GELENEKSEL TÜRK TAKILARI 1 -Prof. Dr. Tevhide Özbağı

GELENEKSEL TÜRK TAKILARI


Prof. Dr. Tevhide Özbağı



Geçmişi günümüze taşıyan el sanatlarımız; sosyal, kültürel ve ekonomik yaşam biçimimizi yansıtan en kalıcı ve anlamlı belgeler arasında yer alır.

Çeşitli uygarlık ve kültürlerin merkezi ve geçit yolu olan Anadolu’da el sanatlarının çok eski geçmişi vardır. Yüzyıllar boyu süregelen geleneksel zevk, biçim ve renk anlayışının bütün etkinliği sanat eserlerinde görülmektedir. Bu geleneksel zevkin özünde, Eski Çağ Anadolu sanat eserlerinin günümüze kadar gelmiş izleri yatmaktadır.[1]

Süslemecilik, insanlık tarihi ile birlikte başlamış ve insanların en doğal tutkusu olarak ortaya çıkmıştır. Süsleme, insanların kendilerini, yaşadıklarını ortamı ve kullandıkları eşyaları göze en hoş görünecek biçimde güzelleştirmesi için üsluplaşmış şekil, resim ve motiflerle değerlendirilmesidir.[2]

İnsanların süslenme gereksinmelerinden birisini de en ilkel şeklinden gelişmişine kadar takı oluşturmaktadır.

Takı, takmak kelimesinden gelmektedir. Mücevher veya ziynet eşyası diye de adlandırdığımız takı, insanların süslenmek amacıyla taktıkları çeşitli taş, maden, doğa ürünleri ve buna benzer malzemelerden yapılmış kullanım eşyalarıdır.[3]

Ayrıca süsleme-form ve malzeme üçgeninin oluşturduğu düzenin yanı sıra gerekli teknik imkanları ve ustalığı kullanarak ortaya konulan fonksiyonel kullanım eşyasıdır.

Takılar süslemenin dışında, inançlara ve geleneklere bağlı kalarak da hazırlanmakta, bu amaçla hazırlanan takılar, toplumun inançlarını yansıtması bakımından kutsal sayılmaktadır.

Takılarda Tarihi Gelişim

Yazılı kaynaklarda takıların, ilk kez ne zaman kullanıldığı konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte,[4] çok eski çağlardan beri kullanıldığı çeşitli buluntulardan anlaşılmaktadır. İ.Ö. 7. bin-6. binin ilk yarısına tarihlenen “Çayönü ve Çatalhöyük” buluntuları arasında çeşitli taşlardan kemik ve hayvan dişleri ile, deniz ve yumuşakçaların kabuklarından yapılmış gerdanlıklar ile hayvan, kuş, çiçek gibi çeşitli biçimler verilmiş takılar oldukça kalabalık bir grup oluşturmaktadır.[5]

İ. Ö. üçüncü binin yarısı ve ilk Tunç Çağı’nda Anadolu’da çok zengin takıların varlığı Troya ile Alaca mezarlarında bulunmuş örneklerle kanıtlanmaktadır. Altın ve gümüş küpeler, saç süsleri, gerdanlıklar, bilezikler, başları süslü iğneler, levha üzerine kabartma, oyma, kesme, telden örgü ve burma som döküm tekniği ile değerli madenleri işlemesi takı yapımının yüksek bir düzeye erişildiğini göstermektedir.[6]

Hitit krallık ve İmparatorluk dönemlerinden günümüze kadar kalabilmiş takı sayısı azdır. Taşsız altın yüzükler aynı zamanda mühür olarak da kullanılmaktadır.

Bunların üzerinde bazı örneklerde kazıma tekniği ile işlenmiş figürler, bazılarında ise sarmal motiflerle çerçevelenmiş çivi ve hiyoroglif yazılar yer alırlar.[7]

Afyon Yanarlar da (Emre. 1978) yapılmış olan arkeolojik kazılar iki Hitit mezarlığından elde edilen malzemeler, saray sanatının yanı sıra bir Hitit halk takı sanatının da varlığını belirlemektedir. Bu buluntular arasında yer alan, deniz kabuklarından yapılmış kolyeler, Neolitik dönemden bu yana süregelen bir geleneğin örnekleridirler.[8]

Van gölü çevresinde M.Ö. 900-600 yılları arasında gelişen Urartu devleti teokratik bir saray sanatı yaratırken, geniş ölçüde Asur sanatı etkisi altında kalmıştır. Urartu kuyumculuk sanatının en eski örnekleri Altıntepe’deki kral mezarlarından çıkartılmışlardır. Döküm, granüle ve repause tekniklerinin çok iyi kullanıldığı Urartu takı sanatında, yatay ve dikeyde simetrik bir geometri egemendir. Bu takılardaki figürler, büyük plastik eserlerdeki üslup özelliklerini gösterirler.[9]

Frig takıları M.Ö. 1. binin ilk yarısında Anadolu’da görülen takılar arasında kullanılan tunç fibulalar döneme damgasını vuran adeta bir moda yaratarak ihraç ettiği tek takı türüdür. Bunlardan başka altın tanelerden oluşan gerdanlıklar, yarım ay biçiminde küpe Frig kuyumculuğunun başarılı örnekleridir.[10]

M.Ö. 6 yüzyıldan başlayarak, özellikle Greko-Pers döneminde Lidya takılarında süs taşlarının kullanımı giderek artar. Mısır sanatı, etkisiyle ortaya çıkan, kutsal böcek skrabe şeklinde yüzük taşları, taşları üzerine figürler kazınmış mühür amaçlı yüzükler, altın gümüş ve bronz montürlü sarkaç şeklinde mühürler, bu dönemin eserleridirler.[11]

Asur, Geç Hitit gibi eski Ortadoğu kültürlerinde çok sevilen, uçları hayvan başları biçiminde biten bileziklerin Klasik Çağ’da da benimsenmiş olması sözü edilen etkilenmeye bir örnektir. Kolye tasarımlarında granüle bezemeli kozalar ve filigre süslemeli küre boncuklar da Klasik Çağ’da çok yaygındır.[12]

Hellenistik Çağ’da takı biçimlerinde çeşitlilik artar. Takılar çoğunlukla aşırıya kaçan kompleks bir düzenlemededir. Heykel ve diğer plastik sanatlarda olduğu gibi takılarda da çarpıcı, etkileyici nitelikler gözlenir.

Bu dönemin önemli bir yeniliği altın kuyumculuğuna rengin girmesidir. Klasik Grek takılarında süs taşlarının az kullanılmasına karşın Hellenistik Çağ takılarında renkli taş, cam ve mine kullanılması ile ışıl ışıl bir görünüm kazanılmıştır.[13]

M.S. 2. yy.’dan itibaren Roma kuyumcuları, Hellenistik takıların aşırı karmaşık düzenlemelerinden,[14]kibarlık ve inceliğinden kurtulup güzel ve sade takılar ürettiler. Ayrıca altının yanı sıra geniş ölçüde süs taşı kullanıp renkli dekoratif etkiler elde ettiler. Bu takılar günümüzde fazla ilgi toplamamış hatta bazı araştırmacılar bu sadeliği haksız olarak teknik bilgi ve fantezi eksikliğine bağlamışlardır.[15]

Roma kuyumculuğunun sade ve dekoratif formları Erken Bizans takılarında da sürdürülmüştür. Roma’dan kaynaklanan Savat (Niello) tekniği, altın ve gümüş eserlerin süslenmesinde üstsanatsal bir düzeyde uygulanmıştır. Bir Roma geleneği olan nişan yüzükleri ile paraların yüzük kolye gibi takı kompozisyonlarında kullanımı Bizans’ta da devam etmiş ve günümüze ulaşmıştır.[16]

Roma döneminde sadeleşerek yalın bir etkileme kazanan askı küpeler, Orta Bizans döneminde aşırı karmaşık dekoreli işçilikleri ile Helenistik Çağ’ın parlak dönemlerini anımsatırlar. Hatta bu küpelere daha çok dekoratif etkileme kazandırmak için omuza kadar sarkan iri örnekler yapılmış ve bunlar çok değişik süstaşları, barok inciler, filigre ve granüle altın teknikleri ile işlenmiş, ardalanmalı bezemelerle donatılmıştır.[17]

Ekonomik çöküşün sanata yansıması olan estetik gerileme ve İslam dininin etkisi ile Ortodoks kilisesinde başlayan ikonolastik akımın baskısı kuyumculuğu da etkiler. Artık basit ve sade takılar sözkonusudur. Ucuz halk takısı olan cam bilezikler yaygınlaşır. Camlar genellikle kobalt mavisi düz renk olup zaman zaman değişik renkte dekore edilmiş örnekler de gözlenir. Bin yıllık bir geçmişi olan ve kökleri, M.Ö. III. binlere kadar inen antik kültürlere dayanan Bizans kuyumculuğunun, son dönemlerinde çağdaşı olan Anadolu Selçuklularını ve daha sonraki Osmanlı kuyumculuğunu teknik ve form uygulamalarında geniş ölçüde etkilediği belirgindir.[18]

Tarih öncesi kadını ile Hitit Dönemi (M. Ö. 2000) kadınına bakıldığında her iki kadının da saçlarını altın halkalarla, boyunlarını ise idollerle süsledikleri görülmektedir. Selçuklu Dönemi’ne (M. S. 1071-1300) ulaşıldığında kına yakılmış ellerini yüzüklerle, bileziklerle ince belini altın kemerlerle süsleyen Anadolu kadınıyla karşılaşıyoruz. Takıların her birinde, eski uygarlıkların köklü takı gelenekleriyle göçebe Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri geleneklerin kaynaşmasına tanık oluyoruz. Osmanlı Dönemi’nin başlamasıyla da hem İslam’ın etkilerini hissediyor, hem de gizemli Osmanlı kadınının ortaya çıkışını görüyoruz. Osmanlı kadını zenginliğini toplum içindeki konumunu saçlarının uçlarına taktığı altın takılarla belli eder, peçesinin altına birbirinden güzel takılar gizlerdi. Bazı padişahların hükümdarlıkları zamanında kadınların taktıkları takılara fermanlarla sınırlamalar getirmiş olmaları Osmanlı kadınının takıya ne kadar yoğun bir ilgi gösterdiğinin kanıtıdır.[19]

Anadolu kadınlarının taktıkları başlıklarda anlamları yöreden yöreye değişen altın ve gümüş pullar ve maşallahlar göze çarpar. Başlıklardan sarkan altın pulların sayısı bazı yörelerde kadının kaç çocuğu olduğunu belirtirken, bazı yörelerde kaç yıllık evli olduğunu anlatır. Genç kızların, evli veya dul kadınların taktıkları takılarda da farklılıklar göstermektedir.[20]

Nazardan korunduğuna inanılan mavi boncukla bezenmiş takıların boyuna omuza veya çocuk beşiğine takılması Anadolu’da çok yaygındır. Anadolu insanları binlerce yıldır bu geleneği, kendilerini ve sevdiklerini kötülüklerden korumak amacıyla sürekli yaşatmaktadırlar. Kur’an’dan alınmış özlü sözlerle süslenen takılar ise dini anlamlar içerir. Muska yerine kullanılmaktadır.[21]

Türk toplumunda düğünler, doğum günleri, sünnet törenleri çok önem taşımaktadır. Yeni doğmuş bebeklere, sünnet olan erkek çocuklarına ve gelinlere altın takı takmak gelenektir. Bu gelenek ailenin bütünlüğünü dostlar arasındaki bağların güçlenmesini sağlamakla birlikte aynı zamanda takılan takılar bir güvence olarak görülmektedir.[22]

Takı Çeşitleri

Baş Süslemelerinde Kullanılan Takılar

Güzel görünmek her insanın yaradılışından gelme bir duygudur. Dolayısıyla insanoğlu, beğendiği ve kendini güzel göstereceğine inandığı her nesneyi vücudunda taşımaya ve takmaya özen göstermiştir.

Kullanılan malzeme, teknik, şekil ve bezeme özellikleri ile kullanış biçimlerinden dolayı verdikleri mesajlar Anadolu takılarına ayrı bir anlam kazandırmıştır. Bu nedenle kadın inanç ve özenle taktığı takıları ne zaman ve nasıl kullanacağını yaşam biçimi içerisinde öğrenerek toplumun geleneklerine bağlı olarak sürdürmüştür.[23]

Eski Türklerde kadın süslenmeye önce başından başlamış yüz güzelliğini, yüze sürülen allık ve göze çekilen sürmeler, yanaklara konulan benler, kulaklara takılan küpeler, örgülü saçlar ve saç süsleri, işlemeli başlıklar ve taşlarla zenginleştirmiştir.[24]

Anadolu kadın takılarından, baş süslemelerinde kullanılan takılar arasında, zengin teknik ve motiflerle süslenmiş tepelik, fes süsü, alınlık, yanak döven, küpe gibi takılar bazı yörelerde bir arada kullanıldığı gibi bazı yörelerde birkaçı fes üzerine veya fessiz olarak da kullanılmaktadır.[25]

Tepelik

Düz veya kubbemsi, genellikle dairesel; çok nadir kare (Fotoğraf 1) biçimde olup fesin üzerine dikilerek veya fesin üzerine oturtularak takıldığı gibi, fessiz “serpuş” gibi saç üzerine oturtularak da kullanılan takı çeşididir. (Fotoğraf 2-3-4-5-6)

Dairesel olan tepeliklerin çapları 8 ile 16 cm arasında değişmekle birlikte, 12 cm. ile 14 cm. arasında olan tepelikler çoğunluktadır.[26]

Tepelikler, şekilleri aynı olmalarına rağmen, kullanıldığı yere ve kullanan kişiye göre malzeme, teknik ve süsleme özellikleri bakımından farklılıklar göstermektedir.[27] Onun içindir ki, birbirine yakın iki şehirde bile çok farklı tepelikler üretilmiştir. Mesela Van’daki savatlı tepelikler meşhur iken, Bitlis’te gümüş kakmalı ve ortası sivri olanları hakimdir. Biraz daha içerilerde Mardin’e gelindiğinde telkari tekniği ile üretilmiş, boşlukları güherseli tepelikler dikkati çekmektedir. Akdeniz ve Ege yörelerimizde tepelikler genellikle kakma tekniklerinde olup diğer kakmalardan motif farklılıkları ile ayrılmaktadır.[28] Fesin tepesine tamamen oturan ve tepe yuvarlağı genişliğinde olan tepeliklerin yanı sıra, bazıları kubbeli olup etrafındaki zincirlerden gümüş paralar (penez) sarkmaktadır. İç Anadolu’da özellikle Sivas yöresinde delikli gümüş paralar zincirsiz doğrudan fesin üzerine, aralarında boşluk kalmayacak ve üst üste gelecek biçimde dikilir ve fes böylece gümüş paralarla kapanmış olur.[29]

Buna benzer bir örneğe Tarsus’a bağlı Çamalan köyünde rastlanılmıştır. Gümüş yerine altın paralarla hazırlanmış olan fes, hala yörenin yaşlı kadınları tarafından kullanılmaktadır. Süslemenin yanı sıra fonksiyonel özelliği olan bu altınlar baş ağrısı için kullanılmaktadır.

Fes Süsü

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde fesin ön kısmından yanlara doğru takılarak kullanılan takı çeşididir. Süsleme tekniği ve kullanılan malzeme bakımından farklılık gösteren fes süsü; üçgen, daire ve değişik motiflerin zincir, para ve çeşitli şekillerdeplakaların (penez) süslenmesinden oluşmaktadır. Fes süsleri biri ortadan ikisi de yanlardan olmak üzere üç yerden fese tutturulmaktadır. Fese tutturulan bölümlerdeki plakaların üzerinde, tırnak içine oturtulmuş renkli taşlar ve değişik süsleme teknikleri kullanılmış motifler yer almaktadır.[30] (Fotoğraf 8-9-10-11)

Fes süsleri bölgelere göre de değişik isim alırlar. Hatta aynı yörede iki ayrı köyde dahi bu farklılık göze çarpmaktadır. Mesela Tarsus’a bağlı Kaburgediği köyünde fes süsüne “çiril”, Çamalan köyünde ise “tomaka” denilmektedir.

Alınlık

Baş süslemelerinde, kadınların alınlarına gelecek biçimde fesin üzerine, taktıkları çeşitli zincir,boncuk ve paralarla süslü altın veya gümüşten yapılmış takılardır.

Farklı biçim, malzeme, motif ve mesajlarla hazırlanmış alınlıkların, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı yörelerde hala kullanılmış olması dikkati çekmektedir.

Geleneklerine bağlı yörelerimizden Ankara ili Beypazarı ilçe merkezinde gelinlerin fes üzerine kullandığı iki ayrı alınlık fotoğraf 12-12a ve 13-13a’da görülmektedir. Üst kısmı kubbemsi alt kenarında düz olan alınlıkların alt kenarında boncuklara dizili paralar yer almaktadır. Tamamı altın gibi değerli madenden yapılmış olan takıların yüzeyleri kabartma ve kazıma teknikleriyle süslenmiştir. Fotoğraf 12-12a’da nazara karşı kullanılan maşallah, yazısı ile bitkisel motifler, fotoğraf 13-13a’da ise, bereketi, soyluluğu ve sonsuzluğu simgeleyen hayat ağacı motifi yer almaktadır. Her iki alınlık da; fesin yanlarında yer alan inci, boncuk ve altın paralarla bütünleştirilmiştir.

Yorumlar (0)