Destanlarda ve Tarihî Kaynaklarda Alp Er Tunga (Efrâsiyâb) / Dr. Mustafa Aksoy

Destanlarda ve Tarihî Kaynaklarda Alp Er Tunga (Efrâsiyâb) / Dr. Mustafa Aksoy





Tarih öncesinden tarih devirlerine geçişten itibaren Asya'da Türklerin savaşçı ve teşkilatçı bir yapıya sahip oldukları bilinmektedir. Asya'daki devlet teşekküllerinde ve idarede hep etkili olmuşlardır. Bu etkinlik, hem devirlerinin en iyi savaş araçlarını üretmeleri ve en iyi şekilde kullanmaları hem de kendi aralarında teşkilatlanmaya dayalı bir hukuk sistemi oluşturmalarından kaynaklanmaktadır.

Yukarıda kısaca belirtmeğe çalıştığımız özellikleri taşıyan Türkler Asya'da hakimiyeti elinde tutan, bu hakimiyeti zaman zaman Japon denizine, Anadolu'ya ve Avrupa içlerine kadar yayan büyük hükümdarlar ortaya çıkarmışlardır. Bu hükümdarların idaresinde cihana hakim olma ülküsüyle büyük mücadeleler vermişlerdir. Verdikleri bu mücadeleleri yetiştirdikleri büyük hükümdarların hayatları ve mücadeleleri çevresinde destanlaştırmışlardır. Bu destan geleneği tarihin akışı içinde süregelmiştir.

Araştırmacılara göre Türklerin ilk büyük destanı Sakaların efsanevî hükümdarı Alp Er Tonga'nın hayatı ve mücadeleleri çevresinde söylenmiştir. Daha sonra yetişen büyük kahraman hükümdarların hayatı çevresinde destan söyleme geleneği devam etmiştir.

Türklerin yetiştirdikleri büyük kahramanlar idaresinde verdikleri mücadeleler, sadece Türk destanlarında incelenmemiş komşu milletlerin destanlarına da yansımıştır. Bu yansımayı biz en geniş olarak İran milli destanı Şehnâme'de görmekteyiz. İran milli kahramanları, en büyük mücadelelerini, sürekli ilerlemek ve hakim olmak ülküsüyle üzerlerine gelen Turan Hükümdârı Efrâsiyâb'a karşı verirler. Efrâsiyâb aralarında tabii sınır kabul ettikleri Ceyhun'un doğusunda kaldığı ve intikama sebep olacak bir hadise meydana gelmedikçe Türklerle savaşmazlar. Fakat Efrâsiyâb zaman zaman yenilip geri çekilse bile fırsatını bulduğu ilk anda ilerlemek ve hâkim olmak için hemen mücadeleye girişir.

Türklerden bahseden Farsça ve Arapça kaynaklarda Efrâsiyâb, Türk hükümdar soyunun atası kabul edilir. XI. yüzyılda yazılmış Kutadgu Bilig ve Divanü Lügat'it Türk'de Efrâsiyâb olarak bahsedilen kahramanın Türk hükümdar ailesinin atası büyük kahraman Alp Er Tonga olduğu kaydedilir. Bütün bunlar bize Türklerin tarih öncesinden tarih devrine geçişte yetiştirdikleri büyük kahraman Alp Er Tonga'nın hatıralarını XI. yüzyılda bile unutmadıklarını göstermektedir.

XV. yüzyılda İran milli destanı Şehnâme'ye benzer bir şekilde Anadolu anlatılan Hz. Süleyman kıssalarını merkez alarak Anadolu Türkleri için destanı ve efsânevi üç yüz altmış altı ciltlik büyük bir tarih hazırlamak isteyen ve bunun için ömrünün kırk yılını harcayan Uzun Firdevsî eserinin 3945. ciltlerini Hz. Süleyman'la Efrâsiyâb'ın mücadelelerine ayırmıştır. Bu kısımda kendisine "âleme hükümran olması" için Allah tarafından yüzük, kudret tahtı ve mucizevî güçler verilen Müslüman hükümdar Hz. Süleyman'la yine cihan hâkimiyeti ülküsü taşıyan ateşperest Efrâsiyâbı Türk, karşı karşıya gelirler ve mücadele ederler. Fakat Müslüman ideolojiye göre hareket eden Firdevsî tabii olarak sonunda Müslüman hükümdar tipini galip kılar. Fakat Efrâsiyâbı Türk'ün kahramanlığını da ortaya koyar. Eserini oluştururken büyük oranda Şehnâme'deki bilgilerden yararlanmasına rağmen Şehnâme'deki bilgileri değiştirir. Şehnâme'de Efrâsiyâb, İran kahramanlarını ve Hüsrev'e kadar hükümdarları hep yenip bir tek Rüstem karşısında yenilmesine rağmen Süleymannâme'de Rüstem dahil bütün İran kahramanlarını yenip bütün İran'ı hakimiyet altına alır. Müslüman hükümdar Hz. Süleyman karşısında yenilerek ona tâbi olmak zorunda kalır. Fakat Hz. Süleyman, ona ve yanındaki kahramanlarına itibar gösterip yanında önemli bir mevki verir. Birlikte "âleme hükümran olma" ülküsü peşinde mücadeleye devam ederler.

Başta Zeki Velidi Togan olmak üzere bir kısım tarihçilere göre Efrâsiyâb Sakaların efsânevî hükümdarıdır. Togan verdiği bilgilerin tam manasıyla kesinlenemeyen fakat yine de bir kısım kaynaklara dayanılarak temellendirilen muhtemel bilgiler olduğu kaydını koyarak Sakalarla ilgili bize şu bilgileri verir: Sakalar Devri'nin başlangıcı "tarih öncesi" devirden "ön tarih" devrine geçişte yer alır. M.Ö. VIII. yüzyılda merkezi Orta Tiyanşan'da olan kudretli bir Saka Devleti mevcuttu ve bu devlet Çin sınırından Tuna'ya kadar geniş bir alanda, parçaları arasında gevşek bağlarıyla büyük bir teşekkül oluşturuyordu. Bu milletin bir kolu tıpkı Hunlar, Göktürkler ve Moğollar zamanında olduğu gibi Doğu Avrupa'yı istila etti. Yunan müellifleri Sakaları birçok kavmi ihtiva eden "Skit" camiasının en kudretli zümresi biliyorlar. "Skit" ismiyle Doğu Avrupa'yı istila eden zümreleri, "Saka" ismiyle de Orta Asya'ya hakim olan ve Ön Asya bugünkü Azerbaycan'a doğru yayılan zümreleri anıyorlar. Eldeki muhtelif bilgi ve deliller muhtelif kavimlerden oluşan bu zümrelerde hakim unsurun Türk kavimleri olduğunu göstermektedir.1

Doğu Avrupa'yı işgal eden bu zümreler hakim zümre oldukları halde kendilerinden medeniyetçe daha yüksek olan İran ve Slav kavimleri arasında erimeye başladılar. Bununla birlikte Sakalar bir ara Anadolu'yu bile ele geçirdiler. Anadolu'daki hakimiyet kavgası esnasında M.Ö. 62625 yıllarında İranî Medler Zile yakınlarında Sakalara büyük bir darbe indirdiler. Çinliler de bundan istifade ederek Saka ülkesinin doğu bölgelerini işgal ettiler. Bu hadise cihanşümul Türk devletinin tarihine ait Yunan, İran, Asur ve Çin kaynaklarında geçen ilk büyük hadisedir. Bu hadise Ön Asya bölgesindeki İrânî kavimleri güçlendirip canlandırdı ve İrânî kavimler M.Ö. VI. yüzyıldan I. yüzyıla kadar Güneydoğu Asya'dan Orta Asya'ya doğru hücum ve taarruzlarda bulundular.2

Anadolu'da alınan darbeden sonra Sakalar buradan çekildilerse de Azerbaycan taraflarında uzun süre mücadeleye devam ettikleri ve hakimiyetlerini sürdürdükleri çeşitli kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Gerek Anadolu gerek Azerbaycan'da yapılan mücadelelerde iki taraf da büyük kayıplar vermiş, bu hadiselerin izleri halk arasında uzun süre görülmeye devam etmiştir. İranlılar Efrâsiyâb'ın kardeşi Barsgan tarafından Beykend'de öldürülen İran Prensi Siyavuş için uzun süre senenin belirli günlerinde yas tutukları gibi Türkler de Anadolu veya Azerbaycan'da İranlılar tarafından öldürülen Alp Er Tonga'nın yasını uzun süre tutmuşlardır.3

İran kaynaklarında "Efrâsiyâb" Türk kaynaklarında "Tonga Alp Er" ismiyle geçen kahraman, bu büyük Saka Devleti'ne hem en güçlü şevketli devrini hem de çöküş devrini yaşatmıştır. Onun ölümünden sonra oğulları tarafından Orta Asya'da Saka hakimiyeti uzun süre devam ettirilmiştir. Daha sonda da Türk hükümdar ailelerinin büyük atası kabul edilmiştir.4

Efrâsiyâb her ne kadar tarihi olarak Hindistan'daki Buda'dan önce yaşamış bir kahramansa da Orta Asya Türk Budistleri Orta Asya ve Buhara taraflarında Zerdüştlüğü yaymak isteyen İranlılara karşı mücadele veren bir hükümdar olarak görmüşler ve ona dinî bir kutsiyet atfetmişlerdir. Bütün bunlar uzun asırlar onun hatırasının yaşadığının göstergeleridir.5

A. Süleymannâme Öncesi Türkçe Kaynaklarda Efrâsiyâb

Dîvânü Lügâti'tTürk ve Kutadgu Bilig'de Arap ve Fars kaynaklarında adı Efrâsiyâb olarak geçen kahramanın Türkler arasında adının Alp Er Tonga olarak bilindiğinin kaydedildiğini yukarıda belirtmiştik. Yazılı Türk kaynakları içinde Tonga Alp veya Tonga Tigin ile ilgili bilinen en eski kayıda Orhun Âbidelerinde rastlamaktayız. Tonga Tigin'in yuğu esnasında Tongra boyunun on yiğit erinin çevrilip öldürüldüğünden bahsedilmektedir.6 Biz bu kayıttan XI. yüzyılda bile hatıraları devam eden Alp Er Tonga'ın VIII. yüzyılda yuğunun yapıldığını görmekteyiz.

Kaşgarlı Mahmud'un yazımına 1068'de başlayıp 1070'te bitirdiği, büyük ihtimalle Bağdat'ta yazıp halife Muktedi'ye sunduğu Dîvânü Lügâti'tTürk isimli eserde Alp Er Tonga'nın hatıralarının yaşadığını görürüz. Yazar çeşitli kelimelere örnek metin verirken Alp Er Tonga sagusundan çok sayıda dörtlüğü kullanmıştır. Şimdi bu dörtlüklerden bazılarını Talat Tekin'in aktarmalarıyla örnek olarak veriyoruz:

Alp Er Tonga öldimü
İsiz ajun kaldımu
Ödlek öçin aldımu
Emdi yürek yırtılur

Alp Er Tonga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Felek (böylece) öcünü aldı mı?
(I, 41) Şimdi yürek (ler onun ölümü acısıyla) parçalanıyor.

Ödlek yarag küzetti
Ogrı tuzak uzattı
Begler begin azıttı

Felek (onun canını almak için) fırsat gözetti (ve) gizli (bir) tuzak kurdu.
(Felek) beyler beyini (böylece) yanılttı (ve tuzağa düşürdü.
(II, 234) Kaçsa (bile bu tuzaktan) nasıl kurtulur.

Begler atın argurup
Kadgu anı torgurup
Mengzi yüzi sargarıp
Kürküm angar türtülür

Beyler atlarını yordular;
kaygı (ve keder) onları zayıflattı.
Bet ve benizleri (öyle) sarardı (ki)
(I, 486) (yüzlerine) safran sürülmüş (sanırsınız).

Ulşıp eren börleyü
Yırtıp yaka orlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülür

Erkekler kurtlar gibi, hep birlikte uluyorlar;
Yakalarını yırtıyor ve çığlık atıyorlar.
Islık çalar gibi sesler çıkarıyor ve feryat ediyorlar.
(I, 188) Ağlamaktan gözleri (yaşlarla) örtülüyor.7

Dîvânü Lügati'tTürk'te hükümdarlıkla ilgili çeşitli unvanlardan ve çeşitli yerlerden bahsedilirken Efrâsiyâb ve onun çevresinden bahsedilir. Fakat yerlerle ilgili bahislerde daha çok Şehnâme etkisi görülür.

"Tarım" kelimesinin manası açıklanırken bu kelimenin tekinlere ve Afrasyab soyundan gelen hatunlar ve onların büyük küçük çocukları için kullanıldığı bunların dışında ne kadar ünlü ve büyük olursa olsun bu Hakanlı Hanlarının soyu dışından olanlar için kullanılamayacağı belirtilir.8 Yine "tigin" kelimesinin Afrasyab oğullarından oluşan Hakanlı ailesi çocukları için kullanıldığı belirtilip bunun nasıl oluştuğu anlatılır.9 "han" kelimesinin Türklerin başbuğları için kullanıldığı, hanların Afrasyab soyundan gelenler olduğu, Afrasyab için "hakan" kelimesinin kullanıldığı ve bunun uzun bir hikâyesinin olduğu belirtilir.10

Kaşgarlı Mahmud "kaz" kelimelerinin manasını verdiği yerde Afrasyab ve onun yaşadığı yerler hakkında oldukça geniş bilgi verir. Burada "Kazın babası "Tonga Alper"in Afrasyab olduğu söylenir. Yazar Afrasyab'ın kızı Kaz'dan bahsederken Türklerin oturdukları şehirlerden, Türk ülkesinin sınırlarından ve Afrasyab ailesinin başından geçen bir kısım olaylarlardan da bahseder.11 Burada bahsedilen İran Prensi Siyâvuş'la Kaz evliliği ve Siyâvuş'un ölümü Şehnâme'de geçmekte fakat orada Efrâsiyâb'ın kızının adı "Firengis" olarak geçmektedir.

Yusuf Has Hâcib, 1069'da yazıp Karahanlı Hükümdarı Tabgaç Buğra Han'ı sunduğu siyâsetnâme türündeki Kutadgu Bilig isimli eserinden dünya beyleri içinde en iyileri olarak Türk beylerini gösterir ve onlar içinde adı meşhur olanın Taciklerin Efrâsiyâb dedikleri "Tonga Alp Er" olduğunu kaydeder.

Türk beylerinin kahramanlık ve faziletlerinden bahseder. İranlıların Efrâsiyâb'la ilgili bilgileri kitaba geçirdikleri için onunla ilgili bilgilerin unutulmadığını söyler. Yusuf Has Hâcib'in bu tespiti doğru bir tespittir. Çünkü bize Efrâsiyâb'la ilgili bilgiler taraflı da olsa en geniş şekilde Şehnâme'den kalmıştır. Fakat bahsettiğimiz Türkçe eserlerden da anlaşılacağı üzere bu ünlü Türk kahramanının hatıraları Türkler arasında unutulmamış Türkçe eserlere de yansımıştır. Yusuf Has Hacib'in Efrâsiyâb'dan bahsettiği kısmı ve bunun Reşit Rahmeti Arat tarafından yapılan aktarmasını aşağıda veriyoruz:

276 körü barsa emdi bu Türk begleri ajun beglerinde bular yigleri

276 Eğer dikkat edersen, görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir.

277 bu Türk beglerinde atı belgülüg Tonga AlpEr erdi kutı belgülüg

277 Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ve ikbâli ayanbeyan oları Tonga AlpEr idi.

278 bedük bilgi birle öküş erdemi biliglig ukuşlug budun ködrümi

278 O yüksek bilgiye ve çok fazîletlere sâhip idi; bilgili anlayışlı ve halkın seçkini idi.

279 ne ödrüm ne ködrüm ne ersig eren ajunda tetig er yidi bu cihan

280 Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zâten âlemde ferâsetli insan bu dünyâya hâkim olur.

280 tejikler ayur anı Efrâsiyâb bu Efrâsiyâb tuttı iller talap

280 İranlılar ona Efrâsiyâb derler; bu Efrâsiyâb akınlar salıp, ülkeler zaptedermiş.

281 idi artuk erdem kerek ig bilig ajun tutguka ötrü sunsa elig

281 Dünyaya hâkim olmak ve onu idâre etmek için, pek çok fazîlet, akıl ve bilgi lâzımdır.

282 tejikler bitigde bitimiş munı bitigde yok erse kim ukgay anı 12

282 İranlılar bu kitaba geçirmişlerdir, kitapta olmasa idi, onu kim tanırdı.13

Ebü'l Gazi Bahadır Han'ın XVII. yüzyılda yazdığı Şecerei Terâkime'de Selçukîlerin padişahlığı ele geçirmelerini anlatılırken onların tavrını şöyle belirtilir: "Selçukîler Türkmen olup, kardeşiz deyip, ile ve halka faydası dokunmadı. Padişah olunca, Türkmen'in Kınık uruğundanız, dediler. Ve padişah olduktan sonra Efrâsiyâb'ın bir oğlu Keyhüsrev'den kaçıp, Türkmen'in Kınık uruğunun içine varıp onda büyüyüp kalmıştır, biz onun oğulları ve Efrâsiyâb'ın neslinden oluyoruz, diyip atalarını sayıp, otuz beş göbekte Efrâsiyâb'a eriştirdiler."14 Bu bilgilerden, diğer kaynakların da belirttiği gibi Türklerde hükümdarlığın meşruiyeti için Efrâsiyâb soyundan gelinmesi gerektiği düşüncesi hakim olduğu anlaşılmaktadır.

B. Şehnâme'de Efrâsiyâb

Efrâsiyâb'ın atası kabul edilen Tur, ünlü İran hükümdarı Feridun'un ortanca oğludur. Büyük kardeşi Selm ve küçük kardeşi İreç'tir. Tur "ilk anda kızgınlığa kapılan ve ateşten daha atılgan" olup "kükremiş bir filin yenemeyeceği yiğit aslan"dır. "Tur'un yıldızı, uğurlu ve yiğit güneşin sahibi olan Esed (arslan) burcundadır."15

Feridun yeryüzünü üç oğlu arasında paylaştırır. Rum ve Batıyı Selm'e, Tûran ve Çin'i Tur'a ve İran'ı da İreç'e verir. Babalarının bu taksimine Selm ve Tur içerlerler.16 İreç'e kin bağlayan iki büyük kardeş hileyle onu çağırıp öldürürler. Birisi Çin'e öbürü de Rum'a gider.17

Öldürülen İreç'in bir kızı olur, bu kızdan doğan Minuçihr'i Feridun hükümdar olarak yetiştirir. Minuçihr, Selm ve Tur'dan dedesinin öcünü almak için savaşır ve Tur'u savaşta yenerek öldürür.18 Fakat Tur'un soyundan gelen Peşeng'in oğlu Efrâsiyâb'ın önderliğindeki Türkler İran hanedanı için en büyük tehlikedir. Minuçihr ölümüne yakın oğlu Nevzer'e kendisi için en büyük tehlikenin Efrâsiyâb olduğunu söyleyip bu tehlikeye karşı Sam ve Zâl'den yardım istemesini tavsiye eder.19

Minuçihr'in ölümü üzerine Turan Komutanı Peşenk, komutanları Ağrir, Gersiyuz, Barman, Kelbad, ordu komutanı Veyse ve oğlu Efrâsiyâb'ı çağırarak durum değerlendirmesi yapar. Efrâsiyâb hemen savaşa girilmesi ve dedeleri Tur'un intikamının alınması taraftarıdır. Peşeng'in diğer oğlu Ağrires itiyatlı hareket etme taraftarıdır. Peşenk, Efrâsiyâb'ın görüşlerini tercih eder. Efrâsiyâb için şöyle övgüde bulunur: "Efrâsiyâb cesur bir timsah, av gününde erkek bir aslan, savaş zamanında da bir savaş fili gibidir."20 Oğullarından İran'a karşı savaşıp dedeleri Tur'un intikamını almalarını ister.

Efrâsiyâb, Türklerden ve Çinlilerden büyük bir ordu toplayarak Ceyhun kenarına gelir. İran ordusu da Dehistan'a gelir. Bu sırada ünlü İran savaşçısı Sam'ın ölmesi Efrâsiyâb'ı daha da yüreklendirir. İki ordu Dehistan'da karşılaşır. İran ordusu yenilir. Efrâsiyâb İran hükümdarı Nevzer'i tutsak eder ve öldürür.

Efrâsiyâb, Dehistan'dan Rey'e gelir, burada padişahlık tahtına oturur.21 İran Turan savaşlarının sürdüğü bu devrede yağmursuzluk neticesi büyük bir kıtlık baş göstermesi üzerine Efrâsiyâb'la İran tahtına geçen Zev barış yaparlar. Zev'in ölümünden sonra Gürşasb'ın tahta geçmesi ve onun da ölümüyle İran tahtının sahipsiz kalması Efrâsiyâb'ın tekrar saldırı hazırlığına başlamasına sebep olur. Bunun üzerine İran kahramanları yine Zâl'dan yardım isterler.22

Zâl bir yandan büyük bir ordu hazırlayıp Efrâsiyâb'a doğru gönderirken bir yandan da Elbürz Dağı'ndan Keykubâd'ı Rüstem'e getirterek tahta çıkarıp ordunun başına getirir. Keykubad, Zâl ve Rüstem gibi kahramanların komuta ettiği orduyla Efrâsiyâb'ın karşısına çıkar. Bu savaş esnasında Efrâsiyâb'la Rüstem karşı karşıya gelirler. Efrâsiyâb yenilir, esir düşmekten askerlerinin yardımıyla kurtularak kaçar. Merkezi yarılan Türk ordusu geri çekilir.23

Efrâsiyâb, Ceyhun kenarına geri dönüp orada dinlendikten sonra babasının yanına döner, babasına Rüstem'in gücünü ve bu güç karşısında tutunulamayacağını anlatır. Keykubâd'la anlaşma yapılmasını ister. Peşenk elçi göndererek Feridun zamanında yapılan İreç, Sam ve Tur arasındaki bölüşümün esas alınarak barış yapılmasını teklif eder. Keykubâd, Rüstem'in barışa karşı çıkmasına rağmen barışı kabul eder.24

Keykubâd'ın ölümünden sonra İran tahtına geçen Keykâvus kendisini ve ülkesini çeşitli maceralara sürükleyen bir hükümdardır. Keykâvus, Hemâverân ülkesini aldıktan sonra bu ülke hükümdarının tuzağına düşerek esir olur. Askeri de İran'a döner. Böyle zayıf bir durumu haber alan Efrâsiyâb derhal bir ordu toplayarak önce Arapların üzerine yürür.

Arapların bozguna uğrayıp Türklerin önünden kaçmasından sonra Türk ordusu İran'a yayılır, bütün İranlıları tutsak alır. Turanlılar bütün İran'ı kaplar. Bu sırada Rüstem, Keykâvus'u gidip tutsaklıktan kurtararak tekrar İran tahtına çıkarır. Esaretten kurtulan Keykâvus, Rum kayseriyle haber göndererek Efrâsiyâb'ın derhal İran'ı terk etmesini ister. Bu mektubu alan Efrâsiyâb, derhal Keykâvus'un üzerine yürür. Keykâvus da Rum'dan topladığı orduyla onun üzerine yürür. İki ordunun savaşında İran kahramanları Efrâsiyâb ordusunun yarısını kırarlar. Efrâsiyâb da Rüstem karşısında yenilince ordusuyla birlikte kaçarak tekrar Turan'a çekilir.25

Bir gün Rüstem az sayıdaki İran kahramanıyla Efrâsiyâb'ın avlağına giderek avlanmaya başlar. Durumu haber alan Efrâsiyâb bütün ordusuyla bunların üzerine bir baskın düzenler. İranlı kahramanlar kendileri hiç zayiat vermeden Efrâsiyâb ordusunun çoğunu öldürürler. Efrâsiyâb kaçarak canını zor kurtarır.26

İran kahramanları, Gîv ve Tûs Türklerin hüküm sürdüğü bölgede avlanırken güzel bir kızla karşılaşırlar. Bu kız Feridun soyundandır. Onu Kâvus'a takdim ederler. Kâvus bu kızı çok beğenerek haremine alır. Bu kızdan Siyâvuş doğar. Mûbitler, onun talihinin kötü olduğunu görseler de Rüstem, yetiştirilmek üzere onu yanına alıp Zâbilistan'a götürerek bir kahraman olarak yetiştirir.27

Kâvus'un hükümdarlığı sırasında Efrâsiyâb'ın İran üstüne doğru geldiği haberleri alınır. Kahramanlığını ispatlamak isteyen Siyâvuş Efrâsiyâb'la savaşmayı üzerine almak ister. Babası İran ordusunun komutasını Siyâvuş'a verir. Rüstem de yardıma çağırılır. Ordu, Siyâvuş komutasında Rüstem'le birlikte Zâbilistân'a gider. Burada Zâbilistân, Kâbil ve Hindistan orduları da Siyâvuş komutasındaki orduya katılır. Ordu Belh üzerine yürür. İran güçlerinin karşısına ilkin Türk komutanlar Barman ve Gersîyûz komutasındaki birlikler çıkarak yenilir ve geri çekilirler. Komutanlar Efrâsiyâb'ın orduyu alıp derhal gelmesi için de haber gönderirler. Bu sırada Efrâsiyâb Soğd'dadır. Türk kuvvetleri Ceyhun'un karşı yakasında savaşmak için beklemektedirler.

Siyâvuş durumu Kâvus'a bildirir. Kâvus gönderdiği haberde Efrâsiyâb'ın savaşta çok hilebaz olduğunu belirtip karşı tarafa savaşmak için geçmemesini, Efrâsiyâb'dan gelecek saldırılar için hazırlık yapmasını bildirir. Komutan Gersîyûz gelerek Türk kuvvetlerinin yenilgisini Efrâsiyâb'a bildirir. Efrâsiyâb derhal bin seçkin adamını çağırarak meclis kurup durumu görüşür.

Efrâsiyâb görüşmeden sonra yattığında korkulu bir rüya görür. Gördüğü korkunç rüyanın sonucunda çevresindeki insanlara da rüyasını anlatıp danışarak İran'la barış yapmaya karar verir. Efrâsiyâb, komutanı Gersîyûz'u barış teklifi için çeşitli hediyelerle Siyâvuş'a gönderir. Gersîyûz iyi karşılanır. Rüstem'in de barışı uygun görmesiyle barış anlaşması yapılır. Anlaşmaya göre Efrâsiyâb, Buhara, Semerkant, Soğd, Çaç ve Sipencap'ı bırakarak geri çekilir. Ayrıca Siyâvuş'un yanına kahramanlarından rehine bırakır.

Kendisine gönderilen Rüstem'den barış yapıldığını öğrenen Kâvus, Siyâvuş'a bir mektup yazıp onun barışı bozarak Efrâsiyâb'la savaşmasını ve bırakılan rehineleri öldürmesini ister. Siyâvuş ise verdiği sözden geri dönmek istemez. Sonunda Sîyâvuş İran ordusunu Behram'a bırakarak yanına ihtiyacı kadar para, mücevher ve köle alarak Efrâsiyâb'a sığınır.28

Siyâvuş'u Efrâsiyâb'ın gönderdiği Pîran karşılar. Efrâsiyâb, Siyâvuş'u ve onun oyun ve silah kullanmadaki maharetlerini görerek çok beğenir. Efrâsiyâb'ın Siyâvuş'u çok beğenip sevmesi komutanların canını sıkmaya başlar. Pîran onu önce kızı Cerîre'yle sonra Efrâsiyâb'ın kızı Firengis'le evlendirir. Bundan sonra Efrâsiyâb Çin Denizi'ne kadar olan bölgenin sorumluluğunu Siyâvuş'a verir.

Fakat sonunda komutan Gersiyûz'un oyunlarıyla Efrâsiyâb Şiyâvuş'u öldürmeye karar verir. Bir ordu toplayıp Siyâvuş'un bulunduğu yere doğru harekete geçer.

Siyâvuş ileride başına gelecek hadiseleri rüyada görerek tedbir almaya çalışır. Eşi Firengis'e doğacak çocuklarına Keyhüsrev adını koymasını söyler. İleride bu çocuk İran'ın başına geçip büyük bir hükümdar olacaktır. Siyâvuş kaçmaya çalışsa da yakalanıp esir düşer ve sonunda Efrâsiyâb'ın emriyle Gerûy tarafından boğazlanarak öldürülür.

Önce hapsedilse de komutan Pîran'ın yardımlarıyla Firengis hapisten kurtulur. Bir müddet sonra Keyhüsrev doğar. Pîran çeşitli yardımlarla çocuğun öldürülmesinin önüne geçip himayesinde yaşamasını sağlar.

Oğlu Şiyâvuş'un boğazı kesilerek öldürüldüğü haberi İran'a ulaşınca Kâvus, kahraman Rüstem ve halk çok üzülür. Bütün İran kahramanları toplanıp intikam saldırıları düzenlemeye başlayarak çok kan dökerler. Rüstem, Efrâsiyâb'ın saldırı için otuz bin kişilik seçme kahramanla gönderdiği oğlu Sürha'yı savaşta yenip yakalar ve boğazlayarak öldürtür.

Oğlunun öldürüldüğü haberini alan Efrâsiyâb çok üzülerek büyük bir orduyla Rüstem'e karşı hareket eder. İlkin iki tarafın kahramanları mücadele ederler, sonra Rüstem'le Efrâsiyâb karşı karşıya gelirler. Rüstem Efrâsiyâb'ı atından düşürür ve yakalamak ister. Bu esnada komutanları Efrâsiyâb'ı kurtarırlar. Türkler yenilerek geri çekilirler. Efrâsiyâb, Rüstem'in tekrar üzerine geldiği haberi üzerine ordusunu Ceyhun ırmağının gerisine çeker. Kendisi Keyhüsrev'i ortadan kaldırmak için Pîran'ın yanına gider. Fakat Pîran yine Keyhüsrev'in öldürülmesine engel olur. Keyhüsrev'i annesiyle Çin denizinin öte tarafına götürürler. Efrâsiyâb bölgeyi boşaltır.

Rüstem, bütün Çin, Maçin ve Turan'ı işgal eder. Efrâsiyâb'ın hazinelerine el koyar. İntikam duygusuyla Turan'dan Rûm'a, Saklab'a kadar her tarafı yakıp yıkarak harap eder, sonra ordusuyla İran'a döner.

Rüstem'in bölgeyi boşaltmasından sonra geri dönen Efrâsiyâb her tarafın yakılıp yıkıldığını görünce yapılanların intikamını almak için her taraftan asker toplayarak hazırlığa başlar.

İran kahramanı Gûderz rüyasında Keyhüsrev'den haberdar olur. Oğlu Gîv'i Turan'a göndererek Keyhüsrev'i annesi Firengis ve atı Behram'la birlikte İran'a getirtir. Keyhüsrev İran tahtına çıkar. Tahta çıktıktan sonra dedesi Kâvus'a babasının intikamını Efrâsiyâb'dan alma sözü verir. Güçlü bir ordu hazırlar.

Keyhüsrev hazırlıklar yaparken Efrâsiyâb da tedbir almaya çalışır. Aradaki ırmağın karşı tarafına odundan bir dağ yığdırır. Keyhüsrev bu dağın yakılarak yok edilmesi için Giv'i görevlendirir. Kahraman Gürgin'i Efrâsiyâb'a göndererek babasının öldürülmesine sebep olan Geruy, Gersiyûz ve Demür'i babasının kanına karşı öldürülmek üzere ister. Rüstem'i Hint tarafında Türklerin işgali altındaki bölgeleri geri almak için gönderir.

Keyhüsrev, hazırladığı büyük bir orduyu Tûs'un komutasında Türklerin olduğu bölgeye gönderir. İran ordusu rastladığı Türkleri öldürerek büyük kırım yapar. Efrâsiyâb, Kâserûd taraflarında ucu bucağı olmayan bir İran ordusunun Turan'ı işgal ederek bölgedeki Türkleri öldürdüğünü öğrenince Keyhüsrev'in intikam niyetini anlar ve hemen komutanı Pîran'a haber gönderip büyük bir ordu toplamasını emreder. Bu sırada ortaya çıkan kötü hava şartları ve yağan kar İran ordusunun zor durumda kalmasına sebep olur.

Efrâsiyâb'ın görevlendirdiği Pîran yüz bin kişilik büyük bir ordu kurar. Efrâsiyâb yaptığı denetimde orduyu beğenip İran ordusu üzerine gönderir. Pîran, İranlıların gafletinden yararlanarak otuz bin kişilik seçme askerleriyle yaptığı bir gece baskınında İran ordusunun üçte ikisini öldürür. İran ordusunun kalanı yaralı olarak canlarını zor kurtarırlar.

İran ordusunun yenilgisi haberini alan Keyhüsrev Tus'u ordunun komutasından uzaklaştırıp ordunun komutasına kardeşi Feriburz'u atar. Feriburz, Pîran'a elçi göndererek mütareke ister. İki taraf bir ay savaşmamak üzere anlaşırlar. Feriburz, bu süre içinde İran ordusunun yaralarını sarıp orduyu yeniden düzene sokar. Fakat anlaşmadan iki ay sonra yapılan savaşta yine İran ordusu yenilir. Verdiği kayıplarla iyice yıpranan İran ordusu Keyhüsrev'in yanına döner.

Bu galibiyetten sonra Pîran ve Efrâsiyâb rahatlarlar. Efrâsiyâb galibiyetle savaştan dönen Pîran'ı çeşitli hediyelerle ödüllendirir. Tedbirli bir komutan olan Pîran hükümdarı olanlardan sonra Keyhüsrev'in ani bir baskın yapabileceğini söyleyerek uyarır. Ordusuyla ülkesi Hoten'e çekilir.

Mağlubiyetle dönen İran ordusunun durumuna Keyhüsrev çok üzülür. Tus'u tekrar ordunun başına geçirip durumu bozduğu gibi düzeltmesi için Turan'a gönderir. Tur, Şehd ırmağına doğru yola çıkar.

Yeni bir İran ordusunun üzerlerine geldiğini haber alan Pîran derhal harekete geçer. Bir yandan Tus'a haber gönderip barış teklifleriyle onu oyalar öbür yandan Efrâsiyâb'a haber gönderip durumdan haberdar eder ve İran ordusuyla baş edebilmek için derhal seçkin savaşçılardan büyük bir ordu toplayıp göndermesini ister. Efrâsiyâb on gün içerisinde büyük bir ordu hazırlayıp Pîran'ın istediği yere gönderir. Gelen ordu hemen savaş düzeni alır. Zaten İran ordusu da savaş düzeni almıştır. İki ordu arasında şiddetli bir savaş başlar. Sonunda İran ordusunun savaşacak durumu kalmamıştır. İki tarafın savaşa ara verip geri çekilmesinden istifade ederek Tus askerini yakındaki Hemâverân Dağı'na çeker. Rüstem'i yardıma göndermesi için Keyhüsrev'e haberci gönderir.

Pîran bir yandan çekilen İranlıları bulmaya çalışırken bir yandan da dört bir taraflarının büyük ordular tarafından sarılmaya başladığı haberini Efrâsiyâb'a ulaştırır. Tedbir alınması ve itiyatlı olunması gerektiği konusunda onu uyarır.29 Kaçan İran ordusunun Hemâverân Dağı'na çekildiğini öğrenen Pîran, komutan Hûmân'ı otuz bin kişilik seçme askerle takibe gönderir. Ardından kendi de yetişerek İran ordusunu muhasaraya alır.

Ordusunun zor durumunu haber alan Keyhüsrev Rüstem'i yine yardıma çağırır. Rüstem büyük bir ordu toplayıp yanına İran kahramanlarını da alarak yola çıkar. Diğer yandan Efrâsiyâb da Sipencâp'dan Rûm'a kadar geniş bir bölgeden asker toplar. Kendi topladığı ordunun yanı sıra Çin hakanı ve kahraman Kâmûs'u ordularıyla birlikte İranlılar karşısındaki Pîran'a destek gönderir.

Türk ordusu Çin, Saklap, Hint ve Rum bölgesinden gelen askerlerle büyük bir güç kazanır. Türk ordusunun Pîran'la buluştuğu sırada bölgeye Rüstem komutasındaki İran ordusu da gelip Hemâverân Dağı'ndaki orduyla birleşir. İki ordu karşı karşıya gelir. Yapılan savaşlarda Türk kahramanlar İran kahramanlarını yenseler de Rüstem'in karşısında hiç bir Türk kahramanı tutunamaz. Zaman zaman barış görüşmeleri yapılsa da savaşlar devam eder. Sonunda Turan ordusu büyük bir bozguna uğrar. Çin hakanı esir düşer.

Rüstem, Turan ordusunu yendikten sonra intikam almak için Turan üzerine yürür. Turan ordusunun kırılıp Çin hakanının esir düştüğü haberini alan Efrâsiyâb adamlarıyla yaptığı istişareden sonra savaşmak için tekrar asker toplamaya başlar. Üzerine gelen İran ordusunun durumu hakkında bilgi toplar. Gerekirse Çin Denizi'ne kadar çekilmeyi düşünür. Efrâsiyâb'ın oğlu Şide babasına hemen Rüstem karşısına çıkılmamasını Gank tarafına çekilip Çin ve Maçin'den toplanan yeni bir orduyla savaşa çıkılmasını tavsiye eder. Efrâsiyâb ordusunun komutanı Pîran'ı çağırıp hemen savaşa hazırlanmasını emreder. Bir yandan da mektup yazıp Pûlâdvend'i yardıma çağırır. İki ordu arasında savaş başladığında Pûlâdvend birçok İran kahramanını yener, fakat karşısına çıkan Rüstem'e yenilir. Türk ordusu bozguna uğrayınca Efrâsiyâb Pîran'ın tavsiyesiyle Çin Denizi'ne doğru kaçar. İran ordusu Türk ordusu üzerinde intikam için büyük kırım yapar. Turan ordusunun bir kısmı ölür, bir kısmı teslim olur. Efrâsiyâb'ın peşine düşen Rüstem onu yakalayamayınca savaş ganimetlerini alıp İran'a döner.

Türk ülkesine giderek Efrâsiyâb'ın kızı Münije ile ilişkiye giren Gîv oğlu Bîjen durumu öğrenen Efrâsiyâb tarafından bir kuyuya hapsedilir. Gîv'in isteğiyle Rüstem Bijen'i kurtarma görevini üzerine alır. İran'a gelip kendi getirdiği askerleriyle birlikte büyük bir ordu hazırlayıp Turan'a yönelir. Turan sınırına geldiklerinde orduyu bırakıp yanında birkaç adamıyla tüccar kılığına girerek Pîran'ın bulunduğu yere gider. Yaptığı araştırmayla Bijen'in yerini öğrenerek bir gece gidip onu kuyudan kurtarır. Yanındaki kahramanlarla Efrâsiyâb sarayına bir gece baskını düzenler. Sarayda bulunan herkesi öldürür, fakat yine Efrâsiyâb'ı elinden kaçırır. Rüstem'in elinden kaçarak kurtulan Efrâsiyâb, Turan ordusunu toplayıp saldırıya geçer. Bu sıra yetişen İran ordusuyla Turan ordusu savaşır. Savaşta yenilme durumuna gelen Efrâsiyâb tekrar kaçar. Bunun üzerine Rüstem, Bîjen ve Münije'yi alıp İran'a döner.

Efrâsiyâb, Pîran, Gersiyûz, Karahan, Şide, Hûmân, Gelbat, Ferşindvend, Rûyun ve diğer komutanlarıyla tekrar ordu toplama ve yeni hareket tarzlarının görüşüldüğü bir toplantı yapar. Tekrar büyük bir ordu toplayıp Ceyhun'u geçerek savaş kararı alırlar. Efrâsiyâb dünyanın dört bir yanındaki padişahlara mektuplar yazarak asker ister. Çin ve Hoten'den çok sayıda asker gelir. Efrâsiyâb dört bir yandan sürülerle at getirtir. Ordunun başına Şide getirilir ve Harezm'e gönderilir. Pîran elli bin kişilik bir orduyla İran üzerine gönderilir.

Turan'ın büyük bir ordu toplayarak üzerine geldiği haberini alan Keyhüsrev derhal büyük bir ordu toplar. Bu orduya ata binmesini bilen herkes çağrılır. Rum, Hint ve Araplardan asker getirilir. Önce otuz bin kişilik seçme bir askerle Rüstem Hindistan'a gönderilir. Rüstem, sonra Gazne üzerinden kuzeye yönelecektir. Erkeş otuz bin kişilik güçle Şide'nin bulunduğu Harezm'e gönderilir. Gûderz komutasında dördüncü bir ordu Turan'a yönelir. Gûderz'in komuta ettiği İran ordusuyla Pîran'ın komuta ettiği Türk ordusu Ceyhun kenarında karşılaşırlar.30 Sonunda Türk ordusu yenilir.

Bu sırada Efrâsiyâb "Beykend" şehrinde oturmaktadır. Karargahında pars derisinden çadırlar vardır. Kendisi altın ve mücevherlerle bezenmiş bir taht üzerinde oturmaktadır. Karargahının önü komutanlarının bayraklarıyla doludur. İleri gönderdiği ordunun bozguna uğradığı haberini alması onu çok üzer ve kızdırır. Öç almaya ant içer. Topladığı büyük ordunun yarısını oğlu Karahan komutasında Buhara taraflarına gönderir. Oğullarından asıl adı Peşeng olan Şide, Cehen, Girdegir ve oğlu "İlâ"nın oğlu Güheylâ orduda yer alırlar. Ordunun askeri Çigil, Taraz, Oğuz, Karluk ve Türkmenlerden toplanmıştır. İki ordu karşılaştığında önce Şide ile Keyhüsrev teke tek dövüşürler. Şide ölür. İki ordu şiddetli bir şekilde üç gün savaşırlar. Efrâsiyâb şiddetli saldırılarında birkaç İran kahramanını öldürür. En son Keyhüsrev'le Efrâsiyâb karşı karşıya gelirler. Fakat Turan kahramanları Efrâsiyâb'ın atının dizginlerinden tutup bu dövüşe engel olurlar. Güç yetiremeyeceğini anlayan Efrâsiyâb o gece ordusuyla Ceyhun'un gerisine çekilir. Karahan'ın ordusuyla birleşerek Buhara'ya gelirler. Burada biraz dinlendikten sonra başkent Gank'a çekilirler.

Fakat Keyhüsrev takibi bırakmaz. Casuslar Efrâsiyâb'a Keyhüsrev'in Ceyhun'u geçtiği haberini getirirler. Keyhüsrev önce Soğd'a gelir. Burada bir ay kalarak bu bölgeyi itaat altına alır, ilerlemeye devam eder. Bu sırada Türkler İranlılara su vermemeye ve ordunun sağında solunda yakaladıklarını öldürmeye çalışırlar. Keyhüsrev ise önüne çıkan her yeri harap edip kadın erkek kimi yakalarsa öldürür. Sonunda Turan ve İran orduları "Gülzariyun" ırmağı kenarında karşılaşırlar. Burada savaş başlar ve devam eder.

Gece gelen bir haberci Efrâsiyâb'a Rüstem komutasındaki başka bir İran ordusuyla savaşan oğlu Karahan'ın ordusundan bir tek oğlunun sağ kaldığı haberini getirir. Bu haber üzerine derhal Rüstem'i vurmak için ağırlıklarını bile toplamadan hızla ordusuyla çöle atılır. Keyhüsrev bu durumu Rüstem'e hemen bildirir, kendisi de ordusuyla Efrâsiyâb'ı takip eder. Efrâsiyâb, Gang'a geldiğinde Rüstem'e ani bir baskın düzenlemek istese de onun tedbir aldığını görünce bundan vazgeçer. Çok yüksek ve sağlam kaleleri olan bu şehre çekilip kapanır. Çin padişahına mektup yazarak yardım göndermesini ister.

Arkadan yetişen Keyhüsrev, Rüstem'le birleşerek kaleyi kuşatır. Kale çevresine hendek kazdırıp buraları odunlarla doldurarak odunları ateşe verdirtir. Bu, duvarların yıkılmasına sebep olur. Hemen şehre girerek herkesi öldürmeye başlarlar. Efrâsiyâb, sarayı altından açılmış olan gizli geçidi kullanarak iki yüz beyiyle kaçıp kurtulur. Çin hakanının yanına gider.

Çin hakanı yardım için büyük bir ordu hazırlamıştır. Efrâsiyâb'ın buraya geldiğini duyan Türkler de burada toplanırlar. Keyhüsrev, Gang'da bir komutan bırakıp Efrâsiyâb'ı takibe devam eder. İki taraf yine karşılaşırlar. Efrâsiyâb bir mektup göndererek Keyhüsrev'e kendilerinden başka kimsenin olmadığı bir yerde teke tek dövüş teklif eder. Keyhüsrev bu teklifi kabul etmez. İki ordu akşama kadar savaşırlar. Keyhüsrev, gece ordusunun önüne hendekler kazdırarak kendilerine gece baskını düzenleyen Türk askerlerini bu hendeğe düşürtüp arkadan sararak yok ettirir. Bunun üzerine Efrâsiyâb kalan askeriyle yine çöle çekilir.

Keyhüsrev Gang'a döner. Çin hakanı Keyhüsrev'den korkarak onunla barış yapmak ister. Keyhüsrev, onun bir daha Efrâsiyâb'a yardım etmemesi şartıyla barış yapar. Bunu duyan Efrâsiyâb perişan halde çöle çekilir. Ucu bucağı olmayan Zere Denizi kenarına gelip bu denizden karşıya geçmek ister. Oradaki yaşlı bir gemici bu denizin geçilemeyeceğini söylese de Efrâsiyâb "Tutsak olmaktansa ölmek yeğdir" diyerek bir gemiyle denize açılır. Gangidiz şehrine çıkar. Bunu haber alan Keyhüsrev yine onun peşine düşer, Efrâsiyâb'ın çıktığı Gangidiz'i alır, burada bulduklarını öldürürler. Efrâsiyâb yine kaçıp kurtulur.

Keyhüsrev tekrar dönüp Gang'a gelir. Sürekli Efrâsiyâb'ı araştırır. Bu sırada Efrâsiyâb kayalık bir dağın tepesinde bir mağarayı kendine ev yapmış açlık ve susuzluk çekerek burada yaşamaya çalışmakta hem de haline sürekli hayıflanmaktadır. Bir gün Hûm denilen birisi Efrâsiyâb'ı kendi kendine konuşmalarından fark edip kim olduğunu anlayarak hücum edip yakalar. Efrâsiyâb yine kaçıp suya atılsa da hile ile yakalanarak sudan çıkarılıp öldürülür.31

C. Diğer Arap ve Fars Kaynaklarında Efrâsiyâb

Taberî Tarihi'nde Efrâsiyâb ve ataları, Şehnâme'ye benzer bir şekilde anlatılır. Yalnız isimlerin söylenişinde bazı değişiklikler vardır. Burada Türklerin atası Toç olarak gösterilir. Şehnâme'de ifade edildiği gibi Feridun'un iki oğlu Selm ve Toç diğer oğlu İreç'i öldürürler. İreç'i öldüren Toç ve Selm yeryüzünü aralarında böldükten sonra üç yüzyıl hüküm sürerler. İreç'in kızından doğan Minûşehr büyük dedesi Ferîdun'a hükümdar olma yeteneğini ispat edince Ferîdun tarafından İran tahtına çıkarılır ve yüz yirmi yıl hüküm sürer. Türk kavminden Toç'un oğlu, Minuşehr üzerine saldırarak onu yenip Irak'tan sürse de yüz yirmi yıl sonra o tekrar zafer kazanıp kaybettiği yerleri geri alır. Bu devreler Arap tarihlerine göre Hz. Musa zamanıdır.

Taberî'de Efrâsiyâb'ın babası Şehrasp gösterilir. Diğer bir rivayete göre "Erşasp bin Toç bin Efrîdun" olduğu söylenip Türklerin kendilerini Efrâsiyâb'a nispet ettikleri belirtilir. Efrâsiyâb'la Minuşehr arasında bir kısım mücadeleler yaşanmış, sonra aralarında anlaşarak Belh ırmağı da denilen Amuderya'yı (Ceyhun) sınır yapıp barışmışlardır. Buna rağmen Minuşehr her zaman Türklerin saldıracağı endişesini taşır, halkından savaş için sürekli hazır olmalarını ister.32

Taberî Tarihi farklı rivayetlerin birbiriyle karşılaştırılmadan olduğu gibi zikredilmesine dayanan bir tarih olduğu için bir başka yerde Efrâsiyâb'ın şeceresi "Efrasyap bin Feşenc bin Rüstem bin Türk" olarak kaydedilir.33 Efrâsiyâb, Minuşehr'in ölümünden sonra Hanieres'i, Fars halkını yenerek kendi hakimiyeti altına alır, Bâbil'e kadar ilerler. Çoğu zaman Bâbil'de Mihrican Kazık'da oturur. Fars memleketinde büyük bozgunculuk, zulüm yapak, mamur olan memleketi harap eder, kazılan su kanallarını kapattırır. Memlekette büyük kıtlık ve sıkıntının meydana gelmesine sebep olur. Bu onun Fars yurdunu terk edip Türk yurduna dönmesine kadar devam eder.34

Efrâsiyâb'ı Fars yurdundan İran'ın başına geçen Zev yenerek sürer. Zev'in annesi Türk'tür. Efrâsiyâb'ın İran'dan sürülüş günü daha sonraları da bayram olarak kutlanmıştır.35

Zev'den sonra İran tahtına Keyâniyân soyından gelen Keykubâd ondan sonra oğlu Keykâvus geçmiştir. Bu devrede İsrâil oğullarında Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamber ve hükümdar olarak gelmişlerdir.36 Keykâvus Belh'te oturur. Bundan sonraki olaylar isimlerin söylenişinde bir kısım farklılıklar görülse de Şehnâme'deki gibi anlatılır: Keykâvus'un Siyavahş ismini verdiği bir oğlu olur. Bu oğlu Rüstem bir kahraman olarak yetiştirir. Süzâbe baba oğul arasını açar. Bunun üzerine uzaklaşmak hem de kahramanlığını göstermek için Siyavahş Efrâsiyâb'la savaşa gider. Fakat savaşmadan barış yoluyla meseleyi hallederler. Barıştan sonra babasının ısrarla savaşılması ısrarları karşısında önceki sözlere rağmen savaşmayı şerefsizlik sayarak Efrâsiyâb'a sığınmak zorunda kalır. Efrâsiyâb'la onun arasındaki elçiliği Türklerin büyük adamlarından Kıran bin Vısgan yapar. Siyavahş çok iyi karşılanır. Efrâsiyab onu kızı Vasfa Ferid'le evlendirir. Baştan her şey çok iyi gitse de sonra Efrâsiyâb'ın komutanlarının çekememezlikleri ve hileleri sonucu Efrâsiyâb Siyavahş'ı öldürtür.

Siyavahş öldürüldüğünde karısı Keyhüsrev'e hamiledir. Bu çocuğu düşürtmek için uğraşsalar da buna muvaffak olamazlar. Bütün bu olanlara Kıran bin Vısgan karşı çıkar ve bu yanlışlığın Türklerin başına büyük belalar açacağı noktasında hükümdara uyarılarda bulunur. Siyavahş'ın karısını ve sonra doğan Keyhüsrev'i korur. Keykâvus bu çocukdan haberdar olunca Beyy bin Cuzrec'i bu çocuğu bulmak üzere Türk yurduna gönderir. Uzun aramalardan sonra gönderilen kimse, çocuğu ve annesini İran'a getirir. Olayı haber alan İranlılar derhal Rüstam bin Destan, Tus bin Nevzeran ve diğer komutanlar komutasında intikam saldırılarına başlarlar. Öldürmek ve esir almak suretiyle Türklere büyük zarar verirler. Efrâsiyâb'la şiddetli savaşırlar. Türk komutanlar Şehr ve Şehre, Efrâsiyâb'ın kardeşi Kider öldürülür.37

Keykâvus, Türk yurdundan annesi Vesfa Ferid, bir başka rivayette Vesfefre, ile birlikte gelen torunu Keyhüsrev'i tahta geçirir. Keyhüsrev, Efrâsiyâb'dan babasının kanının intikamını alacağı sözünü verir. İsfahan ve Horasan ispehbedi Cuzrec'i huzuruna çağırarak babasının intikamını almak için otuz bin kişilik ordu kurdurup Tus bin Nevzeran komutasında Efrâsiyâb'ın üzerine gönderir. İki taraf arasında şiddetli savaşlar cereyan eder. Daha sonra Keyhüsrev'in isteğiyle ordunun komutasını amcası Berazfere alır. Fakat Berazfere başarılı olamaz. Bunun üzerine Keyhüsrev bizzat komutayı ele almaya karar verir. Önce bütün illerdeki valilerine mektup yazarak belirtilen tarihte Belh ilindeki ŞahAstun'da askerleriyle bulunmaları emrini verir. Herkes istenilen yerde toplanır, toplanan orduyu bizzat Keyhüsrev denetler ve düzene sokar.

Ordusunu çeşitli komutanlarının komutasında dört koldan Efrâsiyâb'ın üzerine gönderir. Horasan taraflarından Türk ülkesine giren Cuzrec önce Kıran bin Veysgan'la karşılaşır. Şiddetli savaşta Beyzan bin Beyy, Haman bin Veyşgan ve Zafiran ölürler. İki taraftan da büyük kayıplar olur. Efrâsiyâb'ın önemli komutanları Kıran, Haman, Üstehen, Cilbad, Siyamuk, Behram, Fereşhaz, Ferehlat, kardeşleri Retdray, Endermarr, Isfahrem bu savaşta ölürler. Ayrıca Siyavahş'ı öldüren Ahust, Asrebbu bin Feşencan da öldürülenler arasındadır. Dört bir yandan saldırıya uğrayıp bütün önemli komutanlarını kaybeden Efrâsiyâb'ın yanında oğlu Şide'den başkası kalmaz. Şide, emrindeki birliklerle üzerine gelen Cerd bin Cerhemen'le savaşır, yenileceğini anlayınca çekilmek ister, fakat takip edilerek öldürülür. Bunu duyan Efrâsiyâb yanındaki tarhanlarıyla Keyhüsrev'in üzerine yürür. Aralarında dünyada benzeri görülmemiş bir savaş olur. Savaş meydanı kan denizine döner. Efrâsiyâb başarılı olamayacağını anlayınca çekilmek ister. Fakat Keyhüsrev tarafından takip edilir. Bir şehirden diğerine her şeyini bırakarak kaçan Efrasiyab Azerbaycan'da Hasif kuyusu denilen bir gölde yakalanır. Keyhüsrev'in huzuruna getirilir. Onun emriyle Beyy bin Cuzrec tarafından Siyavahş'ın öldürüldüğü gibi parçalanarak öldürülür.38

X. yüzyıl Arap tarihçisi Mesudî Türklerden ve Türk hakanlarından bahsederken Türk topluluklarının Çin ile Horasan arasında oturduklarını, buralarda birçok şehirler kurduklarını anlatır. Ayrıca Afrâsyâb'ın buralardaki Türklerin hükümdarı ve hakanlar hakanı olduğunu, Türk ülkelerinin hâkimi bulunduğunu, diğer hanların ona bağlı olduğunu belirtir. İran'a hükmeden Afrâsiyâb'ın da bu hanlara mensup olduğunu söyler.39

Moğollar ve İlhanlılar döneminde önemli görevler üstlenmiş olan Cüveynî'nin Farsça yazmış olduğu Tarihi Cihan Güşa'da Uygurlardan bahsedilirken onların Karakorum Dağı'ndan çıkan Orhun sahilinde iki kavim halinde kendi aralarından yöneticiler seçmek suretiyle Buku Han çıkana kadar beş yüzyıl yaşadıkları, halk inancına göre Buku Han'ın Efrâsiyâb olduğu belirtilir.40

Yine bu eserde verilen şu bilgiden Türkler arasında hükümdar olabilmek için Afrâsiyâb soyundan olma gerektiği inancı bulunduğu anlaşılmaktadır: Balasagun'da kendisinin Afrâsiyâb solandan geldiğini iddia eden fakat gücü kuvveti olmayan bir yönetici bulunmaktadır. Bu bölgede yaşayan Karlug ve Kanglı Türkler'i bu yöneticiye itaat etmeyip mallarını yağmalamaktadırlar. Bu yönetici gücünü işittiği Gur Han'dan bu yağmacı topluluklara karşı yardım ister. Gur Han gelip burayı olarak Afrâsiyâb torunu olduğunu iddia eden yöneticiden hanlık unvanını alır ve ona İlig Türkmen adını koyar.41 Ayrıca eserin muhtelif yerlerinde Şehnâme'den alınma Efrâsiyâb ve onun kahramanlığıyla ilgili beyitler kaydedilmiştir. 42

D. Süleymannâme'de Efrâsiyâb

Süleymannâme'de Efrâsiyâb, Oğuznâmeler'de olduğu gibi yırtıcı hayvanlara benzetilmek suretiyle anılır. Efrâsiyâb'dan bahsedilirken "Efrâsiyâbı Türk, ol melîki gürd ü karı kurd"43, "Efrâsiyâbı Türk, ol ukkâab sinelü köhne kurt"44 denilir. Görünüşü ve tavrının tasviri Dede Korkut Kitabı'ndaki kahramanların tasvirini andırır şekilde şöyle yapılır: "Efrâsiyâbı Türk da'hı altmış altı arış kadd u kâmetile taht üzerine oturmuş şarâb nûş ider."45, "Bugur Efrâsiyâbı Türk düşmân pehlevânların karşusında görüp evren gibi baş kaldurup kaplanlayın gögüs gerüp el dizine urup at kuyrugı gibi bıyıkların burup kılları ucın kulaklarına iltüp gazaba gelüp".46

Yine savaşa giren Efrâsiyâb şu şekilde tasvir edilir: "Leşker ortasında İsfendiyârî alem dibinde Efrâsiyâbı Türk altmış arış kadd u kâmetile, Rüstem minvâl salâbet ve şecâatıla, üç yüz altmış altı batman demür gürzini tag gibi omuzına urmış gelür, bir poladpûş gergedana Sâmı Süvâr gibi süvâr olup üç sinirli katı yayın kurup tarba tahtası gibi kılıcına gazab elin urmış gelür."47

Sinop Kalesi önünde Hz. Süleyman askeriyle savaşan ordusu içinde Efrâsiyâb şu şekilde savaşmaktadır: "Efrâsiyâb görüp, ol karı kurt, bir zinde gergedana binüp yene gayret kılup Tûrân beglerine kol salup adlu adıyla çagırup Koman! diyu ün urdı. Tûrân serverleri, Endelüs mihterleri, Benî Asfar dilâverleri dahı kaçup giderken döndiler, gayret hamiyyet kılup cenâb degşürüp na'ralar
haykırup seyf ü salık salışup tîg u teber çalışup süi Süleymânî, leşkeri hâkânî dönderüp tuglarına sürdiler. Bu aralıkda Efrâsiyâbı gürtle, ol kaplan sînelü kurtla, Bagdâd pehlevânı Ra'd bin Bark, ol pehlevânı şark u garb, ceng iderken birbirine mukâbil tuş geldiler. Nite Efrâsiyâbı Türk altmış arış kâmetine yigirmi dört pâre ceng âletin üzerinde müretteb kılup yüz yigirmi batman demürden taraba tahtasınlayın bir seyfi hamâil takınup üçyüz altmış altı rıtl gürzi girân, degirmen taşınca var, gergeden omuzı başında ejderhâ sırt derisi (260a) kayışından topuza salup 'hırman mikdârı polad kalkanı sînesine salup bezir'hâne direginleyin âhen sünüsin kolına alup Sâmı Süvâr'layın her kime ki sünüsin ururdı, eski bizden igne geçürür gibi biş on ere dek cebe vü cevşen dimeyüp söküp cânların alup kanların yire döküp ve kimin dahı sünü ucıyla hevâya atup inerken polad tîgıla çalup hıyâr mânend iki bölerken "48

Süleymannâme'nin otuz dokuzuncu cilt, yüz doksan dördüncü meclis 184a varağından itibaren Efrâsiyâb'dan bahsedilmeğe başlanır. Burada Efrâsiyâb'ın önce İran'ı aldığı, daha sonra da Anadolu'yu fethedip Sinop Klesi'ne hazinelerini koyduğu ve bu civardaki bakır madenlerini sahip olduğu, Anadolu toprakları elinden alınan "Kaysarı Rûm" tarafından Hz. Süleyman'a şikayet suretinde anlatılır. Kaysarı Rûm, Efrâsiyâb'ı şu şekilde tanıtmaktadır: "Efrâsiyâb Tûrân şâhıdur. Acem milki anun tahtı yedinde durur, Keykubâd ile yagı durur. Rüstemi Zâl Efrâsiyâb'a cevâb viremez. Anun korkusından yedi başlı evrenler milkine giremezler. Bu gün âlem içinde Efrâsiyâb Tûrân şâhıdır. Bir bahâdur pehlevândur kim nâra ursa ra'dı felek kan kaşanur. Cenge girse Kahramân'a yılan kuşandırur. Bir arslandur kim Rüstemi Zâl anun katında tavşandur."49

Bu bilgilere göre Efrâsiyâb Tûrân ülkesinin hükümdarı olup İran hükümdarı Keykubâd'la düşman durumdadır, ünlü efsânevî İran kahramanı Rüstemi Zâl bile onun karşısında tutunamamaktadır.

Devamla Kaysarı Rûm, Efrâsiyab'ın kâfir, putperest fakat çok güçlü biri olduğunu şöyle belirtir: "Efrâsiyâb bir 'aceb asıl nâbikâr kâfir durur, putperest durur, ammâ kim gâyetde kuvvetlü salâbetlü kimesne durur. Felege gelen ejderhâyı çar'ha sinek dimez, kuvvetine yedi başlı evren tâkat getüremez. Eylük ile dâvet kılmagı bilmez, hakkı bâtıldan fark kılmaz."50

Efrâsiyâb, Turan başkentinde kendisine bağlı bey ve yiğitleriyle eğlence meclisindeyken Hz. Süleyman'ın Sinop Kalesi'ni almak üzere hareketi geçip ilerlediği haberi gelir. Bu eğlence meclisi ve yanındaki bey ve yiğitler şu şekilde anlatılır: "Kasr u saray ı divânhânesinde dîvânı 'azîm kurup Tûrân begleri ile Acem serverleri ile Şiraz ve Semerkand yigleri ile Harezm Isfahân dilâverlerîle meclisi 'âlî kurup sîmînten, mehrû sâkîler billûr câm altun kadeh içre şarâbı erguvânı koyup nûş iderlerdi, 'âlâ ragmı rûzigâr hâtırların mey ile hoş iderlerdi."51

Hz. Süleyman'ın Sinop Kalesi'ni almak üzere yaklaştığı haberi üzerine Efrâsiyâb kendi kahramanlığını şu şekilde dile getirip meydan okur: "Efrâsiyâbı Türk, ol melîki gürd ü karı kurd, bu sözi gûş idicek gönline hoş gelmedi. Vây kim ra'dı felek gibi şakıdı, da'hı dönüp eyitdi: "İy benüm beglerüm, yiglerüm! Server selâtinlerüm! Bilürsiz kim 'âlem içre ben Efrâsiyâb ne vech ile pehlevânem. Zâlı Destân benüm adum işitse kan kaşanur. Kubâd Şâh ta'htgâhında benden üşenür. Rüstem da'hı bana kin kuşagın kuşanur, ammâ ki ana da'hı bir tabançe urmuşam, bilür. Ben ol Efrâsiyâb'am ki Tûrân milkin harâb itdüm, İrân milkine katdum.52 (186b) Menûçerheni Nebrûz'a sille urdum, Tûrân çerisinün kanların kara yire kardum. Süleymâncugaz kim olur? Kim bana gele, yâ kal'amu elümden ala? Bin 'Arapbeççe benüm gözümde mûşca yokdur. Bin Sîmurg kuşı gözümde serçe degüldür. Ve bin Süleymânı dehr katumda bir zaîf serçe degüldür.

Çün benem pehlevânı Efrâsiyâb
Kılıcım ile tutmuşam Tûrân ilin
Tagda arslan oluram suda neheng
Anca yokdur bir bahâdur serfirâz
Per döker ger uçsa üstümden gurâb
Hancerile almışam İrân ilin
Gökde 'ukkâb oluram yirde peleng
Şîremend ü şîrgîr ü kînesâz"53

Efrâsiyâb'ın başkenti Belh şehridir. Efrâsiyâb bu kentin şehrin kenarında gayet güzel bitkilerle bezeli bir bahçe içinde muhteşem bir sarayda oturmaktadır.54

Efrâsiyâb sarayında beğleriyle eğlence meclisinde eğlenip sohbet ederken hüdhüd Hz. Süleyman'ın nâmesini getirir. Nâmede Hz. Süleyman, Efrâsiyab'ı bâtılı terk ederek hak dine girmeye ve kendi gücünü belirtip kendisine tâbi olmaya davet etmekte aksi takdirde sonunun kötü olacağını belirtmektedir.55

Bunun karşısında Efrâsiyâb kendisini gücünü, zenginliğini, ülkesinin genişliğini şöyle öğer: "Men şol tavşancılam ki Süleymânı zemân degül, hüdhüd degül, cihânun şâhinleri benüm elümden turna bigidir. Yâ şöyle deryâyam ki şâhlar katumda toprakdan kem durur. Çâkerüm, zebûnum Zâl ile Rüstem durur. Hiç kimse ılduz ile berâber dirilmez ve yâ gökten alçak oldugına âr kılmaz. Güneşin nûrunu günülemek olmaz. Bunun bigi beyhûde söz söylemekden bir hüner göstermek yigrekdür ki buncılayın sözi hayra yormak uyur ejderhânun kuyrıgını basup yatur aslanun kulagını burmak olmaz. Son pişmanlık assı kılmaz. 'Arab beglerinün ne begligi ola, ne erligi ne genc ü mâlı ola, ne iklîmi ola. Şahlıkdan hemen nasîbleri lâf u güzâf ururlar, andan gayrı nesne ellerinden gelmez.

Tûrân milkini, çarhı kuşadan yedi başlu evren da'hı elümden almaz. Acem vilâyetini Tûrân memleketini benüm gencümle tolmuş durur ki hîç bir melike ol kadar genc müyesser olmamışdur. Benüm ve silâhum, hazînelerüm dükelin cem idersem pîller çekmez. Eger kılıcumun çukalumun hisâbın disem gökteki ılduzlardan çok durur. Ve benüm leşkerümi yirler götürmez. Gürzüme kimse tâkat getürmez. (1906) Benüm korkumdan Keykubâd ta'htı üstinde rahatlıg ile ârâm kılup oturmaz. Altun, gümüş, bakır çıkan ma'denler benüm daglarumdadur. Elvân elvân meyveler ni'metler benüm bostânumdadur. Cennet gülleri benüm bagımdadur.

Ol güher çıkan, incü biten bahrı Kulzüm benüm denizümde ırmagımda durur. Cihânun arkası şimdi dogrulmışdur. Benüm cengi meydânum yiri kan ile yogrılmış durur. 'ûd ı anber denizi benüm ilimdedür. Altunun gümüşün had hisâbı yokdur. Miftahı ma'âdin hep elümdedir. Cem'i dertlere dermân olan otlar benüm vilâyetümdedür. Dülkeli düşmana kılıç ile cevâb viren kuvvetlü pehlevânlar banüm tahtı hükümetümdedür. Ben ol şâham ki İrânı zemîn tâ magrib serhaddince ve Karadeniz'den Deşt diyârından tâ Agaç denizine varınca benüm vilâyetümdür. İçinde ne kadar hünermendler, ne kadar ulular var ise benüm elümde. Tûrân pehlevânları, 'Acem merdânları benüm çâkerümdür, bana râm olup dururlar.

Şehri Medenî'den tâ Sinop'a varınca, Karadeniz'den Akgerme'ye varınca kaladaki şehr içindeki pâsbân benüm adum çagırurlar. Bunca vilâyitün şâhları benüm tâcum geyerler ve benüm 'alemlerüm çekerler ve bana kulluk kılurlar. Ben ol Efrâsiyâb'am ki cihân içre hem pehlevânı cihân hem meliki Tûrân hem sultânı sahibkırân bilürler. Fagfûrı Çîn gibi pâdişâhun kızı benüm sarayımda durur. Andan bir arslan oglum vardur kim kılıç ile tagda arslanlurun âdem ile taş uranlarun bagrın ezer, kuruda peleng denizde neheng sayd ider. Ben ol Efrâsiyâb'am ki üzerümde 'Ankâyı felek uçsa per döker, ilümde arslan giçerse ter döker. Kahramânı Kerîman katumdan geçerse ser döker. Bin Keykubâd katumda zârhûr degüldür. Bin Süleymân gözlerümde mûr degüldür."56

Efrâsiyâb yukarıdan beri ifade edilen gücü sebebiyle dünyada herkesin kendisine itaat etmesini ister. Hz. Süleyman'a gönderdiği nâmede de kendine itaatı şöyle teklif eder:

"Yâ kefen tak gerdenüne gel bana

Yohsa leşker çeke vardum üstüne Okuyup nâmem idersen ger 'amel Ger nasîhat tutmazisen yâ 'Arab Kim 'Arab milkini virem girü sana Kılıcımda virmeyesin tâ ki cân Kim uram düşmân kılıç dostuna Devletüne gelmeye hergiz 'halel Tâc u tahtunla ilün kılam harâb"57

Süleymannâmeye göre Efrâsiyâb ateşperesttir. Bu Hz. Süleyman'a gönderilen nâmede şöyle ifade edilir:

Böyle dimiş nâmede Efrâsiyâb
Yidi ataya pâdişâham pehlevân
Nâr u nûrdan umaram ben himmeti
Kim benem âteşperest ol kâmiyâb
Tîg urıcı düşmene sâhibkırân58

Başka bir yerde "Efrâsiyâb hod Mecûsî dînine tapar, âteşperestdür."59 denilir.

Efrâsiyâb, Hz. Süleyman'ın nâmesine karşı meydan okuyan bir karşı nâme gönderdikten sonra hemen savaş hazırlıklarına başlar, hazırlık yapmaları için yanındaki beylerine hediyeler dağıtır, uzaktakilere hazır olmaları için haber ve hediyeler gönderir. On gün içinde bütün Turan beyleri savaş hazırlıklarını yaparak toplanır, silahlarını kuşanır ve Sinop'a doğru yönelirler.60

Efrâsiyâb "sekiz gez yüz bin" askeriyle Sinop kalesi yöresine gelir ve etrafı gözlemek için beyleriyle bir tepe üzerine çıkar. Tepe üzerinden kale önündeki sahrada iki büyük ordunun şiddetli bir şekilde savaştıklarını, bir yandan da gökten kuşların yerdeki askerlere saldırdıklarını görür. Önce bu savaşı Felestin kalesini bırakıp gelen Keykubâd Şah'la Hz. Süleyman askeri arasında sanır, fakat askerlerinin yakalayıp getirdikleri bir dilden Sinop Kalesi'nin Hz. Süleyman tarafından alındığını, bu savaşın önce itaat ettikleri halde daha sonra şeytanın aldatmasıyla Hz. Süleyman'a isyan edip gece baskını düzenleyen Benî Asfar şahı ve Endelüs melikinin askeriyle Hz. Süleyman askeri arasında olduğunu öğrenir. Bu sırada Benî Asfar ve Endülüs askeri zor duruma düşmüş ve hükümdarları da ümitsizliği düşmeye başlamışlardır. Durumu gören Efrâsiyâb sekiz yüz bin askeri ve ünlü kahramanlarıyla bunların yardımına yetişir sağ tarafına üç yüz bin askeriyle Endelüs melikini sol tarafına iki yüz elli bin askeriyle Benî Asfar şahını alarak savaş düzeni oluşturur. Hz. Süleyman askerine Amalika Sultanı Sührâb Şah kumanda eder.

İki tarafta savaşa giren kavimlerin hükümdar ve ünlü kahramanları hazırlıklarını yaparak savaş düzeni alırlar ve karşı karşıya gelirler. Önce iki tarafın ünlü kahramanları meydana çıkıp karşılıklı er dileyerek teke tek döğüşürler. Saf dışı olan kahramanın yerine yeni kahramanın meydana çıkmasıyla bir süre teke tek döğüşler devam eder. Efrâsiyâb'ın meydana çıkıp ünlü pehlivan Kartûsı âdî'yi yenmesi üzerine Hz. Süleyman askeri topluca hücuma geçer ve topyekün bir savaş başlar. Çok şiddetli bir savaş cereyan eder. Taraflar biribirini zaman zaman geri püskürterek hükümdar sancağı dibine kadar sürerler. Bu esnada Simurg komutasındaki kuş askeri de Hz. Süleyman askeri yanında Efrâsiyâb askerine saldırır. Efrâsiyâb askeri hem insanlara hem yırtıcı kuşlara karşı savaş verir. Efrâsiyab askeriyle birlikte şiddetli şekilde savaşır.61 O gün akşama kadar iki taraf on iki kez birbirine saldırıp birbirlerini geri sürerler. Akşam olduğunda ise silahların çoğu iş görmez hale gelmiş, birçok asker ölüp yaralanmış, kalanlar da yorulmuştur. Akşam savaş bırakılır, iki taraf da geri çekilir, çadırlarına döner, yaralıları tedavi eder ve divan kurarlar.62 Efrâsiyâb askeri gece yırtıcı kuşların saldırısına uğrarlar. Bu Efrâsiyâb'ı çok şaşırtır ve sıkıntıya sokar.63

Bu esnada Hz. Süleyman yüzüğünü alarak âleme hükümrân olmak isteyen Gayyûrı cazu, Elbürz Dağı'nın kulelerindeki mekanından cazu askeriyle uçarak Sinop sahrası üzerine gelmiştir. Başarıya ulaşmak için İblis'le iş birliği yapmaktadır. İblis de aslında âlem hükümranlığı peşindedir, fakat şimdilik Hz. Süleyman'ı alt edene kadar Gayyurı cazu ile iş birliği yapmayı çıkarına uygun görmektedir. Bunlar Sinop sahrası üzerine geldiklerinde savaşan askerleri görürler ve aldıkları bir dilden bu savaşın Efrâsiyâb'la Hz. Süleyman askeri arasında olduğunu öğrenirler. Hz. Süleyman'a karşı Efrâsiyâb'la iş birliği yapmaya ve ona destek olmaya karar verirler. Şeytan melek kılığına girip Efrâsiyâb'ı aldatarak onu Gayyûrı cazu ile iş birliği yapmaya karar verdirtir. Efrâsiyâb her ne kadar Gayyûrı cazu ile iş birliği yapsa, onun sihir gücünden istifade etmeye çalışsa da yine kendi gücüne güvenmek gerektiğine inanmaktadır. Efrâsiyâb ve müttefikleri yanlarına Gayyûrı cazu güçlerini de alarak Hz. Süleyman askeriyle tekrar Sinop sahrasında şiddetli şekilde savaşa girişirler. Fakat bu sırada Hz. Süleyman'a kudret tahtı inmiş, o bu tahtın tabakalarını dolaşmaya başlamıştır.64

Efrâsiyâb ve müttefikleriyle Sührâb Şah komutasındaki Hz. Süleyman askeri Sinop Kalesi önünde savaşırken Gayyurı cazu sihirle Sührâb Şah ve askerinin akıllarını başlarından alır. Bundan istifade ederek Efrâsiyâb askeri Hz. Süleyman askerine büyük kıyım yapar. Sührâb Şah yanındaki önemli savaşçılarıyla birlikte esir alınır. 65 Gayyûrı cazu esir alınan Sührâb Şah'ı idam etmek istese de Efrâsiyâb asıl hesaplarının Hz. Süleyman'la olduğunu söyleyerek bu idama engel olur.66 Bunun akabinde Hz. Süleyman askeri tekrar savaş hazırlığı yapar ve savaş düzeni alır ve Efrâsiyâb'dan yana yürüyüşe geçer.67 Bu esnada Gayyûrı cazu, Efrâsiyâb ve oğlu Pîşeng'in kendisine secde etmesini ister. Efrâsiyâb çekinerek secde etse de Pîşeng etmez, içinden cazuya kin bağlar.68 Bundan sonra da Sinop Kalesi önünde iki taraf arasında şiddetli savaşlar cereyan eder, iki taraf karşılıklı birbirlerine zaman zaman üstünlük sağlasalar da kesin neticeye uzun zaman ulaşamazlar.69

Hz. Süleyman'a kudret tahtı geldiği sırada Sinop Kalesi önünde şiddetli savaş cereyan etmektedir. Bu savaşta Gayyûrı cazu sihrinin de yardımıyla Efrâsiyâb askeri üstünlük sağlar, Hz. Süleyman askerini geri kaleye kaçırır. Başta Hz. Süleyman ordusuna kumanda eden Sührâb Şah olmak üzere Mısır sultanı Celâleddin, Bağdad meliki Tübba' bin Asda' ve önemi birçok kahraman esir düşerler. Fakat Efrâsiyâb'ın oğlu Pîşeng, Benî Asfar meliki Atfâş Hânı Asfarî ve Endülüs meliki Akrân Şah da Hz. Süleyman askerine esir düşmüşlerdir.70

Herkesi sürekli kötülüğe yönlendirip teşvik eden şeytan, Gayyûrı cazuya esirleri kendisine ve Efrâsiyâb'a secde ettirmesi, etmezlerse öldürmesi için telkinde bulunur. Bu telkinin etkisinde kalan Gayyûrı cazu Efrâsiyâb'dan esirleri getirmesini ister. Esirler, Gayyûrı cazu, Efrâsiyâb ve İblîs'in bulunduğu meclise ya istenileni yapmak ya da ölümü tercih etmek üzere getirilirler. Diğer yanda Hz. Süleyman da meclis toplar ve Lokmanı Hakîm'in tavsiyesiyle kendisine önceden itaat ettikleri halde sonra asi olan Benî Asfar ve Endülüs meliklerini Sinop Kalesi burçlarında astırır. Efrâsiyâb'ın oğlu Pîşeng'i hapse koyar. Efrâsiyâb'a esir düşen kahramanları öldürüldüğü takdirde Pişeng'in de öldürüleceği haberini gönderir. Bu haberi alan Efrâsiyâb esir düşen Hz. Süleyman'a bağlı hükümdar ve kahramanları öldürtmez.71

Benî Asfar ve Endülüs meliklerinin kale burcunda asıldıklarını gören bu kavimlerin komutanları Efrâsiyâb'dan gizli bir toplantı yaparlar. Ölen babalarının yerine Bilâdı Asfarî'yi ve Midbârı Endülüs'ü getirirler. Hz. Süleyman'a isyankar olmanın yanlış olduğu, tekrar ona itaat etme ve iş birliği yapma gerektiği hususlarında karara varırlar. Savaş esnasında Hz. Süleyman askeri yanına geçip Efrâsiyâb ve cazu askerine saldırma kararı alırlar.72

Hz. Süleyman askerinin yenilip kaleye sığındığını gören Sîmurg, düşülen durumdan utanır, Efrâsiyâb ve Gayyûrı cazunun hakından ancak Sâmı Süvâr'ın geleceğini düşünerek Hz. Süleyman gözüne görünmeden yanına Kuknûs, Ruh ve Rahne kuşlarını alıp Felestîn Kalesi'ne uçar. Keykubâd'la savaşı bitirmiş olan Sâmı Süvâr'a durumu anlatarak hemen kendilerini Sinop Kalesi önüne götürmek istediğini söyler. Sâmı Süvâr'ın bu teklifi olumlu karşılamasıyla Sîmurg Sâmı Süvâr'ı, Kuknûs Zâlı Destân'ı, Rahne Rüstem'i, Ruh Zûpîn'i sırtlarına alarak Sinop Kalesi'ne doğru havalanırlar. Sâmı Süvâr ayrılmadan önce Keykubâd ve komutanlarına karadan acele Sinop Kalesi'ne doğru gitmeleri emrini verir.73 Sîmurg ve yanındaki kuşlar sırtlarındaki kahramanlarla cazunun ateşinden etkilenmeden Efrâsiyâb'ın önüne inmek için birinci kat göğe kadar yükselirler. Buradaki melekler Sâmı Süvâr'a cazulara ve şeytanlara karşı kullanılmak üzere vurduğunda onları kül eden şehâbdan yaratılmış bir süngü verirler.74

Hz. Süleyman'a kudret tahtının verilmesiyle bütün dîv, 'ifrit, cin, perî üzerine müvekkel olan Tamhâkehmâ'âîl melek onun emrine girer. Bütün bu varlıkların onun için savaşacağını bildirir. Kendisinin elinde de ateşten bir kılıç vardır.75

Efrâsiyâb ve Gayyûrı cazu askerine ordusu yenilen Hz. Süleyman çok üzülür. Hızır'ın kudret tahtının inmesinden sonra kendisine zafer verileceğini müjdelemesi üzerine ordusunu tekrar düzene sokar. Ordu savaş düzeninde tekrar sayılır. Kuşlar Hz. Süleyman ordusu üzerinde yerlerini alırlar. Rüzgara müvekkel melek Hz. Süleyman emrinde hareket etmek üzere gelir ve emrine memur olduğunu bildirir. Hz. Süleyman'ın savaşı daha iyi idare etmesi için Hızır'ın tavsiyesiyle rüzgara müvekkel melek, kudret tahtını üzerindekilerle Sinop Kalesi üstünde yedi mil yukarı kaldırır.76

Kudret tahtıyla yukarı çıkan Hz. Süleyman, Efrâsiyâb ve Gayyûrı cazu askerini görür. Kudret tahtını havada gören Efrâsiyâb, onun azameti karşısında endişeye kapılır.77 Bu tehlikeli durum karşısında bir çözüm arayan Efrâsiyâb'ın veziri Pîran, Gayyûrı cazu galip gelirse bir mesele çıkmayacağını, aksi takdirde Hz. Süleyman'ın yanına geçerek yine eski konumarını koruyabilecekleri düşüncesini belirtir.78

Efrâsiyâb karada, Gayyûrı cazu gökte savaş düzeni alır. Gayyûrı cazu sihirle Hz. Süleyman'ın kudret tahtının bir benzerini meydana getirerek onun karşısına bu tahtı kaldırıp kendisi üstüne oturur. Yanında çeşitli varlıklara ve küplere binmiş komutanları ve cazu askeri çeşitli silahlarla donanıp yer alırlar. Efrâsiyâb, Sinop Kalesi önünde hazırlığını yapıp bir siyah gergedana binerek askeriyle savaş düzeni alır. Sağ yanında Bilâdı Asfâri komutasında Benî Asfar askeri, sol yanında Hüsrev Şah komutasında Endülüs askeri yer alırlar. İkisi arasında sekiz yüz bin Tûran askeri, Tatar ve Gürcü çerisi, Türkistan ve Deşti Kıpçak beğleriyle Efrâsiyâb savaş düzeni alır. Efrâsiyâb'ın sağında kardeşi Ü'ziret, solunda oğlu Pîşeng yer alır.79

Hz. Süleyman kudret tahtıyla Sinop Kalesi üzerinde savaşmak için havaya çıktığında Dâsirî tekvin cinler sultanı Elhenci cinne gelerek âleme yeni bir Süleyman geldiğini bildirip kendilerinin onun yanında savaşmalarını istediğini belirtir. Bunun üzerine Elhinci cinni savaş için hemen hazırlığını tamamlayıp cin askerini donanımıyla yanına alarak yola koyulur80.

Hz. Süleyman'a yardım için gelmekte olan Sâmı Süvâr'ı İblîs melek suretine girip aldatarak Bahrı zulumâta doğru götürür. Durumun farkına varan Hızır, yetişerek Sâmı Süvâr'ı haberdar eder. Hızır'la birlikte Sîmurg, Rahne, Ruh, Kaknûs kuşları ve onların sırtında gelen Sâmı Süvâr, Zâl, Rüstem, Kârûnı pîlten yetişip Sînop Kalesi üzerinde Gayyûrı cazu ve askeriyle savaşmaya başlarlar. Yerde de Hz. Süleyman askeriyle Efrâsiyâb askeri arasında mücâdele başlamıştır. Cin askeri de Gayyûrı cazu ve askeriyle yapılan savaşa mücadele için yetişirler. Gayyûrı cazu çeşitli sihirlere başvurur. Fakat Hızır'ın dualarıyla sihirler tesirsiz hale gelir. Sonunda çaresiz kalan Gayyûrı cazu ve askeri kaçmak zorunda kalırlar ve Kuhı Elbürz'e doğru kaçarlar. Gayyûrı cazuyu yakalamak için cinler sultanı Elhenc cinni ve askeri takip yapar.81

Gayyûrı cazunun kaçmasıdan sonra Hızır'ın önerisiyle Sâmı Süvâr, Sîmurg'dan Efrâsiyâb askerinin önüne indirilmesini ister. Kuşlar, sırtlarındaki kahramanları savaşan Efrâsiyâb askeri önüne indirirler. Bu sırada Efrâsiyâb ve yanındaki müttefikleri Sinop Kalesi'ni almak için mücadele etmektedirler. Sâmı Süvâr ve yanındakilerin karşısına indiğini gören ve bunların kim olduklarını Pîrân vezirden öğrenen Efrâsiyâb mücâdele için hazırlanır. Teke tek döğüş için Efrâsiyâb'ın karşısına Rüstem çıkar.

Şiddetli ve uzun bir mücadeleden sonra Rüstem Efrâsiyâb'ı gürz darbesiyle yıkar. Fakat Türk kahramanların yardıma koşmasıyla Efrâsiyâb kurtulur. Savaşın şiddetlendiği sırada babalarının yerine geçen yeni Benî Asfar ve Endülüs melikleri Sâmı Süvâr'la konuşup anlaşarak Efrâsiyâb'ı terk edip Hz. Süleyman askeri yanına geçerler ve Efrâsiyâb askerine karşı savaşmaya başlarlar. Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen Efrâsiyâb ve Turan askeri canla başla mücâdeleye devam ederler82.

Sonunda Turan askeri kırılarak hezimete uğrar. Efrâsiyâb kendisi kaçmayı başarsa da başta Pîrân vezir ve kardeşi Ü'ziret olmak üzere Turan kahramanları esir düşerler. Galibiyetten sonra Hz. Süleyman, tahtı yere indirterek divan kurar. Daha önceki savaş sırasında Efrâsiyâb'ın eline esir düşmüş olan kahramanlar serbest kalıp divana getirirler. Hz. Süleyman savaşın kazanılmasında büyük katkı sağlayan Sâmı Süvâr, Rüstem gibi kahramanlara iltifatta bulunup hediyeler verir. Savaşta ele geçen Efrâsiyâb hazinesi kahramanlara ve askere dağıtılır. Cellatlara emir verilerek esir alınıp zincirlenen Turan beğleri siyâset meydanına çıkarılırlar. Esir düşen Pîran vezir hemen söz alarak Hz. Süleyman'dan af diler ve canlarının bağışlanması halinde ömür boyu kendilerine hizmet edeceklerini söyler. Bunun üzerine Hz. Süleyman esir düşen Turan kahramanlarının canlarını bağışlar, zincirlerini çözdürüp aldırır, onlara giymeleri için "hilat" bağışlar. Pîrân Vezir bağışlanması halinde Efrâsiyâb'ın da kendisine ömür boyu hizmet edeceğini söyler. Hz. Süleyman, Pîrân Vezir'e Efrâsiyâb'ı çabuk bulup getirmesi ve Efrâsiyâb'ın da af dilemesi halinde onu bağışlayacağını söyler. Pîrân Vezir yanına Sührâb Şah'ı da alarak Efrâsiyâb'ı aramaya çıkar ve Karadeniz kenarında deniz içinde bulur ve getirir. Hz. Süleyman onu bağışlayıp has hilat giydirerek yanında makamına uygun yer gösterir.

Efrâsiyâb, Mısır sultanı Sührâb Şah'dan aşağı, Bağdad halifesi Tübba' bin Asda' ve Kaysarı Rûm'dan yukarıda altın bir taht üzerine oturtulur. Simûrg ve diğer kuşlarda yerlerini alırlar.83

Hz. Süleyman huzurunda Sâmı Süvâr, Benî Asfar Meliki Atfâş Hânı Asfarî'nin oğlu Bilâdı Asfarî ile Endülüs Meliki Akrân Şâhı Endelüsî'nin oğlu Hüsrev Şâh'ın affedilmesini ister. Hz. Süleyman onları affederek hilatı has giydirir ve mecliste Efrâsiyâb'ın altında kendilerine yer verilir. Efrâsiyâb da önceki savaşta esir düşen oğlu Pîşeng'in affını ister. Hz. Süleyman onu da affeder. Pîşeng hapisten çıkarılıp getirilerek hilat giydirilir ve mecliste melikzâdeler safında Endülüs şahı oğlu altında yer verilir.84

Süleymannâme'nin 72. cildinde Hz. Süleyman'a tabi komutanlar arasında Efrâsiyâb'ın da adı geçer. Hazreti Süleyman'ın yanında bulunan sultanlar "on dört bin dünya pâdişahları birle Mısır sultânı Celâ'leddîn, ve 'Acem sultânı Keykâvûs ve Tûrân Meliki Efrâsiyâb ve 'Amâlika Sultânı Sührâb Şâh misâli"dir.85

E. Süleymannâme'deki Efrâsiyâb Üzerine Bir Değerlendirme

Efrâsiyâb Süleymannâmede Oğuznâmelerdeki alp tipi gibi canlandırılır. Alplerin önemli özelliklerinden birisi son derece güçlü olmalarıdır. Zaten alplerden beklenen yiğitlik ve kahramanlık için de bu şarttır. Bu yüzden alpler daha doğuştan güçlüdürler. Onların bu gücü güçlü hayvanlara benzetilmek suretiyle anlatılır. Meselâ Efrâsiyâb için Türkler arasında söylenen Alp Er Tonga ismindeki tonga kelimesi kavgada filleri bile öldürebilen kaplan demektir.86 Yine büyük Türk destan kahramanı olan Oğuz Kağan da daha doğduğunda olağanüstüdür ve beden yapısı tasvir edilirken "Ayakları öküz ayağı gibi; beli kurt beli gibi; omuzları samur omuzu gibi; göğsü ayı göğsü gibi idi"87 denilir. Yukarıda görüldüğü üzere Süleymannâme'de Efrâsiyâb'dan bahsedilirken o kurt, kartal, tavşancıl, kaplan gibi güçlü yırtıcı hayvanlara benzetilir. Yalnız Süleymannâme'de Oğuznâmeler'de görülen kahramanın doğumu, büyümesi, ilk kahramanlık göstermesiyle ilgili bir bilgi yer almaz. Efrâsiyâb karşımıza direk güçlü bir hükümdar olarak çıkar. Müslüman hükümdarlığı temsil eden diğer kahraman Hz. Süleyman'ın hayatı da peygamberlik gelişinden itibaren verilir. Efrâsiyâb Oğuznâme kahramanlarında görüldüğü gibi olağanüstü tabî bir güce sahipken Hz. Süleyman peygamberlik geleneğinden gelen manevi bir güce sahiptir. Kendisine kudret tahtı indirilerek bu manevî güç daha da pekiştirilir. Hz. Süleyman olağanüstü güçlerle başarı sağlarken Efrâsiyâb cazuların sihrinden yararlansa da bu sihir gücüne fazla güvenmez, yine asıl dayanılması gereken gücün kendi tabi gücü olduğunu düşünür.

Efrâsiyâb'ın vücut yapısı ve görünüşünün tasviri de Oğuznâme kahramanlarının tasvirine benzer: Topkapı Oğuznâmesi'nde Oğuz kahramanlarından Alp Arız'ın Efrâsiyâb'ın oğlu olduğu belirtildikten sonra o şöyle tasvir edilir: "toksan deriden kürk olsa topugın örtmeyen, tokuz deriden şebkülah olsa tülügin örtmeyen, toksan koyun dovgalık, on koyun öyünlük yetmeyen tokuz yaşar cüngin silkip atan, kıynağında gökde dutan, at başın yalamayub bir gez yudan, Afrâsiyab oğlu Alp Arız beg,". Aynı şekilde bir başka kahraman yine abartılı bir şekilde şöyle öğülür: "Kundan bıyığını ensesinde üç gez dögen, kahıdukda karımana kan kaşanduran, kara göze kanın dönen yer evreni yılan, ademiler evreni Ucın oğlı Emen Beg".88 Dede Korkut Kitabı'nda da bu tür kahraman tasvirleri sık yer alır.

Süleymannâme'de Efrâsiyâb ideal bakımından Uygur alfabesiyle yazılan Oğuz Destanı'ndaki ve Reşidüddin Oğuznâmesi'ndeki Oğuz'a benzer. O da bu eserlerdeki Oğuz gibi cihan hakimiyeti ülküsü taşır.

Eserde Efrâsiyâb'ın başkenti Belh şehridir. Efrâsiyâb İran'ı yenerek ülkesine katmıştır. Başta Rüstem olmak üzere İran kahramanları karşısında çaresiz kalmıştır. Tabi kaynak ve maden bakımından zengin bir ülkeye sahiptir. Bu maden zenginliğini Anadolu'yu alıp Ilgaz civarındaki bakır madenlerini de elde ederek daha da zenginleştirir. Madencilik Eski Türklerde büyük öneme sahiptir. Buradaki bakır madenine sahip ola dikkat çekicidir. Yine Şecerei Terâkime'de Oğuz ilinin yurtları sayılırken "Kiçik dağ" ismi geçer ve bu dağın bakır menbaı olduğu belirtilir.89

Efrâsiyâb'ın hakimiyet alanı çok geniştir. Çin onun kontrolündedir. Karadeniz'in kuzeyindeki Kıpçak bozkırları Ağaç Denizi'ne kadar onun ülkesine dahildir. İran ve Anadolu'yu da almıştır. Bu bilgiler Şehnâme'de de aslında teyit edilir. Şehnâme'ye göre Efrâsiyâb birkaç defa bütün İran'ı ve hatta Arap ülkelerini işgal etmiştir. Fakat daha sonra İran kahramanları özellikle Rüstem karşısında tutunamayarak kendi ülkesini bile kaybetmiştir. Sonunda da Keyhüsrev tarafından yakalanıp öldürülür. Süleymannâme'de ise Efrâsiyâb en son yenilerek Hz. Süleyman'a teslim olduğu savaşta daha önce yendiği Rüstem karşısında galip gelemez. Fakat Süleymannâme'de Efrâsiyâb'ın İranlılara yenilmesi söz konusu değildir, o bir tek Allah tarafından "âleme hükümran olmak" üzere gönderilen ve kendisine yüzük ve kudret tahtı verilen Hz. Süleyman'a yenilerek tâbi olmuştur. Hz. Süleyman askerini de kudret tahtı gelmezden önce birkaç kez yener.


1 Ord. Prof. Dr. A. Z. Velîdî Togan, Umûmî Türk Tarihi'ne Giriş, 3. Baskı, İstanbul 1981, s. 3334.
2 A.g.e., s. 4445.
3 A.g.e., s. 167.
4 A.g.e., s. 36.
5 A.g.e., s. 168.
6 Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri, İstanbul 1970, s. 58, 67.
7 Prof. Dr. Talât Tekin; XI. Yüzyıl Türk Şiiri, Ankara 1989, s. 811.
8 Divnü Lügati'tTürk Tercümesi I, Çeviren: Besim Atalay, Ankara 1985, s. 396.
9 A.g.e., s. 413414.
10 Divnü Lügati'tTürk Tercümesi III, Çeviren: Besim Atalay, Ankara 1986, s. 157.
11 A.g.e., s. 149150.
12 (Yusuf Has Hacib); Kutadgu Bilig I Metin, Haz.: Reşid Rahmeti Arat, II. Baskı, Ankara 1979, s. 43.
13 (Yusuf Has Hacib); Kutadgu Bilig II Çeviri, Çeviri: Reşid Rahmeti Arat, 6. Baskı, Ankara 1994, s. 31.
14 Ebülgazi Bahadır Han; (Şecerei Terâkime) Türklerin Soy Kütüğü, Haz.: Muharrem Ergin, İstanbul, s. 82.
15 Firdevsi, Şehname, Cilt. I., Tercüme: Necati Lügal, İstanbul 1945, s. 118119.
16 A.g.e., s. 137140.
17 A.g.e., s. 144173.
18 A.g.e., s. 357358.
19 A.g.e., s. 369.
20 A.g.e., s. 367404.
21 Firdevsi, Şehname, Cilt. II., Tercüme: Necati Lügal, İstanbul 1947, s. 38.
22 A.g.e., s. 3039.
23 A.g.e., s. 4049.
24 A.g.e., s. 170195.
25 A.g.e., s. 208233.
26 A.g.e., s. 364370.
27 A.g.e., s. 413471.
28 Firdevsi, Şehname, Cilt. III., Tercüme: Necati Lügal, İstanbul 1949, s. 3451.
29 Firdevsi, Şehname, Cilt. IV., Tercüme: Necati Lügal, İstanbul 1990, s. 1525.
30 (Hüseyin Nihal) Atsız; Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1992, s. 4245.
31 Taberî; Milletler ve Hükümdarlar Tarihi II, Çeviren: Zakir Kadîrî Ugan, Ahmet Temir, İstanbul 1991, s. 531537.
32 A.g.e., s. 648.
33 A.g.e., s. 649.
34 A.g.e., s. 650.
35 A.g.e., s. 701728.
36 A.g.e., s. 729732.
37 A.g.e., s. 735745.
38 Prof. Dr. Osman Turan; Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, 4. Baskı, İstanbul 1980, s. 152.
39 Cüveynî, Tarihi Cihan Güşa, Çeviren: Prof. Dr. Mürsel Öztürk, 2. Baskı, Ankara 1998, s. 102.
41 A.g.e., s. 305.
42 A.g.e., s. 119, 340, 342.
43 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 186a; Mustafa Aksoy, Uzun Firdevsî'nin Süleymannâme'sindeki Destan Unsurları Cilt III, (Basılmamış Doktora Tezi) İzmir 2000 s. 242.
44 a.g.y., v. 272a; a.g.e., s. 401.
45 a.g.y., v. 187a; a.g.e., s. 243.
46 a.g.y., v. 263a; a.g.e., s. 386.
47 a.g.y., v. 249b; a.g.e., s. 363.
48 a.g.y., v. 259b260a; a.g.e., s. 380.
49 a.g.y., v. 184b; a.g.e., s. 239.
50 a.g.y., v. 185a; a.g.e., s. 240.
51 a.g.y., v. 186a; a.g.e., s. 242.
52 Metnin bütünündeki manaya göre buradaki "İran" ve "Tûrân" kelimeleri yer değiştirmelidir. Bir alt satırdaki "Tûrân" kelimesi de "İran" olmalıdır. Bu müstensih hatasından kaynaklanmış olmalıdır.
53 a.g.y., v. 186ab; a.g.e., s. 242.
54 a.g.y., v. 186b; a.g.e., s. 243.
55 a.g.y., v. 188b189b; a.g.e., s. 247249.
56 a.g.y., v. 190ab; a.g.e., s. 250251.
57 a.g.y., v. 200b; a.g.e., s. 271.
58 a.g.y., v. 200a; a.g.e., s. 270.
59 a.g.y., v. 238a; a.g.e., s. 243.
60 a.g.y., v. 189b193a; a.g.e., s. 253255.
61 a.g.y., v. 261b262a; a.g.e., s. 383387.
62 a.g.y., v. 267b268a; a.g.e., s. 394.
63 a.g.y., v. 276a280a; a.g.e., s. 409418.
64 a.g.y., v. 310b313a; a.g.e., s. 482486.
65 a.g.y., v. 314a; a.g.e., s. 488.
66 a.g.y., v. 315a318a; a.g.e., s. 492497.
67 a.g.y., v. 318a; a.g.e., s. 498.
68 a.g.y., v. 337a340a, 359b362b, 375b379b; a.g.e., s. 539546, 589595, 625632.
69 Halil İbrahim Usta, Firdevsi Rûmî Süleymânnânei Kebîr (İncelemeMetinSözlük), Ankara 1995, s. 232, 236244, 270281.
71 A.g.e., s. 270281, 290294.
72 A.g.e., s. 294.
73 A.g.e., s. 295303.
74 A.g.e., s. 325326.
75 A.g.e., s. 305306.
76 A.g.e., s. 344358.
77 A.g.e., s. 359362.
78 A.g.e., s. 373374.
79 A.g.e., s. 374379.
80 A.g.e., s. 379384.
81 A.g.e., s. 388397.
82 A.g.e., s. 397403.
83 A.g.e., s. 425434.
84 Ata Çatıkkaş, Firdevsîi Rûmî'nin Süleymannâmei Kebîr'i (GramerSentaksLügatMetin), İstanbul 1979, s. 177.
86 Dîvanü Lügati'tTürk Tercümesi Çev. Besim Atalay, III. Cilt, Ankara 1986, s. 368.
87 W. Bang, G. R. Rahmeti; Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936, s. 11.
88 Orhan Şaik Gökyay; Dede Korkut, İstanbul 1938, s. 123.
89 Ebülgazi Bahadır Han; (Şecerei Terâkime) Türklerin Soy Kütüğü, Haz. Muharrem Ergin, İstanbul, s. 56.

Yorumlar (0)