed., Ligi Villari, E. P. Dutton, New York, s. 44-89; Bulgaristan'ın Makedonya'ya yönelik emelleri doğrultusunda toplanmış belgelerden oluşan bir kitap için bk. Macedonia, Documents and Material, Bulgarian Academy of Sciences, Sofia, 1979; Makedonya'nın en önemli ihtilâlci örgütü olan VMRO için bk. Duncan M. Perry, The Politics of Terror, The Macedonian Revolutionary Movements, 1893-1903, Duke University Press, 1988; 1900'lü yılların başında Balkan devletlerinin Makedonya'nın nüfusunu nasıl istedikleri gibi gösterdikleri konusunda bk. Aram Andonyan, Balkan Harbi Tarihi, Çev. Zaven Biberyan, Sander Yayınları, İstanbul, 1875, s. 94.
72 Bu konuda geniş bilgi için bk. Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri (1912-1913), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1994.
73 Fadıl Hoca, "Ülke Sunuşları: Makedonya", Türk Hakları, Mustafa Kahramanyol (ed.), Ankara, 1995, s. 238.
74 Makedonya Müslümanlarının Osmanlı hakimiyeti sonrası dinî yönetimlerinin tarihçesi için bk. Aleksandre Popoviç, Balkanlarda İslâm, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 222-249.

75 Adı geçen kuruluş Bosna Hersek'teki savaş esnasında Makedonya'ya gelen Boşnak mültecilere, Kosova olayları sırasında yine bu ülkeye gelen Arnavut mültecilere ve Makedonya'da yaşanan son olaylar esnasında mahsur kalan Müslümanlara önemli yardımlarda bulunmuştur1990'lı yılların ortaları itibariyle Makedonya'daki Türklerin tanıtıldığı, siyasî, sosyal ve dinî problemlerinin tartışıldığı iki çalışma için bk. Ömer Turan, "Makedonya'da Türk Varlığı ve Kültürü", Biliğ, S. 3, Güz 1996, s. 21-32; Ömer Turan, "Balkan Türklerinin Dinî Meseleleri", Yeni Türkiye, Y. 3, S. 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1744-1757.
76 Mehmet İbrahimgil-Ömer Turan, Makedonya'da Türk Eserleri, Kültür Bakanlığı (Basılmamış Proje Raporu), Ankara, 1999, s. VI-XXVI.
77 Makedonya bölgesinde Türkçe XIV. yüzyılın ikinci yarısından beri konuşma ve yazı dili olarak vardır. Ancak bu çalışmada Makedonya'da Osmanlı sonrası Türk edebiyatı konu edilmektedir. Bundan dolayıdır ki Osmanlı hakimiyetinin son döneminde bile olsa bu topraklarda doğduktan sonra Türkiye'ye geçen Üsküp doğumlu Yahya Kemal, Şemseddin Sami ve Yaşar Nabi Nayır, Manastır doğumlu Cenap Şahabettin ve Hakkı Süha Gezgin, Radoviş doğumlu Şevket Rado, Ustrumca doğumlu Zekeriya Sertel ve bunlar gibi diğer Makedonya menşeli Türk şair ve yazarlardan bahsedilmeyecektir.
78 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Mustafa İsen-Suat Engüllü, "Makedonya Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 49-56.
79 Makedonya'da 1990'lı yıllarda çıkan Türkçe gazete ve dergiler hakkında geniş bir tanıtım ve değerlendirme için bk. Ömer Turan, "Bulgaristan ve Makedonya'da Çıkan Türkçe Gazeteler", Avrupa'da Türkçe Yayınlar Sempozyumu, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları, Amsterdam, 1996, s. 39-53.

80 Niyazi Limanovski, Islamizacijata I Etnickite Promeni vo Makedonija, Makedonci Muslimani, Skopje, 1984.
81 Istorija Folklor I Etnologija na Islamiziranite Makedonci,
Scientific-Cultural Activities of Islamized Macedonians in Macedonia, Skopje, 1987.
82 Torbeş kimliği konusunda bk. Ömer Turan, "Pomaks, Their Past and Present", Journal of Muslim Minority Affairs, C. 19, No. 1, 1999, s. 69-83.
83 Jupa'da Torbeşler Makedonya Anayasası'nın 8. maddesi uyarınca çocuklarına Türkçe eğitim vermek istediler. Fakat Makedonya hükümeti, bu insanların kendi aralarında Türkçe konuşmadıkları gerekçesiyle izin vermedi. Bunun üzerine kendi imkânlarıyla 1 Ekim 1991 tarihinde Türkçe eğitim veren iki tane gayri resmî özel okul açtılar. Tecrübeli öğretmenleriyle Eğitim Bakanlığı'nın ders programını takib ettiler. 1994 yılına kadar bu iki okulun öğrenci sayısı 250'ye ulaştı. Bu durumdan rahatsız olan Makedon yönetimi, evvela çocukları bu okula giden aileleri tehditle işe başladı. Ailelere, çocuklarını bu okullardan çekmezlerse işlerini kaybedecekleri söylendi. Göndermekte devam eden ailelerin sosyal yardımları kesildi. Nihayet Makedonya Eğitim Bakanlığı, bu insanların Türk değil kandırılmış Makedon Müslümanı oldukları gerekçesiyle okulların kapatılmasını kararlaştırdı. 8 Haziran 1995 tarihinde okula gelerek öğrencileri çıkaran polisler, içindekilerle birlikte okulları yaktılar. Bk. A Threat to "Stability", Human Rights Violations in Macedonia, Human Rights Watch, Helsinki, s. 54-55. Bunun üzerine 171 öğrencinin velisi 60 Jupalı, 2 Eylül 1996 tarihinde açlık grevine gittiler. Makedon polisi açlık grevi yapılan yeri polis kordonuna alarak basın mensuplarının girmesini engelledi. Nihayet açlık grevinin 47. gününde Türk Demokratik Partisi'nin gayretleriyle grev durdurulabildi. Partinin Genel Başkanı Erdoğan Saraç, olayla ilgili yaptığı açıklamada, "Makedonya, 20 bin civarında olan Türkçe öğrenim görmek isteyen bu insanları zorla Makedon kabul ederek ayakta kalacaksa, onları devlete bağışlayabiliriz" dedi. Zaman, 14 Eylül 1996. Jupa'daki Torbeş çocuklarına Türkçe okul verilmedi ancak yakınlarında bulunan Kocacık köyündeki Necati Zekeriya merkez ilkokulunda Türkçe eğitim almaları kabul edildi.
84 Birlik, Üsküp, 2 Kasım 1996.
85 Zaman, 14 Eylül 1996.
86 Osman Horata, "Romanya Türkleri", Yeni Türkiye, Y. 3, S.
16, 1997, s. 1859-1866.
87 19. yüzyıl sonlarından II. Dünya Savaşı'na kadar Dobruca Türklerinin tarihi için bk. Müstecip Ülküsal, Dobruca ve Türkler, 2. Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987.
88 Edip Ömer, "Dobruca'da Türk-Tatar Basınının Tarihçesi", Renkler, S. 3, 1992, s. 143-147.
89 Altay Kerim, "Romanya'da Kitap, Gazete, Dergi ve Radyo Yayın Hayatı", Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Yayın Hayatı Bilgi Şöleni Bildirileri, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1999, s. 317-334;.
90 Osman Horata, "Romanya Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 65-95.
91 Harun Güngör-Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri (Tarih, Dil-Folklor ve Halk Edebiyatı), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1991, s. 2-4.
92 Nevzat Özkan, "Gagavuz Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 97-120.
93 Milli Mücadele dönemi ve sonrasında Musul-Kerkük bölgesi üzerine tartışmalar ve tarafların görüşleri için bk. M. Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1987; M. Kemal Öke, Kerkük Musul Dosyası, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1991; Hikmet Özdemir, "Irak'ın Doğuşu ve Lozan'da Kurtlarla Dans (1916-1923)", Avrasya Dosyası, C. 3, S. 1, İlkbahar 1996, s. 105-126.
94 Suphi Saatçi, "Irak Türklerinin Varlığını Yaşatma Mücadelesi Tarihinden Çizgiler", Türkiye Dışındaki Türk Milliyetçiliği, Yay. Haz. Yücel Hacaloğlu, Türk Yurdu Yayınları, Ankara, 1995, s. 49-60.
95 Söz konusu deklarasyonun tam metni için bk Ömer Turan, "Irak'ın Milletler Cemiyeti'ne Girerken Yayınladığı Deklarasyon'da ve Anayasalarında Türk ve Diğer Azınlıkların Hakları", Avrasya Dosyası, C. 3, S. 1, İlkbahar 1996, s. 28-29.
96 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Irak Özel Raportörü Stoel'in bu konuları geniş bir şekilde ele alan raporu için bk. Max Van Der Stoel, Violation of human Rights in Iraq-Turkomans, 25/02/1994, E/CN, 4/1994/58.
97 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Baskın Oran, Kalkık Horoz, Çekiç Güç ve Kürt Devleti, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996.
98 Türkmen kuruluşları, Birinci Türkmen Kongresi ve söz konusu kongrenin yapıldığı dönemde Irak Türklerinin durumu için bk. Ömer Turan, "Türkmen Kurultayı'nın Ardından", Türk Kültürü, Y. 36, S. 420, Nisan 1998, s. 201-212.
99 İkinci Türkmen Kurultayı hakkındaki bir değerlendirme yazısı için bk. Abdullah Manaz, "II. Türkmen Kurultayı'nın Ardından", Kerkük, Y. 10, S. 29, Şubat 2001, s. 4­6.
100 Türkmenlerin basın tarihi için bk. Ziyat Köprülü, Irak'ta Türk Varlığı, Ankara, 1996, s. 30-36.
101 Bk. Ekrem Pamukçu, "Irak Türklerinde Dini Hayat", Türk Dünyasının Dini Meseleleri, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1997, s.
102 Bölgedeki tekkeleri ve fonksiyonları konusunda bk. Yaşar Kalafat, "Türkmeneli/Erbil ve Halk Sufizmi", Türk Dünyası Araştırmaları, S. 107, Nisan 1997, s. 42.
103 Ziyat Akkoyunlu, "Irak Türkleri Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, C. IV, Üçüncü Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1998, s. 121-134.
104 Milli Mücadele Dönemi'nde Suriye Türklerinin teşkilatlanmaları ve Atatürk'ün gönderdiği subayların önderliğinde Fransızlara karşı mücadeleleri konusunda iki değerli çalışma için bk. Abdülkerim Rafık, "Türkiye-Suriye İlişkileri, 1918-1926", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sabahattin Samur (çev.), S. 88, Şubat 1994, s. 34-60; Ömer Osman Umar, "Milli Mücadele Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1923)", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 102, Haziran 1996, s. 33-58.
105 Cengiz Orhonlu, "Suriye Türkleri 3", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1976, s. 1136.
106 Suriye Türklerinin sayısına ilişkin farklı tahminler de vardır. Örneğin Mehmet Şandır'a göre bu rakam 15 milyon, M. Fatih Kirişçioğlu'na göre 1 milyon, Nazif Öztürk'e göre 750-800. 000, Mustafa Kafalı'ya göre ise 500. 000'dir. Bk. Mehmet Şandır, "Suriye Türklüğü", Türkeli Gazetesi, 8 Ocak 1997, s. 19; M. Fatih Kirişçioğlu, "Suriye Türkleri", Avrasya Dosyası, C. 2, S. 3, Sonbahar 1995, s. 131-142; Nazif Öztürk, "Suriye Türkleri", Yeni Türkiye, S. 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1679; Mustafa Kafalı, "Suriye Türkleri I", Töre Dergisi, S. 21, Şubat 1973, s. 32.
107 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, C. I, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s. 759-805.
108 Kaşkaylar hakkında daha geniş bilgi için bk. Muhittin Çelik, "Kaşkay Türkleri", Yeni Türkiye, S. 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1651-1662.
109 Pierre Oberling, "The Turkic Peoples of Iran", The Turkic Peoples of the World, Margaret Bainbridge (ed.), Kegan Paul Int., London & New York, 1991, s. 144-158.
110 Mehmet Saray, "İran Türkleri", Yeni Türkiye, S. 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1642-1643.
111 İran İslam Cumhuriyeti döneminde İran'daki Azerilerin durumu hakkında daha geniş bilgi için bk. Brenda Shaffer, Borders and Brethren: Iran and the Challenge of Azerbaijani Identity, MIT Press, Cambridge, 2002.
112 Afganistan'daki etnik gruplar ve bunların arasında Türk topluluklarının durumu için bk. D. N. Wilber, "Afganistan'da Etnik Gruplar ve Kökenleri", Türk Folklor Araştırmaları, S. 350, 1978, s. 8443-8442; Mehmet Saray, Dünden Bugüne Afganistan, İstanbul, 1981; Fuat Bozkurt, "Afganistan Türkleri", Toplumsal Tarih, S. 46, 1997, s. 36-45.
113 INAF Haber Bülteni'ne göre, Arnavutluk'taki Türk topluluğunu eritmek, Türk etkisini bitirmek isteyen Yunanistanlı misyonerler, işsiz ve fakir Arnavutları çeşitli vaadlerle celbetmeye çalışmakta, tabii bunun için isim ve dinlerini değiştirmelerini şart koşmaktadırlar. INAF Haber Bülteni, 20 Ağustos 2001.

Yorumlar (0)