23.02.2022, 00:17

Türk İrfanının Dört Yapraklı Yoncası

Günümüzün sözüm ona kimi uygar uluslarında henüz alfabe bile yokken; bin yıl önce Türklerin edebiyatı, sanatı göz kamaştırıyordu. Gelin, şimdi Türk irfanının (culture/kültür) dört yapraklı yoncası olan bilge (âlim) ve erenlerimizi (evliya); Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Uluğ Has Hacip, Ahmet Yüknekî ve pîrimiz Hoca Ahmet Yesevî’yi yakından tanıyalım.

Balasagunlu Yusuf Uluğ 6645 beyitten oluşan Kutadgu Bilig adlı eserini 1068’de yazdı. Böylece Karahanlı Devleti’nin “Has Hâcip”i oldu. Yazdığı siyaset ve yönetim kitabı ile yalnız Türklere değil, tüm insanlığa kılavuz oldu. Okuyana, dinleyene “Dayanma hayata, rüya gibi geçer./Güvenme boş saadete, kuş gibi uçar.” dedi. Yine “Helalin adı kaldı, onu gören yok. Haram kapışıldı, hâlâ doyan yok.” diyerek sanki günümüz dünyasına ışık tuttu. “Adalet göğün direğidir. O yıkılırsa gökyüzü yerinde duramaz.” diyerek her devrin yöneticilerinin kulağına küpeyi takan Yusuf Uluğ, “Eğer aslanlara köpek baş olursa, o aslanların hepsi köpek olur.” sözüyle de Türk milletine derin anlamları olan bir öğüt vermiş oldu. “Akılsız insan meyvesiz ağaç gibidir; (bilgiye) aç kimse meyvesiz ağacı ne yapsın?” diyen Yusuf Uluğ Has Hacip’i yetiştiren Karahanlılar, İslâm’la Arap kültürünü birbirinden ayırmış bir devletti. Türkçe bu dönemde Arapça, Farsça karşısında ayakta ve güçlü bir şekilde varlığını sürdürmüş; Selçuklu’da, Osmanlı’da olduğu gibi sapla saman birbirine karıştırılmamıştı. Kuran-ı Kerim’i Arapçadan Türkçeye ilk kez çevirenler de yine Karahanlılar yani Karluk Türkleri olmuştu.

Doğu Türkistanlı bilgin Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lûgati’t Türk adlı eseri 1072 yılında yazdı. Bağdat’a varıp; içinde 300 şiir, 272 atasözü, 4 mersiye, destanlar, açıklamalar olan bu eşsiz eseri Abbasî halifesine sundu. “Beş parmak bir olmaz.”, “Dil ile düğümlenen, diş ile çözülmez.”, “Tay at olunca at dinlenir, çocuk adam olunca ata dinlenir.”, “Deve yükü aş olsa, aça az görünür.”, “Kuru kaşık ağza, kuru söz kulağa yaraşmaz.”, “İnsan şişirilmiş tulum gibidir, ağzı açılınca söner.”, “İyi adamın kemikleri erir, adı kalır.”, “Tanıdık şeytan yabancıdan iyidir.”, “Çelik kılıç geri durmaz.”, “Yiğit orduda, bilgin mecliste belli olur.”, “Delik küçük olsa da yamayı büyük vur.”, “Eşek sürüsü başsız olmaz.”, “İki buğra (erkek deve) itişir, ortada bükelek (büvelek) sineği incinir.”, “Baba bir kardеşlеr dövüşürlеr, ana birlеr yardımlaşırlar.”, “Bıçak nе kadar kеskin olursa olsun, kеndi sapını yontamaz.“, “Bir karga ile kış gelmez.” gibi atasözlerini günümüze kadar taşıdı. “Farslıya (Persler) dikkat et, dikeni kökünden sök.” diyen Kaşgarlı Mahmut “Onlara Tanrı, Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı.” diyerek de Türk milletinin yaratılış nedenini ortaya koymuş oldu.

1100’lü yıllarda yaşamış ve “Atabetü’l Hakayık” adlı eseri yazmış olan Edip Ahmet Yüknekî aslen Semerkantlı olup; günümüz jeopolitiğinde Taşkent’in, Yüknek yöresindendir. Gözlerinin doğuştan görmediği söylenen YüknekÎ, Yüce Tanrı’ya “Her kim senin birliğine delil ararsa/Bir şey içinde bin delil bulur.” diye seslenmiştir. Kaşgar Türkçesi ile yazdığı ve Emir Sipehsâlâr’a sunduğu eserinde Türkçenin önemi ve korunması, dünyanın gelip geçiciliği, cömertlik, iyilik, sabır, tevazu gibi erdemlere değinmişti. Söz konusu erdemler Türk irfanının temel kaynaklarıdır bu arada. Söz konusu eserden birkaç alıntıya yer verelim: “Dünya hüner ve erdem sahibi kişilere çok daha vefasızdır. Hünersizler daha az cefa çeker. Erdem ile talihin bir araya gelmesi ise bulunmaz nadirden daha nadirdir.”, “Dili geveze adam akıllı mı olur? Boşboğaz sözleri, çok başlar yedi. Birini dil ile yaralama; bil ki ok yarası kapanır da dil yarası asla kapanmaz.”, “Bilgili kişi varlığını belli eder. Bilgisiz hayatta olsa bile yitik sayılır. Bilgi sahibi kendi ölse de adı ölmez. Bilgisizin ise daha sağlığında adı kaybolur gider.”…

Ve Hoca Ahmet Yesevî… 11. yüzyılın sonlarında Türkistan’ın Sayram kentinde doğup, 1166 yılında Yesi kentinde göğe yükselen dev çınar.. Türk tasavvufunun ve dahi Türk tasavvuf edebiyatının kurucusu.. “Türkistan’ın pîri” olarak anılsa da Horasan’dan Balkanlara kadar etkisini göstermiş ve hâlâ da gösteriyor. Hacı Bektaş Velî’yi Anadolu’ya gönderen odur. Hatta Babaîlik, Bektaşîlik, Haydarîlik gibi tasavvuf yolları (tarikat) da -ana ocak olan- Yesevîlikten beslenir. “Nasîp olsa, varırız; nasîp olsa, geliriz, Ecel yetse ölürüz; râzı olun, dostlarım.” diyerek sonsuzluğa uçup giden Pîrimiz Hoca Ahmet Yesevî’nin Hikmet(ler) Divanı’ndan bir demet sunalım: “Anne, bir insanın yaşı ne olursa olsun, yitik bir cennetidir…”, “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allah-ü Teâlâ’yı kırmaktır.”, “Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen / Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol sen”, “Yoklar doymadığında, varlar ağlamıyor ise dünya tez yıkılır.”, “Halkı sev; halkın güneşte gölgesi, soğukta kaftanı, kıtlıkta ekmeği ol.”, “Nehir gibidir insan. Derinlerinde ne saklar. Ne fırtınalar kopar, söylemez. Sadece; sessizce akar ve gider.”, “Tatlı tatlı yiyenler; türlü türlü giyenler; altın tahta oturanlar, toprak altında kalmışlar.”, “Ey gaflet uykusunda uyuyanlar! İyi biliniz ki, sizi yaratan uyumuyor!”…

Görüldüğü üzere Sultan Alpaslan ve ordusu -Atatürk’ün de dediği gibi en az 7 bin yıldır Türk beşiği olan- Anadolu’ya girdiğinde bilgisiz, görgüsüz, çapulcular sürüsü değildi. Üstün bir irfanın (kültür), uygarlığın temsilcileri idi. Ki Arapların, Farisîlerin beceremediği, yapamadığı birbirinden güzel mimarî eserleri; camileri, çeşmeleri, hamamları, kervansarayları, köprüleri, medreseleri, -hem de Hicaz’a kadar- su kanallarını, türbeleri de Türkler yapmıştır. Türk milletinin çerağı ve dahi kılavuzu Gâzi Mustafa Kemal Atatürk ile noktayı koyalım: “Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”

Aziz Dolu Atabey

https://azizdolu.wordpress.com/

Yorumlar (0)