Ahmedî kimdir? Hayatı, eserleri, sözleri hakkında bilgi

Ahmedî kimdir? Hayatı, eserleri, sözleri hakkında bilgi


Adı, Taceddin İbrahim bin Hızır’dır. Germiyanlı bölgesinde (Kütahya veya Uşak) doğmuştur. Mısır’a gitmiş, orada Şeyh Ekmeleddin’den dersler almış, tıp ve matematik okumuştur. Orada, Anadolu’dan gelen Hacı Paşa ve Molla Fenarî ile tanışmıştır. Mısır’dan döndükten sonra Aydınoğlu İsa Bey’in öğrenimi için Mirkttü’l-edeb, Miztnü’l-edeb ve Miytnü’l-edeb eserlerini kalem almıştır. Daha sonra I. Murad ve Yıldırım Bayezıd’ın, Ankara Savaşı (1402)’ndan sonra da Timur’un himayesinde bulunmuş, 815’te Kütahya’da (bir söylentiye göre Amasya’da) ölmüştür. Eserleri

⦁ Divan: Hayli hacimli bir divandır. Yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda nüshası vardır. Bunların en hacimlisi 8506 beyitten oluşmaktadır.

⦁ İskenderntme: Makedonyalı İskender’in hayatını Türk dilinde işleyen ilk eserdir. 792/1390 yılında bitirilerek Germiyan beyi Emir Süleyman’a sunulmuştur. Hayli uzun bir eserdir. Bazı nüshalarda 7000 bazılarında ise 8000 beyitten fazla olduğu tespit edilmiştir. İsmail Ünver tarafından tıpkıbasımı yapılan İ.Ü. Merkez Ktp. TY 921 numarada kayıtlı nüsha 8754 beyitten oluşmaktadır.

⦁ Cemşid ü Hurşid: 806/1403 yılında Emir Süleyman’ın isteği üzerine bitirilen eser, I. Mehmed’e sunulmak üzere hazırlanmış ya da sunulmuştur. Mesnevi tarzında, 2300 beyitten fazla bir hacme sahiptir. Konusu, Çin hükümdarı Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid aşk serüvenidir.

⦁ Tervihü’l-Ervth: Tıpla ilgili bir mesnevidir. 1403-1410 arasında yazılmış ve I. Mehmed’e sunulmuştur.

⦁ Mirkttü’l – Edeb: Arapça – Farsça manzum bir sözlüktür.

⦁ Miztnü’l-Edeb ve Miytrü’l-Edeb: Arap ve Fars gramerleri ile ilgili iki küçük eserdir.




Ahmedi


Bu dönemde yetişen en önemli şairlerden biridir. Muhtemelen 735/1334-35 yılında doğmuştur. Asıl adı İbrahim, lakabı Tâceddîn, babasının adı Hızır’dır. Hayatı hakkındaki bilgiler yetersiz ve tutarsızdır. Kaynaklar Ahmedî’nin Germiyanlı veya Sivaslı olduğuna dair iki rivayeti tekrar ederler. Tunca Kortantamcr ise onun Amasya’da doğmasının akla daha yatkın olduğunu belirtir. İlk öğreni­mini nerede ve nasıl yaptığı da kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kaynaklar bilgisini artırmak için Mısır’a gittiği ve orada Şeyh Ekmeleddîn’in öğrencisi ol­duğu görüşünde birleşirler.

Ahmedî dinî ilimlerle birlikte tıp, astronomi, geomet­ri gibi ilimleri de öğrenmiştir. Ahmedî, Mısır’dan tekrar Anadolu’ya dönünce bir ara Aydınoğullarf ndan Ayaş Beğ’e intisap etmiş, sonra Germiyan Beği Süley­man Şah’ın hocası ve müşaviri olmuş, daha sonra ise; Osmanlı hükümdarı Yıl­dırım Bâyezîd’in hizmetinde bulunmuş, onun mağlubiyeti üzerine Timur‘un yanında kalmıştır. Sonra Şehzade Emir Süleyman ile Edirne sarayında bulun­muş, ardından Sultan Çelebi Mehmed’e intisap etmiş ve seksen yaşlarında Amasya’da ölmüştür.

Mirkatü’l-edeb Aydınoğullan’ndan İsa Bey’in oğlu Hamza Bey için yazıl­mış Arapça-Farsça manzum bir lügattir. Bu eseri ilk önce Nihat Çetin tanıtmıştır. Sonra Ali Alparslan eserin başka bir nüshasını tespit ederek onu tanıtmış ve isminin Mirkat-i Edeb olması gerektiğini savunmuştur (“Ahmedî’nin Yeni Bulunan Bir Eseri Mirkat-i Edeb”, TDED, c. X, İstanbul 1960, s. 35-40). Ali Al­parslan’ın tanıttığı 957 tarihinde istinsah edilmiş nüsha, mukaddime ve iki esas bölüme ayrılmakta olup, baştan sona manzumdur. Mukaddime kısmı 33 beyittir.

Eserin birinci bölümü 77 sayfalık Arapça-Farsça lügat kısmı olup irili ufaklı 45 adet kıt’aya ayrılmıştır. Ahmedî bu kıt’alann birçoğunun sonunda kendini, eseri­ni ve bilgiyi öven sözler söylemiştir. Eserin ikinci bölümü ise; 15 sayfa olup 27 küçük kısımdan ibarettir. Ahmedî burada kısaca sarf ve nahiv kaidelerinden, burçlardan ve onlara tekabül eden sayılardan, peygamberlerden, Aşere-i Mübeş-şere’den ve diğer konulardan bahsetmiştir. Eser 6 beyitlik bir hatime ile biter.

Mîzânu’l-edeb ve Mi’yârü’l-edeb’den birincisi Arapçanın sarfına, ikicisi ise nahvine dair Farsça olarak nazmedilmiş kasidelerdir. Bedâyi’u’s-sihr fî-Sanâyi’i’ş-şi’r adlı eser, Farsça mensur bir risale olup Reşîdüddîn Vatvât’m (ö. 573/1177-78) Hadâ’iku’s-sihr adlı eserinin, edebî sa­natlara ait açıklamalarının özetlenip Farsça örnekleri arttırılarak meydana getiril­miştir. Risalenin tek nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bir mecmu­ada yer almaktadır (nr. 2540/1, vr. lb-71a).

Ahmedî’nin sanat bakımından en kıymetli eseri olan Türkçe Divan’mdâ 74 kasîde, 2 tercî-i bend, 6 terkîb-i bend, 1 mersiye, 1 musammat ve 764 gazel bu­lunmaktadır. Yaklaşık dokuz bin beyitten oluşan 0/va«’ın Vatikan Kütüphanesi (Vat. Turco 196) ile Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki (Hamidiye, nr. 1082m.) yaz­maları önemli nüshalardır. Ahmedî Divanı üzerinde iki doktora çalışması yapıl­mıştır. Bunlardan ilki Tunca Kortantamer tarafından hazırlanmıştır. Bu çalışma­da Ahmedî’nin hayatı ve eserleri tanıtılmış, Divan’ı edebî yönden değerlendiril­miştir . İkinci olarak Yaşar Akdoğan, Di­van’m tenkitli metnini hazırlamış ve eserin dil özelliklerini incelemiştir (Ahmedî Divanı III: Tenkitli Metin ve Dil Hususiyetleri, İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Türki­yat Araştırma Merkezi Tez nr. 2054, İstanbul 1979 | yayımlanmam iş doktora tezi)). Ay­rıca Yaşar Akdoğan Divan’da yer alan şiirlerden seçmeler yayımlamıştır.

Ahmedî’nin İskender-nâme adlı eseri XIV. asırda yazılan mesnevilerin en önemlilerinden olup, edebiyatımızda bu konudaki mesnevilerin ilki ve en başa­rılı örneğidir. Ahmedî’nin en fazla tanınan eseri olan İskender-nâme, Anado­lu’da Nizâmî’nin İskender-nâme’s’me yazılan ilk naziredir.792/1390’da bitirilen esere çeşitli nüshalarındaki farklılıklarına nazaran, 812/1410 yılına kadar bazı ilavelerin yapıldığı anlaşılmaktadır. Emir Süleyman’a sunulan eserin beyit sa­yısı bazı nüshalara göre yedi binden az, bazı nüshalara göre ise sekiz binden faz­ladır.

İskender-nâme’nin konusu, doğu edebiyatlarında işlenen ortak bir konu olan Makedonyalı Büyük İskender’in doğu seferi ve doğu ülkelerini fethiyle il gilidir. Ahmedî bu ortak konuyu işlerken, hem kendisinden önceki manzum İs­kender hikâyelerinden hem de bunlar dışındaki kaynaklardan yararlanmıştır. Ya­zar konunun seçilişinde ve İskender’le ilgili olayların kimilerinde, Firdevsî ve Nizâmî’den etkilenmiştir. Bu etkilenme, hiçbir zaman çeviri yahut yakın anla­tımla aktarma ölçüsünde olmayıp, ancak olayların genel çizgilerinin benzemesi anlamındadır. Ahmedî eserine edebî bir görünüm kazandırabilmek için İsken­der’in gönül maceralarına da yer vermiştir. Ahmedî’nin eserinde ayrıca, konuyu daha önce işleyen şairlerde görülmeyen ve yalnızca Ahmedî’nin İskender-nâ-“»e’sinde yer alan bölümler de vardır. Ahmedî’nin bu eseri vezni, düzeni, deği-Ş’k konulara yer verişi ve ele aldığı konuların işlenişi bakımından İran edebiya-
tındaki örneklerinden oldukça farklı ve orijinal bir mesnevidir. Türkiye’de otuz iki kadar yazma nüshası bilinen İskender-nâme’nin yurt dışında da pek çok yaz­masının bulunması, bu eserin ne kadar beğenilip okunduğunu göstermektedir.

İs­tanbul Üniv. Kütüphanesi’nde (TY nr. 921) kayıtlı nüshası faksimilesi, bir incele­me ile birlikte İsmail Ünver tarafından yayımlanmıştır (Ahmedî, İskender-nâme [İnceleme-Tıpkıbasım], Ankara 1983). Eserin Mevlid bölümü İsmail Ünver (“Ahme-dî’nin İskendernameslndeki Mevlid Bölümü”, TDAY-Belleten 1978, Ankara 1978, s. 355-411), Mevlid bölümü içindeki mi’râciyye Yaşar Akdoğan (“Mi’rac, Mi’racnâ-me ve Ahmedî’nin Bilinmeyen Mi’racnâmesi”, Osmanlı Araştırmaları, nr. IX, İstanbul 1989, s. 263-310) ve ilk Türkçe Osmanlı tarihi olarak bilinen Dâstân-ı Tevârîh-i Miilûk-ı Âl-i Osman ise Nihad Sami Banarll (XlVüncü Asır Anadolu Şâirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tahhi= Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Ali Osman ve Cemşîd ve Hur-şîd Mesnevisi, {Türkiyat Mecmuası VI. cildinden ayrıbasım] İstanbul 1939) tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca Yaşar Akdoğan, İskender-nâme’den Seçmeler (Ankara 1988) adıyla bir kitap neşretmiştir.

Emir Süleyman’ın isteği üzerine yazılan Cemşîd ü Hurşîd mesnevisi 806/1403 yılında tamamlanarak I. Mehmed’e sunulmuş veya sunulmak üzere hazırlanmıştır. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser 4745 beyitten oluşmaktadır. Ahmedî İranlı şair Selmân-ı Sâvecî’nin aynı adlı eseri­nin tercümesi olan mesnevisine birçok ekleme yaparak ona telif hüviyeti kazan­dırmıştır. Özellikle N. Sami Banarlı’nın Dede Korkud Hikâyeleri‘ndeki Kantu-ralı ile Cemşid arasında tespit ettiği benzerlik ve yakınlıklar eserin değerini ar­tırmıştır.

Eserde Çin fağfurunun oğlu Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid arasındaki aşk anlatılmaktadır. Eser, ilk defa N. S. Banarlı tarafından ilim âle­mine tanıtılmıştır (XlVüncü Asır Anadolu Şâirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemşîd ve Hurşîd Mesnevisi, [Türkiyat/Mec­muası VI. cildinden ayrıbasım] İstanbul 1939). Mehmet Akalın 1969 yılında eser üzerinde bir doktora tezi hazırlayarak gramer hususiyetlerini tespit etmiş ve te­zinin metin kısmını neşretmiştir.

Tervîhu’l-ervâh Ahmedî‘nin tıpla ilgili olan mesnevîsidir. Emir Süleyman adına 1403-1410 yılları arasında aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla ka­leme alınmış, daha sonra bazı ilâvelerle birlikte I. Mehmed’e sunulmuştur. Tıb­bın muhtelif bahislerine, teşrihe, teşhise ve tedaviye dair geniş bölümler ihtiva eden bu eser, Ahmedî’nin tıp alanındaki yetkinliğini göstermesi bakımından dik­kat çekicidir. Eser üzerinde henüz bilimsel bir çalışma yapılmamıştır. Ancak Be­dii N. Şehsüvaroğlu eser hakkında ayrıntılı bir çalışma yaparak yayımlamıştır (Şair ve Hekim Ahmedî, İstanbul 1954). Ahmedî’nin çeşitli kaynaklarda adı zikredil-diği hâlde; şimdiye kadar ele geçmeyen Kasîde-i Sarsan Şerhi, Hayretti’l-uka-lâ ve Yûsuf u Züleyhâ isimli eserleri de vardır.




Şiirleri

1-Âşık olanın ışk odından nişan gerek

Âşık olanın ışk odından nişan gerek
Bağrı kebâb gözlerinün yaşı kan gerek

Yâri diyen gerek kim ola gayrden berî
Cânânı isdeyen kişiye terk-i cân gerek

Cevre kıla tahammül iden yârı ârzû
Sabr ide hâra her kim ana gül-sitân gerek

Şem’-i safâdur ol sanem ana irişmeğe
Pervâne bigi yanmağa tâb u tüvan gerek

Sinün yüzün görene ne hâcet likâ-yı hûr
Kapunda yir bulana ne bâğ-ı cinan gerek

Gonce lebünden isder idüm söz açam velî
Ol râz-ı nâzüki bilürem kim nihan gerek

Anunçün Ahmedî heves ider lebüne kim
Dil-hastedür ana şeker-i nâr-dan gerek

DİĞER ŞİİRLERİ

Salalı ‘anberîn zülfün gül üzre tâze reyhânı
Didüm yâra ki dudağunı emsem
Saçun durur kamu cânlar belâsı
Elüme bir kadeh sunarsa Dilşâd
Egerçi Yûsuf-ı Mısrî kamu güzelden a’lâdur
Hevayı gör ki nice hoş hevadur
Sanma benim işim ki gönlümün maşıdır
Egerçi Yûsuf-ı Mısrî kamu güzelden a’lâdur
Hevayı gör ki nice hoş hevadur
Sabâ Mesîh-dem olub bahârdan bu gice
Eger olmasa gözüm yaşları hûn
Ne fettân gözlerün vardur ki kasd eyledi îmâna
Eger hecrün kalursa bir karâra
Her göz ki anun hayâli bu serv-i revân ola
İlet benüm selâmumı dil-dâra iy sabâ
Bu ne yüzdür bu ne gözdür bu ne zülf ü bu ne bâlâ
Şâne urdı saçına Türk-i Hıtâ
Ben diyâr-ı yârdan uş düşmişem tenhâ garîb
Didüm şehâ nedür dudaguñ didi la cl-i nâb
Işkuñuñ odına düşüm hâlümi sor iy habîb
Kaydını zülfüñ ider göñül taleb
Gel gel ki senden ayru bu ayşuñ safâsı yoh
Fürkatüñüñ hurkatından yahılur cânum meded
Âşık olanı dut ki gül-istân içindedür
Fitne gözüñ füsûnı cihâna belâ-durur
Fürkatüñde âhum odı evc-i süreyyâya irer
Mestâne gözlerüñ ki cihânı harâb ider
Ömr mihnetdür ü belâ sensüz
Bu anber saç ruh-ı zîbâya düşmiş
Gamzeñüñ sözi-y-le kan itmek dilersin etmegel
MUHAMMES
KASÎDE DER-BAHÂRİYYÂT
Derd-mendem derdümi ne derddür bil iy tabîb
Hûrî mi ya perî mi bu yâ-hûœ feriştedür
Haœ engi gamzeñüñ uş yüregümi yara yatur
Hûnî gözüñ cihâna ne cayn-ı belâ-durur
Hûnî gözüñ ki dîn aluban kasd-ı cân ide
Devletlü ol kişi ki senüñ bigi yârı var
Sâkiyâ ol rengi sungıl kim gül-istân devridür
Şemine yüzüñüñ niçe pervâneler düşer
Saçuñ vasfını şerh iden ne kim söylerse çîn söyler
Saçuñ sevâdını göz kim göre karara gelür
Saçlaruñuñ çîni kim yir yüzini müşgîn ider
Sanma benüm işümi ki göñlüm rızâsıdu
Âşık olanı dut ki gül-istân içindedür (
Her kişi kim anuñ-ıla yâruñ vefâsı var
Agzuñda ne var çeşme-i hayvân dahı bilmez
Cefâ kılan baña Yâ-Rab neçün vefâ kılmaz (
Nitekim şem peyveste yanaram ben oda sensüz
Bu anber saç ruh-ı zîbâya düşmiş
Bir fitne saldı memleket-i câna beñlerüñ
Nev-bahâr oldı girü bâg-ıla büstânı görüñ
Râzumı halka ayân itmek dilersin itmegel
Bir nefes vaslun-ıçun iki cihânı satmışam (
Tâ ışkuñı şehâ varak-ı câne yazmışam
Salalı anberin zülfün gül üzre tâze reyhânı
Hevâdan Saçılalı Müşgü Anber
TEVHİD
FÎ’T-TEVHÎD
FÎ-MEDHİ’N-NEBÎ (S.A.V.)
HÂZÂ KASÎDETÜN FÎ’N-NASÎHATİN VE MEDHİ’N NEBİYYİ ALEYHİ’S-SELÂM
TERCÎC-BEND Der-Medh-i Emîr Süleymân
FÎ-MEDH-İ SULTAN MEHMED
KASÎDE-İ BAHÂRİYYÂT
KASÎDE-İ FÎ BAHÂRRİYYÂT
FÎ MEDH-Î EMÎR SÜLMÂN
KASÎDE-İ MEDHIYYE-I SULTÂN MUHAMMED
NA’AT
TERKÎB-İ BEND Emîr Süleymân İçin
TERKÎB-İ BEND Mersiye-i Emîr Süleymân
DER-MEDH-İ SULTÂN MUHAMMED BİN BÂYEZÎD HÂN
Ol dost bir dahı bize ger hem-nişîn ola
Penhân var yarün tapusına varur-ısañ
Oldı firâkuñ odı baña derd-ile belâ
Ol kişi kim işi güç anuñ dün gün âh ola
Ol keman-keş göz ki atar cânlara tir ü kaz
Bu gicemüñ ki hergiz irişimez ol taña
Bir dahı ider-ise devlet baña yâri n’ola
Bu ne suret-durur ne kadd ü bâlâ
Baña ki olup-durur her gice yelda
Çün süñügüm çüriyiben gerd ola
Belâ mı bu aceb yâ kadd ü bâlâ
Hurrem göñül ki ışkuñ aña pây-bend ola
Dilerseñ bâg-ı sun itmek temâşâ
Dil ü cân zülfüñe hayrân u şeydâ
Saçuñuñ bendine ger akl ire dîvâne ola
Âşıkam diyende gerek cışk odından derd ola
Âkıbet fikrinde yanar her ki ol âkıl ola
Ger yâr cevr ider-ise yara sehl ola
Kişi ki anda bu hüsn-ile kadd ü kâmet ola
Kişi ki sözüñ-ile bir nefes mücâlis ola
Gerek ki sini sevene senden vefâ ola
Gözüñ kanumı nîşe helâl eyledi saña
Her ki ire yâr işigine bahtı saîd ola
Her kimde kim bu zülf-ile bu hatt u hâl ola
Her kişinüñ ki dil-beri bî-dâd-ger ola
Hicrüñ belâsı-la niçe ola kadüm dü-tâ
Her kim katuña irmege bir reh-güzer bula
Degül binüm bu başumdagı sevda (
Her kim diye cihanda bu resme cemâl ola
Yüzüñüñ gurresin ol ki itdi garrâ
Oldı yüzüñüñ hayâsından eriyüben gül âb
Bu nicesi dehândür bu nice leb
Yüz midür Yâ-Rab bu yâ-hûœ âfitâb
Bu ne yüzdür bu nice zülf Yâ-Rab
Pervânesi-durur yüzüñüñ şem-i âfitâb
Bîmâram itmedüñ baña tîmârı tabîb
İy cemâlüñden hacâletde cemâl-i âfitâb
Çün götürdi gül yanagından nikâb
Çün kim hazân irişdi kişi kim ola lebîb
H‹şdur nazara bu ruh-ıla nâzır u hâcib
Şerden emân gerekse müdâm içmegil şerâb
Sabâ saçuñ sıfatından ohır-iken bir bâb
Işkuñuñ odına düşüm hâlümi sor iy habîb
Niçe ki cehd iderem lalüñe olam sîr-âb
Düşürdi gözlerüñüñ sihr ü âli cânuma teb
Bu resme kim ider gamzeñ kıyâme
Cân saçuñuñ girihinden dilemez ki ola necât
Çünki subh irdi vü gice alemin eyledi pes (
Hâs oldı göñül ışkuña kıl aña cinâyet
Dahı düzülmemişdi şehâ Meclis-i Elest
Senüñ hüsnüñe yoh-durur nihâyet
Diler göñül visâlini kanı visâl-i dost
Işkuñ yolında anuñ-ıçun virmişem hayât
Gamzeñ göñüle belâdur iy dost
Kıyâm itdükde sen iy serv- kâmet
Yâre didüm baña virgil hüsn mâlından zekât
İtmez nazar yüzüñe bahan âfitâba hîç
Ayaguñuñ tozunı her ki ide başına tâc
Andan berü ki düşmişem ol yardan ırah
Ehl-i dil sûretüñe rahmet-i Mevlî didiler (
Ala gözüñ ki âl-ile cânlar şikâr ider
Ol gün ki cânumı oda salup giderdi yâr
Ol yâre Ahmedî niçe kim çoh vefâ ider
İy göñül bu ışk odına şem bigi yanadur
Erir yüzüñ odında mâh-ı enver (
Ehl-i dil yañagunâ şem-i münevver didiler
Ol ki anuñ ehl-i nazar adını cânân yazala
İçümde âteş ü gözümde nem var
Bu göñül irte gice ney bigi uş zâr iñiler
Bagrumı yaru nice urdı gamzeñüñ pekânı gör
Bu şehrde garîbem ü bu mülkde fakîr
Didüm yâre ki yüzüñ ergavândur
Zülfüñ hevâsı-y-ıla sabâ müşg-bâr olur
Çün tâze oldı güller ü açıldı lâleler (
Hadengi gamzeñüñ uş yüregümi yara yatur
Hûnî gözüñ cihâna ne ayn-ı belâ-durur
Hûnî gözüñ ki dîn aluban kasd-ı cân ider
Şol mâh-ruh ki gâliyeden zülf ü hâli var
Şemine yüzüñüñ niçe pervâneler düşer
Aceb bu saç mıdur yâ müşg ü anber
Işkuña ehl-i nazar baht-ı hümâyûn didiler
Gamzeñ ohından yüregüm içi tolu yarad
Gamzeñ hadengi zahm-ıla bagrumı pâreler
Gamzen hadengi bagrumı dahı ne yaralar
Fasl-ı hazân irişdi gel iy serv-kad nigâr
Fürkatüñüñ hurkatı her dem içümi daglar
Gül ki rengi yüzüñüñ bâg u gül-istâna güler
Gül yüzüñüñ firâkı yüregümi hûn ider
Göñlümüñ arzusı lebüñdeki kandadur
Gözümden agladuhça firâkuñda kan tamar
Gel lâle-zâra varalum it lâleye nazar
Göñül ki ışk-ıla bu zülf-i dil-rübâya düşer
Göñül zülfüñ hamına tolaşupdur
Letâfetde dudaguñ câna benzer
Gözüñ kanumı dökdükde baña mutlak şehâdetdür
Ayrulıguñ odı cigerümi kebâb ider
Lebüñ ne derde ki var cân u tende dermâñdur
Niçe kim görem cemâlüñi hoş olur hâllar
Niçe firâk odına şem bigi yana ciger
Ne mazharsın ki olduñ ser-te-ser nûr (
Ne sayda ki ide saçuñ kasd anı ala düşe
Ne cân kim ışkı yoh ol cân degüldür
Ne yüzüñüñ nazîri mihr ü meh var
Ne diyem dişüñe ne güherdür
Niçe cânumı yaha âteş-i hecr
Nazar ehli gel ol yâruñ yüzi nakşınuñ alın gör
Hîç añmaz iy sabâ bizi dil-dâr hoş mıdur
Her kim gözüñe sayd ola mest ü harâb olu
Her kişiye egerçi gül-zâr gelür
Yañaguñ u dişüñ ü gözlerüñ hem zülfüñ iy dil-ber
Yoluñda cân bahâsı nîm-cevdür
Yüzüñ nazîri bir gül-i nev-ber n’irede var
Yüzüñde olmış uş Hak nûrı zâhîr
Yüz ki şemine anuñ ay u güneş pervânedür
Yüzüñ nazar ehline beşârât-ı şifâdur
Yüzüñi biñ kez idibenüñ nazar
Yüzüñden ırah olsa göñül menzili gamdur
Yañaguñ vasfında söz bes nâzük ü hoş-reng olur
Yüzüñi göricek yüregüm iltihâb ider
Akl u cân saçlaruña hayrândur
Yüzüñ ay-ıla güneşden arıdur
Senüñ işüñ baña cevr-ile kîndür
Turresi yaruñ göñüller dâmıdur
Sorarsân göñlümi hurrem degüldür
Zülfüñ ki anberîn-nefesi-y-le gulâm ider
Sabâ çün zülfüñe hem-dem olupdur
Niçe bizenüp düzinse gül-zâr (2
Hicrânuñ odından cigerüm toptolu kandur
Üşbu hoş vech-ile kim gözüme görünür bu yüz
Bir-durur bir gerçi dürlü dürlü görinür bu yüz
Bâœ-ı sabâya müşg kohusın virürdi yaz
Derdüñden oldı baş içüm başa beñzemez
Şavkı yañaguñuñ bu dimâgumdadur henûz (
Sinüñ yüzüñ olalı baña Kabe-i niyâz
Nitekim şem peyveste yanaram ben oda sensüz
Yüzüñ mislini göz görmedi hergiz
Her kişi bu harem-i ışkda mahrem olmaz
Göñlüme ne assı cân-ıla sini_itdügi heves (
Egerçi dil-ber ü ranâdur u cüvân nergis (
Henüz itmemiş-idi melâ’ike takdîs
Olalı göñlüme ışkuñ mücâlis
Anuñ-çun ider cân ney ünin heves
İrişmedin sabâh kulaga sıyâh-ı kûs (
Göñlümde sensin ü seni kılur bu cân heves
Nagme kıl iy bülbül-i şîrîn-nefes
Nagme kıl iy bülbül-i şîrîn-nefes
Her kişi ki_ide Hâlikına hamd-ile takdîs
Oldı ber-âber uş girü leyl ü nehâr hoş
Saña kurbân gerek baglanıcak kîş
Ol ki yüzüñi gül ü zülfüñi reyhân eylemiş
Bu ne yüzdür bu ne gözdür bu ne kaş
Bu anber saç ruh-ı zîbâya düşmiş
Hazân yiryüzin eyle itdi münakkaş
Saçuñuñ sünbüli ham-der-ham olmış
Işkuñ odından ideli kanum cigerde cûş
Ne yüz bu ki âteş-i ter olmış
Gözüm yüzüñi göreli göñlüme düşdi cûş
Girü ol câdu gözüñ iy cân ne efsûn eylemiş
Niçe ki gelür yâduma ol zülf ü binâgûş
Nedür ne diyeyim bu rû-yı meh-veş
Visâl Fâtihas-ıçun müdâm bi’l-ihlâs (
Uş subh-dem eser bu nesîm-i bahâr hoş
Geldi bahâr u oldı müzeyyen gül ü riyâz
Semânuñ mihveri kutbı şeh-i arz
Gül yañaguñda hâlüñ gonca-lebüñde hat
Gözüñden ne-durur baña belâ haz
Benden iderse gün yüzüñüñ vasfın istimâc
Senüñ yüzüñ-durur hurşîde matla
Fürkatüñ odına yandum ser-te-ser şöyle ki şem
İtdüm fidâ yoluñ tozına cânı bi-nizâc
Hîç göz görmedi bu hüsn-ile bir şekl-i bedî
Yüzüñden nûr alsa-y-dı tavâlic
Zînet olalı sebze vü ser-sebz olalı bâg
Hicrüñ odı yüregüme bir resme urdı dâg (
Çün aldı lâleden gül sâgar-ı sâf
Çünki yaz gitdi vü geldi girü hengam-ı harîf
Zî sultân kim sözinde yoh tasallüf (328/1)
Gamzeñ ohına ideliden cânları hedef
Gamzeñ hadengi cânları kılup-durur hedef
Çünki ihyâ itdi yiri rad u berk
Sûre-i Yûsuf yüzüñden bir sebak
Sabâh müşg-dem oldı kanı şarâb-ı rakîk
Gül karşusına lâle dutar sâgar-ı akîk
Nefes ışkuñdan urdı subh-ı sâdık
Ne sûret virmiş iy şeh saña Hâlik
Nefes çün tâze itdi subh-ı sâdık (
Yüzüñ cennet gül-üstânıdur el-hak
Benem cân u dil-ile yâre müştâk
Bu dönen tokuz eyvân-ı mutabbak
Bir muhîte düşürmişem zevrak
Bu cümle derd ü hasret ü bu kamu iştiyâk
Cânumı mihmete düşüreli gam-ı firâk
Egerçi kim göñül dönmez vefâdan biñ cefâ kılsañ
Olalıdan göñüllere dâm-ı belâ saçuñ
Bir fitne saldı memleket-i câna beñlerüñ
Bu ne reng ü bu ne nakş-ı mübârek
Câna cihânı yahdı bu cânâne gözlerüñ

Yorumlar (0)