Eski Türklerde Devlet Başkanlığı-Hakanlık / Yrd. Doç. Dr. Osman Kaşıkçı

Eski Türklerde Devlet Başkanlığı-Hakanlık / Yrd. Doç. Dr. Osman Kaşıkçı





I. Genel Olarak

Türklerin yaklaşık dört bin yıllık bir tarihi olduğu tahmin edilmektedir. Çeşitli tarihi, siyasi ve hukukî sebeplerle birden fazla devlet kurmuş olan Türklerin anayurdunun Orta Asya olduğu bilinmektedir. Bilinen ilk Türk devleti veya Türklerin egemen olduğu devlet Hunlardır. Daha sonra Türkler küçüklü büyüklü birçok devlet kurmuşlardır.1 Güçlü, kuvvetli anlamına gelen Türk kelimesine devlet ismi olarak ilk defa Göktürklerde rastlanmaktaysa da günümüzde Türk soyundan gelen bütün toplulukları ifade etmek için kullanılan genel bir kavram halini almıştır.2

Türk tarihi ile ilgili araştırmalarda Müslüman olmadan önce ve sonra olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmesi klasik hale gelmiştir. Çünkü Müslümanlık Türk tarihinde gerçekten önemli bir yere sahip olmuştur. Şüphesiz Türkler daha önce de din değiştirmişlerdir. Bu husus Türklerin dini açıdan sıkı bir taassuba sahip olmadıklarını göstermek açısından ilgi çekicidir. Ancak daha önceki din değiştirmeler sistem değişikliğini gerektirmemiştir. İslâm, hukukî hükümleri de kapsayan bir din olduğu için Müslüman olan Türkler İslâm'ın hukuk sistemini de benimsemişlerdir.

Bu incelemede sadece Türklerde Müslüman olmadan önceki devlet başkanlığı kurumu üzerinde durulacaktır. Şüphesiz burada ilk belirtilmesi gereken husus bu konudaki kaynak kıtlığıdır. Muhtemelen bu eserin ilgili kısımlarında eski Türklerle ilgili kaynak sıkıntısının sebep ve sonuçları üzerinde durulacağından burada bu konuya temas etmeyi düşünmüyoruz. Şu kadarını söyleyelim ki, eski Türklerde devlet başkanlığı gibi en önemli kurum hakkında birkaç etnoğrafik, Çin kaynaklarından Batı dillerine aktarılmış güvenilirliği tartışmalı birkaç eser ile tarih amaçlı araştırmalara dayanarak kesin değer yargılarına varmak bizi hatalı sonuçlara götürebilir. Bununla birlikte "bir şey tamamen elde edilmezse onu tamamen terk etmek de doğru olmaz" prensibinden hareketle bu konuda ulaşabildiğimiz kaynaklardaki bilgileri değerlendirmeye çalışacağız. Yine belirtmemiz gerekir ki bu incelemede her bir Türk devletinde devlet başkanlığının incelenmesi gereksiz tekrarlara sebep olacağından mümkün olduğu kadar genelleştirerek Türk geleneğinde devlet başkanlığının öne çıkan özellikleri üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

II. Eski Türklerde Devlet Anlayışı A. Devlet (İl)

II. Türklerin yönetim yapısının en üstünde, devlet veya bir hükümdar tarafından idare edilen siyasi birlik anlamında İl kavramı kullanılmaktaydı.3 İl, iyi dostluk, sevgi, sulh, barışseverlik anlamlarına gelen bir kavramın devlet anlamında kullanılması gerçekten dikkate değer bir husustur.

Devlet deyince akla devleti oluşturan hakimiyet, ülke ve halk olmak üzere üç unsur gelmektedir. Eski Türklerde hakimiyete oksızlık, ülkeye ülüş, halka da kün veya budun dendiğini görüyoruz.4 Eski Türk anlayışına göre İl'in varlığı hakimiyete bağlıydı. Hakimiyet yoksa halkın ve kara parçasının bir anlamı yoktu. Türklerin her gittikleri yerlerde küçüklü büyüklü devlet kurmuş olmaları onların bağımsızlığa ve hakimiyete düşkün olduklarını göstermektedir. Hakimiyet halkı temsilen belirli bir zümreye aitti. Bu elit zümre Han, Kağan, Hakan, Yabgu gibi unvanlarla kendisine hitap edilen devlet başkanını seçiyordu.5 Ancak hakan adayı olabilmek için kut verilmiş aileye mensup olmak gerekiyordu. Hakan hakimiyeti elinde bulunduruyor, kanun (töre) koyabiliyordu. Bununla birlikte bütün monarşilerde olduğu gibi hakana bağlı olarak bu hakimiyetin beyler ve halk (budun) ile paylaşıldığı, onlara danışıldığı da oluyordu.6

Türklerde devlet anlayışının daha çok konfederasyon şeklinde olduğunu görüyoruz. Bunun sebebinin, hakimiyet anlayışı ve ülkenin yönetim hakkına sahip olan sülalenin fertleri arasında paylaştırılmasından kaynaklandığı söylenebilir.

B. Kut Kavramı

Kut, Türkçenin en eski kelimelerinden birisidir. Tarih boyunca birçok anlam kazanmıştır. Kut her şeye girebilen ve kutsal nitelik kazandıran sihir gibi bir şeydi. Şamanizm'de ruh veya can anlamında kullanılmaktaydı.7 Eski Türk ve Moğollarda Kut'un semadan inen bir nur olduğuna inanılıyordu. Kut'un, bilgisiz, iyi ahlakını yitiren kimselerden uzaklaştığı kabul ediliyordu. Ayrıca Orhun Yazıtları'nda "Kut", tanrı anlamında da kullanıldığı da görülmektedir.8

Kut'un en yaygın ve belirgin anlamı, şüphesiz devlet veya siyasi hakimiyettir.9 Orhun Yazıtları'nda "Tanrı yarlıgadığı için kut'ım" şeklinde yani Hakan anlamında geçmektedir.10 Eski Türk hukuku ile ilgili en önemli kaynaklardan birisini teşkil eden Yusuf Has Hacib'in ünlü eserinin ismi "Kutadgu Bilig"in de buradan geldiği bilinmektedir. Eserin içerisinde de Kut kelimesi devlet ve siyasi hakimiyet anlamında sık sık kullanılmıştır. Netice olarak Kut, eski Türk kamu hukukunda temel bir yer tutmaktadır.

C. Hakimiyetin Kaynağı

Yukarıda da ifade edildiği üzere eski Türklerde hakan olabilmek için Gök Tanrı tarafından kut verilmiş aileye mensup olmak gerekiyordu.11 Gök Tanrı tarafından Kut verilmiş aile belliydi. Yani her zaman değişmezdi. Bu, Hunlarda Tu-ku, Göktürklerde Açina, Uygurlarda Yağlakâr ailesiydi. Hunlarda Kut, yere inen bir nur olarak bilindiğinden, Han soyunun kuttan meydana geldiğine inanılırdı.12 Dolayısıyla hakanın kutun gözle görülür sembolleşmiş bir hali olduğu kabul edilmekteydi.13

Hakan olabilmek için tanrının kut vermesi gereğinden hareketle, devlet başkanını Tanrının belirlediği ileri sürülmüştür.14 Ancak uygulamaya bakıldığında bu fikre katılmak mümkün görünmemektedir. Çünkü Gök Tanrı tarafından kut doğrudan kişilere değil bir aileye verilmekte, başka bir ifade ile bu soydan gelen insanların hakan olmaya layık oldukları anlamına gelmekteydi.15 Neticede kimin hakan olacağına beyler ve diğer devlet memurları ile halk karar vermekteydi. Muhtemelen insanların sonucu takdirle karşılayarak kabullenmeleri ve herhangi bir siyasi kargaşaya sebep olmadan halkın itaatını sağlamak için böyle bir anlayış sergilenmekteydi. Nitekim hakan, kutsal bir varlık olmayıp, kendisine hükümdarlık tacı giydirilmiş talihli bir kişidir. 16 Dolayısıyla eski Türklerde teokrasiden söz etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü Tanrı adına mutlak doğruları halka dayatan bir hakan söz konusu değildir. Töreler genellikle halka veya temsilcilerine danışılarak çıkarılmaktadır. Değer yargısı ve törelerin kaynağında referans olarak tanrının iradesi gösterilmemektedir. Tanrının ortaya koyduğu az veya çok bir prensip de mevcut değildir. Bütün bu sebeplerle eski Türklerde laik bir devlet anlayışının hakim olduğu söylenebilir.

D. Devletin Şekli

Eski Türklerde hakimiyetin Hakan, beyler ve halk arasında paylaşıldığını, fakat çoğunluğunun Hakan'a ait olduğunu yukarıda belirtmiştik. Buradan hareketle eski Türklerdeki devlet şeklinin, birbirinden kısmî farklılıklar arz etmekle birlikte, genelde monarşi olduğu ileri sürülmüştür.17 Bu monarşi seçimli ve irsî bir monarşidir. Hakan, devletin ileri gelen memurları, devleti oluşturan Boy'ların Bey'leri ile halk tarafından seçilmektedir. Bu nedenle Eski Türklerdeki devlet şekli, seçimli monarşidir. Fakat Hakan mutlaka kendisine kut verilmiş aile içerisindeki erkeklerden olmak zorunda olduğu için irsî bir nitelik arz etmektedir.18 Bu monarşinin kayıtsız, şartsız bir mutlak monarşi olmadığı söylenebilirse de meşruti monarşi olduğu da ileri sürülemez. Gerçekten Hakan'ın iradesini sınırlayan unsurlar bulunmaktadır. Her şeyden önce Eski Türklerde halkın her şeye itaat etmediğini biliyoruz. Halkın devlet işleri ile yakından ilgili olduklarını Kurultay'a katıldıklarına ve görüşlerini serbestçe ifade ettiklerine şahit oluyoruz.

Hakanların da halkın görüşlerini saygı ile karşıladıklarını tarihi kayıtlar bize göstermektedir. Hakan'ın iktidarını kısıtlayan ikinci unsurun Beyler olduğunu görüyoruz. Hakan, bütün devlet işlerini Kurultaya danışmak zorundaydı.19 Töre, yani geleneksel kanunlar ise, Han'ın yetkilerini sınırlandıran üçüncü unsurdu.20 Ne var ki bütün bu sayılanlar kesin bağlayıcı ve denetim mekanizmaları olmadığından eski Türklerde meşrutî bir monarşinin olduğu söylenemez.

Eski Türklerde devlet, hükümdar ailesinin malı kabul edilmekteydi.21 Dolayısıyla ülke toprakları Hakan'ın ölümünde oğulları ve kardeşleri arasında paylaşılıyordu.22 Bunlardan birisi Hakan seçiliyor diğerleri de Bey olarak kendilerine düşen kısımları idare ediyorlardı. Buradan hareketle bir kısım müsteşrikler, eski Türklerde çifte Krallık (Hakanlık) olduğunu ileri sürmüşlerdir.23 Ancak bu tespitin isabetli olduğu söylenemez. Çünkü bu yönetim tarzının kendi içerisinde bir mantığı, bir işleyiş şekli vardı.24 Örneğin Göktürklerde batıdaki İstemi Han'ın doğudaki Bumin'e ve daha sonra da oğullarına tâbi olduklarını görüyoruz. Yani doğudaki Han, Hakan kabul ediliyor, batıdaki Han ise ona bağlı bir Bey durumundaydı.25 Yoksa ikisi de Hakan değillerdi. Bağımsızlığını ilan ederek ayrı devlet kuranlar ise müstakil bir devlet olarak varlıklarını az veya çok sürdürüyorlardı. Ancak bunun çifte krallıkla bir ilgisi yoktu.

III. Hakan

A. Seçimi

Eski Türklerde Hakanlık, irsî olarak Hakan'ın sülalesinden birisine geçiyordu. Hakan olabilmek için mutlaka kut verilmiş sülaleye mensup olmak gerekiyordu.26 Bununla birlikte kutun verileceği sülaleye mensup olmak Hakan olmak için yeterli değildi. Çünkü aile içerisinde kime kut verileceği hususunda kesin bir ölçü yoktu. "Primogenitus" (ekberiyet) ya da "senioratus" (Hanedanın en yaşlı üyesi) gibi kurallar belirlenmemişti. Başka bir ifade ile, bütün hanedan üyeleri Hakan olma hak ve yetkisine sahiplerdi.27 Veliaht olma dışında, adil, yetenekli, ilim sahibi, asil, cesur ve seçimi yapacak olan beylerle iyi ilişkilerde bulunmak Hakan olmak için önemli özelliklerdi.28

Kısaca eski Türklerde Hakanlık irsen intikal etmekteydi. Ancak Hakan olma belirli bir kişiye değil hanedan içerisinde en layık (idoneitas) olana nasip oluyordu. Genelde Hakan'ın çocukları arasından seçilmekle birlikte Hakan'ın çocuklarının olmaması veya küçük olmaları durumunda Hakan'ın kardeşlerinden de seçilenler oluyordu.29 Böylece Tanrının hanedan içerisinde en liyakatli olana Kut'u nasip ettiğine inanılıyordu.30

B. Veliahtlık

Eski Türk Hakanlarının veliaht atadıklarını da görüyoruz. Veliaht olabilmek için hanedan içerisinden olmak da yeterli olmayıp, Hakan'ın kendi milletinden olan karılarından (Melike) dünyaya gelmiş olmak gerekiyordu. Bununla birlikte Uygurlarda ve Göktürklerin son dönemlerinde yabancı karılarından olan çocukların da veliaht ve dolayısıyla Hakan oldukları görülmektedir.31

Hakan'ın birisini veliaht ataması, onun mutlaka Hakan olmasını gerektirmezdi. Beyler ve Halk başka birisini Hakan seçebilirlerdi. Ayrıca bazen de veliaht olduğu halde tahta çıkmayıp sülalenin başka bir ferdinin çıkmasını isteyenler de oluyordu.32 Demek ki tahta çıkmak için veliaht olmak yeterli olmayıp birçok meziyeti üzerinde barındırmayı da gerektiriyordu. Bununla birlikte veliaht olmanın ve nüfuzlu beylerin desteğini almanın Hakan olmak için önemli bir avantaj sağladığını belirtmek gerekir.33 Veliaht, Hakandan sonra en büyük amir durumundaydı. Orduya genelde o kumandanlık ederdi. Böylece devlet işlerinde tecrübe sahibi olurdu.

C. Seçimin Şekli

Eski Türklerde Hakan'ın, Kut'u Gök Tanrı'dan aldığına inanılmaktaydı. Ancak bu Kut verilme nasıl olmaktaydı?

Yukarıda da ifade edildiği üzere, kut verilme takdir anlamındaydı. Çünkü seçim tamamen o devirde olabilecek demokratik usullerle yapılıyordu. Hakan seçmek için Kurultay toplanıyordu. Kurultaya Beyler ve ileri gelen kişilerden başka halk da katılabiliyordu.34

Kurultayda Hakan seçilen kişi, artık ülkenin meşru Hakan'ı oluyordu. Tanrı Kut'u ona nasip etmişti. Hakan seçildikten sonra cülus merasimi düzenleniyordu. Göğe çıkar gibi tahta çıkma töreni denilen bu tören şu şekilde cereyan ediyordu: Hakan, keçe üzerine oturtuluyor ve dokuz defa döndürülüyor, her dönüşte halkı selamlıyor, sonuçta dokuzuncu semadaki tanrının yanına ulaştığına inanılıyordu.35 Muhtemelen bu törenin devamı olarak beyler, vezirlerle bir araya gelip saray ortasına bir siyah keçe döşeyip Hakan'ı getirip keçenin üzerine oturtuyorlardı. Beyaz elbise içindeki beyler, yeni Hakan'a bağlılıklarını "Yukarıda güneşe bak, bâki olan tanrıyı itiraf eyle. Sen onun gölgesisin. Kendi tedbirini onun muradına uydur. Aksi halde sana sadece bu siyah keçe kalır" şeklinde bildiriyorlardı. Sonra kırmızı elbiseler giyip başlarına birer sorguç (kotuz) takıyor ve Hakan'a taç giydiriyorlardı.36

Bunun ardından Hakan'a yemin ettirildiğini görüyoruz. Buna göre, seçilen Hakan'ın boynu ipek bir kaytanla sıkılıyor ve kaç yıl kağan olarak kalacağı soruluyordu. Bu bir nevi hizmet isteme andı olarak değerlendirilmektedir.37

D. Zorla Ele Geçirme

Eski Türklerde Hakanlığın zorla ele geçirilmesine de rastlanırdı. Bazen Hakanlar, zayıf düşmeleri, memleketi iyi yönetememeleri sonucunda azlediliyor ve yerlerine aynı hanedandan başka birisi seçiliyordu. Fakat azledilen Hakanlar, kendi taraftarları ile isyan edip, tekrar Hakanlığ'ı elde etmeye çalıştıkları da oluyordu. Bu karışıklığı fırsat bilen Beylerden bazıları her iki Hakanı ve sülalelerini ortadan kaldırarak, kutun kendi sülalelerine verildiğini belirtip Hakanlığı zorla ele geçiriyorlardı. Fakat Hakanlığ'ı bu şekilde elde etmiş olanlara gâsıp gözüyle bakıldığından bu saltanat uzun ömürlü olmuyordu.38

E. Hakanın Görev ve Yetkileri

1. Yasama

Eski Türklerde hukuk kurallarına yasağ veya daha yaygın ifadesi ile töre dendiğini görüyoruz.39 Göktürk kitabelerinde Bumin ve İstemi Kağanların halkın töresini kanunlaştırdıkları anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Kutadgu Bilig'de de Hakan'ın koyduğu kurallara töre dendiğine şahit oluyoruz.40

Özellikle de devletler kurulduğu zaman Kurultay toplanıp töreyi (burada anayasayı) tespit ediyordu.41 Daha sonra ise Hakan, kurultaylara kanun teklif edebildiği gibi kendisi de kanun koyabilirdi.42

2. Yürütme

"Tanrı irade ettiği ve kendi talihim olduğu için hakan mevkiine oturdum. Yoksul, fakir milleti hep toplattım. Fakir kavmi zengin kıldım. Az kavmi çok kıldım".43 "İnsanoğulları üzerine ecdadım Bumin Hakan, İstemi Hakan tahta oturmuş, oturarak Türk milletinin ülkesini, türesini idare ve tanzim edivermiş... Asker sevk edip dört taraftaki kavmi hep itaat altına almış, hep muti kılmış...".44 Kül Tegin (Köl-tigin) ve Bilge Han yazıtlarından alınan bu ifadelerden şu hükümleri çıkarmak mümkündür: Eski Türklerde Hakan, devletin ve yürütmenin başıydı. Özellikle yürütmeye ilişkin büyük yetkilere sahipti. Han, devletin başı ve hakimiyetin temsilcisiydi. Hakan, devleti millî törelere göre idare ederdi. Halkın güvenliğini, sağlığını, iktisadi durumunu, açlığını, tokluğunu düşünmek durumundaydı. Hakan, savaş esnasında ordunun baş kumandanıydı. Devletin sınırlarını korumak, halkın rahatını sağlamak ve devletin ününü korumak sorumluluğu altındaydı.45 Ayrıca Türk Hakanı, halkın kalbini kazanmak, halkı Türk devlet felsefesine göre korumak, eğitmek, kaçmış, dağılmış beylikleri toplamak durumundaydı.46

3. Yargı

Hakan, devletin başı olmakla yargının da başkanı idi.47 "Yargu" denen yüksek devlet mahkemesine Hakan başkanlık yapmaktaydı. Özellikle kendisine karşı girişilen isyan ve süikast teşebbüslerinde Hakan'ın bizzat yargılama yaptığını gösteren bilgiler vardır. Mesela Atilla kendisine süikast hazırlayan suçlulardan Bigila'yı bir kurul önünde sorgulamıştır.48 Devlet başkanına isyanın cezası ölümdü. Cezalar, Hakan tarafından infaz edilmekteydi. Merkezden uzak yerleşim alanlarında ve daha sonraları merkezde de yargılama yapmak üzere görevliler atandığını görüyoruz.49

F. Hakan'a Yardımcı Olan Kurumlar

1. Kurultay

Kurultay, Türkçe kurul ile Moğolca tay ekinin birleşmesinden oluşmuş bir kavram olup danışma meclisi anlamına gelmekteydi. Aynı anlamı ifade etmek üzere Toy kavramı da kullanılırdı.50 Eski Türklerde devlet işlerinin yürütülmesinde devlet başkanına her açıdan yardımcı olan kurumların başında Kurultay veya Toy gelirdi. Bu durumda Kurultay, devlet yönetiminin temelini oluşturan bir kurumdu.51 Bütün devlet işleri orada bilen kişilere danışılarak halledilirdi. Dolayısıyla eski Türklerin "Geniş elbise parçalanmaz, danışmakla gelişen bilgi bozuk ve kötü çıkmaz"52 prensibini kendilerine rehber edindiklerini görüyoruz.

Eski Türklerdeki Kurultayları Küçük ve Büyük Kurultay olarak ikiye ayırarak incelemek gerekecektir. Küçük Kurultay halkın katılımı ile Beylerin seçildiği kurultaydı. Boy'un ileri gelenleri zaman zaman toplanarak Boy'a ilişkin hususları görüşürler, bazen bunlara halk da katılırdı. Başka bir ifade ile bu kurultaylar dini ve milli bayramlar şeklinde geçer sonra da devlet işleri görüşülürdü.53 Büyük Kurultaylar ise, beyler, yüksek dereceli devlet memurları ile halkın ileri gelenleri katılır ve Hakan seçiminden savaş ve barış ilanına kadar bütün devlet meseleleri burada görüşülürdü.54 Bu törene katılmamak itaatsizlik anlamı taşıyordu.55

Kurultaylarda Hakan'ın sağ tarafında vezirler (genellikle dokuz vezir vardır), beyler ve komutanlar yer alır; sol tarafında ise memleketin ileri gelenleri ve memurlar otururdu.56 Basit bir devlet meselesi için dahi kurultay toplanırdı ve alınan karar halka duyurulurdu.57

Sonuç olarak, eski Türklerde Hakan'ın devlet işlerini görürken danıştığı bir Kurultay vardı. Böylece halk yönetime katılmış oluyordu. Hakan'ın seçimi veya görevini yapamadığı durumlarda azli, Kurultay'ın göreviydi. Kararların nasıl alındığına ilişkin elimizde bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Hakan'ın Kurultay kararı ile bağlı olmadığı, Kurultay'ın kararının aksini yapabileceği, fakat bu durumda sonuca da kendisinin katlanacağını söylemek gerekir.58

2. Vezaret (Ayuki)

Eski Türklerde Ayuki hükümet anlamına gelen bir kavramdı. Bu kurum Hakan'ın devlet yönetiminde en önemli yardımcısı idi. Üyelerine "buyruk" denirdi. Ayukiye, Ayguçi başkanlık ederdi.59 Ayguçi, zaman zaman Kurultay'ı da yönetirdi. Bu durumda son söz yine Hakanındı. Tonyukuk ve Kutlug tarihte ün kazanmış Ayguçilerdi.60

G. Hakanın Sorumluluğu ve Görevden Alınması

Yukarıda da belirtildiği üzere Hakanlar, sınırsız bir yetkiye sahip olmadıkları gibi sorumsuz da değillerdi. Yetkileri sınırlı ve kendilerine düşen görevi yerine getirmeleri gerekirdi. Aksi takdirde tahttan indirilirlerdi. Nitekim İkinci Göktürk Devleti'nde İnal Hakan (716-?) iç karışıklıkları önleyemediği gerekçesi ile tahttan indirilmişti.61 Eski Türklerde tahttan indirilmeyi gerektiren günah, töreyi terk etmekti.62

H. Hakanlık Süresi

Eski Türklerde Hakanlık için belirli bir süre öngörülmezdi. Genelde saltanat usulünün uygulandığı ülkelerde olduğu gibi liyakat devam ettiği sürece Hakanlık tahtında oturulurdu. Dolayısıyla Hakanlık, ölüm ya da bir önceki başlıkta incelendiği üzere, azl ile sona ererdi.

Değerlendirme

Tarih boyunca Türkler küçüklü büyüklü yüzlerce devlet kurmuşlardır. Dirayetli devlet başkanlarına sahip oldukları zamanlarda bu devletlerin ömürleri uzun sürmüştür. Ne kadar layık olursa olsun herkesin devlet başkanı olma hakkı yoktu. Bunun için eski Türklerde büyük anlam ifade eden kut verilmiş aileyi mensup olmak gerekirdi. Kut, devlet ve siyasi hakimiyet anlamına gelen eski Türkçe bir kavramdı.

Eski Türk inanışına göre Gök-Tanrı belirli ailelere devlet başkanı olma hakkını veriyordu. Bununla birlikte devlet başkanı Tanrı tarafından atanmıyor, halkın ileri gelenleri tarafından seçiliyordu. Bu seçimlere halk da katılabiliyordu.
Eski Türklerde devlet şekli Monarşi, Hakan da ömür boyu görev yapan bir Monarktı. Hakan töre koyabilir, ülkeyi idare eder, gerektiğinde yargılama da yapabilirdi.

Sonuç olarak şunu ifade etmek isteriz ki, eski Türklerle ilgili elimizde doğrudan yararlanacak kaynakların sınırlı oluşu, mevcutlar da genelde tarihçiler tarafından yazıldığı için devlet başkanlığı gibi hukuki bir kurum için burada yer verilenlerden başka bilgilere sahip olmadığımızı bu sebeple konunun beklenilen derinlikte olmadığını belirtmemiz gerekir. Zamanla bu konuların tatminkar araştırmalara konu yapılması gelecek nesillere için daha sağlıklı değerlendirmeler yapma imkanı sunacaktır.




1 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Kafesoğlu, İbrahim: Türkler, İA, C. XII/II, s. 147 vd.
2 Kafesoğlu, Türkler, 143; Öztuna, Yılmaz: Osmanlı Devleti Tarihi, C. I, İstanbul 1986, s. 20.
3 Orkun, H. Namık: Eski Türk Yazıtları, Ankara 1994, I C 4; Arsal, S. Maksudi: Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul 1947, s. 263 vd.
4 Kafesoğlu, Türkler, 222.
5 Orkun, II D 17; Arsal, 264 vd; Öztuna, I/20.
6 Arsal, 266.
7 Gökalp, Ziya: Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1976, s. 7 vd.
8 Orkun, I D 29.
9 Kaşgarlı Mahmud: Divân-ı Lügati't-Türk (Çev. Besim Atalay), C. I, Ankara 1985, s. 320; Arsal, 88 vd.
10 Orkun, 1 C 9.
11 Ögel, Bahaddin: Türklerde Devlet Anlayışı, (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar) Ankara 1982, s. 196.
12 İnalcık, Halil: Eski Türklerde Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisi İle İlgisi, AÜSBFD, C. XIV, S. 1, 1959, s. 74.
13 Alföldi, A.: Türklerde Çift Krallık, İkinci Türk Tarih Kongresi Zabıtları, İstanbul 1943, s. 507.
15 Ögel, 50.
16 Ögel, 49.
17 Arsal, 268.
18 Arsal, 270.
19 Ögel, 73-74.
20 Arsal, 269.
21 Uzunçarşılı, İ. Hakkı: Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilatı, Ankara 1988, s. 50. Ancak bunun normal mülkiyetten farklı olduğu izahtan varestedir. Nitekim Türk tarihinde geçen bir olay bu hususa net bir şekilde açıklık getirmektedir. Mete, han olduğu zaman diğer Proto-Moğol Devleti'nden bir elçi gelir ve Mete'nin ünlü atını ister. Gaye, Mete henüz tecrübesiz iken onu bastırmaktır. Mete, kurultayı toplar ve onlara durumu haber verir. Kurultay üyeleri karşı çıkmasına rağmen komşudan bir at esirgenmez diyerek atını verir. Daha sonra elçi tekrar gelir ve bu defa Mete'nin hanımını ister. Kurultayın muhalefetine rağmen Mete hanımını da verir. Daha sonra elçi tekrar gelir ülkenin verimsiz bir arazisini ister. Kurultayda bir kısım üyeler bunu da verelim demelerine rağmen Mete "öncekiler kendi malımdı verdim. Toprak ise devletindir, devletin malı başkasına verilmez" diyerek karşı çıkar (Ögel, 73-74).
22 Togan, Z. Velidi: Umumi Türk Tarihine Giriş, C. I, İstanbul 1946, s. 60.
23 Alföldi, 507.
24 Kafesoğlu, Türkler, 233.
25 Arslan, Mahmut: Kutadgu Bilig'deki Toplum ve Devlet Anlayışı, İstanbul 1987, s. 50.
26 Öztuna, I/20.
27 Laszlo, F.: Kağan ve Ailesi, Türk Hukuk Tarihi Dergisi, S. 1, Ankara 1944, s. 42.
28 Ögel, 66.
29 Orkun, I D 31.
30 Ögel, 66.
31 Kafesoğlu, İbrahin: Türk Milli Kültürü, İstanbul 1984, s. 267.
32 İnalcık, Veraset, 72.
33 Ögel, 63; Arsal, 270.
34 Ögel, 65.
35 Hezarfen, Hüsüyen Efendi: Tenkih-i Tevarihü'l-Mülük, Sül. Kütp. Fâtih Böl., No: 4303, Vrk. 174/8.
36 Ögel, 66.
37 Arslan, 63.
38 Pakalın, M. Zeki: Tarih Deyimleri ve Terimleri, C. III, İstanbul 1993, s. 539-540; İnan, Abdülkadir: Yasa, Töre ve Şeriat, Türk Kültürü Araştırmaları, S. I, C. I, Ankara 1964, s. 10.
39 Tanyu, Hikmet: Türk Töresi, AÜİFD, C. XXIII, Ankara 1978, s. 103.
40 Ögel, 80.
41 Kafesoğlu, İbrahim: Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihindeki Yeri, Türk Edebiyatı Dergisi, İstanbul 1970, S. 1, 1970, s. 23; Arsal, 288.
42 Orkun, I C 10.

43 Orkun, I D 1.
44 Arsal, 269-270.
45 Ögel, 114 vd.
46 Kafesoğlu, Milli, 253; Sevinç, Necdet: İslâm Öncesi Türk Hukuku, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Haziran 1980, s. 166.
47 Kafesoğlu, Türkler, 236.
48 Arslan, 52.
49 Kafesoğlu, Milli, 247.
50 Ögel, 73.
51 Ögel, 74.
52 Kafesoğlu, İbrahim: Türk Bozkır Kültürü, Ankara 1987, s. 19.

55 Kafesoğlu, Milli, 246.
56 Hezarfen, Vrk. 175/B.
57 Hezarfen, Vrk. 177.
58 Ögel, 74.
59 Turan, R.: Türkiye Selçuklularında Hükümet Mekanizması, İstanbul 1995, s. 21.
60 Kafesoğlu, Milli, 251.
61 Ögel, 191.
62 Hezarfen, Vrk. 174.


Yorumlar (0)