Esik Kurganı Hakkında Genel Bilgiler

Esik Kurganı Hakkında Genel Bilgiler


Esik Kurganı

Kurgan Nedir?: Kurgan, Orta Asya’da ki eski Türk mezarlarına verilen ad. Genelde devlet yöneticisi olanlar için yapılmışlardır. Kurganlar tahtalarla, bazen de taşlarla çevrili mezar odalarının üstüne bir metre ile yetmiş metre arasında toprak yığılmasıyla oluşturulur. Kurganlarda asıl mezar odası bazen dikdörtgen, bazen kare veya oval olabiliyordu. Cesedin bulunduğu yere bazen doğrudan ulaşılabiliyor bazen de bu oda altta yer alıyordu. Ceset odasının döşemesi ağaç kütükleri ve kalastan yapılıyordu. Cesetlerin başı doğuya çevrilmiş olur ve cesetler eşyaları ile birlikte kurganlara gömülürdü. Kurgan ın farklı bölgelerinde at cesetlerine de rastlanmıştır. Bugüne değin bulunan en önemli kurgan Kazakistan’da ki Esik kurganı’dır.

Esik (Issık, Issyk) Kurganı, İskitlere ait olduğu düşünülen bir kurgan. Önemli kaynaklarda İskitlere ait olduğu iddiası kabul görür. M.Ö. 5. yüzyıl’dan kalma olduğu sanılır. Kazakistan’da Kazak arkeolog Prof. Kemal Akişef [oğlu] tarafından gün ışığına çıkarılmıştır.

 

2 milyon nüfusuyla Kazakistan’ın en büyük kenti konumundaki Almatı’nın yaklaşık 50 kilometre doğusunda yer alan Esik (Issık) bölgesinde 1969–1970 yıllarında, Kazak Bilimler Akademisi’nin, Tarih, Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nün Arkeoloji bölüm başkanı Kemal Akişoğlu’nun yönetiminde kazılan, Alma Ata şehrinin 50 Km. yakınındaki, şimdiki Issık Kasabası’nda bulunan Esik Kurganı bir tesadüf sonucu ortaya çıkarılmıştır. 1970 yılında yol yapımı için başlatılan kazılar sırasında iş makineleri büyük bir taş kütlesine rastladı. Bu engeli ortadan kaldırmak için harekete geçen işçiler, bir müddet sonra bunun sıradan bir taş kütlesi ya da kaya parçası olmadığını anladılar. Ardından, resmî makamlara haber verildi ve inceleme için bölgeye bir arkeolog heyeti gönderildi. Heyetin başkanı Kemal Akişev, kazıları bizzat yönetti. Yapılan çalışmalar sonucunda büyük bir kurgan (mezarlık) ortaya çıkarıldı ve bu kurgan içinden insanlık tarihine ışık tutacak nitelikte çok sayıda eşya gün ışığına çıktı.

Höyüğü açan arkeologlar muhteşem bir mezarla karşılaştılar. Bu, bir lâhit değil, Mısır piramitlerindeki firavun odasını andıran, her tarafı kapalı, süslü kayalarla yapılmış bir oda idi. Bu odayı itina ile açtılar ve asıl şaşkınlık o zaman oldu. Çünkü, bu ölü odasının içi pırıl pırıl altın eşya ile doluydu. Altın olmayan eşyalar da çoktu.

Esik Kurganı Mısır Firavunu Tutankamon’un mezarından sonra dünyada en çok altın bulunan mezardır.

Bekin Nur Muhammedov (tarihçi, 61 yaşında), “Ben bir Nayman’ım (Bir Moğol kabilesi). Doğdum büyüdüm buralarda yaşarım.” diyor. “Az ileride bir fabrika var. 1969 yılında fabrikanın inşaatı devam ederken mezar ortaya çıkmış. Tarihçi olduğum için gelip bakmamı istediler. Ben oraya vardım ve mezarı ellerimle aralamaya başladım. Mezarların üzerindeki ağaçlar ateş görmüş gibi yanmadan kül haline dönüyordu. Altın Elbiseli Adam çıktığında parıltısından ve ışığından gözlerimiz kamaştı, bir süre bakamadık ona. Altın Elbiseli Adam’ın yanında, üzerinde yazılar olan bir de tas vardı. Elindeki yüzüğü ben taktım.”

Esik Kurganı’nın yapısı için şunlar söylenebilir: 7 metre derinliğindeki mezar odasının üzeri toprak-taş yığınıyla kapatılmıştı. Bu oda, diğer Hun kurganlarında olduğu gibi inşa edilmiştir. Kalın çam kütüklerinden yapılmış mezar odasının ölçüleri 32 metre ebadındadır. Odanın derinliği ise 1.20 metredir. Ancak, çam kütüklerinin içeriden yontularak düzleştirildiğini görüyoruz. Araştırmacıların açıklamalarına göre mezar odasının ahşap strüktürü dışında hazırlanmış ve sonra kazılan çukura indirilmiştir. Zeminden kurganın tepesine kadar olan yükseklik 9 metreyi, kurganın üzerindeki suni tepenin çapı ise 60 metreyi bulmaktadır.

Yapılan çeşitli araştırmalar, eserlerin bozkır kültürüne mensup Türk veya en azından Türklerle akraba (ya da Türkleşmiş) bir kavim tarafından yapıldığına işaret ediyor. Yazının Göktürk kitabelerinin alfabesine benzerliği ve eserlerin mitolojik, ikonografik özelliklerinin Hun sanatına çok uygun oluşu nedeniyle, özellikle Türkiyeli Türk araştırmacılar bunları Hun eseri olarak nitelendirmişlerdir.

Bulunuş Hikayesi


1970 yılında, Kazakistan’da Alma-Ata’nın 50 km. kuzeyinde bulunan Esik kasabasında, garaj yapmak ve yol açmak için alçak bir tepenin düzeltilmesine karar verildi ve kazı başladı. O tarihe kadar o alçak tepenin bir höyük olduğunu kimse bilmiyordu. Çevrede eski kalıntılar da yoktu.

Kazı yapılırken kullanılan araç büyük bir kayaya çarptı, işçiler, kayayı parçalamak için üzerini örten toprakları kürekle açtılar ve bunun işlenmiş bir kaya olduğunu gördüler.

Durum, ilgili resmî makamlara bildirildi ve inceleme yapan arkeologlar tarihi bir eserle karşılaştıklarını gördüler. O tepe bir höyüktü, büyük bir mezarın üzerine yığılan kum tümsek idi.

Höyüğü açan arkeologlar muhteşem bir mezarla karşılaştılar. Bu, bir lâhid değil, Mısır piramidlerindeki firavun odasını andıran, her tarafı kapalı, süslü kayalarla yapılmış bir oda idi. Bu odayı itina ile açtılar ve asıl şaşkınlık o zaman oldu. Çünkü, bu ölü odasının içi pırıl pırıl altın eşya ile doluydu. Altın olmayan eşyalar da çoktu.

Sn. Servet Somuncuoğlu’nun bir ekiple beraber bölgeye ziyareti sonucu kaleme aldığı makale :

Üniversite yıllarımda bir efsane gibi dilden dile anlatılırdı, “Altın Elbiseli Adam” ve o zamanlar benim için tam bir efsaneydi. Bizler için o, Türk kültür ve medeniyet tarihinin en önemli belgesiydi. Bir gün ona doğru yolculuk yapmayı düşlemiştim. O zamanlarda, nasıl, ne zaman, kimlerle olacağını bilmiyordum ama bir gün olacaktı yolculuğum…

O gün geldi hem de hiç düşünmediğim ve beklemediğim bir anda. Bursa’dan bir grup işadamı ve öğretim üyesi Altın Elbiseli Adam’a, Kaynaklar’a yolculuk düzenliyordu ve Turgay Tüfekçioğlu geziye beni de davet etti. Bu gezide dünya çapında bir üne sahip dil bilgini Kazım Mirşan da bizimle birlikteydi.

“Bütün Avrasya coğrafyasında ağaç kutsaldır, totem değildir ama kutsaldır ve ağaca sarılmak insana dinginlik verir” diyordu, bilge kişiliği ile Kazım Mirşan. Tanrı Dağları’nın eteklerindeyiz. Zirvelerinde kar olan bu dağların heybeti insanı büyülüyor ve gerçekten de insan o zirvelere baktıkça, kendini Tanrı’ya yakın hissediyor.

Almatı şehrinin her yerinde “Altın Elbiseli Adam” var. Meydanlarda resim çalışması yapan öğrenciler onu çiziyor eskizlerinde, satıcılar onu satıyor, müzelerde o var. Kazakistan demek, “Altın Elbiseli Adam” demek. İlginç bir öyküsü var bulunmasının…

1963 yılında Issık Göl taşar ve önüne gelen ne varsa siler süpürür. Silip süpürdüklerinden biri de kurgandır. Bu kurganın yeri düzleşir. 1969 yılında düzleşen yere fabrika yapılmasına karar verilir. İnşaat sırasında kalıntılar ortaya çıkar, hemen yakın köydeki Bekin Nur Muhammed çağrılır, bu işlerden anladığı için. Bekin Nur Muhammed yetkililere haber verir ve birkaç gün içinde heyetler gelir. Ne yazık ki Altın Elbiseli Adam’ın kemiklerini yok eder gelen heyet, karbon testi yapılma imkanı ortadan kalkar. Türk tarihinin çok önemli bir belgesi yok edilmiştir. Fakat henüz daha el değmemiş kurganlarda neler çıkacağını kimse bilmemektedir ve “bu kurganlar açıldığında, tarih yeniden yazılacaktır” demek yanlış olmaz. Gezide bulunan işadamlarından, kurganların kazılması için kaynak ayıracaklarını belirtenler oldu. Diyalog adına atılmış her adım çok büyük önem taşıyor bu coğrafyada…

Binlerce yıl önce oluşmuş Türk Medeniyet’inin eserleri bu coğrafyada saklı duruyor hâlâ. Tamgalı Say, bu saklı hazinelerin belki de başında geliyor. UNESCO tarafından dünyanın kültür mirası listesine alınan bu yerde, Türk kültür ve medeniyetinin ilk izleri var. Tamgalı Say’ın en muhteşem özelliği, binlerce yıl önce başlayan bilgi ve bilgiyi aktarma yöntemlerinin arayışını görmek oluyor. Burada resim, resimle yazı arasındaki işareti, damga ya da petroglif ve Orhun Yazıtları’nda kullanılan Runik Türk alfabesindeki harflerle yazılmış bir satır yazı insanın yüreğini ürpertiyor. Kazım Mirşan’a göre; Türkler yazıyı dünya üzerinde ilk kullanan millet ve bunun da belgesi Tamgalı Say…

Almatı’dan Bişkek’e karayolu ile geçtik. Bir anlamda, Altın Elbiseli Adam’ın şehrinden, Manas’ın şehrine gitmiştik. Bişkek’te her yerde bütün dünya Türklerinin ortak destan kahramanı MANAS var.

Grubumuz son derece heyecanlı. Bulunduğumuz şehirlerde kendi çapında herkes bir şey yapmaya çalışıyor. Bursalı işadamı Mete Tetik’in, borcundan dolayı elektriği kesilen caminin borcunu ödeyip elektriği açtırması hepimizi çok duygulandırıyor. Kazım Mirşan’ın Kazakistan Devlet Üniversitesi ve Bişkek’teki Türkiye-Kırgızistan Manas Üniversitelerinde verdiği konferanslar çok büyük ilgi görüyor. Konferansların konusu daha çok “İlk Türk Tarihi Yazıtları” üzerinde yoğunlaşıyor.

Bu gezinin en önemli tarafı, geziye katılanların çoğunluğunun işadamları olması ve onlar sadece “görmek, tanımak, öğrenmek” adına burada oldular. Hiç birinin en küçük bir iş endişesine tanık olmadım.

Issık-Göl yolculuğumuz unutulmayacak anılar bıraktı hepimizde. Fuat Bursalı, İsmail Tatlıoğlu, Oğuz Yıldırım, Hamit Şahin gezinin renkli simaları ve özellikle de Zeki Saral’ın Issık-Göl’de yüzme arzusu ve bunu gerçekleştirmesi hepimiz için ayrı bir anı olarak yaşayacak. Kırgız çadırında sütlü çay içerken yaptığımız küçük sohbette Fuat Bursalı’nın sözleri beni çok etkiliyor; “Buralara gelmeliyiz arkadaşlar. Biz bu diyalogu kurmazsak, kuracak çok insan var. Ben Bursa’ya döndüğümde buraları ve gördüklerimi bütün işadamı arkadaşlarıma anlatacağım. Biz buralara mutlaka gelmeliyiz!”

Yorumlar (0)